Bu gündem değerlendirmesi yazılırken linkteki haber akışından faydalanılmıştır.

İÇ POLİTİKA

İmralı açılımı, kayyımlar ve yüksek siyaset

Bahçeli’nin çözüm ısrarı devam ediyor. Hedefi bu sefer “huzur içinde terörsüz Türkiye” olarak tanımladı. Hala “İmralı ile DEM arasında doğrudan irtibat” olmalı diyor, ancak geçen iki haftada da henüz bu konuda bir gelişme yaşanmadı. Aksine eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’dan sert bir uyarı geldi: “Terörist Başı’nın tahliyesini istedin; öyle mi? Çık ortaya, ‘ben ajanım’ diye mertçe söyle.” Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un ‘yeni anayasa’ mesajı bağlamında dile getirdiği “Milletin dili Türkçe egemen tek dildir” söylemindeki sert vurgu da, yeni anayasada Kürtlere dair “umutvar” söylemlere bir cevap niteliği taşıyor. Kayyımların geçici olacağına dair umut saçan söylemler de lafta kaldı. Kayyımlara dair tek olumlu gelişme protestoların devam ediyor olması. Dersim’de kadınlar kayyıma karşı yürüdü. Dem Partili Beştaş mecliste, kayyım politikasının bir pandemiye dönüştüğünü söyledi. Esenyurt’ta ise Demokrasi Nöbeti sürüyor. Dolayısı ile iktidarın söylem bazındaki ısrarı ne kadar devam ediyorsa, pratikteki baskılarının da aynı ısrarla, hatta artarak devam ettiğini belirtmekte fayda var.

Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik operasyonları devam ederken, Rojava’ya yönelik saldırılar birçok kentte protesto edilerek, “Ne olursa olsun Rojava için barış, Güney için barış, Kuzey’de barış tesis edilmeli. Kürt ve Türk halkı için barış istiyoruz” denildi. İnsan Hakları Haftası kapsamında yapılan eylemlerde Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun saldırıları protesto edildi. Van’da DEM Partili Van Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Abdullah Zeydan’ın memnu haklarına dair verilen Yargıtay kararı ve Rojava’daki saldırılar polis engeline rağmen protesto edildi. İktidarın ise, bu barış çağrılarına kulak vermeyeceği protestolar için aldığı sert tedbirlerle net bir şekilde ortaya konmuş durumda.

Bahçeli ve Erdoğan tarafından dillendirilen, ancak hiçbir somut adım atılmayan, sınır dışındaki hareketlilik ile de tamamen gündem dışında kalan süreç, atanan kayyumlar, baskılanan protestolar, en baskıcı dönemlerde bile tepkiden çekinilecek sıradan sebeplerle gözaltına alınıp tutuklanan popüler isimler ve gazeteciler ile birleştirildiğinde, bu süreç neden hala ciddiye alınıyor sorusu önemli bir soru olarak öne çıkıyor.

Ancak demokrat isimlerden bir çözüm süreci doğurabilecek bir görüşme umudana dair temkinli de olsa açıklamalar gelmeye devam ediyor. Aralarında Ali Bayramoğlu, Baskın Oran, Binnaz Toprak, Murat Karayalçın, Murathan Mungan, Pakrat Estukyan, Şebnem Korur Fincancı gibi isimlerin olduğu aydın ve yazarlardan barış çağrısı geldi. Demokratik Kurumlar Platformu öncülüğünde, “Abdullah Öcalan’a özgürlük Kürt sorununa demokratik çözüm” kampanyası kapsamında Ankara’ya “Demokratik Çözüm ve Özgürlük Yürüyüşü” başlatıldı. Polis ablukasında yapılan yürüyüşe DTK ve DBP eş başkanları ile DEM Parti milletvekilleri de katıldı. DEM Parti eş genel başkanları, 31 ülke temsilcileriyle bir araya geldiği toplantıda da Suriye’deki gelişmeler ve 1 Ekim’den itibaren Türkiye’de yaşanan sürece dair Kürtlerin beklentilerini dile getirdiler. Yerine kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediyesi seçilmiş Eşbaşkanı Ahmet Türk, Öcalan ile görüşecek 2 muhtemel ismi açıkladı: DEM Parti Van Milletvekili Pervin Buldan ve TBMM Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder. Sırrı Süreyya Önder’in sürece dair ılımlı ve imalı esprileri de devam ediyor. İHD Şırnak Şubesinin etkinliğinde konuşan Akın Birdal, “Tecrit kapısı demokrasi ve barışa açılmalıdır.” dedi. Ancak iki isim de, Türkiye’nin yürüttüğü politikanın riyakar yönüne vurgu yaparak, barışın toplumsallaşması gerektiğini söyledi.

