Bu değerlendirme yazısı hazırlanırken linkteki haber taramasından faydalanılmıştır.

İÇ POLİTİKA

Devlet Bahçeli’nin DEM Partili milletvekillerinin elini sıkması ve PKK’nin silah bırakıp tasfiye edilmesi şartıyla Abdullah Öcalan’ı meclise çağırması geçtiğimiz haftalarda iç politikada büyük yankı uyandırmış, “Kürt meselesinde yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?” sorusunu gündeme getirmişti. Bu iki haftada da bu tartışmalar ağırlıktaydı.

TUSAŞ Saldırısı ve sonrasındaki gelişmeler

Abdullah Öcalan’ın yeğeni, DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili Ömer Öcalan 23 Ekim’de Öcalan’la 43 hafta sonra ilk görüşmeyi gerçekleştirdi. Ömer Öcalan yaptığı açıklamada, “Abdullah Öcalan’ın “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” mesajını iletti. Aynı gün TUSAŞ’ın (Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.) Ankara’daki tesisine düzenlenen bombalı saldırı Kürt yasal siyaseti tarafından olası bir barış sürecine yönelik provokasyon olarak değerlendirildi. HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş bu saldırıyı “Barış isteyenlerin sesinin, kimden gelirse gelsin bu defa bastırılmasına asla izin vermeyeceğiz” diyerek değerlendirdi. DEM Parti de saldırıyı kınayarak toplumunun çözümü konuştuğu ve diyalog ihtimalinin belirdiği bu günlerde böylesi bir saldırının olmasını manidar bulduğunu söyledi. Saldırıyı PKK ile ilişkili bir grubun üstlenmesi sivillere yönelik bu saldırının neden gerçekleştiği konusunda tartışmalara neden oldu. Yapılan ilk resmi açıklamalara göre beş kişinin öldüğü, 22 kişinin yaralandığı sivillere yönelik bu saldırının savaş hukukuna göre de bir suç olduğunu toplumsal barışa ve ülkenin demokratikleştirilmesine hizmet etmediği ve bu girişimlerle barış esaslı çözümün devre dışı bırakılmaya çalışıldığını belirtmek gerekir. Sorulması gereken asıl soru ortada bir barış sürecinin olup olmadığıdır. Bahçeli’nin çıkışıyla bu konu gündeme gelse de ortada Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümüne dönük topluma sunulmuş bir süreç olmadığı açıktır. Barış sürecine yönelik destek açıklamaları yapan toplumsal muhalefetin de bu yönde önerisi ve yol haritası bulunmaması barış gündemini yüksek siyasetin ya da savaşan tarafların inisiyatifine bırakıldığını gösteriyor. TUSAŞ saldırısı PKK’nin yasal güvenceye dayanan ciddi bir barış süreci olmadığında Türkiye’de neler olabileceğine dair verdiği bir gözdağı olarak da değerlendirilebilir.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 23-27 Ekim 2024 tarihleri arasında Diyarbakır, Batman, Mardin, Şırnak, Hakkari ve Van’ı ziyaret ederek Bahçeli’nin sözleriyle başlayan ‘süreci’ değerlendirmeyi planlamıştı. Diyarbakır buluşması öncesinde Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı’yı ziyaret eden Özgür Özel Diyarbakır’da kadın kurumlarıyla bir araya geldiğinde kadına karşı şiddetle mücadelede erkeklik kültürüyle yüzleşilmesinin ve İstanbul Sözleşmesi’nin önemine dikkat çekti. Kürt sorununun Türkiye’nin sorunu olduğunu belirten Özel, Kürtlerin ve Türklerin geleceğinin demokratik siyasetten geçtiğini ve 86 milyonun bu konuda müdahil olması gerektiğini söyledi. Ancak Özgür Özel Diyarbakır ziyaretinin ardından TUSAŞ patlaması nedeniyle diğer ziyaretlerini iptal ettiğini duyurdu. CHP 27 Ekim Pazar günü İstanbul’da “Yaşam Hakkı” mitingi yapmayı planlıyordu. Türkiye’de dozu gittikçe artan kadınlara yönelik şiddet, kadın cinayetleri, Narin Güran cinayetinde olduğu gibi infial yaratan çocuk cinayetleri, çocuklara yönelik tecavüzler, Yenidoğan Çetesiyle ortaya çıkan özel hastanelerdeki bebek katliamları, cezaevlerinde tutsak olarak tutulan siyasetçiler, cezaevlerindeki yaşam ihlalleri, ekonomik kriz, derinleşen yoksulluk gibi pek çok hayati konunun öne çıkarılacağı bu mitingin çerçevesi TUSAŞ saldırısı sonrasında değişti. CHP, saldırının ardından mitingin adını “Teröre ve Şiddete Karşı Yaşam Hakkı” olarak değiştirdi. Yukarıda sayılan gündemlere yer verilse de miting medyada ağırlıklı olarak terör retoriği çerçevesinde Özel’in Erdoğan ve Bahçeli’yle atıştığı bir miting olarak öne çıkarıldı.

