Bu yazı 31 Temmuz – 13 Ağustos 2024 tarihli haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır.
İÇ POLİTİKA
Anayasa Mahkemesi’nin Yeni Kararları
AYM’nin, Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi kararının yok hükmünde olduğu ve vekilliğinin devam ettiği yolunda verdiği karar Resmî Gazete’de yayınlandı. Kararın, meclis tatile girdikten hemen sonra yayınlanması dikkat çekti. Bu durum üzerine, muhalefet milletvekillerinin büyük kısmının imzasıyla, meclis olağanüstü toplantıya çağrıldı. Muhalefet partilerinin isteği, AYM’nin kararının mecliste okutulması ve Can Atalay’ın derhal serbest bırakılarak vekilliğe başlaması. Ancak hükümet çevrelerinden yapılan açıklamalar bunun gerçekleşme ihtimalinin düşük olduğunu gösteriyor. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum yaptığı açıklamada, milletvekilliğinin düşmesinin AYM’nin denetimi dışında bir konu olduğunu belirterek, AYM’nin kararına uymayacaklarını açıkça dile getirdi. MHP ise meclisin olağanüstü toplantısına katılmayacağını açıkladı. Dolayısıyla AYM’nin kararının mecliste okutulmasının ve Can Atalay’ın serbest kalmasının pek mümkün olmadığı görülüyor.
AYM’nin, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın bazı yetkilerini iptal ettiği kararının resmî sitesinde yayınlaması üzerine yeni tartışmalar yaşandı. AYM, kararı yayınladıktan kısa bir süre sonra sitesinden kaldırdı. Bir süre sonra AYM’nin sitesi kapandı ve ulaşılamaz hale geldi. Bu durum, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) AYM’yi kapadı şeklinde yorumlandı. AYM, yaptığı açıklamada, sitenin onarım nedeniyle kapatıldığını açıkladı. İletişim Başkanlığı ise, kendilerinin veya BTK’nın sitenin kapanması ile ilgili bir girişimlerinin olmadığını belirterek, AYM’nin bazı yetkilerinin iptal edilmesi ile ilgili kararını “hiçbir sonuç doğurmamaktadır” şeklinde yorumladı. Bu sırada BTK, CB İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un Hamas Lideri İsmail Haniye’nin öldürülmesi üzerine yayınladığı taziye mesajının Instagram tarafından kaldırılması üzerine, Instagram’a erişim engeli getirdi. Bu uygulama da yine hiçbir yasal prosedür işletilmeden keyfi olarak gerçekleştirildi.
Benzer bir keyfiliğin yargıda da devam ettiğini söylemek yanlış olmaz. Türkiye’de yargı, siyasi otoritenin sopasına dönüşmüş durumda. Kararlarını yasalara göre değil, siyasi otoritenin emirleri doğrultusunda almakta. Dilruba Y. isimli bir yurttaşın, sokak röportajı sırasında söyledikleri nedeniyle tutuklanması, bu durumu bir kez daha ortaya serdi. Dilruba Y. Cumhurbaşkanı’na hakaret ve halkı kin ve nefrete teşvik suçlamasıyla, hiçbir yasal gerekçe gösterilmeden tutuklandı. Hukukçuların ortak görüşü, bu suçlamaların asla bir tutuklama gerekçesi olamayacağı yönünde. Hâkimin tutuklama kararında herhangi bir yasal gerekçe gösterememesi de bu durumu açıkça ortaya koyuyor. Öyle anlaşılıyor ki iktidar, halkın tepkilerini bu şekilde baskı altında tutma niyetinde. Dilara Y.’nin tutuklanması, topluma verilmiş bir mesaj olarak görülebilir.
Bu gelişmelerden sonra şunu söylemek abartılı olmayacaktır kanısındayız; Türkiye’de Anayasa askıya alınmış, AYM ve parlamento tamamen işlevsizleştirilmiştir. AYM’nin, anayasayı açıkça ihlal etmesi nedeniyle iptal ettiği kanun hükmündeki kararnameler uygulanmaya devam etmektedir. AYM’nin aldığı kararların hiçbiri dikkate alınmamaktadır. Örneğin, Cumhurbaşkanı’nın, üniversitelere istediği gibi rektör ataması konusundaki kararname iptal edilmiş olmasına rağmen, bu uygulama devam etmektedir. Anayasa’nın askıya alındığı, AYM’nin fiilen kapatıldığı, parlamentonun hiçbir işlevinin kalmadığı yeni bir döneme girmiş bulunmaktayız. AKP ve MHP, bu durumu, yeni bir Anayasa hazırlayarak aşma ve fiilen kurdukları “kararname devleti sistemini” yasallaştırma amacını taşıyor. Önümüzdeki süreçte yeni anayasa tartışmalarının gündeme taşınacağını öngörmek mümkün. Türkiye’nin hali hazırda içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik kriz ortamı, iktidarı daha otoriter ve baskıcı bir tercihe yöneltmiş gibi görünüyor.
