Bu yazı 23 Mayıs-5 Haziran tarihli haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır.

İç Politika

Bu tarihler arasında iç politikada görülen en önemli yönelim; Türk-İslamcı hassasiyetleri kaşıyan ve Türk-İslamcı seçmen kitlesini AKP-MHP ittifakı etrafında tutmaya çalışan provokasyon girişimleri oldu. Ekonomide yaşanan dar boğazın, işsizliğin ve yaşam koşullarındaki zorlukların, AKP-MHP oylarında ciddi bir düşüşe neden olduğu görülüyor. Bu durumu gören hükümetin, daha çok bu tür girişimlerle seçmen kitlesini yanında tutmaya çalıştığını görüyoruz.

Öncelikle İzmir’de Camilerin ses sistemlerine girilerek “Çav Bella” çalınması gündemde önemli bir yer işgal etti. Hükümet çevreleri bunu derhal Türk- İslamcı seçmen kitlesine dönük bir provokasyon aracına dönüştürdüler. Hatta olayı CHP’ye yıkmak için eski CHP yöneticilerinden Banu Özdemir’i, twitter paylaşımları yüzünden gözaltına alıp tutukladılar. Olayın failleri ile ilgili herhangi bir bulgu dile getirilmedi. Tutuklanan eski CHP yöneticisi bir hafta sonra serbest bırakıldı.

İkinci olarak Kuzguncukta bir kilisenin saldırıya uğraması, Rakel Dink ve Hırant Dink vakfına yönelik tehditlerin gerçekleşmesi gündemin diğer önemli olayları arasındaydı. Ancak diğer olaydan farklı olarak bu olaylarda failler hemen tespit edilerek gözaltına alındılar. Hükümetin kendi kitlesinin hassasiyetlerini ayakta tutarken kontrolü de kaybetmemek istediği anlaşılıyor. Ayrıca Ermenilere ya da kiliselere yönelik saldırıların Batıda yaratacağı etki de düşünüldüğünden, bu konuda daha temkinli davrandıkları söylenebilir.

Yine Türk-İslamcı hassasiyetlerin canlandırılması babında, Ayasofya’da Fetih suresinin okunması ve Fetih törenlerinin adeta bir gövde gösterisi şeklinde düzenlenmesi. Erdoğan’ın katılımı ve Diyanet İşleri başkanının sureyi okurken yaratılan imaj, TRT’nin bu töreni veriş biçimi, özenle hazırlanmış bir senaryonun oynandığını bize gösteriyor. Aynı şekilde Bahçeli ve Erdoğan’ın birlikte, Menderes’in tutuklu kaldığı ve idam edildiği “Demokrasi Adası”ndaki yeni tesisleri açması ve düzenlenen tören dikkat çekiciydi. Törende Erdoğan’la birlikte yer alan Bahçeli’nin, söylem ve davranışları ittifaktaki güçlerini gösterir nitelikteydi. İttifak içerisinde MHP kanadının bugüne kadar olandan çok daha büyük bir güce sahip olduğu yorumları yapılırken, Erdoğan’ın tüm kontrolü derin devlete ve MHP’ye kaptırdığı ve giderek bu yapılara mahkûm olduğu görüşünün fazla iddialı olduğunu söyleyenler de var. Bir görüş MHP’nin ittifak içerisinde kontrolü ele geçirdiğini söylerken diğer görüş, Erdoğan’ın ittifaka muhtaç olmasına rağmen kontrolü elinde bulundurduğunu belirtiyor.

“Demokrasi Adası”ndaki tesislerin açılışı sırasında, Menderes üzerinden verilen mesajlar yine CHP’yi suçlarken Türk-İslamcı kitlenin hassasiyetlerini ortaya çıkartmak amacı taşıyordu. Özetlemek gerekirse, Türk- İslamcı ataerkil sistemin restorasyonun provokasyonlar ve simgeler üzerinden kurulması çalışmalarının devam ettiği söylenebilir.

Bu iki haftalık süreç içerisinde dikkat çeken bir başka olay ise, Twitter üzerinden başta Pınar Aydınlar ve Ferhat Tunç olmak üzere pek çok sanatçıya tehdit mesajlarının gönderilmesi oldu. “JİTEM” ismini kullanan bazı kişiler sanatçı ve aydınlara yönelik tehdit ve ölüm mesajları yollamaya devam ediyorlar. Bu konuda gözaltına alınan kimse olmadı.

