Bu yazı, 27 Mart-9 Nisan tarihli haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır.
İÇ POLİTİKA
Yerel Seçimler ve Sonuçları
31 Mart’ta yerel seçimler gerçekleşti. CHP büyükşehir ve il bazında 81 belediyeden 35’ini kazanırken AKP 24 belediye alabildi. AA’nın verilerine göre Türkiye genelinde CHP %37,77 alarak birinci parti olurken, AKP %35,49 oy alarak ikinci parti oldu. YRP %6,19 oy oranıyla seçimlerde üçüncü parti olup bir büyükşehir ve bir de il belediyesi kazandı. DEM Parti %5,7 ile dördüncü parti olurken üç büyükşehir, yedi şehir, altmış beş ilçe ve yedi belde kazarak toplam 82 belediye elde etti. MHP 4,99 ile beşinci parti olurken İYİ Parti %3,77’de kaldı. Zafer Partisi %1,74 oranında oy aldı.
Seçim öncesinde, böyle bir sonucun çıkabileceği çoğunlukla öngörülemedi. Mayıs 2023’te yapılan genel seçimlerde muhalefetin aldığı yenilgi, büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Seçimlerden hemen sonra altılı masa dağılmış, CHP’de seçimli genel kurul yapılarak başkan değişikliğine gidilmişti. Yerel seçimler öncesi muhalefet, çok dağınık bir görünüm sergiliyordu. İYİ Parti genel başkanı Meral Akşener, başta İmamoğlu ve Yavaş olmak üzere tüm seçim söylemini CHP eleştirisi üzerine kurmuştu. Bütün bunların yanında, CHP’nin aday göstermediği bazı belediye başkanları partiden istifa etmiş ya da bağımsız olarak seçime gireceklerini açıklamışlardı. Erdoğan, özellikle İstanbul’un alınması için neredeyse seferberlik ilan etmişti. Sonuç olarak seçimlerden muhalefetin -en azından seçime yakın bazı anket sonuçları yayınlanana kadar- ağır bir yenilgiyle çıkabileceği düşüncesi hâkim görünüyordu. Ayrıca anket sonuçlarına karşı da bir güvensizlik hakimdi ve AKP’nin kayıpları ve veya CHP’nin kazanımları bu ölçüde tahmin edilemiyordu. Ancak toplum tabanında durumun pek de böyle olmadığı seçimlerin sonunda anlaşılmış oldu. Muhalif partilerin ve aydınların toplum tabanıyla olan kopuklukları bir kez daha gözler önüne serilmiş oldu.
Mayıs 2023 seçimlerinden önce AKP ve daha genel anlamda devletin tüm kanatları seçimlerin Erdoğan tarafından kazanılması için seferber oldular. Ayrıca EYT’nin çıkması, asgari ücrete ve emekli maaşlarına zam yapılması gibi önemli girişimlerde bulunuldu. Cumhur İttifakı söylemini “beka sorunu” üzerinden inşa etti ve bu toplum tabanında kabul gördü. Bunlara altılı masanın karmaşası ve yaptığı hatalar da eklenince seçimler kaybedildi. Tüm bunlara rağmen Cumhur İttifakı seçimleri önemli bir farkla kazanamadı. Millet İttifakı %48 oranında oy aldı ve üstelik seçim sonuçlarının adil olup olmadığına dair soru işaretleri de baki kaldı. Ancak seçim sonuçları muhalif kitlede büyük bir hayal kırıklığı yarattı ve bu da sonuçların soğuk kanlılıkla değerlendirilmesini engelledi.
