Bu değerlendirme 28 Eylül-11 Ekim tarihli haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır.
İÇ POLİTİKA
“Sansür Yasası”
Bir süredir kamuoyunun gündeminde olan, Basın Kanunu’nda çeşitli değişiklikler öngören düzenlemeler, 7418 nolu “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” adlı torba yasa halinde 13 Ekim’de Meclis’te kabul edildi. İktidar bu düzenlemeyi “dezenformasyonla mücadele yasası” olarak takdim ederken aynı düzenleme muhalefet partileri ve kamuoyu tarafından “sansür yasası” olarak adlandırıldı. Yasa 90 CHP’li milletvekilinin katılmadığı oylamada AKP ve MHP’nin oylarıyla, toplam 70 oy farkıyla geçirildi. Başta CHP olmak üzere muhalefet partileri, konuyu kamuoyu gündemine yeterli bir şekilde taşımadıkları ve mecliste direnç göstermedikleri için eleştirildiler. Bazı CHP’lilerin buna yanıtı, meclis aritmetiğinde karşılıklı bir oyun oynandığı ve tüm CHP milletvekillerinin oylamaya katılmaları halinde dahi AKP ve MHP’nin de yüksek katılımıyla bu yasanın geçirileceği şeklinde oldu. CHP, muhalif kamuoyunun beklentilerini, yasanın 29. maddesini Anayasa Mahkemesi’ne taşıyarak ve iktidara gelmesi halinde bu yasayı derhal lağvedeceği sözü vererek karşılamaya çalıştı.
Yasanın en çok dikkat çeken ve AYM’ye taşınan 29. maddesi Türk Ceza Kanunu’nun 217. maddesine “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” adında bir suç tanımı getirerek şu cezaları öngörüyor:
“Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.”
“Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”
CHP milletvekili Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu yasanın, Anayasa’nın birçok maddesine aykırılık taşıdığını ifade etti. Kaboğlu, kanunun belirsiz ve öngörülemez kapsamlı 29. maddesinin, düşünce ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğünü ölçüsüz şekilde sınırlandırması, hakkın özüne dokunması ve anayasal nedensellik gerekliliğini karşılamaması bakımından Anayasa’nın 2., 13., 25., 26. ve 28. maddelerine aykırı olduğunu belirtti.
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) İstanbul Şube Başkanı Banu Tuna yasa teklifinin sadece basını ve gazetecileri değil, sosyal medya şirketleri, sosyal medya kullanıcıları ve sivil toplum kuruluşları için de büyük riskler barındırdığını söyledi. Banu Tuna’ya göre ilgili yasal düzenlemeyle birlikte devlet tarafından açıklanan bilgilere aykırı iddialarda bulunan herkes hakkında cezai işlem yapılabilecek.
Ayrıca “sansür yasasının”, yaklaşan seçimler öncesi Sedat Peker’in ifşalarının yayılmasını önlemeye dönük bir girişim olduğu da iddia ediliyor.
Mersin’de polis evine saldırı sonrası gelişmeler
26 Eylül günü Mersin’de polis evine yapılan silahlı saldırıda bir polis hayatını kaybetmiş, bir polis ve üç sivilin yaralanmıştı. Saldırıyı gerçekleştiren iki kadın militan ise olaydan hemen sonra üzerlerindeki bombaları patlatarak intihar etmişlerdi. Olayın ardından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, saldırganlardan birinin CHP’nin tutuklu gazeteciler raporunda ismi bulunan Dilşah Ercan olduğunu açıklayarak CHP’yi hedef aldı. Saldırı HDP yöneticileri ve Selahattin Demirtaş tarafından kınandı. 29 Eylül günü HPG bu saldırıyı üstlenirken fedai eylemini gerçekleştiren iki kadın militanın isimlerini açıkladı ve Dilşah Ercan’ın aralarında olmadığını bildirdi. Kılıçdaroğlu iki kadın militanın DNA inceleme sonuçlarına ulaşarak Süleyman Soylu’yu CHP’yi hedef almak üzere bilerek yalan söylemekle suçladı.