Diyarbakır, Hakkari ve Cizre başta olmak üzere pek çok yerde HDP’lilere ve Kürt siyasi hareketine yönelik tutuklamalar devam etti. Roza Kadın Derneği basılarak pek çok üyesi gözaltına alındı. Cizre’de HDP binası ateşe verilmeye çalışıldı, olayla ilgili bir kişi tutuklandı. Demirtaş’ın tahliye istemi reddedildi ve tutukluluğunun devamına karar verildi. Bu süreçte HDP, yeni bir döneme girildiğini belirterek ‘Demokrasi İnşa Etme Belgesi’ açıklayacağını ilan etti.

Mardin’in Derik ilçesinde öldürülen Kaymakam Muhammed Fatih Safitürk’ün abisi, kardeşini öldüren bombayı odaya Emniyet Amiri Mustafa Hakan Kutluay’ın koyduğunu hatta kardeşinin hastaneye kaldırıldığını ve hastanede kasten öldürüldüğünü iddia etti. Ancak basında bu olay hiçbir şekilde dile getirilmedi ve en ufak bir şekilde gündem olmadı.

Haftanın bir başka önemli gündemi elbette salgın ve karantina uygulamalarının sona erdirilip normalleşme sürecinin 1 Haziran’dan itibaren başlaması oldu. Pek çok uzman, normalleşme için henüz erken derken, ekonomik dar boğaz ve yaz sezonunun açılma zorunluluğu, hükümeti erken de olsa normalleşmeye geçişe mecbur bırakmış görünüyor. Bu durumun salgının yayılmasına neden olacağı, hatta ikinci bir dalganın oluşacağı yönünde görüş belirten uzmanlar uyarıda bulunmaya devam ediyor.

Bu hafta içerisinde dikkat çeken diğer olay ve gelişmelerin şunlar olduğu söylenebilir:

  • Ege Ordu Komutanının emir subayı “FETÖ”cü olmak iddiasıyla gözaltına alındı ve tutuklandı.
  • Diyarbakır’da bir polisin öldürülmesinden sonra gözaltına alınan bir şüphelinin işkence görüntüleri sosyal medyada açıkça paylaşıldı. Bununla birlikte bölgede yaşanan gözaltılar sırasında ciddi işkence iddiaları dile getiriliyor. Ailelerin evleri basılarak insanların darp edildiği ve köpeklerle insanlara işkence yapıldığı belirtiliyor.
  • Adana’da Vefa Sosyal Destek Grubuna saldırdığı gerekçesiyle tutuklanan Eren Yıldırım serbest bırakıldı.
  • Baroların yapısının sorunlu olduğu, bu nedenle Baroların yapısında değişiklik yapılacağı konusu gündeme getirildi.

Dış Politika

Bu dönemde dış politikada en önemli gelişme Suriye’de “Kürt Ulusal Birliği Partileri” adlı yeni bir yapının kuruluşu oldu.Öte yandan İDLİB ve Libya gündeminde de önemli gelişmeler gözlendi.

Dünya gündeminde ABD’de George Floyd’un polis tarafından öldürülmesiyle başlayan ve tüm ülkeye yayılan protestolar öne çıktı. Yine, Kovid 19 salgınının etkileri de gündemdeki yerini korudu.

Suriye gündemi

Önceki dönemde yaşanan en önemli gelişme Rojava’da 25 Kürt siyasi hareketinin bölgedeki Kürtler arası ulusal birliğin sağlanması çalışmalarını destek ve takip amacıyla “Kürt Ulusal Birliği Partileri” (PYNK) adlı yeni bir yapının kuruluşunu ilan etmesi idi. Bu dönem ise gelişmelerin “ikinci aşamaya” geçtiği yönünde açıklamalar geldi. 30 Mayıs’ta Suriye Demokratik Güçleri (QSD) Genel Komutanı Mazlum Ebdi’nin, Kürt ulusal birlik çalışmalarına dönük “Birlikte tarih yazacağız” başlıklı Twitter açıklamalarının ardından bir açıklama da Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eş Başkanlık Konseyi üyesi Salih Müslim’den geldi. Müslim, ulusal birlik girişimlerinin ilk aşamasında ortak siyasi konuların gündeme geldiğini ve olumlu geçtiğini belirterek, girişimlerin ikinci aşamasına tüm siyasi güçlerin ve partilerin katılacağını kaydetti. Birlik girişimlerinin birinci aşamasının PYD ile ENKS arasında gerçekleştiğini paylaşan Müslim, birçok ortak noktada buluştuklarını dile getirdi.

