27 Şubat -12 Mart 2021 Tarihleri Arası Gündem Değerlendirmesi
(Bu değerlendirme yazısı Artizan Toplumsal Gündem Çalışma Komisyonu tarafından 27 Şubat – 12 Mart 2021 tarihleri arası haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır)
Muhalefet Demokrasi İttifakı Kurabilir mi?
HDP’nin kapatılması gündemi geçtiğimiz iki hafta içinde yine önemli gündemlerden biri oldu. Bu konuda yasal zemin Meclis’e gönderilen fezlekeler ve Kobane davasının iddianamesi üzerinden sağlanmaya çalışılıyor. MHP lideri Bahçeli’nin göreve davet ettiği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Kobane davası iddianamesini ve HDP’li milletvekilleri hakkında hazırlanan fezlekelerin örneğini Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan incelenmek üzere istedi. İnceleme sonucu “HDP’nin örgüt eylemlerinin odağı” olduğu tespit edilirse, parti hakkında kapatma davası açılması da gündeme gelebilecek. Meclis’te ise AKP’nin “İnsan Hakları Eylem Planı” açıklaması nedeniyle bu haftanın gündemine alınmayan fezlekelerle ilgili sürecin gelecek hafta yapılacak AKP MYK toplantısında ele alınıp daha sonra Meclis gündemine alınması bekleniyor.
AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan “HDP hem siyasi olarak kapandıktan sonra hukuken de kapanacaktır. Biz inşallah milletimiz nezdinde HDP’yi kapatacağız” ifadelerini kullandı. MHP lideri Bahçeli, “Türkiye bir hukuk devletiyse HDP’nin kapatılması acildir, şarttır. Başka bir ad altında tekrardan faaliyette bulunmasına fırsat verilmemelidir” dedi. Kulis haberlerine göre HDP’ye alternatif Kürt oylarını alabilecek bir parti arayışlarının da devam ettiği anlaşılıyor. Bu da ittifak hesaplarında HDP’nin kilit rolünü bir kez daha ortaya koyuyor.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partilerinin kapatılmasını isteyen AKP ve MHP’ye tepki göstererek “HDP eninde sonunda çok geç olmadan bu ülkenin yönetimine ortak olacak. Bunu böyle bilsinler” dedi.
DBP, Devrimci Demokrat Kürt Derneği (DDKD), İnsan ve Özgürlük Partisi (PÎA), HDP, Kürdistan Demokrat Partisi-Bakur (KDP-Bakur), Kürdistan Komünist Partisi (KKP), Partiya Azadî ve Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’nden oluşan Kürdistani İttifak Çalışma Grubu açıklamasında “HDP’li parlamenterlerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına hız verilmesi; partinin eş genel başkanları dahil, merkez, il, ilçe yöneticilerinden binlercesinin tutuklanması, hukukun üstünlüğünün kabaca ayaklar altına alınmasıdır” denildi.
HDP’nin Kapatılması Gündemine Karşı Muhalefetin Hamleleri
HDP’li 56 milletvekili hakkında TBMM Karma Komisyonu’nda bulunan 955 fezlekeye ilişkin değerlendirmesini paylaşan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, “Elbette bu utanmazlığa geçit vermeyeceğiz. Elbette milletimizin hür iradesine saygı duyacağız. Elbette siyasi şovun değil, hakkın ve hakikatin yanında duracağız” dedi. Sabancı Üniversitesi’nden siyaset bilimci Berk Esen, Akşener’in “fezlekelere geçit vermeyeceğiz” çıkışını “Cumhur İttifakı’nı bölecek bir hamle” olarak nitelendirdi. İyi Parti’nin bu hamleleri ile merkez sağa oynayarak bu oylara talip olacak adımlar attığı da söylenebilir.
CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, HDP’nin kapatılmasına ilişkin yürütülen tartışmalara, “Partileri millet açar, millet kapatır” dedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, HDP’nin kapatılması tartışmalarıyla ilgili “İktidar kendisine oy vermeyen bütün Kürtleri cezalandırmak istiyor” dedi.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, hükümetten yapılan HDP’nin kapatılması yönündeki açıklamalara dair “Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siz birini kapatırsınız bir başkası çıkar” diye konuştu. Necmettin Erbakan, ölümünün 10. yılında Saadet Partisi tarafından düzenlenen törenle anıldı. Törene CHP, HDP, Gelecek, DEVA Partisi, Demokrat Parti genel başkanlarının yanı sıra AKP, İYİ Parti ve BBP’den yöneticiler de katıldı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin basın danışmanı Yıldıray Çiçek, Necmettin Erbakan anması nedeniyle Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nu hedef aldı.
Ekrem İmamoğlu, 8 Mart vesilesiyle yayınladığı mesajında İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ı etiketleyerek mesaj vermesine karşın İYİ Parti tarafından beklenenden daha düşük bir tepki geldiği gözlendi. Öte yandan HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üzerine Büyükçekmece’deki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Hatıra Ormanı’nın açılışına katıldı.
HDP’nin kriminalize edilmesi ve kapatılmasına siyasi zemin sağlanması için muhalefet bloku üzerinde oluşturulmak istenen etki ise geçmiş dönemdeki diğer örneklere nazaran bu dönemde gözlenmiyor. Bekir Ağırdır’ın ifadesi ile “HDP üzerinden çatlak yaratma planı çalışmıyor.” Muhalefetin bu geç uyanışının ise sürdürülebilirlik açısından önümüzdeki dönemde çeşitli sınavlardan geçeceğini öngörmek için kâhin olmak gerekmiyor.
Demokrasi İttifakı mı?
Tüm gelişmeler bir arada değerlendirildiğinde, İYİ Parti ve Akşener cephesinin kategorik HDP düşmanlığı konusunda hizalanmamasının, CHP’yi rahatlattığı ve HDP’ye yönelik destekleyici mesajlar vermesini de sağladığını gözlemek mümkün. DEVA Partisi muhalefet bloku içinde bu konuda zaten rahat davranan bir partiyken, Saadet Partisi’nin de kritik hamlelerle HDP’nin kriminalize edilmesine karşı destekleyici manevralar yaptığı söylenebilir.
Son dönemde yapılan açıklamaları ve siyasi manevraları değerlendiren Demirtaş, süreç giderek demokrasi ittifakına evriliyor açıklamasını yaptı. Kılıçdaroğlu ise bu açıklamaya: “Millet İttifakı’nın özü de zaten bu; demokrasi. Bu açıdan bakıldığında doğru bir teşhis. Bu koşullarda, hep birlikte demokrasiyi savunmamız gerekiyor.” İfadeleri ile destek verdi. Demirtaş Medyascope’a verdiği söyleşi de muhalefeti somut adımlar atmama eleştirisi yönetirken, somut eleştiri ve önerilerini Gazete Duvar’a yazdığı köşe yazısı ile kaleme aldı.
Bu noktada HDP içinde yürütülen tartışmaya bakıldığında, muhalefetle kurulan gizli ortaklık ve iktidarın gündemlerine göre siyaset belirleme konusu diğer tartışma başlıklarıydı. Yerine kayyım atanan ve tutuklanan Kars Belediye Eşbaşkanı Ayhan Bilgen “Siyasette iktidara göre pozisyon almak, ister yandaş ister karşıtlık temelli olsun reaksiyonel ve edilgen sonuçlar doğurur.” dedi.
Tüm gelişmeler ve iç tartışmalar bir arada ele alındığında, muhalefetin bir demokrasi cephesi görünümü oluşturmaya çalıştığı söylenebilirse de bu gelişmelerin demokrasi ittifakına yönelik güçlü bir blok oluşturmaktan henüz uzak olduğu söylenebilir. Gelişmelere bakıldığında, şu aşamada olsa olsa parlamenter demokrasiye geçiş için pragmatik bir ittifakın varlığından bahsedilebilir.
Seçim sath-ı mailinde özellikle muhalefet bloku içindeki oy oranlarının kamuoyu yoklamalarına nasıl yansıyacağı merak konusu. Muhalefetin, Cumhur İttifakı’nın HDP üzerinden kurduğu oyun planına ne kadar direnebileceği, HDP’nin de meşrulaştırıldığı bir muhalefet bloğunun oluşup oluşamayacağı, ekonomi, dış politika alanlarındaki sıkışmışlığın bu meseleye yansımaları önümüzdeki dönemin önemli başlıklarından olmaya devam edecek gibi duruyor.
