Bu değerlendirme yazısı linkteki haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır.

İÇ POLİTİKA

Altı Partiden Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakatı

Altı siyasi partinin üzerinden uzlaştığı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni” 28 Şubat günü düzenlenen ortak bir toplantı ile kamuoyuna açıklandı. Altı parti, Cumhuriyet tarihinin en derin siyasi ve ekonomik krizlerinden birini yaşadığını ve bunun en önemli sebebinin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin keyfi ve kural tanımaz yönetimi olduğunu söylüyor. Bu krizin demokratik siyaseti güçlendirerek çoğulculuk ve katılımcılık temelinde aşılabileceğini savunuyor. Kamuoyuyla paylaşılan ortak metinde yasama-yürütme-yargı bağımsızlığı ile birlikte temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, düşüncelerin özgürce ifade edildiği, din ve vicdan özgürlüğünün, basın özgürlüğünün, kadın haklarının, çocuk haklarının, çevre haklarının tam anlamıyla korunduğu özgürlükçü bir sistem vaat ediliyor.

Türkiye’de bugüne kadarki en geniş siyasi ittifak kurulmuş olsa da HDP’nin bu masada yer almaması, görüşmeler başladığından beri kamuoyunda eleştiri konusu olmuştu. Diğer yandan bunun politik olarak mümkün olmadığı, HDP’nin Kürdi ve sol partilerle üçüncü bir ittifak kurabileceği dile getirilmişti. Altı partinin mutabakat metninde Kürt meselesinin çözümüne ilişkin bir yaklaşım açıklanmadığı görülüyor. Metinde Türkiye’nin diyalogla çözemeyeceği hiçbir sorunu olmadığı belirtiliyor; kişilere iş ve işlemlerinde dil, din, mezhep, felsefi inanç, siyasi düşünce, ırk, cinsiyet, bölgecilik ve benzeri sebeplerle ayrım yapılmayacağı, temel hak ve özgürlüklere aykırı eylem ve söylemlerle kanun önünde eşitliği engelleyen davranış ve uygulamalarda bulunulamayacağı ibaresi yer alıyor. Metinde terör kelimesi yer almıyor, Kürt meselesi terörle ilişkilendirilerek de ele alınmıyor. Metinde Türk ifadesi yerine Türkiye’nin birliği ifadesinin kullanıldığı görülüyor. Barış kelimesi ise genel bir çerçevede birkaç yerde kullanılıyor. Altı partinin “farklılıklarımızı zenginlik kabul ederek bir arada özgürce yaşamak, toplumsal huzuru ve barışı sağlamak, çoğulcu, demokratik bir Türkiye inşa etmek ve gelecek nesillere bu değerleri emanet etmek için” bir araya geldiği belirtiliyor. Bu yaklaşımlar Kürt meselesine özellikle girilmek istenmediğini gösteriyor. Diğer yandan konu terörle ilişkilendirilmeyerek örtük ifadelerle Türkiye’nin birliği çerçevesinde diyalogla çözüme açık olunduğu belirtiliyor.

Mutabakat metnine ilişkin kamuoyunda şu tartışmalar da gündeme geldi. Metinde cinsiyet eşitliği konusunda uluslararası sözleşmelere uyulacağı belirtilirken İstanbul Sözleşmesi’ne referans verilmemesi eleştiri konusu olarak dile getirildi. Diğer beş parti önceki konuşmalarında İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını eleştirse de Saadet Partisi içinde sözleşmenin bir ihtilaf konusu olduğu biliniyor. Dolayısıyla altı partinin mutabakat metninde İstanbul Sözleşmesi’nin yer almamasının nedeni, Saadet Partisi’nin yaklaşımı üzerinden açıklanabilir. Metinde kadın haklarına geniş bir bölüm ayrılırken LGBTİ+ haklarına dair herhangi bir ibare yer almıyor, LGBTİ+ haklarını da kapsayan toplumsal cinsiyet eşitliği kelimesi kullanılmıyor. Bu durum altı partinin LGBTİ+ hakları konusunda da mutabık olmadığını gösteriyor.