Dışarıda askeri operasyonlar, içeride kayyum atamaları

TUSAŞ saldırısına devletin verdiği yanıt dışarıda Suriye ve Irak’a yönelik askeri operasyonlar ve iç politikada kayyum siyasetinin yeniden devreye sokulması oldu. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde 157 noktaya yapılan operasyonlarda PKK/YPG’ye ait bina, silah ve mühimmat depolarını imha ettiğini duyurdu. TUSAŞ’ın intikamı olarak yapılan saldırılarda bölgeden gelen bilgilerse sivillere ve altyapı tesislerine yönelik katliamların yapıldığını ortaya koyuyordu. On baro ortak yaptığı açıklamada, saldırılarda sivil ölümlerinin yaşandığını ve sivil yaşam alanlarının zarar gördüğünü söyledi.

Askeri operasyonlar devam ederken içeride kayyum siyaseti devreye sokuldu. İlk kayyum ataması Cumhuriyet bayramı kutlamalarının hemen ardından 30 Ekim günü İstanbul Esenyurt Belediyesi’ne yapıldı. Geçtiğimiz yerel seçimlerde CHP ve DEM Parti’nin kent uzlaşısıyla aday gösterdiği Esenyurt Belediye başkanı Ahmet Özer gözaltına alınıp apar topar tutuklandı. Yerine İstanbul Vali Yardımcısı Can Aksoy kayyum olarak atandı. Birkaç gün sonrasında Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk, Batman’da rekor oyla seçilen Belediye Başkanı Gülistan Sönük ve Halfeti Belediye Eş Başkanı Mehmet Karayılan görevden alındı. Belediye başkanlarının yerine Mardin Valisi Tuncay Akkoyun, Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne, Batman Valisi Ekrem Canalp, Batman Belediyesi’ne ve Halfeti Kaymakamı Hakan Başoğlu Halfeti Belediyesi’ne kayyum olarak atandı. Bu kayyum atamalarıyla hem Kürt siyasi hareketi hem de onunla seçim işbirliği yapan CHP terörle ilişkili gösterilmeye çalışılarak iktidar, yargı ve medya tarafından kriminalize edildi.

Ahmet Özer’in görevden alınıp tutuklanmasının ardından CHP ve DEM Parti İstanbul’da ortak bir miting organize etti. Batman, Mardin ve Halfeti’de de protesto eylemleri düzenlendi. Türkiye Belediyeler Birliği (TBB), kayyum atamalarının ardından Ekrem İmamoğlu başkanlığında Ankara’da olağanüstü toplandı. Yapılan açıklamada halk iradesinin ortadan kaldırılarak iktidarın kazanamadığı belediyeleri kayyumlar eliyle gasp etmeye çalışıldığının altı çizildi. Ekrem İmamoğlu TBB başkanı olarak diğer siyasi partilerle de görüşmeler gerçekleştirdi.