Yapılan açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla Barzani çizgisindeki Kürt örgütlerinin çatı örgütü olan ENKS (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) ve PYNK’nin oluşturduğu 7’şer kişiden oluşan iki komite, bölgenin siyasi, askeri, idari ve toplumsal sorunlarını bir sonuca bağlamak için görüşmeleri sürdürme kararı aldılar. Görüşmelerin en sorunlu bölümünün ENKS tarafının Rojava yönetimine katılımı ve peşmergelerin askeri rolü konularında olduğu iddia ediliyor. Bu gelişmeler Suriye dışındaki Kürtler içinde de birleşme çağrı ve temennilerinin güçlenmesine yol açtı. Suriye’deki birlik çabalarının 4 parçada Kürtler arasında etkili bir konsensüsün oluşmasına vesile olabileceği endişesiyle Başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinin hepsinin önümüzdeki günlerde gelişmelere karşı tavır almak isteyecekleri ve bu yönde harekete geçecekleri beklenebilir. Ancak Birlik görüşmelerinin ABD’nin ve Fransa’nın girişimleri üzerinden yapılıyor olması da çok önemli bir boyut oluşturuyor. Öte yandan Libya’da NATO ile birlikte hareket eden Türkiye’nin önümüzdeki dönemde bu gelişmeler karşısında nasıl bir tutum alacağı önemli bir gündem olacaktır.

Bu koşullarda, Nisan ayı sonunda, söz konusu birlik görüşmelerinin tıkandığı bir zaman kesitinde Abdullah Öcalan’ın kardeşiyle 21 yıldan sonra ilk kez canlı telefon konuşması gerçekleştirmesine (ki bu görüşmeden Öcalan Kürt partileri arasındaki görüşmelerdeki tıkanmanın giderilmesine dönük etkili mesajlar vermişti)  izin verilmesinin nedeni uzunca bir süre tuhaf bir muamma olarak kalmaya devam edecek gibi görünüyor.

Suriye’de bir yandan Türkiye’nin İdlib bölgesine askeri yığınağını güçlendirmeye devam etmesi; öte yandan da Rusya’nın 3 Haziran’da İdlib gerilimi azaltma bölgesinde kontrolü elinde bulunduran cihatçı örgüt Hayat Tahrir el-Şam’ı (HTŞ) terör örgütü ilan etmesi, not edilmesi gereken iki gelişme olarak gözlemleniyor. Bu konunun bölgede Türkiye ile Rusya arasında çıkabilecek yeni bir gerilimin habercisi olup olmayacağı takip edilmesi gereken bir konu olarak ortaya çıkıyor.

Libya gündemi

Libya’da gerek fiilen sahada gerekse diplomaside önemli gelişmeler yaşanmaya devam etti.

Sahadaki ilk önemli gelişme, Rusya destekli Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’nun kontrolünde bulunan Vattiye hava üssünün 25 Mayıs’ta Ulusal Mutabakat Hükümeti güçleri tarafından ele geçirilmesi oldu. Bunun ardından bölgede bulunan Rus askerleri Trablus’un güneydoğusundaki Bani Velid kasabasına gitti.

Diplomasideki önemli gelişme ise Birleşmiş Milletler Libya Destek Misyonu’nun (UNSMIL) 2 Haziran’da Libya’da ateşkes görüşmelerinin yeniden başlayacağını açıklaması oldu. UNSMIL, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ve General Halife Hafter’in kararını memnuniyetle karşıladı. UMH ve Hafter’den ise son gelişmelerle ilgili herhangi bir açıklama yapılmadı. Diplomasideki diğer bir önemli gelişme 3 Haziran’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez Sarraj’la Ankara’da ortak basın toplantısı düzenlemesi oldu. Erdoğan, “Berlin sürecinden NATO’ya kadar tüm uluslararası platformlarda sayın Sarraj’la birlikte hareket edeceğiz” diyerek UMH’ye desteğini belirtirken, Sarraj da “Türkiye’nin tarihi ve cesur tutumundan dolayı teşekkürlerimizi ilettik” sözleriyle Türkiye’ye teşekkür etti.

Ertesi gün; sahada daha önemli bir gelişme yaşandı. Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti, Trablus’un kontrolünü tamamıyla sağladığını duyurdu.