2024 yılında yapılacak yerel seçimlerde de AKP’nin benzer bir yol izleyeceği düşünülüyordu. Neredeyse son güne kadar Erdoğan’ın emeklilere zam müjdesi vereceği konuşuldu. AKP’nin sıkça kullandığı bir tür “seçim rüşveti stratejisi” bu kez devreye sokulmadı/sokulamadı. Bu konuda farklı görüşler var. 2023 seçimlerinde var olan paranın sonuna kadar kullanıldığı için artık verilecek para kalmadığını söyleyenler olduğu gibi, seçimlerden sonra ekonominin başına geçirilen Mehmet Şimşek eliyle uluslarasın sermayeye verilen sözler nedeniyle bunun yapılamadığını dile getirenler var. Her hâlükârda AKP bu kez emekli ve işçilere bir şeyler vermeyi başaramadı ve bu seçim sonuçlarının oluşmasında önemli bir faktör oldu. Yaygın kanı, ekonomik krizin ve bunun yarattığı büyük yoksulluğun seçim sonuçlarını etkileyen en önemli faktör olduğu yönünde. Türk- İslamcı müesses nizamın yumuşak karnının ekonomi olduğunu ve bu sistemin ekonomik ayağının kurulamadığını da belirtmek gerekir.
Seçimlerden önce DEM Partinin tavrı ve Kürt seçmenin tercihleri konuşulan konulardan biriydi. DEM Parti tüm bölgelerde kendi adaylarını çıkaracağını ancak ittifak görüşmelerine de kapalı olmadığını ilan etti. DEM Partinin kendi adaylarıyla seçime gireceğini açıklaması, AKP’nin beka söylemini inşa etmesini ve CHP’nin terörle iş birliği içinde olduğu algısını yaymasını önemli ölçüde engelledi. Bununla birlikte CHP ve DEM Parti belirli bölgelerde ittifaklar kurdular.
İktidar özellikle Kürt bölgelerinde seçime doğrudan müdahale etti. Geçen yerel seçimlerde küçük oy farklarıyla kaybedilmiş ya da kazanılmış bölgelere, güvenlik güçleri kaydırılarak seçim sonuçları değiştirildi. Binlerce asker ve polis, görevlendirme ya da tatbikat gerekçeleriyle bölgeye taşındı ve oy kullandırıldı. Bu gibi girişimlere rağmen DEM partinin Kürt illerinde başarılı sonuçlar aldığı görülüyor. Yaygın kanı, bunun DEM partinin başarısından çok Kürt seçmenin politik bilincinin yüksekliğiyle ilgili olduğu yönünde. Kürt seçmen, açıkça görülüyor ki kendi bölgelerinde DEM parti adaylarını seçerken, İstanbul, Mersin, Adana gibi büyük şehirlerde CHP adaylarına yöneldi. Böylece hem bölgede hem de Kürt seçmenin yoğun olduğu büyük şehirlerde AKP zayıfladı. DEM parti, seçim öncesi sergilediği kafa karıştırıcı ve belirsiz politikasına karşın bu seçimlerden başarıyla çıktı denebilir. Örneğin 2019 yerel seçimlerinde HDP 57 belediye almışken, bugün sayı 82’ye yükselmiş durumda. Ayrıca 2019’da kaybetmiş olduğu Ağrı ve Tunceli’yi de geri almayı başardı. Bununla birlikte, özellikle büyük şehirlerde DEM Parti seçmeninin CHP’ye yönelişinin kalıcı olup olmayacağı, bu seçmenin genel seçimlerde yeniden DEM Partiye dönüp dönmeyeceği de tartışılması gereken başka bir konu olarak duruyor.
Seçimlerden önce tavrı merak edilen diğer parti Yeniden Refah idi. YRP’nin kendi adaylarıyla seçime gireceğini açıklaması sonrası, bu durumun AKP’nin aleyhine olacağı görüşü doğrulandı. Son ana kadar YRP ve AKP arasında görüşmelerin sürdüğü ve seçimlerden birkaç gün önce YRP adaylarının çekilebileceği gibi iddialar ortaya atılsa da bunun doğru olmadığı ortaya çıktı. Genel kanı, YRP’nin AKP’den uzaklaşmaya başlayan Millî Görüş geleneğinden gelen seçmeni toplayarak 2028 seçimlerine hazırlık yaptığı yönünde. YRP hem AKP’den uzaklaşmaya başlayan İslamcı oyları aldı hem de Türkiye genelinde üçüncü parti olmayı başardı. Kadın hakları ve LGBT+ hakkında düşmanca söylem kuran bir partinin, AKP’nin kaybetmesine ortam hazırlamış bile olsa, başarısının endişe verici bir durum olduğunu dile getiren görüşleri de buraya kaydetmek gerekiyor.