Metni değerlendirirken bir araya gelen altı partinin ağırlıklı olarak sağ çizgide olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Bu metni, ülkedeki çok yönlü krizleri aşmak için önerilen sağ restorasyonun uzlaşı metni olarak değerlendirmek faydalı olacaktır. Altı parti dışında kalan muhalefetin, toplumsal muhalefetin bir araya gelerek topluma nasıl bir vizyon sunacağı, nasıl bir üçüncü yol önerdiği belirsizliğini koruyor. Bu da toplumsal muhalefetin tepkisel bir yerde kalarak kurucu bir sorumluluğu henüz almadığını, böyle giderse en iyi ihtimalle ülkeyi sağ restorasyona teslim edeceği anlamına geliyor. Sağ restorasyonun başarısız olması durumunda da ülkeyi İslami faşizm koşullarının gittikçe derinleştiği bir gelecek bekliyor.

İşçi Grevleri, Migros ve Farplas Direnişi

Ekonomik krizin derinleşmesi, her gün artan zamlar ve hayat pahalığı karşısında işçiler Ocak ayından beri pek çok sektörde greve devam ediyor. İşverenler, emek sömürüsü üzerinden servetlerini artırırken işçiler düşük ücretlerle ağır ve güvencesiz koşullarda çalışmaya mahkum ediliyor. Grevde olan gruplardan biri de Migros’un Esenyurt deposundaki Depo, Liman, Tersane ve Deniz İşçileri Sendikası (DGD-SEN)  üyesi işçiler. Hatırlanacağı gibi Esenyurt deposunda çalışan işçiler sefalet ücreti dedikleri yüzde 8’lik zammı kabul etmeyerek 3 Şubat’ta greve gitmiş ve bunun üzerinde 257 işçinin işlerine son verilmişti. İşçileri itibarsızlaştırmak için hırsızlık iftiraları dahi atılmıştı. Bu hafta, Migros Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan’ı evinin önünde protesto etmek isteyen işçilere polis müdahale etti  ve 100’e yakın Migros işçisini ters kelepçe ile gözaltına aldı. Migros’un da içinde bulunduğu Anadolu Efes’in geçen yılki net kârı 1.1 Milyar TL iken işçilere saat başına 4 TL zam çok görülüyor. İşveren hakkını arayan işçiye polis şiddeti ile yanıt veriyor. Skandal boyutlara varan bu müdahalelere kamuoyundan da yoğun bir tepki geldi, pek çok tüketici Migros’u boykot kampanyasına katıldı. Migros, olayın daha fazla büyümemesi için işçilerin taleplerini kabul etti. Depo, Liman, Tersane ve Deniz İşçileri Sendikası sosyal medyadan yaptığı açıklamada şirket ile anlaşma sağlandığını, işten çıkarılan işçilerin geri alınacağını ve maaşlarında artışa gidileceğini kaydetti.