Eylemi HPG’nin üstlenmesinin ardından Demirtaş “mahallenin delisi deseler de vazgeçmeyeceğini”, demokratik siyasette ilkesel olarak ısrar edeceğini açıklarken HDP’den bu konuda bir açıklama gelmedi. PKK yöneticilerinin üstü kapalı bir şekilde Demirtaş’ı ve HDP içerisinde Demirtaş’ı destekleyenleri hedef alan açıklamaları Cemal Bayık’ın beyanıyla devam etti. Bayık Mersin saldırısını eleştirenleri “imansızlıkla” itham etti. Böylece belki de ilk defa, Kürt Özgürlük Hareketi’nin liderleri kamuoyu önünde açık bir çatışmaya girmiş oldular. Polemik sonrasında Demirtaş ve HDP yöneticileri arasındaki ilişkiler bir kez daha sorgulanır hale geldi. HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar “Demirtaş’la aramızdaki temel ayrılık cezaevi duvarlarıdır” şeklinde politik bir açıklamada bulundu.
Mersin saldırısı ve sonrasında Kürt siyasi liderleri arasında kamuoyu önünde seyreden gerilim çeşitli yorumlara neden oldu. Genel seçimlere doğru giden yolda ülkenin şiddet eylemleriyle karışmasından ve AKP hükümetinin bundan fırsat çıkarmasından endişe duyan kesimler AKP, Türk Derin Devleti ve PKK arasında savaşın devamı üzerine gizli bir anlaşmanın, yönlendirmenin varlığından kuşku duydular. Bu endişeye sol-liberal kamuoyunun Demirtaş’ın demokratik siyaset ve barış konusundaki ısrarına verdiği destek eşlik etti. Mersin saldırısı Kürt hareketinde silahlı kanadının seçimler öncesinde dizginleri ele alma girişimi olarak da yorumlandı.
Mersin fedai eylemi sonrasında Demirtaş’ın sözcülüğünü yaptığı demokratik siyaset ve silahlı mücadele kanadı arasındaki kısır ve hakaretamiz polemiğin esas nedeni olarak hem sivil hem de silahlı mücadelenin krizine işaret etmek doğru olacaktır. Bu krizin yapısal nedenlerini tartışmak önem kazanıyor.
Alevi diyaneti
7 Ekim günü Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şahkulu Dergahı ve Cemevi’nde düzenlenen Cemevleri “Temel Atma ve Toplu Açılış Töreni”nde, “Kültür ve Turizm Bakanlığımız bünyesinde Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, Cemevlerinin tamamının yönetimini yürütecek” dedi. Alevi dernek ve federasyonları ise bu girişimi “devletin Alevilerini” yaratmaya dönük bir hamle olarak değerlendirerek tepkiyle karşıladılar. Alevi Bektaşi Federasyonu, Pir sultan Abdal Kültür Derneği, Demokratik Alevi Dernekleri yöneticileri açıklamalarında bunun Alevi diyaneti yaratmaya dönük bir girişim olduğunu, dernekler ve Cemevlerini iktidar denetimi altına alma amacı güttüğünü ve ayrıca, Alevi inancına da aykırı olduğunu belirttiler.
Kılıçdaroğlu’nun “Başörtüsü Yasası” teklifi
Kılıçdaroğlu “helalleşme” projesinin bir parçası olarak ve CHP’den tedirgin olan mütedeyyin kesimleri tatmin etmek üzere Meclis’e bir yasa teklifi getireceklerini söyledi. CHP ve Kılıçdaroğlu’nun yasa teklifi üç maddeden oluşuyordu:
- Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile üst kuruluşlarına bağlı olarak bir mesleği icra eden kadınlar, yürüttükleri mesleğin icrası kapsamında giyilmesi gerekli cübbe, önlük, üniforma vb. dışında kıyafet giymek ya da giymemek gibi temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek biçimde herhangi bir zorlamaya tabi tutulamaz.
- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
- Bu Kanun hükümlerini Cumhurbaşkanı yürütür.
Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışı kendi partisi ve Altılı Masa üyesi partiler tarafından olumlu karşılanırken İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener “kapanan yaralarla uğraşılmasını doğru bulmadığını” ifade etti. CHP’nin yasa teklifini meclise getirmeye çalıştığı günlerde Erdoğan el yükselterek bu güvenceyi yasayla değil Anayasa değişikliğiyle tesis edeceklerini duyurdu. Bazı hukukçular ise kılık kıyafet özgürlüğünün sağlanabilmesi için yasal veya Anayasal bir düzenlemeye ihtiyaç olmadığını belirttiler. CHP içinde ve dışındaki liberal kesimler de CHP’nin bu girişimini olumlu karşıladılar.
Kılıçdaroğlu’nun Amerika Birleşik Devletleri seyahati
9-13 Ekim tarihleri arasında ABD’ye gideceğini açıklayan Kılıçdaroğlu bu seyahati birilerinden icazet almak için değil, bilim ve teknoloji geliştirenlerle, sosyal devleti savunanlarla bir arada olmak için yapacağını söylemişti. Kılıçdaroğlu ve ABD’li sol siyasetçi Bernie Sanders arasında bir görüşme olacağı da basına duyurulmuştu. Kılıçdaroğlu’nun dört günlük ziyareti esnasında ABD’deki önde gelen Türkiyeli bilim insanlarıyla yaptığı görüşmeler basında yer alırken, herhangi bir üst düzey siyasi görüşme basına yansımadı. Sanders’la bir görüşme olmadı. Türkiye’deki iktidar çevreleri Kılıçdaroğlu’nun ABD programının sekiz saatlik bir karanlık boşluk içerdiğini iddia ederek Gülen cemaatiyle görüşmüş olabileceğini ima ettiler. Özetle, basında gündem işgal eden bu seyahatin nasıl bir siyasi önem taşıdığı kamuoyu tarafından anlaşılamadı.
EKONOMİ
Geride bıraktığımız iki haftada ekonomide birçok gelişme yaşandı, fakat kısaca özetlersek bu cephede yeni bir şey yok. Artık “bıçak kemiği aştı” dedirten yoksulluk haberlerini aşırı enflasyon, aşırı dış ticaret açığı, aşırı yolsuzluk haberleri takip etti.
Dış ticarette açık geçen yıla göre %160 artarak 11,2 milyar dolara ulaştı. Eylül ayı itibarı ile yıllık enflasyon % 186,27’ye yükseldi. Türkiye’nin Rusya’dan doğal gaz ödemelerini ertelemesini istediği iddialarını bazı kesimler onur kırıcı bulurken, bazıları ise gelişmeyi seçime kaynak yaratma çabalarından biri olarak yorumladı.
Bütün bu sarsıcı rakamlarla dolu, lakin alışageldik haberlerin içinde Bakan Nebati’nin “epistemolojik kopuş” konuşmasının farklı bir renk kattığını itiraf etmek şart. Konuşma çok anlaşılamadığı için ekonomi bağlamında bir etki yaratmadı. Ama geniş kitleleri oldukça eğlendirdiği bir gerçek.
DIŞ POLİTİKA
İran’da direniş
İran’da Masha Amini’nin katledilişi sonrası başlayan isyan hem coğrafya hem katılım açısından genişleyerek sürüyor. Son dönem için iki yeni noktayı vurgulamak önemli. Birincisi grevler ve direnişe işçi sınıfının da katılmaya başlamasıyla mücadelenin kritik bir aşamaya yükseldiği iddiaları heyecanla takip edilmeyi hak ediyor. İkincisi eylemler uzadıkça iktidar içi çatışma ve gerilimlerin arttığı, rejimin müdahale ve çözüm başlıklarında birbiriyle uzlaşmaz iç tartışmalar yaşadığı ifade ediliyor. Son olarak saç kesme eylemleri ile Türkiye’den ve tüm dünyadan İran kadınlarına gelen destekleri not etmek oldukça önemli.