Emine Şenyaşar’ın Adalet Feryadı!
Suruç’ta AKP’li vekil İbrahim Halil Yıldız’ın koruma ve yakınlarının saldırısında eşini ve iki çocuğunu kaybeden Emine Şenyaşar’ın görüşme talebiyle gittiği savcının reddetmesi üzerine adliye önündeki oturma eylemi devam ediyor. Polisin engellemesine rağmen oturma eylemine devam eden Emine Şenyaşar, ağıtlar yakarak yaşanan adaletsizliğe isyan etti.
Emine Şenyaşar’ın bu mücadelesini sürdürürken yalnız kaldığına işaret eden görüntüler ise üzerinde durulması gereken diğer bir husus. Yakın tarihteki en ciddi katliamlardan birisi olan Şenyaşar ailesinden bireylerin öldürülmesi ile sonuçlanan, faillerin cezasızlıkla ödüllendirildiği bu saldırıyla ilgili olarak, siyaset, emniyet/adalet bürokrasisi ve aşiret gibi güçlü yapıların ortaklığı karşısında tek bir insanın feryadından daha güçlü bir ses verilmesi gerektiği açık.
Ne olmuştu?
14 Haziran 2018’de Urfa’nın Suruç ilçesinde, AKP Milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın ‘seçim gezisi’ esnafa saldırıya dönüşmüştü. Yıldız’ın yakınları ile korumalarının işyeri ve akabinde hastanedeki saldırıları neticesinde esnaf Hacı Esvet Şenyaşar, çocukları Adil ve Celal Şenyaşar hayatını kaybetmişti. AKP’li vekilin ağabeyi Mehmet Şah Yıldız da olayda yaşamını yitirmişti. Yaşanan olayın ardından hakkında yakalama kararı bulunan şüpheli Enver Yıldız, saldırıdan 15 ay sonra tutuklanmıştı. Olayda babası ve kardeşlerini kaybeden, kendisi de yaralanan Fadıl Şenyaşar da hala cezaevinde tutuklu bulunuyor. Ayrıca Şenyaşar ailesi bu cezasızlıktan kaynaklı Suruç’taki ev ve dükkanlarını boşaltmak zorunda kalmıştı. Olaydan 18 ay sonra ise sadece işyerinde yaşananlara ilişkin dava açılmıştı. Şenyaşar ailesine dönük saldırının yaşandığı hastane boyutuna yer verilmeyen iddianamede, tutuklu Fadıl Şenyaşar ve yaralı kurtulan Ferit Şenyaşar’ın da aralarında olduğu 13 kişiye, “öldürme, öldürmeye teşebbüs, yaralama, mala zarar verme, ateşli silah bulundurma” gibi suçlamalar yöneltilmişti. İddianame, Urfa 7’nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilirken, dava ‘güvenlik gerekçesi’ ile Malatya’ya nakledilmişti. Yargılamaya 15 Nisan 2020’de başlanırken, 20 Kasım’da yapılan dördüncü duruşmada mütalaasını mahkemeye sunan savcı, tutuklu Fadıl Şenyaşar’a bir kez “kasten öldürme”, sekiz kez “kasten öldürmeye teşebbüs” iddialarıyla 150 yıla kadar hapis cezası istemişti. Enver Yıldız için ise “ağır tahrik ile öldürme” suçundan 12 yıla kadar hapis cezası, diğer sanıkları için ise “basit yaralama”dan ceza istenmişti. Davanın Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan 12 Mart 2021 tarihli altıncı duruşmasında ise Şenyaşar ailesi avukatları, mahkemeden tutuksuz sanıklardan İbrahim Yıldız’ın tape kayıtlarının dosyaya eklenmesi, soruşturmanın genişletilmesi, olaya ilişkin harici bulgu ve delilerin tespit edilmesi, işyeri ve hastane boyutlarıyla ikiye ayrılan soruşturmanın birleştirilmesinin yanı sıra esasa dair ek süre taleplerinde bulunmuştu. Ancak mahkeme, tüm talepleri reddederek bir sonraki duruşmayı 2 Nisan’a ertelemişti.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü
8 Mart Dünya kadınlar Günü bu sene pandemi koşullarında kutlandı, pek çok şehirde düzenlenen eylemlerde kadınlar taleplerini dile getirmek için bir araya geldi. 8 Mart vesilesiyle şirketlerden siyasi partilere pek çok kurum da kadın haklarını savunan açıklamalar yayınladı. 8 Mart’ta kadın emeğini ‘görünür kılmaya çalışan’ Dardanel, kadınlara dik durmalarını söyleyen Vestel gibi şirketlerin reklamları kadın emeği güzellemesi yaparak şirketlerine prestij kazandırmaya, 8 Mart’ı kendileri için ekonomik fırsata çevirmeye çalıştı. Reklamlar üzerinden PR yapan şirketler pandemi koşullarında işçiler için daha da derinleşen işsizlik ve yoksulluk gerçekliğini anlamaktan oldukça uzaklardı. 8 Mart mesajları siyasi partilerin de gündemindeydi. Kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri hız kesmeden devam ederken ve pandemi döneminde eve kapanma şiddeti artırmışken iktidarın mesajları ağırlıklı olarak ailenin güçlendirilmesi üzerineydi. MHP Genel Başkanı Emine Erdoğan ve eşi AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, güçlü kadın, güçlü aile, güçlü toplum mesajı verdiler. AKP Kadın Kolları Başkanı Lütfiye Selva Çam pandemide evde geçirilen vaktin ailenin önemini daha da artırdığını, dünyanın her yerinde aile kavramının yeniden keşfedildiğini ve ailenin odakta olduğu çalışmaları artıracaklarını söyledi. Devlet Bahçeli “Bir kadına el uzatan, dil uzatan kanına ve canına kast eden bir yaratığa tahammülümüz yoktur” konuşmasını yaparken MHPliler sosyal medyada Meral Akşener’i hedef alan Forforlu Meral kampanyasında attıkları twitlerle kadın düşmanlığı yarıştırıyorlardı.
Kadın kurumları 8 Mart mitinglerine hazırlanırken İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu “PKK bir kadın örgütüdür” başlıklı konuşmasını yaptı. Böylece 8 Mart kadın eylemlerinin üzerine terör gölgesi düşürmeye çalıştı. Terör retoriğinin yanına kısa bir süre sonra genel ahlak söylemi de eklendi ve pek çok şehirde 8 Mart eylemleri LGBTİ+’lara yasaklanmak istendi. Örneğin İstanbul Kadıköy’de düzenlenen 8 Mart eyleminde polis, gökkuşağı renkleri bulunan bayrakları alana almak istemedi ve LGBTİ+ kortejinin alana girmesini engellemeye çalıştı. Yürüyüşün ardından da 9 trans kadını taksiden indirip “görevli memura görevi yaptırmamak için direnmek” gibi bir suçlamayla gözaltına aldı. Başka bir keyfi uygulama da 8 Mart gecesi İstanbul’da düzenlenen Feminist Gece Yürüyüşü’nden birkaç gün sonra yaşandı. Yürüyüşe katılan 18 kadın attıkları sloganlar nedeniyle gece yarısı ev baskınlarıyla gözaltına alındı ve Cumhurbaşkanı’na hakaretle suçlandılar. Polis tutanağına göre kadınlar maske taktığı için slogan atanlar tespit edilemedi, ritme eşlik edip zıplayanlar gözaltına alındı. 18 kadın, adli kontrol talebiyle mahkemeye sevk edildi. Kadınlardan 14’ü yurt dışı çıkış yasağıyla, 4’ü ise imza adli kontrolü ve yurt dışı çıkış yasağıyla serbest bırakıldı.
