Bu yazı, 18-31 Aralık 2024 tarihli haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır.
İÇ POLİTİKA
“Çözüm” süreci
Suriye’deki gelişmelerle bağlantılı olarak gündeme gelen, bizzat Bahçeli’nin Öcalan’ın mecliste konuşabileceğini söylediği açıklamayla başlayan süreç yeni bir evreye girdi. Görüşmenin yapılıp yapılmayacağına dair çeşitli spekülasyonların ardından DEM parti heyeti Öcalan ile görüştü. Görüşme heyetinin aktarımına göre, Öcalan “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim.” diyerek sürecin çerçevesini çizen ve temel prensiplerini ifade eden bir açıklama yaptı. Bahçeli görüşme öncesinde “İmralı ile sağlanacak görüşmeler sonucunda terörün bittiği, terör örgütünün lağvedildiği açıklanmalıdır” derken, görüşmenin ardından da açıklamaları olumlu bulduğunu ifade ederek “Görüşmenin genel hatlarıyla medyaya yansıyan bazı bölümleri hayırlı bir başlangıcın ivmesi olmuştur” dedi. Süreç, DEM Parti’nin mecliste parti temsilcileriyle yapacağı görüşmelerle ilerleyecek gibi görünüyor. Bir önceki “çözüm süreci” de tabana yayılmış farklı toplumsal kesimlerin aktif olarak dahil olduğu bir süreç olarak ilerlememişti. Ancak şu anda halihazırdaki otoriter rejim dinamikleriyle daha da yüksek siyaset alanına sıkıştırılmış bir şekilde ilerliyor. Demokratik Çözüm ve Özgürlük Yürüyüşü, Batman’da kadınların organize ettiği Suriye’de Kürt bölgelerine dönük saldırıları protesto eden “yaşam zinciri” eylemi, Silopi’de Rojava’ya saldırılara karşı düzenlenen yürüyüş, Kamışlo-Nusaybin sınırında başlatılan nöbet eylemi gibi Kürt örgütlenmelerinin eylemleri canlılık barındırmakla birlikte, genel olarak farklı halk kesimlerinin sürece dahiliyetinin çok daha sınırlı olduğu söylenebilir. Bir taraftan bir “çözüm” süreci ilerlerken, bu dönemde kültür sanat alanında Kürtçe yasakları da devam etti. İçişleri Bakanlığı, “Qral û Travis” adlı Kürtçe tiyatro oyununu yasakladı. 3 hafta içerisinde Kürtçe ya da Kürtlerle ilgili olan 120 kitap, dergi ve gazete nüshası yasaklandı.
Gelinen noktada Kürtler’in Lozan’da olduğu gibi hiçbir kazanım elde etmediği bir formülle sürecin noktalanması mümkün görünmüyor; ancak Türkiye, Kürtler’in olası kazanımlarını bizzat kontrol etmek ve belirlemek istiyor. Bu nedenle Kürtler’e içeride ve dışarıda eş zamanlı olarak saldırmaya devam ediyor. Türkiye’nin amacı Rojava’yı dağıtıp Kürtler’i silahsızlandırıp, geriye ne kalırsa bunu kendi himayesi altına almak olarak tarif edilebilir. Ancak, Kürtler de sahada direnme kapasitesine sahip. Trump iktidara gelene kadar süreç böyle devam edecek gibi görünüyor. Erdoğan’ın yeniden seçilmek için bir zafere ihtiyacı var; “PKK’ya silah bıraktırdım ve terörü bitirdim.” diyebileceği bir zafere erişip erişemeyeceği Trump’ın iktidarında netleşecek. Şu aşamada tamamen askeri süreç ve istihbarat süreci yürütülüyor gibi duruyor. İleri dönemlerde çözüm süreci gerçek anlamda başlar, hak ve taahhütlere dair konular toplumla paylaşılırsa, kamuoyu sorumluluğunun devreye girebileceği, konunun tabanda tartışılabileceği koşullar oluşabilir. Faşizmin dozunun bu kadar yüksek olduğu siyasi bir ortamda ve çözümün Türkiye’nin iç dinamikleri sonucunda değil, Ortadoğu’daki gelişmeler sonucunda gündeme geldiği dikkate alındığında, yüksek siyaset düzeyinde anlaşmalar sağlansa dahi, bürokrasinin ve toplumun nasıl bir tepki üreteceğini şu anda öngörmek pek mümkün görünmüyor.