İktidarın kayyum siyasetiyle bir taşla pek çok kuş vurmaya çalıştığı görülebilir. Kürt siyasi hareketini ve onunla kurulan ittifakları kriminalize ederken CHP içinde de bir çatlak açmaya çalıştığı görülüyor. İBB’de çalışan gassalların da dahil edildiği DİAYDER (Din Alimleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) davasında karar açıklandı. Örgüt üyesi olmak ve örgüt propagandası yapmak iddiasıyla açılan davada dernek başkanı Ekrem Baran ve 3 kişi, 7 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. 6 sanığın beraatına karar verilirken diğer sanıklar hakkında da değişen oranlarda hapis cezası verildi. Bu dava ile İBB terörle ilişkili gösterilmeye çalışılırken Esenyurt Belediyesine yapılan operasyonla birlikte CHP terör ilişkisi üzerinden propaganda yapıldı. Ekrem İmamoğlu’nun Cumhuriyet Bayramında yaptığı konuşma kamuoyunda “İmamoğlu başkan adaylığını mı ilan ediyor?” sorusuyla gündem olurken Mansur Yavaş ile rekabeti öne çıkarıldı. Mansur Yavaş’ın Esenyurt’taki mitinge katılmaması üzerinden de iktidar ve medyası CHP içinde ayrışmaları kışkırtmaya devam etti.

Kayyum atamalarının hemen ardından Devlet Bahçeli mecliste yaptığı konuşmada 22 Ekim’de dile getirdiği Abdullah Öcalan’ın örgütü lağvetmesi ve umut hakkından yararlanması çağrısını yeniden gündeme getirdi. Cumhuriyet Bayramı’nda MHP, Türkiye’nin 27 ilinde ‘Bir ve Birlikte Hilale Doğru Türkiye Toplantıları’ yapacağını açıkladı. İlk toplantı 29 Ekim’de Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı Erzurum’da gerçekleştirildi.

Dokuzuncu Yargı Paketi Tartışmaları

Siyasette bu gelişmeler yaşanırken 9. Yargı Paketi TMBB Genel Kurulu’nda görüşülmeye başladı. 39 maddeden oluşan ve 20 kanunda değişiklik yapmayı öngören bu pakete yönelik itirazlar gündemdeydi. Bu pakette Anayasa Mahkemesi’nin iptal etmesine rağmen evli kadının bekarlık soyadını ancak eşinin soyadıyla birlikte kullanmasını öngören bir hüküm yer alıyor. İktidar, paketin içine sıkıştırdığı etki ajanlığı ibaresiyle Türkiye aleyhine, yabancı bir devlet veya organizasyon lehine Türkiye’de suç işleyenlerin cezalandırılmasının amaçlandığını söylüyor. Ancak var olan kanunlar bu gibi suçların cezalandırılması için yeterliyken etki ajanlığı gibi muğlak bir ifadenin kanunlarda yer alması pek çok keyfi uygulamanın önünü açacaktır. Özellikle sivil toplum alanında yürütülen çalışmaların ve basın yayın özgürlüğünün etki ajanlığı gibi muğlak bir gerekçe üzerinden kriminalize edilebileceği ve toplumsal muhalefetin çalışmalarını kısıtlamak için kullanabileceği öngörülüyor.

EKONOMİ

Enflasyon Durdurulamıyor

Son iki haftada yapılan açıklamalara göre enflasyon hedeflerinin yine tutmadığı görülüyor. TÜİK enflasyonu % 48,58 olarak açıklarken ENAG enflasyonun % 89, 77 olduğunu söylüyor. İktidarın tüm adımlarına rağmen enflasyonun düşüş eğilimine geçmediği anlaşılıyor. Bunun yanında, enflasyonu düşürmek için faiz oranlarının yüksek tutulması, yatırımları da engelliyor gibi görünüyor. Dolayısıyla hem enflasyon düşmüyor hem de faizlerin yüksekliği nedeniyle ekonomide durağanlık eğilimi güçleniyor. Bir yılı aşkın süredir uygulanan önlemler paketinin beklenen sonuçları doğurmadığı açıkça görülüyor. Bunun en büyük sebeplerinden birinin, kalıcı yabancı yatırımın Türkiye’ye girişindeki yavaşlık olduğu dile getiriliyor. Son iki haftada yabancı yatırım konusunda bazı gelişmeler oldu. Örneğin, Dünya Bankası ile, dört proje için 1.9 milyar dolarlık finansman anlaşması yapıldığı açıklandı. Ayrıca yine Dünya Bankası ile, 2028 yılına kadar 35 milyar dolarlık bir finansman anlaşması için görüşmeler yapıldığı belirtiliyor. Yine OECD raporuna göre, yabancı yatırımlarda, 2024 yılında bir önceki yıla göre % 31’lik bir artış söz konusu. Fakat tüm bu girişimlere karşın kalıcı yabancı yatırım oranının beklentilerin çok altında olduğu dile getiriliyor. Son olarak açıklanan dış ticaret verilerinde de 5,1 milyar dolarlık bir açık olduğu görülüyor. Tüm bunlar ekonominin toparlanması konusunda önemli sorunların hala aşılamadığını gösteriyor.

