2 Temmuz 1993’te yaşanan Sivas katliamının üzerinden otuz yıl geçti. Bu katliamda hayatını kaybeden otuz beş canımızı saygıyla anıyoruz. Otuz yılın sonunda, bu katliamın gerçek sorumluları bulunmadı. Bizzat devletin gözetiminde ve kontrolünde gerçekleşen bu katliam da diğer Alevi katliamları gibi cezasızlıkla sonuçlandı. Sivas katliamı, Cumhuriyet döneminde Alevilere yönelik ne ilk ne de son katliam oldu. Bugün hala Alevilerin evleri işaretlenmekte, cemevlerine saldırılar düzenlenmekte ve Alevilerin Sünnileştirilmesi çalışmaları tüm hızıyla devam etmekte. Ancak Alevi toplumunun direnişi de aynı şekilde devam ediyor. Bu direniş gücünü biraz da Koçgiri’de, Dersim’de, Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta, Gazi Mahallesinde kaybettiğimiz canlardan alıyor. Onları anmaya, hatırlamaya ve hatırlatmaya devam edeceğiz. Bu yazı Sivas katliamında kaybettiğimiz canları anmak ve olanları bir kez daha hatırlamak amacıyla kaleme alındı.
1993 yılında, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin dördüncüsünü organize ettiği Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri, 1 Temmuz’da başlayacak ve dört gün sürecekti. Ancak şenlik başlamadan birkaç gün önce şehirde “Türkiyeli Müslümanlar” ve “Müslümanlar” imzalı bildiriler dağıtılır. Bildirilerde, başta Aziz Nesin olmak üzere katılımcılara ve şenliğe dönük açık tehditler vardır. “Gün; Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür. Gün; Allah (CC)’ın vahyi Kuran-ı Kerim’e, Allah’ın meleklerine, Allah’ın resulü Hz. Muhammed (SAV)’e, O’nun ailesine ve ashab’ına yöneltilen çirkin küfürlerin hesabının sorulma günüdür”[1]
Bu tehditlere rağmen hiçbir ciddi önlem alınmaz. 1 Temmuz Perşembe günü başlayan etkinlikler sırasında da gerilimler olur. “Şeytan Ayetleri” kitabını Aydınlık Gazetesi’nde yayınladığı için Aziz Nesin hedeftedir. Ertesi gün Cuma’dır ve Cuma namazı sonrası olayların çıkacağına dair bilgiler mevcuttur. TBMM Araştırma Komisyonu raporuna göre, şehre dışarıdan insanlar gelmiştir ve okullar kapalı olmasına rağmen Sivas’ta bulunan doksan üç öğrenci yurdunun tamamı doludur.[2] Buna rağmen ertesi gün için de önlemler alınmaz ve civar illerden takviye istenmez.
2 Temmuz Cuma günü, namazdan çıkan bin kişilik bir grup, şenliklerin devam ettiği kültür merkezine yönelir. Kültür merkezi taşlanır. İçeriden çıkanlarla, kültür merkezini taşlayanlar arasında gerilim olur. Az sayıda polis kalabalığı uzaklaştırır. Ancak kalabalık başka bir yöne doğru hareketlenmiştir. Saldırganların hedefi Madımak Oteli’dir. Yaklaşık saat 13.30 gibi otelin etrafı dolmaya başlar. İlk başlarda iki üç bin civarında olan kalabalık giderek büyümektedir. Buna karşın, güvenlik güçleri tarafından gruba müdahalede bulunulmaz. Saatler ilerledikçe dışarıda birikenlerin sayısı artar. Polis kayıtlarına göre, ilerleyen saatlerde on beş ila yirmi bin insan otelin etrafını kuşatmıştır.
Otelin içinde yaklaşık doksan kişi bulunmaktadır. Dışarı çıkmanın daha tehlikeli olacağını düşündükleri için otelde kalmayı tercih ederler. Bu arada Aziz Nesin ve Arif Sağ başta olmak üzere içerde bulunan birçok insan yetkilileri arar. Hatta dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ile konuşulur. Kendilerine, her türlü önlemin alındığı ve güvenlik güçlerinin olaya müdahale edeceği sözü verilir. Ancak saatler ilerledikçe müdahale olmaz, kalabalık büyür ve oteli taşlamaya başlar. Birkaç gün önce kaldırım çalışması gerekçesiyle otelin çevresine yığılmış olan kaldırım taşları ile otelin tüm camları kırılır. İçeride bulunanlar, barikatlar kurarak saldırganların içeri girmesini engelleyeceklerini düşünürler. Aradan altı saat geçmiştir ve otel etrafında toplanmış kalabalığa yönelik tek bir müdahale dahi olmamıştır.