İşçi grevlerine karşı iktidar kadar muhalefet partileri de müthiş bir ilgisizlik içinde. Görünen o ki partiler TÜSİAD’ı karşılarına almamak için işçileri yalnız bırakmayı tercih ediyor. Migros işçilerinin kazanımında tüketici tepkisinin de etkili olduğu söylenebilir. Tüketicinin aktif olarak grevlere destek veremeyebileceği çok fazla sektör de bulunuyor. Bunlardan biri de Farplas otomotiv fabrikasındaki işçilerin grevi. Farplas’ta Birleşik Metal İş Sendikası’na bağlı işçiler talepleri kabul edilinceye kadar greve devam ediyorlar. Kadın işçiler bu grevde aktif bir biçimde yer alıyor. Tüm işçiler ağır çalışma koşulları altında çalışıyor ve sendikal hakları tanınmıyor. Bunun yanında kadın işçiler, erkeklerle aynı işi yaptıkları halde aynı ücreti almadıklarını, çalışma yerlerinde kreş ve emzirme odası olmadığını, regl günlerinde ağır çalışma koşullarının değişmediğini, tuvalet izinlerinin dahi sınırlı olduğunu, hamile işçilerin mesailere zorlandığını, mobbinge maruz kaldıklarını anlatıyorlar. Farplas’ın şimdiki yönetim kurulu başkanı Ahu Büyükkuşoğlu Serter Fortune Dergisi’nin Türkiye’nin en güçlü 50 kadını listesinde yer almış bir isim. Kadın girişimciliği, kadınların güçlendirilmesi söylemleriyle dikkat çeken bir kadın patron servetini kadın emeği sömürüsü üzerinden kazanıyor. Farplas grevi, sınıf meselesini gündeme almayan bir feminist politikanın kadınların sömürülmesine nasıl imkan verdiğini de gözler önüne seriyor. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken pek çok kadın örgütü ve platformu grevdeki işçilere destek ziyaretinde bulundu. Farplas grevinin öğretici yanına dikkat çekti.

Aysel Tuğluk ve Sedef Kabaş

8 Mart yaklaşırken kadınların dikkat çektiği diğer bir konu da siyasi görüşlerinden dolayı haksız yere cezaevinde bulunan kadınların durumuydu. Bunlardan biri Aysel Tuğluk. Cezaevinde ağır sağlık sorunları yaşadığı raporlansa da bu hafta da tahliye edilmedi. Gazeteci Sedef Kabaş ise televizyon programında söylediği bir atasözü Cumhurbaşkanı’na hakaret olarak algılandığı için 22 Ocak’tan beri cezaevinde. Bu hafta, CHP Kadın Kolları, 81 ilde eş zamanlı basın açıklaması yaparak Sedef Kabaş için özgürlük istedi.

DIŞ POLİTİKA

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali

Bu yazının kapsadığı iki haftalık dönemde dış politika alanına Rusya’nın Ukrayna’yı işgali damgasını vurdu. İşgale giden yolda önce Rusya 21 Şubat 2022’de, Ukrayna’nın Donbas bölgesinde bağımsızlığını ilan eden Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerini tanıdığını ilan etti, ertesi gün Rusya Federasyonu Konseyi Putin’e askeri güç kullanma yetkisi verdi. 24 Şubat 2022’de Putin, Rusya Silahlı Kuvvetleri’ne Ukrayna’yı “silahsızlandırma” ve “nazilerden arındırma” amacıyla ‘barış gücü’ gönderme talimatı verdiğiğini açıkladı ve Rusya silahlı kuvvetleri Rusya, Belarus, Kırım ve Donbas’tan Ukrayna’ya girerek işgali başladı.

İşgal yaygın bir uluslararası tepkinin oluşmasına neden oldu. BM Güvenlik Konseyi’nin işgali kınama kararı Rusya’nın vetosuna takılınca 2 Mart’ta BM Genel Kurulu, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini kınayan ve Rus birliklerinin çekilmesini ve Rusya’nın  Donetsk and Luhansk’ı tanıma kararını geri almasını talep eden bir karar aldı. AB ve ABD Rusya’nın bu hamlesine çeşitli ekonomik yaptırımlar ile hızlı bir tepki verdi. AB, 351 Duma üyesi ile birlikte 27 kişi ve kurumun da Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ihlali nedeniyle yaptırım listesine aldıklarını duyurdu. Almanya Kuzey Akım doğalgaz hattı projesini askıya aldığını açıkladı. Biden Rus ticari kuruluşlarıyla elit ailelerine yaptırım uygulayacaklarını ve Baltık cumhuriyetlerine askeri yardımları arttıracaklarını açıkladı. Bazı Rus bankaları SWIFT sisteminden çıkarıldı. Rusya Merkez Bankası’nın Avrupa Birliği (AB), Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere ve Kanada’daki varlıkları da donduruldu.