Gazeteciler hedefte
Geçtiğimiz hafta gazetecilere dönük baskı ve saldırılar gündemin önemli konuları arasında yer aldı. Kuzey ve Doğu Suriye’de savaş muhabirliği yapan gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in hava saldırısıyla öldürülmesi, bu haberlerin arasında en yakıcı olanıydı. Sınır ötesinden haber veren gazetecilerin öldürülerek susturulmasının yanı sıra Kürt basınına dönük “olağan” baskılar da devam etti: Özgür Gündem gazetesi yönetici ve yazarlarına “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla toplamda 11 yıl 7 ay hapis cezası verildi. Mezopotamya Ajansı’na erişim engeli getirildi.
Muhalif anaakım basın da bu dönemde hedefteydi: Gazeteci Ayşenur Arslan hakkında “terör örgütü propagandası yapmak” iddiasıyla 1 yıl 6 aydan, 7 yıl 6 aya kadar hapis cezası istendi. Canlı yayında söylediği ifadeler nedeniyle gazeteci Özlem Gürses hakkında ev hapsi kararı verildi. Üzerinde bomba olduğunu söyleyen bir saldırgan KRT TV binasına girdi. Nevşin Mengü hakkında, PYD yöneticisi Salih Müslim ile röportaj yaptığı gerekçesiyle “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan dava açıldı. Sosyal medya hesabından yayınladığı videoda ‘Cumhurbaşkanına hakaret ettiği’ gerekçesiyle Ahmet Nesin hakkında, yakalama kararı çıkarıldı. Görünen o ki, devlet nefes alacak hiçbir alan bırakmamak, baskı kanallarını açık tutmak konusunda kararlı. Medyaya bakıldığında Halk TV gibi anaakım seküler kanallar “çözüm” sürecine mesafeli durup “terör” paradigması içinden konuşurken, hükümet yanlısı medya Kürtler’in anlaşmak zorunda “bırakıldıkları” şeklindeki bir söylemi ön plana çıkarıyor.
Suriyeliler’in Dönüşü
Suriye’deki gelişmelerin ardından, Türkiye’deki Suriyeliler’in ülkelerine dönüşü de gündem olmaya başladı. Henüz bu sürecin çok başında olunduğunu, ilerleyen dönemlerde daha çok konuşulacağını belirtmek gerekiyor. Ancak halihazırda bu konuda devlet düzeyinde açıklamalar yapılmaya başlandı. TBMM Genel Kurulunda konuşan Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, “Suriye’ye dönüşler henüz arzu edilen seviyede değil” dedi. Teyid edilmiş olmamakla birlikte mültecilerin birinci basamak sağlık hizmetlerinden silindiğine dair bilgiler basında yer aldı. Bu süreç özellikle kadınlar ve alt sınıf Suriyeliler açısından zorlu olacak gibi görünüyor. Kadınlar, Suriye’deki yeni rejimin kadınlara eğitim ve çalışma koşulları konusunda ne kadar alan açacağından emin olmadıklarını, Türkiye’deki eğitim ve çalışma koşullarından vazgeçmek istemediklerini söylüyorlar. İşçi mülteciler ise, her ne kadar burada az ücretle ve kötü koşullarda çalışsalar da, Suriye’de bu koşullara dahi sahip olamayacaklarını, orada iş imkanlarının olmadığını belirtiyorlar.
Narin Güran Davası
Narin Güran davası sonuçlandı. Davada tutuklu sanıklar amca Salim Güran, anne Yüksel Güran ve ağabey Enes Güran’a “iştirak halinde çocuğa karşı kasten öldürme” suçundan müebbet hapis cezası verildi. Narin Güran’ın cesedini nehir kenarına bırakmakla suçlanan Nevzat Bahtiyar’a ise 4 yıl 6 ay ceza verildi. Dava sürecinin de verilen cezaların da adalet duygusunu tatmin etmekten çok uzak olduğu aşikâr. Aylarca süren davada olay akışı delillerle ortaya konmamış durumda; buna rağmen sanıklara ağır cezalar verildi. Hukukçular bu durumun davaya itirazın önünü açtığına, temyiz sürecinde beraat ile sonuçlanma ihtimali olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca itirafçı pozisyonunda olan Nevzat Bahtiyar’ın ise neredeyse cezasızlıkla “ödüllendirildiği” söylenebilir. Diyarbakır Barosu’nun sürece müdahil olması ve olayın medyada yaygın bir şekilde yer alması üstünün örtülmesini engellese de, verilen kararlar uzun vadede sanıkların serbest kalma ihtimalini gündemde tutuyor.