Bu tabloya rağmen, ekonomi değerlendirme kuruluşları, Türkiye’nin kredi notunu arttırmaya devam ediyor. Ekonomideki olumsuz tabloya rağmen kredi notunun yükseltilmesi anlamlı görünüyor. Öyle anlaşılıyor ki Dünya ekonomik çevreleri, IMF’siz IMF programı uygulayan Türkiye’nin bu tavrını desteklemek istiyor. Mehmet Şimşek’in gelişiyle birlikte uygulanan programın desteklendiği ve devam etmesinin istendiği anlaşılıyor. Ancak arttırılan kredi notunun bile “yatırım yapılabilir” seviyesinin altında olduğunu belirtmemiz gerekiyor.

Öte yandan ekonomideki kötü gidişatın faturası yine halka çıkarılıyor. Ocak ayında yapılması beklenen memur, emekli maaş zamları ve asgari ücretin belirlenmesi çalışmalarına ilişkin bazı haberler çıkmaya başladı. Buna göre zam oranları, TCMB’nin enflasyon beklentileri doğrultusunda yapılacak ve bu da en fazla % 25 olacak. Açlık sınırının 23 bin, yoksulluk sınırının 70 bin lira bandına geldiği bir ülkede yapılacak % 25’lik bir zammın, ancak yoksulluğu daha da derinleştireceği açıkça ortada. 118 akademisyen, zamların bu şekilde gerçekleşmesi durumunda kaygı verici seviyede bir yoksulluğun oluşacağını açıklayan bir bildiri yayınladı. Oluşabilecek tepkilere karşı giderek otoriterleşen devletin, bu konuda kararlı olduğu ve maaş zamlarını oldukça düşük seviyede tutmaya çalışacağı anlaşılıyor.

DIŞ POLİTİKA

ABD Seçimleri

Son iki haftada en çok konuşulan konu ABD seçimlerinin nasıl sonuçlanacağı idi. Son haberlere göre Trump seçimleri kazanmış görünüyor. Seçimleri kim kazanırsa kazansın ABD’nin temel politikalarının değişmeyeceğini dile getirenler olduğu gibi Trump’ın seçilmesinin önemli bir kırılma yaratacağını söyleyenler de var. Trump’ın Rusya- Ukrayna savaşını acilen bitirmeye çalışacağı, aynı zamanda Ortadoğu’da da belirleyici adımlar atabileceği görüşü dillendiriliyor. Oldukça karmaşık olan bu alanlarda atılacak aceleci adımların bir felakete dönüşme ihtimalinden de söz ediliyor. Aynı zamanda Trump’ın, ABD devletinin kurumsal yapısında da büyük değişikliklere girişeceğine ve demokratik işleyişi tasfiye etmeye dönük adımlar atabileceğine dair iddialar da mevcut. Neler olabileceğine dair öngörüde bulunmak zor görünse de dünya genelinde, demokratik yapıların tasfiye edildiği, çevre felaketlerinin beklendiği ve otoriter liderliklerin yükseldiği bir dönemde Trump gibi bir profilin ABD’nin başına geçmesinin olumsuz sonuçları olabileceğini tahmin etmek zor değil. Orta-uzun vadeli bakıldığında, liberal demokrasilerin krizde olduğu ve bir türlü restore edilemediği, sistemin çöküşe gittiği bir dönemde Trump’ın seçilmesinin, bu süreci hızlandıracağı söylenebilir.

Ortadoğu’da Bölgesel Bir Savaş Başlayabilir Mi?