Kürtçeye Dönük Yasaklar Devam Ederken
Geçtiğimiz haftalarda Kürtçe kullanımına dönük yasaklama uygulamalarına tanık olmuştuk. Kürt illerinde, yollara yazılan Kürtçe uyarı yazıları İçişleri Bakanlığı’nın emirleriyle sildirilmiş, Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çekenlere dönük tutuklama kararları çıkmıştı. Bu iki haftalık dönemde de benzer uygulamalar devam etti. Bazı illerde, düğünlere polis ekipleri gönderilerek, Kürtçe şarkıların çalınması engellenmeye çalışıldı ve tutuklamalar oldu. Yine bazı cezaevlerinde Kürtçe kullanımının yasaklandığı, tutukluların aileleriyle Kürtçe konuşmasının yasaklandığı haberleri geldi. Bunun yanında bazı işyerlerinde, çalışanların kendi aralarında Kürtçe konuşmalarının yasaklandığı yönünde haberler çıktı. Kürtçenin kamusal alanda kullanımına dair getirilen bu yasaklarla, Türkiye’nin 1980’li yıllardaki uygulamalara geri döndüğü yorumları yapıldı. Ancak durumu sadece iç politika çerçevesinde okumak yeterli olmayabilir. Türkiye son aylarda, Irak Kürdistanı’nda büyük bir operasyona başlamış durumda. Türkiye’nin, Kürt siyasi hareketine karşı yeni bir sürece adım attığı hem Irak hem Suriye hem de Türkiye’de Kürt siyasi hareketini etkisizleştirmeye çalıştığı görüşleri de dile getiriliyor.
Tuğrul Türkeş’in Hapishane Ziyaretleri
Tuğrul Türkeş’in Osman Kavala ve Gezi Davası tutuklularıyla görüşme isteğini Adalet Bakanlığı’na bildirmesi ve Bakanlığın cevap vermemesi bir tartışmaya yol açmıştı. Sonuçta Bakanlık bu izni verdi ve Tuğrul Türkeş, Osman Kavala ve Gezi Davası tutuklularıyla görüşmelerini gerçekleştirdi. Ancak görüşmelerden sonra kamuoyunu bilgilendirici açıklamalar yapılmadı. Tuğrul Türkeş, “Hepsinin moralleri yüksek, hiçbirini çökmüş görmedim. Konularına hakimler ve gelişmeleri takip ediyorlar” şeklinde bir açıklama yaparken, Tayfun Kahraman, Türkeş’e teşekkür ederek verimli bir görüşme olduğunu söyledi. Konu kamuoyunda ciddi bir tartışma ortamı yaratmadan sönümlendi. Öyle anlaşılıyor ki, AKP içindeki “yumuşama ve normalleşme” taraftarı grup geri çekilmiş ya da en azından şimdilik etkisizleşmiş durumda. Hem bu görüşmenin hızla gündemden düşürülmesi hem de Can Atalay konusunda takınılan tavır, MHP’nin sertleşme çizgisinin hâkim tercih haline geldiğini gösteriyor.
DIŞ POLİTİKA
Ortadoğu’da Gerilim Büyüyor
Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’nin Tahran’da uğradığı saldırı sonrası ölümü, Ortadoğu’da gerilimi bir kez daha yükseltti. Başkentinde konuk ettiği Haniye’yi koruyamayan İran Devleti’nin büyük bir prestij kaybına uğradığı, bunun karşılığında ise Netanyahu’nun ve İsrail’in, 7 Ekim saldırılarından sonra kaybettikleri prestiji yeniden kazandığı konuşuluyor. Saldırının nasıl gerçekleştiği ise belirsizliğini koruyor. Haniye’nin kaldığı odaya çok önceden konulmuş bir bombayla öldürüldüğü söylendiği gibi, yakından ateşlenen bir füzeyle öldürüldüğü de dile getirilen iddialar arasında. İran devleti, Haniye’nin odasının dışından atılan kısa menzilli mühimmatla öldürüldüğü şeklinde bir açıklamayla yetindi. Böyle bir eylemin içeriden bir istihbarat olmadan gerçekleşemeyeceği yolunda görüşler de mevcut. Netanyahu konuyla ilgili yaptığı açıklamada, olayı doğrudan üstlenmese de “İran’ın vekil güçlerine ağır bir darbe indirdik” dedi. İsrail bu süreçte ayrıca Hizbullah’ın ve Kassam Tugaylarının bazı komutanlarını da öldürdüğünü açıkladı.