EKONOMİ
Asgari ücret 22,104 TL olarak açıklandı, böylece Aralık ayında 21,083 TL olarak açıklanan açlık sınırıyla neredeyse aynı noktaya gelmiş oldu. TÜİK’e göre yoksul sayısı ise 11 milyon 457 bine yükseldi. Bu yoksulluk verilerinin karşısında, borsadaki yatırım fonlarında 45 bin kişinin servetinin 3 trilyon 135 milyar liraya çıktığına, sadece 11 ayda servetlerini üçe katladıklarına dikkat çekmekte fayda var.
Asgari ücret açıklamasından kısa bir süre sonra Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, 2024 Aralık ayına ilişkin faiz kararını 250 baz puan indirim olarak açıkladı. Aynı dönemde, kısa vadeli dış borç stoku 233,1 milyar dolardan 236,1 milyar dolara çıktı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’ndan (BDDK) da bankaları rahatlatan bir adım geldi. BDDK ticari kredilerin kullanımında risk ağırlığını düşürdü. Bankacılık sektörünün toplam aktif büyüklüğü de Kasım ayı itibarıyla 31,2 trilyon lira, sermaye yeterliliği standart oranı ise yüzde 18,29 olarak kayıtlara geçti.
Düşük asgari ücretle ayyuka çıkan bu ekonomik adaletsizlik karşısında CHP’nin Tandoğan’da “Yurttaş Sesleniyor, Haklarımızı Alacağız” başlığıyla düzenlediği miting dışında sendikaların örgütlediği kitlesel eylemlerden, grevlerden bahsetmek mümkün görünmüyor. Ancak, belirli iş kollarında grevler devam ediyor. Sendikalaştıkları için işten atılan Polonez işçileri, Çalışma Bakanlığı’yla yapılan görüşmede alınan sözler üzerine Ankara yürüyüşünü sonlandırdı; ancak, Polonez işvereni, sendika yöneticileri ve Bakanlık yetkililerinin katıldığı görüşmede anlaşma sağlanamadı. Tek Gıda-İş Sendikası’nın örgütlediği grevde işçilerin temel talebi işten çıkarılan 146 işçinin işe geri dönmesi, ücretlerin iyileştirilmesi ve sendikal faaliyetlerin önündeki engellerin kaldırılması.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararıyla yasaklanan metal grevleri de sürüyor. MESS’in ücret dayatmasına karşı Birleşik Metal-İş üyesi GE Grid Solutions ve Schneider Electric işçilerinin başlattığı grev sürüyor. Bu grevlere yine Birleşik Metal-İş üyesi Arıtaş Kriyojenik işçileri de katıldı. Hitachi’nin Kartal, Tuzla, Dilovası ve Dudullu fabrikalarındaki grev, yüzde 83’lük zam ve 3 yıllık sözleşme dayatmasının iptaliyle sona erdi. MESS’e bağlı olmadığı için yasak kapsamında olmayan Kocaeli/Çayırova’da bulunan Green Transfo işçileri de 25 Aralık’ta greve çıktı.
Bu grevlerin yanısıra, iş cinayetleri de işçi hayatını hiçe sayan koşulları görünür kılacak şekilde devam ediyor. Son olarak Balıkesir’deki mühimmat fabrikasındaki patlamada 11 işçi öldü.
DIŞ POLİTİKA
Suriye Gelişmeleri ve Rojava, Kobanê’de Durum Ne?
Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’ye bağlı gruplar (Suriye Milli Ordusu) ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasındaki çatışmalar, ilan edildiği iddia edilen ateşkese rağmen zaman zaman şiddetlenerek devam ediyor. Savaş uçakları ve SİHA desteğine karşın SMO saldırıları hedeflerine ulaşamıyor. Aksine SMO bazı bölgelerden geri çekilmek durumunda kaldı. Bu arada ABD bölgede asker varlığını artırmaya ve Kobanê’de askeri üs inşa etmeye başladı. Bu adım SMO tam olarak başarısız olursa kendi askerleri ile bölgeye saldıracağını ve asla bölgedeki Kürt oluşumuna izin vermeyeceğini açıklayan Türkiye’ye karşı bir önlem olarak okunabilir.