Türkiye’de iktidarın iç politikası, milliyetçi ve yayılmacı dış politika stratejilerinin içerideki yansımalarını net şekilde göstermektedir. Hükümetin Rojava başta olmak üzere gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyonlarda ana amaç milli çıkarlar olarak öne sürülmekte, DEM parti dışında meclis muhalefeti de bu politikada tamamen hemfikir görünmekte. CHP lideri Özel’in, Kürt sorunu çözümüne dair sağduyulu ve çözüm odaklı açıklamaları devam etse de, dış politikadaki devletçi söylemi pratikte muhalefetin çıkmazını yeniden inşa ediyor. İktidar bu sayede iç politikada da kendi çıkarlarını korurken, muhalefetin pasif kalması ve kendi mevzilerini göz göre göre birer birer kaybetmesi önemli bir tartışma konusudur. Özellikle CHP’nin bu konudaki sessiz ve hatta bazen açık destek pozisyonu, DEM partinin ise fazlasıyla temkinli bir umutla bekleyiş içinde olması barış ve demokrasi mücadelesi veren çevreler tarafından bu şekilde okunmalı ve deşifre edilmelidir.

İktidar, muhalefeti her koldan sıkıştırmış durumda. Bölgesel gelişmelerle yurt dışındaki Kürt hareketlerine karşı avantajlı bir pozisyon elde etmiş olmanın verdiği rahatlıkla, kayyım sopası ve esas önemlisi de Öcalan ile barışı son kez deneyebilme umudu ile Kürtleri umudun pençesine sıkıştırmış oldu. CHP’nin kemeri ise kayyımların ardından şimdi bir de altı büyük belediyesine gelen hacizle bir delik daha sıkıldı. Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş, Zeydan Karalar ve bir çok CHP’li isim bu karara tepki gösterirken, iktidarın kınanan anti-demokratik baskıcı hamlelerinden biri daha geride kaldı. İktidarın yapacağı hamleler için ihtiyacı olan desteği almak için başvurduğu yumuşama veya normalleşme politikalarının da terk edildiğini, iktidarın artık buna ihtiyacı kalmadığını belirtmek gerekiyor. Muhalefetin milliyetçi ve yayılmacı milli politikaya karşı birleşmediği sürece bir kazanım elde etmesi zor görünüyor.

İfade özgürlüğüne yönelik baskılar 

Bu yazının ele aldığı iki haftalık süreçte siyasi kimliğine, söyleminin aykırılık seviyesine bakılmaksızın, cılız ya da güçlü çıkan her türlü ses yine susturulmaya çalışıldı; 

Eski AKUT Başkanı Nasuh Mahruki hakkında, “Yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçundan 1 yıldan 3 yıla kadar ceza istemiyle dava açıldı. Mahruki 26 Aralık’ta hakim karşısına çıkacak. Erdoğan’ın konuşması sırasında İsrail İle ticaretin kesilmesi talebiyle protesto gerçekleştiren 9 kişi, “Çıplak arama ve kötü muamele” iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. 77 baro, Erdoğan’ı ‘İsrail’le ticaret’ nedeniyle protesto eden 9 kişinin tutuklanmasını eleştirdi: “Barışçıl protesto hakkı, ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmelidir.” Siirt’te yapılan ev baskınında gözaltına alınan Yeni Yaşam Gazetesi çalışanı Serhat Durmuş tutuklandı. MİT Başkanı İbrahim Kalın, terör örgütü listesindeki HTŞ’nin lideri Colani ile Emevi Camii’nde saf tutarken, Gazeteci Ayşenur Arslan’ın yargılandığı davada HTŞ ile ilişkisi incelenecek. Nevşin Mengü hakkında kırmızı bültenle aranan Salih Müslim ile yaptığı röportaj nedeniyle soruşturma başlatıldı. Gözaltına alınan Mengü ertesi gün serbest bırakıldı. Bakırköy Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde gözlem altında tutulan Dr. Avukat Dilek Ekmekçi’yi ziyaret eden İstanbul Barosu, “Haksız ve hukuka aykırı uygulamalara son verilsin” dedi.

Toplumsal Baskı ve hak ihlalleri

Şiddet, kadın hakları, çevre, yaşam hakkı gibi birçok konuda, bu iki hafta ve daha önceki haftalarda da ele aldığımız, fikri takip ilkesi ile gündemde tutmaya çalıştığımız bir çok konu bu sebeple hak ettiği yeri bulamıyor ve ortak bir mücadele alanı oluşamıyor. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde süslenen çam ağacına karşı provoke edilen öğrenciler, dizilerdeki işlenen tarikat ilişkilerine dair AKP yetkilileri ve Cumhurbaşkanı açıklamaları gibi sanal toplumsal baskı hamlelerinin yanında, reel birçok konu da gündem olamadan kayboluyor.