İran’ın Kürt bölgelerine saldırıları ve Suriye
İran’da başlayan gösterilerin en yoğun olduğu bölgelerden biri İran Kürdistanı. İran devleti, gösterilerin başlamasından kısa bir süre sonra Irak Kürdistan’ında bulunan İKDP ve Komala’nın kamplarını bombaladı. Yine özellikle İran’ın Kürt bölgelerindeki gösterilere çok şiddetli saldırıldığı ve ölümlerin olduğu biliniyor. Öyle görünüyor ki İran devleti, bu isyanın büyük bir Kürt ayaklanmasına dönmesinden endişe duyuyor.
Şengal konusunda PKK ile ortak hareket ettiği görülen Haşti Şabi’nin Irak kolu, Afrin yakınlarındaki bazı köyleri ele geçirdi. HTŞ’nin de Afrin’e doğru hareketlendiği düşünülecek olursa, bölgede gerilimin yükseldiği rahatlıkla söylenebilir. Türkiye ve İran bir çatışmayı göze alamamakla beraber, İran ve Türkiye destekli grupların bölgede çatışma noktasına geldiği görülüyor.
Ukrayna’da savaş tekrar tırmanıyor
Rusya-Ukrayna savaşında son dönemde iki kritik olay yaşandı: Kuzey Akım’daki sabotaj ve Kırım ile anakarayı bağlayan köprüye yapılan bombalı saldırı. Bu olayların failleri alenen ortaya çıkmasa da iki gelişmenin de Rusya’yı ekonomik ve askeri olarak zora sokmayı denediği, böyle bakınca failleri tahmin etmenin çok zor olmadığı söylenebilir. Özellikle köprü saldırısının Rusya içi iktidar bloku ve toplumsal alandaki dengeleri Putin aleyhine değiştirmeyi amaçladığı iddia edildi. Rusya’yı nükleer silah kullanarak insanlık suçu işlemeye zorladıkları yönünde çeşitli yorumlar da yapılıyor.
Polonya ise ABD’ye nükleer silahlara ev sahipliği yapma önerisinde bulundu. Bu gerçekleşirse bölge ve çevresindeki tırmanış yeni bir evreye girmiş olacak.
Brezilya seçimleri
Brezilya seçimlerini Lula’nın ilk turda ezici çoğunlukla kazanması bekleniyordu. Beklenen olmadı. Lula ilk turu önde kapattı, fakat Bolsonaro ile oy farkı beklenenin oldukça altında kaldı. Seçim sonuçları Ekim sonunda yapılacak ikinci turun ardından kesinleşecek. Lula’nın önceki iktidarında alt sınıflar lehine gelir dağılımını değiştirmeye çalışan politikaları orta ve üst sınıfların tepkisini toplamıştı. Bu tepkilerin de bir sonucu olarak komplo ile tutuklanmış ve iktidardan uzaklaştırılmıştı. Lula seçimlere girerken temelde neoliberal bir politikacı olan Geraldo Alckmin’i başkan yardımcısı olarak ekibine kattı. Bu adım radikal sınıfsal restorasyondan çok “Bolsonaro’nın tahribatlarına son” tercihinin göstergesi olarak yorumlandı. Fakat Lula seçilse bile, Amazon Ormanları başta olmak üzere ekolojik ve toplumsal cinsiyet alanında yaşanan aşırı yıkımları düzeltme hedeflerine ulaşılması bir hayli güç görünüyor. Çünkü 27 sandalyeli Senato’nun 19’unu Bolsonaro yanlıları kazandı. Bu haliyle ilgili hedefleri yasalaştırmak çok olası değil. Ayrıca Bolsonaro seçimleri kaybetse bile askerlerin desteğini de alarak iktidarı terk etmeyeceği iddiaları Brezilya’da yüksek sesle telaffuz ediliyor.