SDG ise bir yandan özellikle Teşrin Barajı bölgesine dönük yoğunlaşan saldırılara karşı direnirken Şam’da kurulan Geçici Hükümet yetkilileri ve HTŞ ile görüşüyor. Daha çok askeri konulara odaklandığı bildirilen görüşmelerde tam olarak ne konuşulduğu ve görüşmelerin nasıl devam edeceği bilinmiyor. Görüşmeler sonrası başta SDG’nin lideri Mazlum Kobani olmak üzere yapılan açıklamalardan Suriye milli bayrağı dışındaki tüm bayrakların dolaylı olarak yasaklandığı, Suriyeli olmayan savaşçıların Türkiye ile anlaşma sağlanması halinde ülkeden çıkabilecekleri, Rojava’nın silahtan arındırılmış bir bölge olmasına sıcak baktıkları bilgilerini ediniyoruz. Bu mesajlar SDG oluşumunu tanımak kaydı ile merkezi rejim ile uyum sinyalleri gibi duruyor. HTŞ oluşumunun bu sinyalleri nasıl ele aldığını fiili lider Ahmet Eş-Şara’nın açıklamasından anlayabiliyoruz. Eş-Şara federatif sisteme ve özerk yapılara sıcak bakmadıklarını, fakat Kürtlerin Suriye ulusunun ayrılmaz bir parçası olduğunu söylüyor. Belli ki bu konu sahadaki askeri sonuçlar ve uluslararası güçlerin tutumlarına göre farklılaşarak daha uzun süre masada kalacak.
Suriye’de yeni oluşum yavaş yavaş tanınıyor
Suriye’deki değişim ve bu değişimin uluslararası alandaki yansımaları, yalnızca bölgeyi değil, dünya genelini de etkileyen önemli bir konu haline geldi. Suriye’deki mevcut yapının geleceği, özellikle ABD ve Avrupa Birliği’nin politikaları, Türkiye ve İsrail gibi sahada etkili olmaya çalışan ülkelerin tutumları ve özellikle rejimin başta Kürtler ve Dürziler olmak üzere Suriye içi çeşitli gruplara dönük hamleleri ile şekillenecek. Bu karmaşık güç mücadelelerinin nasıl sonuçlanacağını şimdiden öngörmek olası değil. Lakin Türkiye’nin zaten açıktan desteklediği HTŞ’ye dönük ABD ve Avrupa’nın, tedbiri ve tanıma kozunu elden bırakmadan pozitif adımlar attığını söyleyebiliriz. ABD Ahmet Eş-Şara’nın (Colani’nin) başına koyduğu 10 milyon dolar ödülü kaldırdı. Birçok ülkenin dışişleri bakanları HTŞ yönetimini ziyaret ederek rejim ile iletişim içinde olmak istediklerini gösterdiler.
ABD, Suriye’de 2 bin asker bulundurduğunu ve bu askerlerin geri çekilmesi gibi bir planın söz konusu olmadığını açıkladı. Suriye’de Rusya ve İran etkisi hemen hemen tamamen yok olmuşken, ABD’nin çekilip sahayı başka güçlere devretmesi çok olası gözükmüyor. Bu bağlamda tek, ama oldukça önemli soru işareti 20 Ocak’ta göreve başlayacak olan Trump’ın nasıl bir yol izleyeceğine dönük belirsizlikler. Pentagon ve müstakbel Trump hükümetinden bazı yetkililer, başta Kürtlere destek açıklamaları olmak üzere Suriye’yi terk etmeyecekleri yönünde mesajları verseler de, Trump’ın geçmişteki aşırı pragmatist ve sürpriz hamlelere gebe politikaları, atacağı adımları öngörülemez duruma getiriyor.
Suriye’deki rejimin geleceği: Yeni rejim İslam devleti mi kuracak?
Tüm bu gelişmeler ışığında, Suriye’deki rejimin geleceği belirsizliğini koruyor. HTŞ ne kadar “yumuşak” mesajlar vermeye çalışsa, bazı makyaj denebilecek hamleler yapsa da hem geçmişi hem de somut bütün hamlelerde cihatçı adımlar atması nasıl bir Suriye tahayyülü olduğunu ele veriyor. Noel ağacı yakma eyleminden sonra olsa da Noel resmî tatil ilan edildi ve Merkez Bankası Başkanlığına bir kadın atandı. Fakat tüm askeri ve bürokratik noktalara cihatçılar dolduruldu. Yapılan ilk somut işlerden birisi eğitim müfredatının değiştirilmesi oldu.