Libya’da kısa vadede NATO’nun da devreye girmesiyle ve sahada da etkili bir askeri varlık göstermesiyle Türkiye’nin iddialı bir konuma geldiği görülüyor. Bu aşamada Hafter’i destekleyen (başta Rusya ve Fransa) kesimin tutumunun belirleyici olacağı görülüyor.

ABD’de yayılan protestolar

ABD’de 26 Mayıs’ta George Floyd’un polis tarafından öldürülmesiyle başlayan ve tüm ülkeye yayılan protestolar son yıllardaki en etkili kitlesel eylemlerden biri olarak gündemi belirledi. Minneapolis eyaletinde “dolandırıcılık” iddiasıyla yakalanan siyahi bir kişinin, kendisini gözaltına almaya çalışan polisler tarafından boğularak öldürülmesi sonucu tetiklenen olaylar kısa sürede hem yaygınlık kazandı hem de ciddi bir etki yarattı. 27 Mayıs’ta Minneapolis kentinde yapılan eylemlerde Floyd’un katledilirken söylediği “Nefes alamıyorum” (I can’t breathe) yazılı dövizler taşındı. Polisin eylem yapan halka saldırması üzerine çatışmalar çıktı. Halk polis araçlarını taşladı.

29 Mayıs’ta; protestolar yer yer şiddet içerecek şekilde devam etti. Minneapolis’teki polis merkezinin önüne gelen eylemciler polis cinayetlerini ve saldırılarını protesto etti. Halk polis merkezinin de bulunduğu bazı binaları ateşe verirken, Floyd için adalet istedi. Bunun üzerine Minnesota eyaletinde acil durum ilan edilirken, protesto eylemleri Denver ve New York’a da sıçradı. Öte yandan George Floyd’u öldüren polis memuru Derek Chauvin üçüncü derece cinayet ve taksirle insan öldürme suçuyla tutuklandı. 31 Mayıs’ta ABD’de protestocular tarihi ‘köle pazar binasını’ ateşe verdi. 1 Haziran’da Washington’da 2 günlük sokağa çıkma yasağı ilan edildi.

Başlangıçta protestolar genel anlamda barışçılken, büyük şehirlerdeki sokağa çıkma yasaklarının yürürlüğe girmesinin ardından çeşitli şiddet olayları da yaşandı. 3 Haziran’daki gösterilerde 5 polis memuru vuruldu. Beyaz Saray’ın etrafına yeni teller çekildi. Bazı şehirlerde polis birimlerinin protestolara destek verdiği görüldü. Minneapolis Devlet Okulları Yönetim Kurulu dün şehir polisi ile yaptığı anlaşmayı iptal ettiğini duyurdu. Minnesota eyaletinde başlayan ve en az 140 farklı şehre yayılan protestolarda binlerce kişi de gözaltına alındı.

ABD’de yer yer görülen siyahların öldürülmesi olaylarının bu kez bu kadar büyük protestolara dönüşmesinin nedenleri arasında değişik etkenlerden söz edilebilir. Son yıllarda yoksulluğun artması, koronavirüs salgınından yoksul ve siyahların daha fazla etkilenmiş olması, Trump destekçilerinde görülen yaygın göçmen ve azınlık karşıtı tutum bunlar arasında sayılabilir. Irkçılık karşıtlığı olarak başlayan olayların zaman içinde yer yer yağma eylemlerine dönüşmesi ve şiddet içermesi bir bakıma protestocuları kriminalize etmeye çalışan ve toplumu kutuplaştırmaya çalışan Trump yönetiminin işini kolaylaştırıyor.

Dünyanın en önemli kamusal entelektüellerinden biri kabul edilen, şiddeti sağ politikalara verilen bir hediye olarak görenNoam Chomsky, son söyleşilerinden birinde “Pandemi yüzünden gerçekleşen ölüm oranlarının Siyahlar arasında çok daha yüksek olduğuna” vurgu yapmış ve “Son yirmi yıldaki değişiklikler belki de nüfusun büyük bölümünün, toplumumuz hakkında uzun yıllardır gizlenmiş gerçeklerin farkına varmakta olduğunun bir işaretidir” değerlendirmesinde bulunmuştu. Buradan yola çıkarak yaşananların anlık bir tepkiden ziyade uzunca zamandır yaşanan ayrımcılığa ve yoksullaşmaya karşı birikmiş bir patlama olduğunu söyleyebiliriz. Bu tepkinin Kasım ayında gerçekleşecek olan ABD başkanlık seçimlerine yoksulların, siyahların ve azınlıkların daha fazla ilgi ve katılım göstermesine yol açabileceği düşünülebilir.