“Bu sırada Sivas’ta bulunan Tugay Komutanlığı’na bağlı askeri birlikten yardım istenilmesi üzerine askeri birlik Atatürk Caddesi üzerinde beklemeye başlar. Görgü tanıkları askeri birliğin 18.30 ile 19.00 arasında konuşlandığını belirtmişlerdir. Askeri birlikler yaklaşık bir saat yirmi dakika burada bekler. Hiç kimse bu birliğin neden bir saat yirmi dakika sonra saat 20.20’de olaya müdahale ettiğini, bu kadar süre beklediğini, otele yakın bir noktada neden konuşlanmadığını sormaz, sorgulamaz ve yargılamaz.”[3]
Askeri birlikler de olaya müdahale etmeyince, kalabalık içinden bazı kişiler otele girmeye çalışır. Bu sırada “yak, yak, yak” sloganları atılır. 19.30’dan sonra otel yakılır. Yangını söndürmek için gelen itfaiye araçları kalabalık tarafından engellenir ve yangın kısa sürede üst katlara ulaşır. Otelin önünde bulunan az sayıda polis de yangının başlamasıyla oradan uzaklaşır. Şenliklere katılmak için Sivas’a konuk olarak gelmiş otuz üç can, dumandan boğularak ve yanarak hayatlarını kaybeder. İki otel görevlisiyle birlikte katledilenlerin sayısı otuz beş olur. Ayrıca oteli yakmaya çalışan saldırganlardan iki tanesi otel dışında kurşunlanarak ölür. On ikisi ağır yaralı altmış iki kişi kendi imkanlarıyla kurtulmayı başarır.
Otelin üst katında Lütfü Kaleli ile birlikte bulunan Aziz Nesin, camdan dışarı sarkarak dumanlardan kurtulmaya çalışır ve yardım ister. Aşağıdaki kalabalık onların polis komiseri olduklarını zanneder ve kurtarmak ister. İtfaiye merdiveni ile ikisi indirilmeye çalışılır. Ancak sonradan Belediye Meclisi üyesi olduğu anlaşılan Cafer Erçakmak, Aziz Nesin’i tanır ve bağırmaya başlar. Merdivende bulunan itfaiye görevlisi Aziz Nesin’i yumruklayarak aşağıya fırlatır. Burada linç girişimi başlar ancak iki polis komiseri Aziz Nesin’i arabaya alarak oradan uzaklaştırır.
Olayların ardından tüm suç Aziz Nesin’e atılır. Aziz Nesin’in İslam’a hakaret ederek halkı kışkırttığı ve olayların bu nedenle çıktığı görüşü, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve Başbakanı Tansu Çiller tarafından da dile getirilir. Devletin resmi görüşü belli olmuştur. Nitekim bu durum savcılık iddianamelerine de yansır. Ankara 1 Nolu DGM’ye sunulan iddianamede olayların nedeni şöyle açıklanır “Hele hele Aziz Nesin’in İslam Dini’ne karşı tutum ve davranışları ve açıklamaları, kapalı bir salonda düzenlenen toplantıda terör örgütü militanları için saygı duruşunda bulunulması, eylemin hazırlayıcı nedenleri arasında sayılabilir.” DGM’nin gerekçeli kararı ise benzer bir sonuç çıkarmıştır: “…Sivas olaylarının devlete ve laik düzene yönelik olmadığı, Aziz Nesin’in Şeytan Ayetleri kitabını yayınlamasına duyulan öfke, kin ve nefretin oluşturduğu tahrik sonucu ve Aziz Nesin’e yönelik bir eylem olduğu, kast edilen Aziz Nesin olmasına rağmen hedefte sapma sonucu 37 masum insanın ölümü ile sonuçlanan bu olayların…”
1993 Sivas katliamından bu yana tüm Alevilerin ortak talebi, Madımak Oteli’nin bir “Utanç Müzesi” olarak düzenlenmesi ve yapılan tüm katliamlarla yüzleşilmesi oldu. Ancak bu konuda da hiçbir adım atılmadı. Katliamdan bir süre sonra, otelin alt katında kebapçı açıldı. Bu durumun yarattığı tepkilerden sonra 2009 yılında otel kamulaştırıldı ve 2011 yılında “Bilim ve Kültür Merkezi” olarak açıldı. Merkezin anı köşesinde ise katliamda hayatını kaybeden 35 canın yanında, oteli yakmaya çalışırken ölen iki kişinin ismine de yer verildi. Gösterilen tepkiler ve yapılan başvurular sonucunda, 2022 yılında bu iki kişinin ismi anı köşesinden kaldırıldı. Alevi toplumunun otuz yıldır dile getirdiği, otelin “Utanç Müzesi” olması talebi ise asla dikkate alınmadı.