HTŞ’nin niyeti belki net olsa da ülkenin çok kimlikli yapısı ve uluslararası güçlerin etkisi cihatçı bir rejime kolay kolay izin vermeyecek gibi duruyor. Çoğunluğu teşkil eden Sünni Araplar yekpare bir grup değil. Sünnilerin özellikle şehirlerde yaşayan geniş kesimleri seküler bir yaşam tarzına sahip ve cihatçı-Selefi İslam zihniyetinden oldukça uzaklar. Cihadi gelişmelere muhtemelen muhalefet edecekler. Üstelik bu kesim çoğunlukla zengin konumda ve ülke ekonomisinin yapı taşlarını oluşturuyor. Rejimin bu kesimi dayatmalar sonucu karşısına alması hem kolay değil hem de yıkılmış Suriye’nin kalkınmasına darbe vuracak bir hamle olacaktır.
Sünni Araplar dışında Kürtler, Dürziler, Aleviler ve daha küçük olsalar da Ezidiler, Ermeniler gibi gruplar açısından da merkezi ve cihatçı bir rejime tabi olmak mümkün görünmüyor. Kürtlerin kuzeyde, Dürzilerin güneyde kurdukları özerk yönetimlerden kolay kolay vazgeçmeyeceklerini tahmin etmek güç değil. Kürtler ülkenin en önemli askeri yapısı ve uzun süreye yayılan deneyime sahip. Dürzilerin de yabana atılmayacak askeri gücü mevcut ve İsrail’ in açık desteğine sahipler. Başka çıkış bulamazlarsa İsrail’i bölgelerine davet edebileceklerini ve Suriye’den ayrılabileceklerini açıkladılar. Aleviler ise deyim yerindeyse silahlı organizasyona sahip olmamanın bedelini ödüyor. Rejim Alevilere dönük nefret ve ayrımcı tutumunu saldırılar ve tutuklamalarla açıkça ortaya koyuyor. Esad döneminin sorumluları olduğu iddiası ile yürütülen operasyonlarda Aleviler seçilerek hedef alınıyor. Her zaman azınlık olan Alevilerin Esad rejiminin günah keçisi gösterilmesi inandırıcılıktan çok uzak. Bu dönemin askeri ve bürokratik yapısının yüzde sekseninin Sünni olduğu biliniyor. Kırsaldaki Alevi köylerine dönük saldırılar ise herhangi bir argüman uydurmadan yapılıyor. Süreç böyle devam ederse Alevilerin de silahlanarak kendilerini korumayı denemeleri yaşamsal bir zorunluluk olabilir.
Tüm bunlar gösteriyor ki cihatçı dayatmalar ve zorlamalar ülkeyi yeniden ve bu kez geri dönüşü zor bir iç savaşa sürükleme potansiyelini güçlü biçimde taşıyor.
Sonuç olarak, Suriye’deki siyasi denklemler giderek daha karmaşık hale gelmekte. Suriye rejiminin geleceği, sadece ülkenin iç politikalarını değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel güç dengelerini de etkileyecek önemli bir faktör olarak ön plana çıkıyor.
İsrail Suriye’de kalıcı mı?
İsrail Suriye’de Şam kırsalına kadar uzanan 25-30 km2’lik bir alanı işgal etmiş durumda. Güvenlik amaçlı tampon bölge iddiasını aşan bu yayılmacılık İsrail’in daha uzun vadeli hesaplar içinde olduğunu gösteriyor. Yayıldığı bölgelerde sokağa çıkma yasağı ilan ediyor, insanları kolaylıkla öldürüyor ve yaygın şiddet uyguluyor. Belirsizlik sürdüğü müddetçe buradayız diyorlar. İtaat ettirme, bezdirme ve olmazsa kovma eylemleri İsrail’in yayıldığı alanlarla ilgili derin hesaplarının göstergesi gibi. İsrail’in Suriye’deki gelişmelerin en büyük kazananı olduğunu söylemek zor değil. Rusya ve İran’ın ülkeden çekilmesi Hamas, Hizbullah ve FKÖ gibi “has” düşmanlarının desteksiz ve zayıf kalması anlamını taşıyor. İsrail’in bölgedeki yayılımı en hafif anlamıyla geniş bir tampon bölgeye kavuşmak, belki de Dürzi bölgelerini de kapsayacak biçimde İsrail topraklarını genişletmek anlamına geliyor. İsrail’in bugüne dek girdiği hiçbir bölgeden geri çekilmediğini akıllarda tutarsak, Suriye’nin güneyinde nasıl gelişmelerin yaşanacağını az çok tahmin edebiliriz.