Bu durum karşısında İran’ın ve Hizbullah’ın nasıl bir tepki vereceği belirsizliğini koruyor. İran’ın hızla göstermelik bir tepki vereceği konuşulsa da şimdiye kadar böyle bir saldırı olmadı. İran’ın daha temkinli bir tavır sergilediği görülüyor. Uzun zamandır İsrail Devleti, İran ve Lübnan Hizbullah’ına karşı provakatif saldırılarını sürdürüyor. İsrail’in, bu şekilde İran’ı ve Hizbullah’ı savaşa çekmeyi amaçladığı ve Batı’nın desteğini almışken, bu iki güce ağır darbeler indirmek istediği konuşuluyor. Ancak hem İran hem de Hizbullah şimdilik temkinli davranmaya devam ediyor. Buna karşın hem İran’ın hem de Hizbullah’ın kapsamlı bir saldırı için hazırlandığı da dile getirilen görüşler arasında.
Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı Haniye’nin öldürülmesi ardından yeni liderin kim olacağı başka bir tartışma konusuydu. Hamas yeni liderinin Yahya Sinvar olduğunu açıkladı. Sinvar’ın şu anda nerede olduğu bilinmiyor. Bölgeyle ilgili çalışmalar yapan araştırmacılar ve gazeteciler, Sinvar’ın Hamas içindeki radikal kanadı temsil ettiğini ve 7 Ekim saldırılarını da planlayan kişi olduğunu dile getiriyorlar. Haniye gibi barış görüşmelerini sürdürmeye çalışan bir liderin öldürülmesinin ve yerine daha radikal bir liderin geçmesinin, İsrail’in savaşı büyütme yolundaki çabalarını güçlendireceği konuşuluyor.
Burada özellikle ABD’nin tavrı önemli bir yerde duruyor. ABD, savaşın bölgeye yayılarak genişlemesi konusunda istekli görünmezken, İsrail’i yapılacak bir saldırıda kesinlikle sonuna kadar koruyacağını söylüyor. Bu süreçte en dikkat çekici gelişme, ABD’nin Ortadoğu’ya yaptığı askeri yığınak. ABD bölgeye ikinci bir uçak gemisi, savaş gemileri, denizaltı, asker ve füze sistemi göndermiş durumda. Uzun yıllardan sonra ilk kez, Kerkük’e asker çıkarıldı. Bunun yanında, bölgedeki üslere çok sayıda hava savunma sistemi yerleştirildiği söyleniyor. ABD en azından Kasım’da yapılacak seçimlere kadar bölgesel bir savaş çıkmaması yolunda tavır sergilerken, İran ve Hizbullah’ın İsrail’e karşı gerçekleştirebileceği bir saldırıya karşı da önlem alıyor gibi görünüyor.
Özetle Ortadoğu’da gerilim çok yüksek ve bölgesel bir savaş çıkma ihtimali hiç de az değil. İsrail zaten uzun zamandır böyle bir savaşın gerçekleşmesi için elinden gelen her şeyi yapıyor. Batı’dan aldığı koşulsuz destek sayesinde kazancını maksimize etmeye çalışıyor. Gazze’ye dönük soykırım operasyonunu geri adım atmadan sürdürürken, diğer taraftan da bölgesel bir savaşın çıkması için her şeyi yapıyor. Önümüzdeki haftalarda gerçekleşeceği söylenen ateşkes görüşmeleri tansiyonu düşürebilir dense de Hamas, ABD ve İsrail’in zaman kazanmak için bunu yaptığını ve görüşmelerden bir sonuç çıkmayacağının açık olduğunu belirtiliyor. Yine de ABD’nin en azından Kasım seçimlerine kadar bir ateşkes anlaşması yapılması konusunda her iki tarafa da baskı uygulaması bekleniyor. Tüm bunlar yaşanırken, İsrail’in Gazze saldırıları ve Gazze’de zulüm devam ediyor.
Irak ve Suriye’deki Gelişmeler
Türkiye’nin bir süre önce başlattığı Irak operasyonu devam ediyor. Gelen haberlere göre Türkiye 15 Haziran’dan itibaren bölgeye binlerce asker, 300 tank ve pek çok zırhlı araç nakletti. Bölgedeki pek çok yeri ele geçiren ve buralara kalıcı üsler kuran Türkiye’nin, bu operasyonu KDP ve Irak Devleti’nin bilgisi dahilinde gerçekleştirdiği belirtiliyor. Bu saldırının daha öncekilere benzemediği ve Türkiye’nin bölgeye kalıcı bir şekilde yerleşmeye çalıştığı vurgulanıyor. Hiç şüphesiz bu operasyonun amacı, PKK’nin bölgedeki varlığına son vermek. Bu nedenle KDP ve Irak da Türkiye’ye destek veriyor. Ancak Türkiye’nin bu bölgeye kalıcı üsler kurması ve yerleşmesi tek amacın bu olmadığını da gösteriyor. Irak ve Kürdistan petrollerinin Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması projesinin de bu operasyonun temel amaçlarından bir olduğu belirtiliyor. ABD’nin bu operasyona sessiz kalmasının en büyük nedeninin, İran’ın bölgedeki etkinliğinin zayıflaması ihtimali olduğu söyleniyor.