Seçim sonuçlarını, sadece AKP’ye bir uyarı şeklinde okumak doğru olmayacaktır. Çok açık şekilde siyasette bir eksen kayması olduğu söylenebilir. AKP, bugüne kadar girdiği seçimlerde ilk kez ikinci parti konumuna düşerken, CHP de uzun yıllar sonra ilk kez seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Türk- İslamcı müesses nizamın, 2017’de başkanlık sistemine geçtikten sonra net bir hakimiyet kuramadığı, bugüne kadar yapılan seçim sonuçlarıyla ortadayken, artık bu hakimiyeti kaybetmeye başladığı da söylenebilir. Ancak muhalefetin bundan sonraki süreci nasıl yöneteceği ve yükselen muhalefetin etrafında müesses nizamın nasıl şekilleneceği bir soru olarak ortada duruyor.
Seçimlerden sonra AKP’nin izleyeceği yol da bir başka tartışma konusu. AKP’nin, seçimlerin olmayacağı dört yıllık süreci, ekonomide bir toparlanma sağlayarak geçmeye çalışacağı anlaşılıyor. Birkaç yıl içinde, sıkı para politikasıyla ekonominin toparlanması ve kaybedilen seçmenin geri döndürülmesi temel amaçlardan biri gibi görülüyor. Ancak kemer sıkma politikalarıyla iyice uzaklaştırılan, küstürülen seçmen geri kazanılabilir mi? Ayrıca, derin bir yoksulluğa itilmiş kitlelerin bu süreç boyunca nasıl kontrol edileceği de ayrı bir soru. AKP-MHP koalisyonunun yeni anayasa ile daha otoriter bir yapı oluşturabileceği yönünde görüşler olduğu gibi, parlamenter sisteme geçişin olabileceği yönünde görüşler de bulunuyor. AKP içinde yaşanan tartışmalar ve MHP’nin seçim sonrasında yaptığı sert açıklamalar, bu konuda henüz bir anlaşmanın olmadığını gösteriyor. Yine Yargıtay başkanı seçimlerinde AKP ve MHP’nin aday üzerinde anlaşamaması, başkan seçimini bir krize dönüştürmüş durumda. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte AKP ve MHP’nin ortaklığı sürdürüp sürdüremeyeceğini ya da hangi noktada yeni bir uzlaşı sağlayabileceklerini göreceğiz.
EKONOMİ
Önceki dönem değerlendirmemizde “yerel seçimler öncesinde iktidar aleyhine seyreden kamuoyu yoklamalarına karşın, daha önceki seçimlerde alışık olduğumuz popülist ekonomi politikalarının uygulanamadığını” belirtmiştik. Erdoğan seçim öncesi son mitinglerinde bile ekonomik krizi kabul etmesine rağmen asgari ücrete ve emekli maaşlarına ara zam olmayacağını belirtti. Emekli maaşlarına ilişkin daha önce adres gösterilen bir defaya mahsus yapılacak ve 8 bin ila 12 bin lira arasındaki banka promosyonlarına ilişkin olarak gerekli protokoller Sosyal Güvenlik Kurumu ve bankalar arasında imzalandı. Banka promosyonları ödemelerinde eğer önceki yıllarda yapılan promosyon ödemeleri varsa ödemelerden kesildi.