İsrail’in Gazze İşgali: İnsan Hakları İhlalleri Sürüyor
İsrail’in Gazze’ye yönelik işgali, Suriye gelişmelerinin gölgesinde yoğunlaşarak sürüyor. Uluslararası güçlerin zayıf ilgisi iyiden iyiye zayıflarken, İsrail’in yerleşim politikaları ve askeri operasyonları, Filistinli sivillerin yaşam koşullarını ortadan kaldırıyor. İsrail ordusunun Gazze’deki Kemal Advan Hastanesi çevresine düzenlediği saldırılarda beşi sağlık çalışanı olmak üzere 50 kişi öldü. Hastane çalışamaz hale geldi. Sağlık hizmetlerine yapılan saldırılar, sivil halkın yaşadığı acıları daha da derinleştiriyor. Gazze’nin kuzeyinde son dönemde korkunç insan hakları ihlalleri yaşandığına dair raporlar da artmakta. Birçok sivil, İsrail’in hava saldırıları ve kara operasyonları sonucunda hayatını kaybediyor. Euro-Med Human Rights Monitor, Gazze’nin kuzey bölgesinde yaşanan insan hakları ihlallerini kapsamlı bir şekilde belgelerken, bölgedeki sivillerin yaşam haklarının ciddi şekilde ihlal edildiğini vurguluyor. Gazze’de soğuk ve açlık nedeniyle çocuk ölümlerinin artarak sürdüğü bilgileri geliyor. Dünyanın gözü ne kadar Suriye’ye takılıp kalmış olsa da, Gazze’de yaşananları takip etmek ve tepki göstermek hâlâ temel insani sorumluluk olarak ortada duruyor.
Yemen’deki Saldırılar: Bölgesel Gerilimlerin Yeni Bir Boyutu
Son dönemde Yemen, İran destekli diğer yapıların zayıflaması ile yalnızlaştı ve İsrail’in iyice hedefi haline geldi. Çeşitli uluslararası aktörlerin ve yerel grupların da dahil olduğu bu çatışmalar, bölgedeki insani krizleri derinleştirirken, siyasi dengeleri de etkiliyor.
İsrail ordusu, tarihinde ilk kez Yemen’deki hedeflere yönelik hava saldırıları düzenledi. Bu saldırılar, özellikle Husilerin kontrolündeki bölgelerde yoğunlaştı. Saldırıların gerekçesi olarak Husilerin İsrail’e yönelik tehditleri gösterildi. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Husilere karşı “kararlı bir duruş” sergileyeceklerini açıkladı. Netanyahu’nun bu açıklamaları, İsrail’in Yemen’deki çatışmalara doğrudan müdahil olma niyetini gözler önüne seriyor.
Yemen’den İsrail’e yönelik füze saldırıları, iki taraf arasındaki gerilimi artırdı. Tel Aviv’i hedef alan saldırılar sonucunda 16 kişi yaralandı. Husilerin bu eylemi, İsrail’in Yemen’deki operasyonlarına misilleme olarak değerlendiriliyor.
Bölgedeki çatışmalara yalnızca İsrail değil, aynı zamanda ABD ve İngiltere de müdahil oluyor. Bu iki ülke Yemen’deki bazı stratejik hedeflere hava saldırıları düzenledi. Bu müdahaleler, Yemen’deki savaşı küresel bir boyuta taşıyor ve bölgedeki siyasi dengeleri etkiliyor.
Yemen’deki saldırılar sadece askeri bir mesele olarak kalmıyor, aynı zamanda ciddi insani krizlere yol açıyor. İsrail, ABD ve İngiltere gibi dış güçlerin müdahaleleri, çatışmaları daha da derinleştiriyor. Sivillerin yaşadığı kayıplar ve altyapının tahrip olması, Yemen halkının yaşam koşullarını zorlaştırıyor.