Dünyanın önde gelen düşünürleri tarafından oluşturulan ve yükselen ırkçılık karşıtı harekete destek bildirisi yayımlayan İlerici Enternasyonal hareketinin konu hakkındaki bildirisini de burada paylaşmayı uygun gördük.

Ekonomi

Değerlendirmesini yaptığımız bu dönem, genel olarak hem toplumsal kesimleri doğrudan etkileyen hem de makro ekonomik göstergelerin ve verilerin açıklandığı bir dönem oldu.

2 yıldır ciddi sorunlar yaşayan ekonominin koronavirüs pandemisinin etkisiyle yoksul ve dar gelirliler açısından çok daha kötüye gittiği görülüyor. Bu dönem ortaya çıkan bazı olgular bu durumu daha da belirginleştirdi. Örneğin:

  • Hacettepe Üniversitesi’nin yemekhane, kafeterya, kantin ve yurtlarında sözleşmeli çalışan 400’e yakın işçi 2 aydır maaşlarını alamadı, aynı zamanda “ücretsiz izne” çıkarılan işçilere asgari ücretin altındaki “kısa çalışma ödeneği” dahi verilmedi.
  • Koronavirüs salgını ve getirilen yasaklar küçük esnaflarda ciddi boyutlu kapanmalara yol açıyor. İflas ve kapanmalar özellikle lokanta gibi küçük işletmelerde gö Devletin ekonomik destek paketleri büyük sermayeyi korumaya odaklanırken birçok küçük işletme ise kaderine terk edildi. TOBB’un verilerine göre kapanan şahıs şirketi yüzde 31 arttı.
  • Salgın süresince işçilerin güvencesiz çalışma koşullarına mahkum edilmesi ve işverenlerin ‘İzole Üretim Üsleri’ gibi uygulamalarına ilişkin İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platfotmu (İİSŞP) açıklama yaptı.
  • Yılın ilk Finansal İstikrar Raporu’nu açıklayan Merkez Bankası (MB) Covid-19 salgınının küresel büyüme görünümünü belirgin ölçüde zayıflattığını, toparlanmaya ilişkin yüksek derecede belirsizlik olduğunu belirtti. Raporda işsizliğin batık kredileri artıracağı, bütçe açığının belirginleşeceği öngörüsü yapıldı.

Bu dönemde açıklanan makro veriler ve göstergeler açısından da olumsuz gidişin devam ettiği görülüyor:

  • 26 Mayıs ve ertesinde Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings’ten üst üste üç farklı değerlendirme geldi.
    • Fitch Ratings, TSKB’nin uzun dönemli Döviz cinsinden kredi notu görünümünü “durağan”dan “negatif”e düşürdü. Kuruluş, görünümdeki bu düşüşün nedeni olarak ülkenin “zayıf” döviz rezerv pozisyonunu gö
    • Fitch, İtalya ve İspanya’nın yüzde 9’un üzerinde daralacağını tahmin ederken Türkiye’nin 2020 yılı için daralma tahminini yüzde 2’den yüzde 3’e çıkardı.
    • Raporda, en büyük aşağı yönlü revizyonların gelişmekte olan ülke ekonomileri ile Euro Bölgesi’nde yapıldığına işaret edildi
  • 29 Mayıs’ta TÜİK 2020 yılı birinci çeyrek büyüme rakamlarını açıkladı. Türkiye ekonomisi, yılın ilk çeyreğinde yüzde 4.5 büyüdü. Türkiye ekonomisinin, Koronavirüs’ün etkilerinin henüz tam olarak hissedilmediği ilk çeyrekte %5.4 büyümesi bekleniyordu. 2020 genelindeki daralmanın yine de %0.75’te kalacağı öngörülüyor. Ekonomistlerin genel yorumu “Covid 19 etkisi Türkiye’ye gecikmeli geldi; bu nedenle olumsuz rakamlar çok az dahil oldu” şeklinde oldu.
  • 3 Haziran’da açıklanan diğer bir veri de Mayıs 2020 enflasyon oranlarıydı: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilere göre tüketici fiyat endeksinde (TÜFE) 2020 yılı Mayıs ayında bir önceki aya göre yüzde 1,36; bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 4,57; bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 11,39 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 12,10 artış gerçekleşti. Bir önceki yılın aynı ayına göre artışın düşük olduğu diğer ana gruplar sırasıyla, yüzde 3,74 ile eğlence ve kültür, yüzde 6,69 ile ulaştırma ve yüzde 7,68 ile giyim ve ayakkabı oldu. Buna karşılık, bir önceki yılın aynı ayına göre artışın yüksek olduğu ana gruplar ise sırasıyla, yüzde 21,41 ile alkollü içecekler ve tütün, yüzde 20,86 ile çeşitli mal ve hizmetler ve yüzde 14,45 ile konut oldu.