Asgari ücret ve emekli maaşlarına ara zam yapılmaması gelir dağılımındaki adaletsizliği daha da artıracak. İsviçre bankası Credit Suisse ve UBS’nin yayınladığı rapora göre halihazırda “Türkiye’de en zengin %1’lik kesim ülkedeki servetin %40’ını alıyor. Halkın %71’inin serveti ise 10 bin dolardan (yaklaşık 332 bin TL) az. Türkiye’de en zengin %5’lik kesim servetin %59,2’isine sahip. En zengin %10’luk kesim ise servetin %69,8’ine sahip“.
Seçim sonrasında ise Erdoğan’ın popülist politikalara döneceğine dair beklentiler vardı. Ancak gerek Merkez Bankası ve gerekse Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantısından sonra yapılan açıklamalarla mevcut politikalardan sapılmayacağı vurgulandı. MB Başkanı Fatih Karahan, seçim sonrası yaptığı ilk açıklamada “aylık enflasyonun ana eğilimini belirgin ve kalıcı bir şekilde düşürecek sıkı para koşullarını sürdüreceklerini belirtti“. Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantısının ardından yapılan açıklamada, “Kamuda tasarruf tedbirleri ve harcamaların rasyonelleşmesi ile mali disiplini sürdüreceğiz” denildi.
Ancak dövize kaçışı engellemek için uygulamaya sokulan ve bütçe üzerinde ciddi bir risk oluşturan Kur Korumalı Mevduat’ta durum beklendiği gibi değil. Zira KKM hesaplarının tasfiyesine dair bir plan beklenirken yeni bir uzatma geldi. “Resmi Gazete’de, yayımlanan kararla 31 Mart 2024 itibariyle bankalarda altın, dolar, Euro ve İngiliz Sterlini cinsinden döviz hesabı bulunanlar, döviz dönüşümlü kur korumalı mevduat hesabı açabilecek“.
DIŞ POLİTİKA
İsrail’in saldırıları devam ediyor
İsrail’in saldırıları BM Güvenlik Konseyi’nin 24 Mart 2024 tarihli Gazze Şeridi’nde ateşkes çağrısında bulunan karar tasarısına rağmen, devam etti. Altıncı ayını dolduran saldırılarda hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı 32 bini geçti. Gazze’de pek çok bina ve altyapı tesisi kullanılmaz hale gelirken, bölge sakinleri Refah’a doğru göç etmek zorunda kalmaya da devam ediyor. Gazze’de kalanların yaşadığı açlık sorunu derinleşmeye devam ederken, Refah sınırının Mısır tarafında yardım dolu kamyon kuyrukları da uzuyor. Gazze halkı yardımları hala, hava yoluyla atılacak paketlerden bekliyor. Deniz yoluyla Kıbrıs üzerinden açılan yardım koridorundan World Central Kitchen (WCK) ve Open Arms adlı yardım kuruluşlarına ait 3 gemi yola çıktı. Ancak İsrail’in Gazze’de düzenlediği hava saldırısında 7 çalışanını kaybeden WCK’ye ait 240 ton gıda maddesi teslim edilemeden geri döndü. Diğer yandan ABD ile İsrail arasında, İsrail’in olası Refah operasyonunda ısrarcı olması nedeniyle yaşanan ve zaman zaman ufak çaplı krize dönüşen görüş ayrılıklarına rağmen Amerika’nın İsrail’e silah yardımı devam ediyor. Ancak Amerika’nın, yukarıda bahsettiğimiz gibi, BM Güvenlik Konseyi kararını veto etmemesi İsrail Yönetimi’nde hayal kırıklığı yarattı. Tepki olarak Netanyahu, İsrail delegasyonunun Amerika’ya yapacağı planlanmış ziyareti iptal etti.