Pakistan ve Afganistan Arasındaki Gerilim Tırmanıyor: Yeni Bir Savaşın Eşiğinde mi?
Pakistan ve Afganistan arasındaki uzun süredir devam eden sınır anlaşmazlıkları ve bölgesel gerginlikler son günlerde ciddi bir çatışmaya dönüştü. Pakistan jetlerinin Afganistan sınırında düzenlediği hava saldırıları, ardından Kabil hükümetinden gelen sert açıklamalar ve karşılık verme tehdidi, iki ülke arasında yeni bir savaş olasılığını gündeme getirdi.
Pakistan Hava Kuvvetleri’ne ait jetler, Afganistan’ın doğusunda, Kunar ve Khost bölgelerinde hava saldırıları gerçekleştirdi. Bu saldırılar sonucunda 46 kişinin hayatını kaybettiği ve çok sayıda kişinin yaralandığı bildirildi. Pakistan tarafı, bu operasyonların Afganistan sınırından gelen tehditlere karşı gerçekleştirildiğini belirtti. Ancak saldırıların ardından Afganistan hükümeti, Pakistan’ı uluslararası hukuku ihlal etmekle suçlayarak, misilleme yapma hakkını saklı tuttuğunu açıkladı.
Pakistan ve Afganistan arasındaki sınır, 19. yüzyılda İngilizler tarafından çizilen ve tartışmalı bir bölge olan Durand Hattı’na dayanmaktadır. Afganistan hükümeti, bu hattı hiçbir zaman resmen tanımamış ve Pakistan’ın sınır boyunca inşa ettiği bariyerler ve askeri tesislere tepki göstermiştir. Son aylarda Taliban yönetimindeki Afganistan, Pakistan’ı sınır kapılarını kapatmak ve bölgedeki ticareti baltalamakla suçlamıştı. Pakistan ise Afganistan’ın kendi topraklarından terörist saldırılara göz yumduğunu iddia ederek, güvenlik endişelerini dile getirmişti.
Bu çatışmalar sadece iki ülkeyi değil, bölgedeki diğer aktörleri ve uluslararası toplumu da etkiliyor. Hem Pakistan hem de Afganistan, Çin ve ABD gibi büyük güçlerin stratejik çıkarlarının kesiştiği bir bölgede yer alıyor. Ayrıca, bölgedeki çatışmaların artması, milyonlarca mültecinin durumu ve insani krizlerin derinleşmesi gibi sorunları gündeme getiriyor.
Gürcistan Karışıklığı Sürüyor
Gürcistan’da son aylarda yaşanan siyasi gerilimler, ülkenin anayasal kriz ve toplumsal huzursuzlukla boğuşmasına neden oluyor. Hükümet, muhalefet ve halk arasındaki derin görüş ayrılıkları, ülkenin geleceğine dair belirsizlikleri artırıyor.
Gürcistan halkı yaklaşık bir aydır sokaklarda hükümete karşı tepkisini dile getiriyor. Protestoların merkezinde anayasa ihlalleri ve hükümetin otoriterleştiği iddiaları yer alıyor. Halk, daha demokratik bir yönetim talebiyle meydanları doldururken hükümet yetkilileri bu talepleri bastırmak için sıkı önlemler alıyor.
ABD’nin, Gürcistan’daki parti liderlerinden biri olan Bidzina Ivanishvili’ye yönelik yaptırımları, ülkedeki siyasi tansiyonu daha da yükseltti. Ivanishvili’nin Rusya ile bağlantıları gerekçe gösterilerek alınan bu karar, Batı ile Gürcistan hükümeti arasındaki ilişkileri karmaşık bir hale getirdi. Yaptırımlar, Gürcistan’ın Batı ile entegrasyonu konusunda şüpheleri artırırken, muhalefet bu durumu hükümeti eleştirmek için bir fırsat olarak görüyor.
Gürcistan’ın yeni Cumhurbaşkanı Mikheil Kavelaşvili’nin göreve başlaması da krizleri çözmek yerine daha da derinleştirdi. Eski Başkan Zurabişvili ise, cumhurbaşkanlığı sarayını terk ederek sembolik bir adım atsa da siyasi krizlere dair net bir çözüm önerisi sunamadı ve görevi bırakması yönündeki çağrılara direnerek, siyasi iradesini korumaya çalışıyor.