Almanya, Belçika, Estonya ve Hollanda Ukrayna’ya silah göndereceğini açıkladı. “Savaş ve çatışmaların sürdüğü bölgelere silah satmama” prensibini benimseyen Almanya, Ukrayna’ya 1.000 tanksavar ve 500 stinger füzesi göndermeye karar verdi.  Almanya başbakanı Scholz ülkesinin son 30 yıldır izlediği, Rusya’ya yönelik temkinli politikanın terk edildiği mesajını verdi  ve Alman ordusunun güçlendirilmesi için, 100 milyar euroluk rekor mali kaynak ayrıldığını açıkladı. AB, tarihinde ilk kez bir ülke için silah alımı ve teslimatını finanse edeceklerini duyurdu. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg NATO Tepki Gücü’nün ilk defa ittifakın doğru sınırlarında konuşlandırılacağını açıkladı. ABD Avrupa’da halen konuşlu bulunan beş bin kişilik askeri gücüne yedi bin kişilik bir birliğin daha katılacağını açıkladı.

Başta Rusya olmak üzere dünyanın pek çok yerinde Rusya’nın Ukrayna’yı işgali binlerce kişinin katıldığı savaş karşıtı gösteriler ve eylemlerle kınandı. Rusya’da gösterilere katılan binlerce kişi tutuklandı. Rusya’da aralarında akademisyenlerin ve gazetecilerin olduğu 2 bin aydının imzaladığı savaş karşıtı bir bildiri geniş yankı buldu.

Ukrayna işgalinin küresel dengeler üzerine ve Türkiye’nin dış politikasına olası etkilerini de tartışmak gerekiyor. Herşeyden önce, Putin’in, ekonomik yaptırımları ve ‘önde gelen NATO üyelerinin üst düzey yetkililerinin saldırgan açıklamalarını’ gerekçe göstererek nükleer caydırıcı kuvvetleri alarma geçirdiğini açıklaması nükleer savaş tehditi olarak algılandı. NATO’nun doğrudan askeri müdahalesinin yolunu kapattı ve dünyanın bir nükleer yok oluşa ne kadar yaklaştığını da gözler önüne serdi.  Ukrayna’da Avrupa’nın en büyük nükleer santrali Zaporijya’daki binalar, Rus birliklerinin bombardımanıyla hasar gördü ve Çernobil felaketinden çok daha büyük bir nükleer felaketin kıyısından dönüldü.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, uluslararası yasallığı olmayan, yani meşru müdafaa dışı veya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından onay verilmeyen bir savaştır ve uluslararası normlara göre saldırı savaşı olarak kabul edilmelidir ve hiçbir gerekçeyle meşru gösterilemez. II. Dünya Savaşı’nı izleyen Nürnberg’deki Uluslararası Askeri Mahkemenin kararına göre, “Savaş esasen kötü bir şeydir. Sonuçları yalnızca savaşan devletlerle sınırlı değildir, tüm dünyayı etkiler. Bu nedenle bir saldırı savaşı başlatmak sadece uluslararası bir suç değildir; diğer savaş suçlarından farklı olarak bütünün birikmiş kötülüğünü kendi içinde barındırması bakımından en büyük uluslararası suçtur”. Aslında, ABD ve NATO’lu müttefiklerinin Afganistan, Kosova, Sırbistan, Libya, Irak, Suriye ve diğer birçok ülkeye gerçekleştirdikleri saldırılarda bu uluslararası normu çeşitli bahanelerle defalarca ihlal ettiklerini belirtmeliyiz. Rusya da bu normu  ihlal ederken NATO’nun Ukrayna’yı dahil etme planlarıyla doğuya doğru genişleyip sınırlarına dayanmasını kendi güvenliğine karşı bir tehdit olarak gördüğünü ileri sürdü.