Amerika ve Avrupa yönetimleri içindeki İsrail’e olan desteğe karşı çatlak sesleri bastırıp , desteği tekrar konsolide etmek isteyen İsrail bölgesel bir savaşa yol açacak kışkırtıcı saldırılara girişmeye başladı. Önce Suriye’de Halep yakınlarına, Hizbullah hedeflerine yapılan saldırıda 52 kişinin öldüğü ve 100’den fazla yaralının olduğu bildirildi. Ardından İran’ın Şam Büyükelçiliği yerleşkesindeki konsolosluk binasına yapılan saldırıda, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nda görevli 2’si general 7 kişinin öldüğü bildirildi. İran saldırıya güçlü bir karşılık vereceğini belirtti. İran’ın bölgesel bir savaş istemediği biliniyor. Ancak yapacağı misillemenin nasıl ve ne zaman olacağı, Amerika ve Rusya gibi aktörlerin tavırları, savaşın bölgeye yayılmasında belirleyici olacak. Rusya İran’ın yanında konumlanırken İran ile önemli ekonomik anlaşmalar imzalayan Çin’in sessizliği ise dikkat çekici. İsrail’in İran’ı da savaşın içine çekmeye yönelik saldırılarıyla, Gazze’de yaptığı kıyımlar bir süre gündemden düşerken, Moskova saldırısıyla tekrar gündeme gelen IŞİD’in bölgede hareketlendiği konuşuluyor.
Öte yandan Gazze’de insanlar İsrail saldırılarının yanında açlıkla da mücadele ederken, Türkiye’nin İsrail ile ticaretinin artarak devam ettiği TÜİK verileriyle ortaya konmasına rağmen iktidar cephesi yapılan haberlerin ve eylemlerin kasıtlı olduğunu belirtip habercileri ve protestocuları hedef göstermeye çalıştı. İktidar cephesi önce ticareti inkâr ederken, sonrasında gönderilen malların aslında Filistin’e giden ürünler olduğunu öne sürdü. Hatta İstanbul valisi protestocuları “beşinci kol” faaliyeti yapmakla, casuslukla suçladı. Yapılan eylemlere sert müdahaleler ve ters kelepçe uygulamaları iktidarı daha da köşeye sıkıştırdı. Sonunda Ticaret Bakanlığı İsrail’le yapılan ticarette 54 ürüne kısıtlama getirildiğini açıkladı. Kısıtlama getirilen ürünlere bakıldığından İsrail’in inşaat sanayisinde Türkiye’den giden ürünlerin çok önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. Uçak benzini ve jet yakıtının da listede olması ayrıca dikkat çekici. Ancak kısıtlamanın sadece 54 ürünü kapsaması, kısıtlama getirilmeyen kalemlere ilişkin soru işaretlerine yol açtı. İktidarın İsrail ile ticarette düştüğü durum bugüne kadar yaptıklarını bir şekilde rasyonalize edip halka yutturma döneminin sonuna gelindiğinin bir işareti olabilir.
Diğer yandan Nikaragua’nın, “Filistin’de soykırımın gerçekleştirilmesine kolaylık sağladığı” gerekçesiyle Almanya aleyhine açtığı dava, Uluslararası Adalet Divanı’nda görülmeye başladı. Dava, Uluslararası Adalet Divanı’nın baktığı, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin İsrail aleyhine açtığı davadan sonra Gazze’deki gelişmelere ilişkin ikinci “soykırım davası”. Nikaragua’ya göre, Almanya, İsrail’e siyasi, mali ve askeri destek sağlayarak İsrail’in işlediği suçlara ortak oluyor. Savunmasında Filistin’e sırtını dönmediğini vurgulayan Almanya Filistinlilerin 1967 sınırları içerisindeki kendi kaderini tayin hakkını desteklediğini ve İsrail’in yasa dışı yerleşim politikalarını kabul etmediği savundu. Savunmaların ardından mahkemenin önümüzdeki gönlerde kararını vermesi bekleniyor.