Pandemi Süreci:
Pandemi süreci üzerine görüş bildiren uzmanlar, iki yoldan birinin izlenmesi gerektiğini vurguluyorlar: Birinci yol, 28 günlük tam kapanma, ikinci yol ise aşı tedarik ederek toplumun yüzde seksenini aşılamak. 28 günlük tam kapanmanın ekonomik nedenlerle yapılması imkânsız gibi görünüyor. Ülke ekonomisi öylesine talan edilmiş durumda ki böyle bir kapanmayı finanse edecek kaynaklar ortada yok. Kapanma ve yetersiz kamu desteği nedeniyle halkın önemli bir bölümünün zorda olduğu görülüyor. Dolayısıyla tam kapatma olanaksız görünüyor. İkinci yol olan aşılama ise neredeyse durma noktasında. Aşı tedarik edilemiyor ve bu konuda hiçbir açıklama yapılmıyor. Bütün bu çıkmaz yetmezmiş gibi, vaka sayılarının giderek arttığı bir dönemde, yeni açılma sürecine geçildi. İsteyerek ya da elde olmayan (ekonomik) nedenlerden dolayı sürü bağışıklığı anlayışına geri dönülmüş gibi görünüyor. “Toplumun yüzde seksenini aşılayamıyoruz ancak toplumun yüzde sekseni hastalanırsa sürü bağışıklığı gerçekleşmiş olur” diye düşünüyor olabilirler. Vaka sayıları yirmi binlere doğru ilerlerken ve uzmanlar üçüncü pik geliyor derken bu açılmanın gerçekleşmesinin başka bir açıklaması olamaz.
Bununla birlikte hala rakamlar büyük tutarsızlıklar içeriyor. Uzmanlar vaka sayılarının doğru olmadığını belirtirken, test sayılarındaki düşüşe dikkat çekiyorlar. Pandemi sürecinin, en başından beri iyi yönetilemediği ortada. Ve maalesef bu aşamadan sonra da iyi yönetileceğine ya da olumlu adımlar atılacağına dair en ufak bir işaret bile yok.
Ekonomi Gündemi
Halkbank Davası
Borsa İstanbul genel müdürü Hakan Atilla’nın görevinden istifasıyla, mayıs ayında başlayacak olan Halkbank davası ile ilgili tartışmalar tekrar yoğunlaştı. Hakan Atilla Iran yaptırımlarını deldiği gerekçesiyle ABD’de tutklanmış ve 28 ay cezaevinde kalmıştı. Yurda dönüşünde, eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından havaalanında karşılanmış, birkaç ay sonra da Borsa İstanbul genel müdürlüğüne atanmıştı. Halkbank davasının yeniden görülmeye başlamasından önce Hakan Atilla’nın istifası, bir “jest” olarak yorumlanabilir. Halkbank, yüklü bir tazminat ödemeyi kabul etmek, ki bu yapılan suçlamları kabul etmek anlamına da gelir, ile dünya bankacılık sisteminin dışında kalmak gibi ağır sonuçlarla karşı karşıya kalabilir. Tazminatın milyarlarca dolar olabileceği yorumları arasında davanın, Türkiye ekonomisi üzerindeki olası sonuçları varolan sıkıntıları daha da derinleştireceğe benziyor. Önümüzdeki dönemde, dava süreci dikkatle izlenmeli.
Ekonomik Reform Paketi
Geçen haftanın ekonomi alanındaki diğer bir önemli gündemi, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından 12 Mart 2021 tarihinde, Haliç Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen Ekonomik Reformlar Tanıtım Toplantısı’da duyurulan Ekonomik Reform Paketi’ydi. Erdoğan paketin “Makroekonomik istikrar kapsamında kamu maliyesi enflasyon finansal sektör cari açık istihdam alanlarına odaklandık” kısmını vurguladı. Ancak yapılan değerlendirmeler, paketin, ekonominin içinde bulunduğu krizi aşacak acil önlemler ve somut adımlardan ziyade, daha önceki paketlerde belirtilen temennilerin tekrarı niteliğinde olduğu yönünde. Ekonomik Reform paketine ilişkin Uğur Gürses’in detaylı bir değerlendirmesi ekli linkte bulunabilir. Paket içinde dikkat çeken en somut adım, küçük esnaf ve zanaatkara gelir vergisi muafiyeti getirmesi… Ancak bu adım da, pandemi dolayısıyla zaten kapalı olan ya da pek de gelir elde edememiş kesimlerden alınamayacak olan vergiden vazgeçilmesi, yani devletin esnafa sıcak para desteği vermek yerine alacaklarından vazgeçmesi anlamına geliyor. Bir diğer somut adım da istihdam yaratan işletmelere verilecek düşük faizli krediler, ki bu da bu işletmelerin borçlandırılarak desteklenmesi anlamın geliyor.