Putin, büyük ölçüde Batı bloku içindeki dağınıklığı, Trump döneminde iyice dağılan bloku tekrar bir araya getirme misyonu üstlenen Biden yönetiminin atıl davranmasını, ABD hegemonyasındaki gerileme karşısında yükselen bir güç olan Çin ile geliştirdiği ilişkileri bir fırsat olarak görüp Ukrayna işgalini başlattı. Ancak bu hamle, Batı blokunu bir araya getirdi, ABD’nin AB üzerindeki nüfuzunu arttırdı, NATO’yu aktive ederek yeni bir silahlanma yarışını başlattı ve pek çok yorumcuya göre Avrupa’da yeni bir soğuk savaşı tetikledi. Rusya ile yoğun bir ticari ilişki içinde olan AB, Rusya ile ilişkileri belli bir dengede koruma gayretindeydi. Hatta Rusya, Avrupa Konseyi’nin bir üyesi olmasına karşın, AB Rusya’nın Çeçenistan, Gürcistan ve Kırım’daki müdahalelerine ve insan hakları ihlallerine oldukça müsamahakar davranmıştı. Ancak son gelişmeler, AB ülkelerinin Rusya ile tüm siyasi ve ekonomik ilişkilerini askıya alması ve NATO’nun kanatları altında toplanması açısından ABD’nin oldukça işine yaramış görünüyor. Batı bloku konsolide oldu ve ABD’nin asıl düşman olarak gördüğü Çin ile mücadele üzerine yoğunlaşmasına odaklanabileceği bir uluslararası zemin yarattı. Aynı zamanda bu gelişmeler, Rusya’yı Çin’e daha fazla yakınlaştıracağı için dünyanın iki kutuba bölünmesini derinleştireceğe benziyor.

Ukrayna işgalinin Türkiye’nin dış politikasına etkileri

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin Türkiye’nin dış politika tercihleri üzerinde de derin etkileri olacağı görülebiliyor. Türkiye, dış politikasında ABD ve AB’nin baskılarına karşı Rusya’ya yakınlaşarak bir denge sağlamaya çalışıyordu. Özellikle Suriye’de Rojava’da Kürtlerin özerklik taleplerinin bastırılmasında ve İdlib’de yığılan cihatçı unsurların kontrol altında tutulmasında Rusya ile işbirliği içinde idi. Bunun yanı sıra doğalgaz boru hatları, nükleer santral inşası gibi önemli enerji yatırımlarında Rusya ile ortaklık içinde idi. Doğalgazda büyük ölçüde Rusya’ya bağımlı hale gelmişti. Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri satın alarak NATO ile ilişkilerini kopma noktasına kadar germeyi göze almıştı.

Ancak önümüzdeki dönemde Türkiye’nin bu ilişkileri sürdüremeyeceği, en azından bu konuda AB ve ABD’nin daha fazla baskısına maruz kalacağı öngörülebilir. Ancak bu işgal ve savaş tabii ki Türkiye’nin özellikle Suriye ve Doğu Akdeniz’de taleplerini Batı blokuna kabul ettirme konusunda elini güçlendirebilir. Türkiye içinde NATO’cu siyasetin de eli güçlenecektir. Nitekim, Akşener Meclis grup toplantısında yaptığı bir konuşmasında “Türkiye ise Rusya ile kurduğu asimetrik ilişki modelinden sıyrılmalı, kendisini kırılgan hale getiren S400’lerden acilen kurtulmalı, Akkuyu nükleer santralini derhal millileştirmeli, bölgesel istikrara risk oluşturabilecek Kanal İstanbul projesini durdurmalıdır.” diyerek bu politikayı net bir şekilde dile getirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisine Türkiye’nin Rusya’ya yaptırımlara katılıp katılmayacağı sorulduğunda, “Rusya’dan da Ukrayna’dan da vazgeçemeyiz” dedi ve Türkiye’nin denge politikasını sürdürme niyetinin işaretlerini verdi, ama diğer yandan Ukrayna’ya yeni Bayraktar TB-2 SİHA’larının satışı için girişimler olduğu basına yansıdı.