Ukrayna – Rusya
Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşta bir denge oluşmuş gibi görünüyor. Rusya daha fazla Ukrayna toprağı işgal etmediği gibi, işgal edilen yerlerden de çekilmiyor. Bir yandan müzakere masası da gündeme gelmeye başladı. Nitekim, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg Kiev’in savaşı sona erdirmek için Moskova’yla bir tür uzlaşmaya varmak zorunda kalabileceğini söyledi. Uzlaşma koşullarına Ukrayna’nın karar vereceğini belirten Stoltenberg, Batı’nın rolünün Ukrayna’nın kabul edilebilir bir sonuç üretebilecek müzakere pozisyonuna ulaşmasına yardımcı olmak şeklinde tanımladı. Ukrayna da zaten Rusya’nın 1991 sınırlarına dönmesinin müzakereler için bir ön koşul olmadığını belirtmişti. Öte yandan savaşın yayılma riskini önceki değerlendirmelerimizde de belirtmiştik. Bu dönemde yapılan açıklamalar da bu riskin kaybolmadığını gösteriyor.
Zira Ukrayna Dışişleri Bakanı’nın Batı’nın önümüzdeki aylarda Ukrayna’ya F-16 uçakları tedarik edeceği açıkladı. Ardından Putin Ukrayna dışındaki bir ülkeye daha saldırmayı planladıkları yönündeki iddiayı yalanlarken, Batı’ya F-16’larla ilgili uyarıda bulundu. Putin, F-16’ların üçüncü ülke hava sahaları da dahil, nereden saldırı gelirse, orada hedef alınacağını belirti.
Rusya eski başkanı ve şu anda da Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı olan Dmitriy Medvedev, Moskova’da 22 Mart’ta düzenlenen terör saldırısının gerçek organizatörlerinin Ukrayna olduğunu ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve bazı Batılı ülke liderlerinin, yapılan saldırının suç ortağı ve sponsorları olduğu iddiasında bulundu.
”Ukrayna savaşıyla birlikte askeri harcamalar için bütçeden rekor düzeyde pay ayıran Almanya, şimdi de ordunun yapısını savaşa hazır hale getirme yönünde karar aldı. Federal Savunma Bakanı Boris Pistorius tarafından Berlin’de düzenlenen bir basın toplantısıyla kamuoyunu duyurulan plan “Federal Orduda (Bundeswehr) milat” olarak sunuldu.” Pistorius, ordudaki bu değişikliğin başlıca nedeninin ülkenin ve NATO’nun ihtiyaçları olduğunu vurguladı. Almanya Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı Robert Habeck de yaptığı açıklamada Rusya’ya karşı Almanya’nın kendi güvenliğine daha fazla yatırım yapması gerektiğini dile getirirken, Ukrayna’ya daha fazla askeri teçhizat gönderilmesinden yana olduğunu belirtti.
Polonya Başbakanı Donald Tusk da yaptığı açıklamada Ukrayna’nın savaşı kaybetmesi halinde Avrupa’da kimsenin kendini güvende hissetmeyeceğini belirterek, kıtanın İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana ilk kez “savaş öncesi döneme” girdiğini söyledi.
Öte yandan Rusya Devlet Nükleer Enerji Kuruluşu (Rosatom), Rusya kontrolünde bulunan ve Avrupa’nın en büyük nükleer santrali olan Ukrayna’nın Zaporijya Nükleer Santrali’ne insansız hava araçlarıyla (İHA) yapılan saldırılar neticesinde üç kişinin yaralandığını duyurdu. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) uzmanları saldırının fiziksel etkisini doğruladı. UAEK Başkanı Rafael Grossi, “nükleer güvenlik ilkelerini ihlal eden bu tür pervasız saldırılara son verilmesi” çağrısında bulundu.
Irak ve Türkiye arasındaki yakınlaşma
Önceki dönem değerlendirmemizde Irak ile Türkiye arasındaki yakınlaşmadan bahsetmiştik. Bu dönemde Reuters’e göre, Irak Hükümeti Kerkük-Ceyhan boru hattını onararak Nisan 2024 sonunda Türkiye’ye günde 350 bin varil petrol pompalayacak. Bu hızlı gelişmenin hangi pazarlıklar sonucunda oluştuğunu, Türkiye’nin bunun karşılığında KDP’den yaz aylarında PKK’ye karşı yapmayı planladığı harekata destek isteyip istemediğini önümüzdeki günlerde göreceğiz.