İşten çıkarma yasağı ve nakdi ücret desteği 2 ay daha uzatıldı
Koronavirüs salgını dolayısıyla alınan önlemler çerçevesinde Nisan 2020’den bu yana uygulanan nakdi yardım ve işten çıkarma yasağı 2 ay daha uzatıldı. Karar, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk tarafından duyuruldu ve resmi gazetede yayınlandı. Ancak Mart 2021 sonunda bitecek olan kısa dönem çalışma ödeneği için herhangi bir adım henüz atılmadı. Bu ödemeler İşsizlik Sigortası Fonu’nundan yapılıyor. Ancak istihdamdaki düşüş dolayısıyla fon gelirleri azalırken, kısa dönem çalışma ödeneği ve nakdi yardımlar dolayısıyla giderlerde ciddi artışlar oldu. İşsizlik Sigortası Fonu’nun toplam varlığı 9 Mart itibarıyla ise 94 milyar liraya geriledi. Önlem alınmazsa önümüzdeki aylarda kısa dönem çalışma ödeneği ödemelerinde finansman sıkıntısı yaşanabilir.
İstanbul ilçe belediyelerindeki grevler
Geçtiğimiz hafta İstanbul’un Kadıköy ve Maltepe belediyelerinde son yılların en yoğun katılımlı grevleri yaşandı. Gerek grev süreçleri ve gerekse de bu grevlerin sonlandırılma biçimleri yoğun şekilde tartışıldı. Grevler süresince, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi çalışanlarının grev bölgesindeki çöpleri toplayarak grev kırıcılığı yapması, CHP destekçilerinin işçileri suçlayıcı yaklaşımları, grevlerin Genel-İş Sendikası genel merkezi tarafından işçilerin onayını almadan sonlandırılması tartışılan belli başlı konulardı.
Dış Politika:
Mısır’la Yeniden Kurulan İlişkiler
Son zamanlarda Türkiye Doğu Akdeniz’de sıkışmış durumdaydı ve bu nedenle Ortadoğu ülkeleriyle çeşitli açılımlar arıyordu. Geçtiğimiz günlerde önce İsrail’le bazı ilişki kanallarının açmaya çalışıldığı iddiaları gündeme gelmişti. İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz’in, ülkesinin Türkiye ile iş birliğine hazır olduğunu söylemesinin ardından bu kez, İsrail Başbakanı Netanyahu seçim kampanyası çerçevesinde katıldığı kapalı bir oturumda Türkiye ile normalleşme sürecine ilişkin sorulan bir soru üzerine ” Evet Türkiye ile de görüşüyoruz, bu iyi bir gelişmedir” diyerek bu iddiaları doğrulamış oldu.
Asıl önemli gelişme ise önceki hafta Türkiye-Mısır ilişkilerindeki yeni yönelimler oldu. Mısır, 18 Şubat’ta Doğu Akdeniz’de hidrokarbon çalışmaları için çıktığı ihalenin 18. sahasında Türkiye’nin kıta sahanlığını gözeterek bir sınır çizmişti. Bu, Ankara’da memnuniyetle karşılandı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Mısır’la deniz yetki alanlarını müzakere ederek bir anlaşma imzalayabiliriz” derken Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da “Bu, çok önemli bir gelişme, bunun devam etmesini bekliyoruz” ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da konuyu, “İki ülkenin birbirleriyle konuşması, ikili ve bölgesel ilişkilerimizi geliştirebilir” sözleriyle değerlendirdi.