Türkiye çekingen bir şekilde Montrö Sözleşmesi’nin şartlarını uygulayarak boğazları savaş gemilerinin geçişine kapattığını açıkladı. Ancak, Türkiye’nin benimser göründüğü tarafsızlık politikasını ne kadar sürdürebileceği, hem Batı’nın Rusya’ya yaptırımlara katılması için uyguladığı baskıya hem de bunun karşısında Batı blokundan koparacağı tavizlere bağlı. Ancak enerji, savunma ve Suriye konularında AKP iktidarları boyunca Rusya ile geliştirdiği derin işbirliği nedeniyle Rusya’ya uygulanacak yaptırımlardan ve güçlü ticari ilişkileri olan Rusya’nın ekonomisinde meydana gelen çöküşten ekonomik ve siyasi olarak etkilenmemesi olası değil.

EKONOMİ

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ekonomik sonuçları

Dünya ekonomisi üzerindeki etkiler

Dünya ve Türkiye ekonomisi Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden son derece olumsuz etkilenecek. Kovid-19 salgınıyla birlikte dünya ekonomisi bir resesyon yaşamış, büyük merkez bankalarının piyasaları fonlamasıyla nihayet geçen yıl göreli bir toparlanma içine girmişti. Bu toparlanma eğilimi birçok ülkede kendini enflasyon artışı olarak göstermişti.

Ukrayna savaşı ve Rusya’ya yönelik ağır yaptırımlar, dünya piyasalarında enerji (petrol ve doğalgaz), diğer emtia ve tarım ürünlerinde daha şimdiden ciddi artışlara neden oldu. Örneğin, yılbaşında 76 dolar olan ham petrolün varili savaşın başlamasıyla 105 dolara tırmandı. Hollanda’da 1 ay vadeli doğal gaz fiyatları ise yüzde 30’dan fazla artış gösterdi. Ukrayna ve Rusya’nın iki önemli tarımsal ürün tedarikçisi olduğu düşünülürse (dünya buğday ihracatının 30’u, Rusya ve Ukrayna tarafından gerçekleştiriliyor), enerji, diğer emtia ve tarım ürünlerinde meydana gelecek artışların dünya ekonomisinde daha düşük büyümeye yol açacağı,  enflasyonu artıracağı ve birçok ülkeyi resesyona sokabileceği tahmin edilebilir.

Türkiye ekonomisi üzerindeki etkiler

Ukrayna savaşı başladığında Türkiye ekonomisi zaten çok ciddi sorunlar yaşıyordu. Bunların başında % 50’lere gelen enflasyon, halkın alım gücünün düşmesi ve enerji fiyatlarının artmasıyla cari açıkta yeniden büyüme eğilimi  dikkat çekiyordu.

Türkiye ekonomisinin savaştan ve yaptırımlardan hangi alanlarda nasıl etkilenebileceğini Mahfi Eğilmez’in bir yazısında yer alan veriler ışığında alt-başlıklar şeklinde ele alabiliriz.

Enerji fiyatlarındaki artışlar:

Ham petrolün varil fiyatındaki her 10 dolarlık artış cari açığa yaklaşık 4,4 milyar dolarlık yük getiriyor. Buna göre petrol fiyatları daha fazla artış göstermeyip bu düzeyde kalsa bile cari açığa bir yılda 15 milyar doların üzerinde ek yük getirecek. Ayrıca enerji fiyatlarının artması, iç piyasada hemen her üründe fiyatların artışına yol açacak.