Pratikte atılan adımlar ise tepkiyle karşılansa da bir çoğunda geri adım atılmıyor; Cengiz Holding, orman katliamında engel tanımıyor! Cengiz Holding Kaz Dağlarındaki maden faaliyeti için bir milyon ağacın kesilmesini protesto eden köylülerin ve yaşam alanı savunucularının hayatını hiçe sayarak çalışmalara devam ediyor. Okullara imam atanmasına tepkiler sürüyor: İzmir Bornova’da ÇEDES kapsamında 99 okula imam atanmasına tepki gösteren Alevi örgütleri “Diyanet İşleri Başkanlığının kamusal eğitim alanını gasp etme niyetini barındıran protokolü sonlandırın” dedi

Bu bağlamda Türk Tabipleri Birliği’nin sağlıkta çeteleşme süreci ile ilgili açıklaması önemli bir noktaya dikkat çekiyor. TTB yaşananları bir çürüme değil, devletin politikası olarak tanımladı. Türk Tabipleri Birliği’nin, “Kamusal Hizmetlerin Piyasalaştırılması, Çeteleşme ve Yaşam Hakkı İhlalleri” başlıklı düzenlediği panelde, çeteleşmenin Türkiye’deki siyasal rejimle bağı konuşuldu. Yaşananları sistemdeki hatalar değil, bir devlet politikası olarak tanımlama yaklaşımı, daha önce hukukta zaman aşımı tartışmaları için Sivas davası döneminde de öne çıkmıştı. Narin Güran Davası’ndaki gelişmeler de bu yaklaşımla ele alınabilir. Savcı mütalaasını açıkladı, 4 sanığa ağırlaştırılmış müebbet istendi. Davada yaşanan git gelli ifadeler ve süreçlerin arından, ‘dava gerçekten görülüyor mu?’ sorusu malesef güncelliğini koruyor. Duruşma 26 Aralık’ta.

İnsan düzleminde durum bu iken, hayvanların yaşam hakkına dair yaşananlar da şaşırtıcı değil. Mamak’ta ‘hayvan katliamı’ iddiası üzerine Valilik tahkikat başlattı. Mamak Belediyesi, Kutludüğün Barınağıyla ilgili sosyal medyada yer alan haberlere ilişkin, “Barınağımızda yaşanan bu elim olay nedeniyle derin üzüntü duyduk. Olayla ilgili olarak, Barınakta görevli personel hakkında gerekli inceleme ve soruşturma başlatılmıştır. Bu olay üzerine hemen sivil toplum faaliyetlerinde bulunan hayvansever derneklerimiz ile irtibata geçilmiş ve bir protokol yapılmasına karar verilmiştir” açıklamasını yaptı.

EKONOMİ

İşçi Direnişleri

Ekonomik krizin etkisinin iyice artması ve enflasyon baskısı ile ekonomi politikalarının dar gelirlinin üzerinde daha çok baskı oluşturması nedeni ile işçi eylemleri artmaya devam ediyor. Ancak muhalefet bu eylemlerin ortak bir mücadeleye dönüşme fırsatını da aynı nedenlerle kaçırmakta. İktidarın ve malesef muhalefetin seküler kesim üzerinde milliyetçilik, muhafazakar kesim üzerinde hem milliyetçilik hem de dini simgelerle  oluşturduğu birlik, ancak sıkıntılar ölümcül düzeye geldiğinde çatlayıp bir eylemlilik ortaya çıkarabiliyor gibi duruyor. Bu dönemde öne çıkan işçi direnişleri şu şekilde sıralanabilir: 

  • Birleşik Metal-İş’in 2 bin üyeyle çıkılan grev AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararıyla yasaklandı, Birleşik Metal-İş yasağı tanımayacağını ilan etti. %100 katılımla direniş devam ediyor.
  • Çatalca Adliyesi önünde bekleyen ve 141 gündür direnişte olan Polonez işçileri, “Bizi neden yürütmüyorlar biz yürüyeceğiz.” diyerek Ankara’ya yürüyüş kararı aldı. Ankara yürüyüşü polis tarafından engellense de eylemler devam ediyor.
  • Ankara’da 5 bine yakın taşeron işçi ve kamu emekçisi, ağır çalışma koşulları, baskı ve mobbinge tepki göstererek iş durdurdu. Çalışanlara iyileştirme sözü verildi.
  • Mülakat mağduru öğretmenler MEB’in önünde eylemlerini sürdürüyor. 2 öğretmen gözaltına alındı.
  • Sağlık emekçileri, “Eziyet Yönetmeliği” olarak niteledikleri düzenlemeye karşı beş günlük iş bırakma eylemlerinin son gününde bir kez daha “Eziyet Yönetmeliğini geri çekin” dedi.
  • Kent A.Ş. işçileri eylem yaptı: Alacaklarımız verilsin, işten atılanlar geri alınsın