Bu açıklamalar Yunanistan’ı harekete geçirdi. Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’yi telefonla aradı. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın Pazartesi günü (8 Mart) Kahire’ye giderek Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri ile “iki ülke arasındaki enerji işbirliği ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri görüşeceği” açıklandı. 9 Mart’ta Yunanistan ile Mısır arasındaki görüşmeler sonrası Mısır’ın 18 Şubat’ta ilan ettiği yol haritasını değiştirdiği haberleri çıktı. Bu gelişmeler Doğu Akdeniz’de Mısır-Yunanistan anlaşmasının Türkiye’nin Libya anlaşmasını boşa çıkardığı; Kahire’nin Türk kıta sahanlığına saygılı olduğu saptamalarının ‘şaşırtıcı’ olduğu ve Ankara’nın karşıt ittifak tesisine yol açtığı yönünde yorumlar yapıldı. Öte yandan Suudi gazetesi Şarkul Avsat’a açıklama yapan Mısırlı diplomatik kaynaklar da şunları söyledi: “Yakın zamanda Türkiye ile deniz yetki alanı sınırını belirlemek üzere müzakere yapma niyetimiz yok. Mısır’ın Akdeniz’de uluslararası deniz sınırlarına saygısı yeni bir şey değildir. Türkiye’nin Ortadoğu ile ilgili ‘müzakereye yakın olunduğu’ iddiası doğru değildir.” Çavuşoğlu ise Mısır’la diplomatik görüşmelerin devam ettiğini açıkladı.
Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de bu kadar etkili olabilmesinin nedeninin Yunanistan ile ABD arasındaki ilişkilerin son dönemde geldiği noktayla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. ABD’nin Yunanistan ile yoğunlaşan siyasal ve askerî ilişkilerinin, yakın zamanda Dedeağaç civarındaki askerî yığınak ve tatbikat ile daha da derinleştiği görülüyor. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de askerî güç kullanması, Libya’daki savaşa müdahil olması, Yunan devletinin kendi kamuoyunda zaten yıllardır var olan “yayılmacı Türkiye” imajını daha da güçlendirmesine yaradı. Bu algılamanın ABD’nin hem Yunan kamuoyundaki imajını dönüştürmeye hem de işbirliğini güçlendirmeye yardımcı olduğu ve ABD’nin, Türkiye-Yunanistan rekabetinden faydalanarak Yunanistan’da etkinlik kazandığı söylenebilir. Bunun da Yunanistan-Güney Kıbrıs-İsrail ile Yunanistan-Güney Kıbrıs-Mısır üçlü iş birliklerinin oluşmasına zemin sağladığı görülüyor.
Mısır açılımının nasıl bir noktaya evrileceği henüz belirsiz, net ve somut bir sonuca varmış değil. Ancak, Müslüman Kardeşler çizgisi üzerinden yürütülen Ortadoğu politikasının tıkanma eğilimine girdiğini söyleyebiliriz. Zaten hem İsrail hem de Mısır bunu net bir şekilde dile getiriyorlar. Türkiye’nin bugüne kadar sürdürdüğü politikalarla ilişkilerini yeniden üretmesi zor görünüyor. Türkiye’nin hem Rusya ile ilişkilerini hem de Kürt meselesine bakışını değiştirmesi gerekiyor. Zira Biden sonrası Ortadoğu politikalarında ABD tekrar hem diplomasi hem saha operasyonlarıyla daha aktif ve “oyun kurucu” politika izleyeceğinin işaretlerini veriyor. Örneğin ABD birleşik Kıbrıs mesajı veriyor. Tüm bunlar, Trump döneminde manevra alanı bulan Türkiye’yi sıkıştıracak bir ortam hazırlıyor. Türkiye’nin ABD ve Batı’ya yönelik olarak bizi destekleyin, Suriye’yi biz temizleyelim, mültecilerin de Avrupa’ya geçmesine izin vermeyelim, ama siz de Kürtleri desteklemekten vazgeçin söyleminin de sürdürülemeyeceği görülüyor.
Batı – Türkiye
ABD’de başlayan yeni dönemle birlikte AB ilişkileri de yeniden şekilleniyor. Batı yeniden bir blok olarak hareket etme eğilimine girmiş görünüyor. Örneğin Türkiye’ye yaptırım kararları için AB, ABD’yi bekleme eğiliminde. Yine İran’a (dolaylı olarak Rusya’ya) karşı izlenecek politikalarda da ABD – AB birbirini kolluyor görünüyor. Bu durumun Türkiye’nin işini daha da zorlaştıracağı düşünülebilir. Zira hem ABD hem AB, demokratikleşme konusunda Türkiye’ye mesajlar vermeye devam ediyor. Ancak henüz ciddi yaptırımların devreye alınmadığı görülüyor.