Tarımsal ürünler:

Türkiye tarımsal ürünlerde Rusya’ya büyük bir bağımlılık içinde. Ukrayna da ikinci sırada geliyor. Türkiye, 2021’de Çin’i geride bırakarak Rus tarım ürünlerinin bir numaralı ithalatçısı olmuştu. Verilerle ifade edecek olursak, Türkiye, geçen yıl buğday ithalatının yüzde 90’ını Rusya ve Ukrayna’dan gerçekleştirdi. Öte yandan Türkiye’nin arpa ithalatının yüzde 40’ı Rusya’dan; ayçiçeğinin ise yüzde 56’sı Rusya’dan ve yüzde 12’si Ukrayna’dan yapıtı. Hububat fiyatlarında artış Türkiye’de bağlantılı ürünlerin fiyatını yukarı çekecek. Savaş dolayısıyla Rusya ve Ukrayna’dan hububat tedarikinin zorlaşması ise Türkiye’yi başka ülkelerden ithalat yapmaya zorlayacak.

Turizm:

TÜİK istatistiklerine göre, 2021’de Türkiye’ye gelen toplam yabancı turistlerin yüzde 27,3’ü Rusya ve Ukrayna’dan geldi. Türkiye 2022’de turizmden 35 milyar dolar düzeyinde döviz girişi bekliyordu. Turizm Şirketleri Meslek Birliği’nin verilerine göre iki ülkeden sağlanan turizm geliri 11 milyar doları buluyor. Savaşın Ukrayna’yı yıkıma uğratması ve yaptırımların Rus halkının alım gücünü ciddi şekilde düşüreceği dikkate alınırsa, Türkiye’nin bu düzeyde bir döviz girişinden mahrum kalacağı öngörülebilir.

Müteahhitlik hizmetleri:

Türkiyeli müteahhitlerin Ukrayna ve Rusya’da 25 milyar dolarlık projesi bulunuyor. Savaş kısa sürede sona ermezse bu projelerin riske girmesi yüksek bir olasılık.

Kur ve altın korumalı mevduat hesapları sorunu:

Uzun süredir 13,5 TL civarında seyreden dolar/TL kuru, daha savaşın ilk günlerinde 14 TL’nin üzerine çıktı. Döviz kuru ve altın fiyatlarında yükseliş sürerse, Hazine, Kur Korumalı Mevduat hesaplarına bu artış oranında fon aktarmak zorunda kalacak. Bu da Hazine üzerinde baskıyı arttırarak iç borçlanmayı yükseltecek. Diğer yandan, Merkez Bankası’nın döviz kurunu kontrol etme çabaları, zaten swap hariç ekside olan rezervleri daha da aşağıya çekebilir.

Rusya’nın SWIFT sisteminden çıkarılması:

Türkiye 2021’de başta doğalgaz, petrol ve tarım ürünleri olmak üzere Rusya’dan 29 milyar dolar ithalat yaptı. Toplam ticaret hacmi ise 35 milyar dolara yaklaşmış durumda. Batı ülkelerinin bazı büyük Rus bankalarını uluslararası SWITF sisteminden çıkarmış olmasının, Türkiye’nin Rusya ile ticaretini nasıl etkileyeceği konusunda henüz yeterli veri bulunmuyor. Fakat örneğin turizmciler, Rus turistlerden ödeme alamamak konusunda endişeliler. Enerjiyle ilgili Rus bankaları ise şu aşamada yaptırım kapsamına alınmadı.

Toparlayacak olursak, Rusya-Ukrayna savaşı Türkiye’de başta enerji olmak üzere ithal edilen ürünlerin fiyatlarının artması ve döviz kurlarının yükselmesi sonucunda ciddi bir enflasyon baskısıyla karşılaşacak. Bu gelişme aynı zamanda cari açığın hızla büyümesini beraberinde getirecek. Enflasyonun daha da yükselmesi, hanehalklarının alım gücünü çok zorlayacağı için Türkiye ekonomisinin hem küçülme hem de yüksek enflasyon demek olan “slumpflasyon” sürecine girmesi öngörülebilir.