Sivas katliamının hukuki süreci ise kısa bir yazıda anlatılamayacak kadar ibret vericidir. On binlerce insanın katıldığı bu katliam sonucunda sadece 124 kişi hakkında dava açılır. Ankara 1 Nolu DGM’de görülen ilk davada sanıkların büyük bir bölümü beraat ederken diğerleri çok az cezalarla kurtulur. Yargıtay’ın, itiraz üzerine bu kararı bozması sonucu dava yeniden görülür ve 1997 yılında 33 kişiye idam cezası verilir. Daha sonra idam cezasının kaldırılmasıyla birlikte bu kişilerin cezaları müebbet hapse çevrilir. Dava boyunca sanıklar ve sanık avukatları, katledilen insanların ailelerine hakaretler ederek saldırırlar. Başta Refah Partili Şevket Kazan olmak üzere (kendisi daha sonra Adalet Bakanı olacaktır) pek çok Refah Partili, sanıkların avukatlığını üstlenmiştir. Bu kişilerin bir kısmı daha sonra siyasete AKP ve Saadet Partisi’nde devam edecektir. Muhafazakâr-sağ cenah, katliamla ilgili en ufak bir pişmanlık ve üzüntü belirtisi göstermez.
Olaylarda önemli bir rolü olduğu belirtilen Sivas Belediye Meclis üyesi Cafer Erçakmak ve sekiz sanık ise 1997’de Yargıtay’ın bozma kararından sonra serbest kalır ve firar eder. Bu kişilerin büyük çoğunluğu yurt dışına kaçar. Ancak Türkiye’de yaşamaya devam edenler de vardır. Cafer Erçakmak 2011 yılında, Sivas’ta karakolun çok yakınında bulunan evinde ölecektir. 2012 yılında Cafer Erçakmak ve Yılmaz Bağ, yakalanmadan öldükleri için haklarındaki dava mahkeme tarafından düşürülür. Yine aranan ve firari durumda olan beş sanığın davası da zaman aşımı nedeniyle düşürülür. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, bu kararı “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun…” ifadeleriyle yorumlar. Firari sanıklardan sadece bir tanesi 2007 yılında yakalanır. İhsan Çakmak adlı bu kişi 1996’da tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldıktan sonra ortadan kaybolmuştur. Bu süre içinde İhsan Çakmak, Amasya’da askerliğini yapar ve 1999 yılında Sivas’ta evlenir. 2000 yılında ehliyet alarak gişe memurluğu yapar. 2007 yılında yakalanan Çakmak, mahkeme tarafından tekrar tahliye edilir ve 2008 yılından itibaren İstanbul Belediyesi’nde çalışmaya başlar. Görevine ancak 2021 yılında son verilir. Davaları zaman aşımı nedeniyle düşmemiş üç firari sanık hakkındaki dava hala sürüyor. Ancak 1997 yılında tahliye edilen ve kayıplara karışan bu üç kişinin davası da eğer 2023 yılı içinde bulunamazlarsa zaman aşımından düşecek.
Görüldüğü gibi, bizzat devletin denetim, gözetim ve planlamasıyla gerçekleşen Sivas Katliamı, devlet tarafından gerçekleştirilen diğer katliamlarda olduğu gibi cezasızlıkla sonuçlandırılmıştır. Firari sanıkların yakalanması ile ilgili kasıtlı olarak çalışmalar yapılmamış, mahkeme süreleri uzatılarak zaman aşımından davalar düşürülmüştür. Katliamın gerçek sorumluları bulunmadığı gibi, yargılanan bir avuç insan da cezasız kalmıştır. Tüm davalarda, katliamın sorumlusu olarak Aziz Nesin gösterilmiş ve bu olayın bir Alevi katliamı olduğu gerçeğinin üstü örtülmüştür.