İran’ın İsrail’e yaptığı saldırıdan sonra, İsrail’in nasıl bir cevap vereceği konuşuluyor ve İsrail’in İran’a ağır bir cevap vermek istediği, petrol ve nükleer tesisler de dahil büyük bir saldırı hazırlığı içinde olduğu ve ABD ile bu konuda görüştüğü dile getiriliyordu. İsrail beklenen saldırıyı gerçekleştirdi. Genel yorumlar, saldırının büyük çaplı olmadığı, sınırlı sayıda askeri tesisin vurulduğu ve İran’ın büyük bir kayıp yaşamadığı yönünde. Öyle anlaşılıyor ki ABD, bölgesel bir savaşa yol açabilecek kadar ağır bir saldırıya izin vermedi. ABD’nin bölgesel bir savaştan çok, İran’ın vekil güçleri denen yapıların tasfiyesini amaçladığı ve bu bağlamda İsrail’in daha büyük bir saldırı yapmasını engellediği yolundaki yaklaşımın en azından şimdilik doğru olduğu görülüyor. Trump’ın seçilmesi bu yaklaşımı değiştirir mi? Trump hükümeti, İsrail’in bölgesel savaş çıkartmasına ve fırsat bulmuşken İran’ı tamamen tasfiye etme yaklaşımına yeşil ışık yakar mı? Bu sorulara cevap vermek şimdilik mümkün değil. Ancak hem Ortadoğu hem de dünya açısından tehlikeli bir belirsizliğin oluştuğunu söylemek mümkün. Trump’ın başkanlığı Ocak 2025’te devralacağı düşünülürse, bu iki aylık dönemde, bazı aktörlerin, beklentileri doğrultusunda adımlar atabileceği ve bunun da ciddi çatışmalara yol açabileceği dile getiriliyor.

Bu süreçte İsrail’in, Gazze ve Lübnan’a dönük soykırım politikası hız kesmeden devam ediyor. Son iki hafta boyunca hem Gazze’ye hem de Lübnan’a pek çok hava saldırısı düzenlendi ve yüzlerce sivil hayatını kaybetti. Gazze’de ölü sayısı kırk üç bini aşmışken, Lübnan’da da ölü dayısı üç bine yaklaştı. İsrail’in Lübnan’da kırk bini aşkın konutu tamamen yok ettiği kaydediliyor. Bunun yanında Batı Şeria’daki kamplara da saldırılar sürüyor ve buralarda da pek çok sivil hayatını kaybetti. İsrail’in Gazze ve Lübnan’a dönük saldırılarının artarak devam edeceği öngörülüyor.

Bununla birlikte, TUSAŞ saldırısından sonra, Türkiye, Suriye ve Irak’taki Kürt bölgelerine dönük hava saldırıları başlattı. Özellikle Rojava bölgesinde, halkın kullandığı pek çok alt yapı tesisinin yok edildiği söyleniyor. Saldırılar halen devam ediyor. Aynı zamanda Türkiye’nin Rojava’ya dönük bir askerî harekât hazırlığında olduğu iddiaları da mevcut.

Rusya–Ukrayna Savaşı

Son iki haftada Rusya’nın saldırılarını hızlandırdığı ve belirli yerlerde ilerleme kaydettiğine dair haberler çıktı. Kuzey Kore askerlerinin, Rusya tarafından bölgeye intikal ettirildiği ve bunun savaşın seyrini değiştirebileceği konuşuluyor. Zelenski, bu durumun ciddiyetini dile getirerek daha çok yardım talebinde bulundu. Rusya ise Batı’yı tehdit etmeye devam ediyor. Medvedev, Üçüncü Dünya Savaşı uyarısında bulundu ve “Eğer ABD Moskova’nın varlığı tehdit edilirse nükleer silah kullanmayacağını düşünüyorsa yanılıyor” uyarısında bulundu. Bununla birlikte, Trump’ın ABD başkanı olmasıyla birlikte, ilk işinin Rusya–Ukrayna savaşını bitirmek olacağı konuşuluyor. Zaten biraz da ABD’nin zoruyla savaşta taraf olmuş Avrupa ülkelerinin de bu barıştan memnun olacağı, dolayısıyla da bu savaşın bitebileceği iddia ediliyor.