Mart ayı başında Uluslararası faaliyet gösteren üç insan hakları kuruluşu (İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Hukukçular Komisyonu ve Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek Projesinin (TLSP)), Osman Kavala’nın serbest bırakılması yönündeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararına uymayan Türkiye’ye karşı Avrupa Konseyi’ni harekete geçmeye çağırdı.
4 Mart’ta Almanya Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’ye iş insanı Osman Kavala ile HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması çağrısında bulundu. 10 Mart’ta Türk Hükümeti’nin insan hakları tutumunun “pervasız hale geldiğine” işaret eden Uluslararası Af Örgütü, Avrupa Konseyi’ne “siyasi zulüme karşı kararlılık sergileyin, ihlal prosedürünü başlatın” çağrısı yaptı. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kavala davasına uyum durumunu 9-11 Mart tarihlerindeki oturumda dördüncü kez ele aldı. Tüm bu kamuoyu baskısına karşın Bakanlar Komitesi’nden sadece bir uyarı geldi. Komite, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasını istedi. Bakanlar Komitesi, Kavala ve Demirtaş dosyalarını Haziran 2021’deki oturumda yeniden gündemine alacak.
ABD tarafında da benzer çıkışların devam ettiği görülüyor.
Önceki dönem S400’ler konusunda Savunma Bakanı Hulusi Akar tarafından dile getirilen Girit Modeli” çözümü ABD’den olumlu karşılanmayınca Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın tekrar bir önceki pozisyona geri dönüşü ifade eden açıklamalarda bulundu: “Biz Türkiye olarak S-400’lerden geri adım atmayız. Kararlılığımız devam ediyor. S-400’ler F-35’lere tehdit teşkil etmez. Bu tartışmaların teknik değil siyasi bir tartışma olduğunu görüyoruz. Türkiye olarak biz de diyoruz ki “Gelin siyasi olarak çözelim”. CAATSA yaptırımları anlamsız ve işlevsizdir. Bu tehdit dilleri bizi etkilemez.” Bu açıklama, Türkiye – ABD ilişiklerinin merkezinde bir süre daha S400 meselesinin ve Suriye konusunun yer alacağını gösteriyor. S400 konusundaki gerilime karşın, ABD Türkiye ile bağlarını vurgulamayı da ihmal etmiyor: ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, bu ay başında “Türkiye ile ortak çıkarlarımız var. Türkiye ile özellikle Suriye bağlamında ortak çıkarlarımız var. Türkiye ile Suriye’deki ortak çıkarlarımızı gerçekleştirebilmek amacıyla yapıcı bir şekilde çalışmaya devam edeceğiz” değerlendirmesini yaptı.
ABD’den Ankara ile KKTC’nin Kıbrıs’ta iki devletli çözüm çağrısı yaptığı bir dönemde, ABD ‘birleşik Kıbrıs’ açıklaması gelmesi ise çok tartışılmasa ve fazla gündemde kalmasa da not edilmesi gereken önemli bir gelişmeydi.
Hem ABD hem AB şu aşamada Türkiye’ye uyarı niteliğinde mesajlar vermeye devam ediyor. Bu ay içindeki görüşmelerde AB’nin Türkiye’ye yönelik daha önce ertelediği (Doğu Akdeniz meselesini de kapsayan) yaptırım uygulamalarını gündeme getirecek mi yoksa bir kez daha uyarı ve sert mesajlarla yetinip krizi biraz daha erteleyecek mi? ABD S-400’ler konusundaki ısrarını sürdürecek mi yoksa Türkiye’nin önerdiği ara çözümleri kabul edecek mi? Önümüzdeki dönemde bu konulardaki yaklaşımların Türkiye – Batı ilişkilerini şekillendireceğini söyleyebiliriz. Her durumda AB ile ABD’nin birbirine daha yakın bir Türkiye politikası uygulayacağı belirginleşmiş durumda.