Bu dönemde Merkez Bankası rezervlerine ilişkin de önemli veriler açıklandı. Bu açıklamalarla daha önce epey speküle edilen rezervler ne oldu? sorusu biraz daha belirgin hale geldi.

  • 31 Mayıs’ta Reuters, Kamu bankalarının beş ayda rezervlerden 50 milyar dolar kullandığını açıkladı. Türkiye’nin bu yıl Türk Lirası’nı desteklemek adına kamu bankaları aracılığıyla yılın ilk dört ayında rezervlerinden 44 milyar dolar kullandığı ifade edildi. Reuters’ta yer alan haberegöre, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) verilerinden dört bankacının yaptığı hesaplamaya göre, 2019 başından Nisan sonuna kadar kullanım 77 milyar dolara ulaştı.
  • 5 Haziran’da Merkez Bankası, yatırım teşvik belgesi bulunan belirli sektörlerdeki firmalar için 20 milyar TL’lik yatırım teşvik kredisi verileceğini açıkladı. Merkez Bankası’ndan firmalara yatırım taahhütlü avans kredisi verilecek. Yatırım teşvik belgesine sahip seçilmiş sektörlerdeki firmalara 20 milyar TL kredi kullandırılacak. Kredinin 10 milyar TL’lik kısmının kamu bankaları diğer 10 milyar TL’lik kısmı ise diğer bankalar aracılığıyla verileceği ifade edildi.

Kredi ve borçlanmaya dayalı parasal genişleme politikaları açısından bu yöntem bildiğimiz kadarıyla Türkiye’de ilk defa uygulanacak. Bundan hangi firmaların nasıl yararlandırılacağını izlemek gerekiyor.

Son hamlelerden görüldüğü üzere hükümetin parasal genişlemeye dönük politikası devam etmekte. Hükümetin kısa vadede gerçekleşmesi kaçınılmaz enflasyon artışını kabullendiği görülüyor. Haziran ayında daha da artmasını beklediğimiz enflasyona rağmen Merkez Bankası’nın faiz indirme (kredi vs aracılığıyla nakit enjeksiyonuna devam ettirme) politikasına ne kadar devam edebileceği merak konusu olmaya devam ediyor. Yaz aylarındaki turizm gelirlerinden sonbahara kadar döviz rezervlerindeki krizin yönetilebileceği öngörülüyor. Ancak başta Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye seyahat kısıtlarını henüz gevşetmemiş olması bu beklentiyi zorlayacaktır.

Öte yandan son günlerde ekonomi kulislerinde konuşulan AB ülkeleri içindeki 750 milyar avro değerindeki genişleme paketinden Türkiye’ye ne oranda bir katma değer çıkacağı merak konusu oldu. Avrupa’ya ihracatı artırma ya da en azından fazla kayba uğramama adına Türkiye’nin bir miktar devalüasyona örtük bir şekilde izin vermesi beklentisinin özellikle ihracatçılar arasında epey güçlü hale geldiği söyleniyor. Ancak ihracatı büyük oranda ara malı üretim girdisi ithalatına bağımlı olan Türkiye’nin son dönemdeki ithalata ek vergi uygulamalarının ihracat hedeflerini hem üretim açısından hem de alıcı ülkelerin tutumu (Türkiye’den hem mal/hizmet alan hem de satan ülkeler ithalat vergilerinden dolayı ticaretlerini başka ülkelere kaydırmayı tercih edeceklerdir) açısından olumsuz sonuçlar doğuracağı açık.

Özetle hükümetin şimdilik parasal genişleme politikalarına devam ederek yazı atlatma hedefini koruduğunu söyleyebiliriz. Ancak her zaman bizim asıl önem verdiğimiz işsizlik ve yoksullaşmanın hızla artmaya devam etmesi sonucu doğabilecek toplumsal tepkileri yönetip yönetemeyeceği, ya da nasıl yönetebileceği belirsizliğini koruyor.