Kerkük’te yapılan yerel seçimlerin sonunda, valinin kim olacağı konusu en büyük tartışmalardan biriydi. Türkiye ve KDP, KYB’li bir adayın Kerkük valisi olmasına karşı çıkıyorlardı. Buna karşın KYB, hem İran hem de Irak devletiyle görüşmelerini sürdürüyordu. Sonuçta seçim yapıldı ve KYB’li Rebwar Taha yeni Kerkük valisi oldu. İl Meclis Başkanlığı’na da Arap fraksiyonundan Muhammed Hafız seçildi. Türkiye ve KDP, bu seçimi tanımadıklarını açıklasalar da Rebwar Taha mazbatasını alarak görevine başladı. Bu durum Türkiye’nin başarısızlığı olarak yorumlandı. Elbette İran ve KYB’nin Kerkük’te hala çok güçlü bir konuma sahip olduklarını unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla Irak’ta, Türkiye, İran, Irak, KDP, KYB ve PKK’nin de içinde bulunduğu çok bilinmeyenli denklem varlığını sürdürüyor. İran’ın bölgedeki etkinliğinin kırılması, İran’ın Suriye ve Lübnan’la kara bağlantısının kopması anlamına gelebilir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde Irak’ta yeni çatışmaların ve gelişmelerin olacağını öngörmek mümkün.
Rojava’nın Deyrizor bölgesinde ise çatışmalar yeniden başladı. Deyrizor bölgesi, SDG’nin kontrolü altında olsa bile, Kürt nüfusunun olmadığı bir bölge ve SDG, Arap aşiretleriyle kurduğu ittifak sayesinde bu bölgede varlık gösterebiliyor. Ancak daha önce de olduğu gibi, Arap aşiretlerinin bazıları taraf değiştirip SDG ile çatışmaya girebiliyor. Bu kez de Şam hükümeti ve onunla iş birliği yapan aşiretler, Deyrizor bölgesine bir saldırı gerçekleştirdiler. Eş zamanlı olarak, İran bağlantılı milis güçlerin de SDG’ye karşı harekete geçtiği söyleniyor. Bu durum karşısında, ABD’nin bölgedeki üslerine tahkimat yaptığı belirtiliyor. Irak ve Suriye’de hakimiyet kurma mücadelesinin önümüzdeki dönemde şiddetlenerek devam edeceği görülüyor.
Rusya- Ukrayna Savaşı
Zaporijya Nükleer Santralinde çıkan yangın daha büyük bir felakete yol açmadan söndürüldü. Ancak bölgede başka nükleer santraller olduğu biliniyor. Savaş giderek şiddetlenirken bu santrallerin bir tanesinin bile zarar görmesi, insani bir felakete yol açacaktır. Ancak belirttiğimiz gibi savaş şiddetlenerek büyüyor ve her iki taraf da saldırılarının dozunu yükseltiyor.
Son bir ay içerisinde Ukrayna ordusunun hareketlendiği ve saldırılarını arttırdığı biliniyor. Özellikle ABD’nin, F-16 uçaklarını Ukrayna’ya gönderdiği haberi üzerine gerilim daha da yükseldi. F-16 uçaklarının kullanılmasının, savaşın yönünü değiştirebileceği konuşuluyor. Bununla birlikte son iki hafta içerisinde Ukrayna ordusu Rusya kontrolündeki topraklara doğru saldırılara başladı. Ukrayna ordusunun Kursk ve Lipetsk bölgesine girdiği ve ilerlemeyi sürdürdüğü belirtiliyor. Bu durumun Rusya’ya vurulan önemli bir darbe olduğu dile getiriliyor. Rusya henüz bir tepki vermedi ancak Kurs ve Lipetsk bölgelerinde “federal acil durum” ilan ettiği ve sivilleri tahliye etmeye başladığı biliniyor. Dolayısıyla da Rusya’nın yakın bir zamanda yoğun bir saldırıya başlayabileceği konuşuluyor. Savaş endişe verici bir şekilde büyüyor. Batı’nın Ukrayna’ya verdiği destekle Rusya’yı geriletmesinin bir nedeninin de Rusya’yı Ortadoğu’da etkisizleştirmek olduğu dile getirilen görüşler arasında.