Sivas’ta yaşananlar bir Alevi katliamıdır. Cumhuriyet dönemi boyunca Alevilere uygulanan ne ilk ne de son katliamdır. Olayların nedeni olarak Aziz Nesin’in gösterilmesi ise bu gerçeği örtmek içindir. Tıpkı Çorum ve Maraş’ta olduğu gibi, Alevileri katletmenin gerekçesi yaratılmıştır. Çorum ve Maraş’ta, “Camiyi bombaladılar”, “dinimize hakaret ettiler” gibi gerekçelerle provokasyon yapanlar, Sivas’ta da Aziz Nesin’i gerekçe olarak sunmuşlardır. Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri’ni şehirlerinde istemeyen, Sivas’a dikilen Pir Sultan Abdal heykelini olaylar sırasında parçalayıp yakanların temel rahatsızlıkları Alevilerin Sivas’ta yeniden var olmaya ve kamusal alanda görünmeye başlamalarıdır.
Orta Anadolu’nun Alevilerden “temizlenmesi” operasyonu, 1970’li yıllardan itibaren bizzat devlet eliyle gerçekleştirilmiş bir projedir. 1970’li yıllarda yaşanan Alevi katliamlarının da temel nedeni budur. 1980 yılında yapılan askeri darbenin de en önemli hedeflerinden biri Alevileri Sünnileştirmekti. Bununla birlikte 1980’li yılların sonunda Aleviler kamusal alana çıkmaya, örgütlenmeye ve görünür olmaya başlamışlardı.1990 yılından itibaren de Sivas’ta düzenlenmeye başlanan Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri gibi etkinliklerle koparıldıkları şehirlerine geri döneceklerinin işaretlerini vermişlerdi. Bu, devlet için kabul edilemez bir durumdu. Ayrıca Alevilerin Kürt siyasi hareketiyle yakınlaşma ihtimali, devlet açısından mutlaka önlenmesi gereken bir gelişmeydi. 1990’lı yılların başından itibaren, PKK’nin Sivas ve Tokat üzerinden Batıya açılma stratejisi de düşünüldüğünde, Sivas’ın önemi bir kez daha ortaya çıkar. Sivaslı Alevilerin önemli bir bölümü Koçgirili Kürt Alevilerdir. PKK’nin bu bölgede tutunarak batıya yönelmesini engellemenin yolu, Alevileri bölgeden uzaklaştırmak ve katliamla hizaya getirmekti. Katliam, artık örgütlenmeye başlayarak kamusal alana çıkan Alevi toplumunu tehdit etmek, Kürt hareketiyle arasına mesafe koymasını sağlamak ve kendi topraklarına yeniden dönmelerini engellemek için tertiplenmişti.
Gençlik yıllarımızda büyüklerimiz sık sık, “ellerinden gelse yakarlar bizi” derdi. Onlar Koçgiri ve Dersim katliamlarını büyüklerinden dinlemişlerdi. Çorum ve Maraş’ta yaşanan katliamları ise ya yaşamış ya da yaşayan akrabalarından ayrıntılarıyla öğrenmişlerdi. Sahip oldukları toplumsal hafıza, başlarına her an her şeyin gelebileceğini söylüyordu. Biz gençler ise “yahu hangi devirde yaşıyoruz ne yakması” diye karşı çıkardık onlara. 2 Temmuz 1993 günü, büyüklerimizin haklı olduğunu gördük. Sivas katliamı Alevi toplumu için bir kırılma noktası oldu. 1980’lerin sonlarında başlayan Alevi uyanışı durmak yerine daha da büyüdü. Onlarca cemevi ve Alevi örgütü kuruldu. Bugün Aleviler, Türkiye’nin en örgütlü topluluklarından biri. Ancak Türk-İslamcı müesses nizam için Aleviler hala Sünnileştirilmeleri gereken potansiyel bir tehlikedir. Önümüzdeki süreçte Alevi asimilasyonunun hız kazanarak devam edeceğini ön görmek zor değil. Alevi toplumu hem bu asimilasyona karşı direnmek hem de yeni bir Alevi aydınlanması yaratmak zorunda. Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan Alevi katliamlarında, Koçgiri’de, Dersim’de, Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta, Gazi’de kaybettiğimiz canların anıları, bu direnişin içinde yaşamaya devam edecektir.
[1] Haydar Gölbaşı, Aleviler ve Sivas Olayları, Ant yayınları, İstanbul 1997, s. 16
[2] http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/644.pdf
[3] http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/644.pdf