DIŞ POLİTİKA

Suriye’de durum

29 Kasım 2024’te HRŞ’ye bağlı güçler Halep’e girerek şehri ele geçirmişti. 5 Aralık’ta HTŞ liderliğindeki isyancılar Hama kentini ele geçirdi. 7 Aralık’ta Şam’ı kuşatan HTŞ, başkente yönelik baskısını artırdı ve 8 Aralık’ta isyancı güçler Şam’a girerek kontrolü ele geçirdi. Beşar Esad’ın ve ailesinin Rusya’ya sığındığı bildirildi. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a atfen Telegram’da yayımlanan bir açıklamada, isyancıların askeri harekâtı sonrası ordunun çöktüğü ve Esad’ın Rusya’nın talebi üzerine Suriye’den ayrıldığı öne sürüldü. Bu hızlı ilerleyiş, HTŞ’nin Suriye’deki stratejik noktaları ele geçirerek başkent Şam’a ulaşmasını ve Esad rejiminin sona ermesini sağladı.

Rojava’da, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Türkiye destekli gruplar arasında çatışmalar devam ediyor. Özellikle Tişrin Barajı çevresinde yoğunlaşan bu çatışmalar, bölgedeki su ve elektrik arzını tehdit ediyor. Çatışmalar nedeniyle birçok sivilin bölgeden ayrılmak zorunda kaldığı bildiriliyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre Türkiye destekli gruplardan oluşan Suriye Milli Ordusu (SMO) Kobani yakınlarına ağır silahlar ve zırhlı araçlarla takviyeler gönderdi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, Türkiye hükümeti ve SDG ile kurulan diplomatik temaslar sonucu bölgede sağlanan ateşkesin uzatıldığını açıkladı. Ancak, Türkiye Savunma Bakanlığı kaynakları, herhangi bir terör örgütü ile görüşmelerinin söz konusu olmadığını belirterek, açıklamada bir dil sürçmesi olduğunu düşündüklerini ifade etti. Bu değerlendirmenin kaleme alındığı günlerde ateşkes devam ediyordu.

Amerikan Wall Street Journal gazetesi 16 Aralık’ta, üst düzey ABD’li yetkililerin Türkiye destekli grupların SDG’nin kontrolündeki bölgelere büyük çapta bir operasyon başlatmasından endişe duyduğunu iddia etmişti.

Gazete, SDG Dış İlişkiler Sorumlusu İlham Ahmed’in yeniden ABD Başkanı olarak seçilen Donald Trump’a hitaben bir mektup yazdığını ve yardım istediğini yazdı.

New York Times gazetesine açıklamalarda bulunan SDG Komutanı Mazlum Abdi “Suriye’de Kürt müttefiklerini terk etmekle” suçladı ve bu durumun bir güvenlik boşluğu yarattığını ve bundan IŞİD ya da başka aktörlerin yararlanabileceğini savundu. Gazetenin haberine göre Mazlum Abdi, Menbiç’ten söz ederken, “Biz bu şehri Amerikalılar’la birlikte kurtardık. Orada IŞİD’e karşı savaşlar çok sayıda cana mal oldu. Ancak Türkiye destekli isyancı gruplar saldırılarına başlayınca, ABD tarafından destek konusunda net bir duruş olmadı” dedi.

ABD’de Demokrat Parti’den Senatör Chris Van Hollen ve Cumhuriyetçi Parti’den Senatör Lindsey Graham da SDG ile ateşkesi yenilemezse Türkiye’ye yaptırım uygulanması çağrısı yaptı

SDG lideri Mazlum Abdi, X platformundan dile getirdiği öneride “Suriye genelinde kapsamlı bir ateşkese yönelik bağlılığımızı teyit etmek için Kobani’de ABD varlığıyla ve güvenli güçlerinin yeniden konuşlandırılmasıyla bir silahsızlandırılmış bölge oluşturulmasına hazır olduğumuzu duyuruyoruz” dedi. Abdi, “Bu inisiyatif, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gidermek ve bölgede kalıcı istikrar sağlamak için” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mısır ziyareti dönüşünde yaptığı açıklamada, Suriye’deki terör örgütlerinin etkisiz hale getirilme zamanının geldiğini belirtti. Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları ve askeri yığınakları sürerken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ile yaptığı görüşmede, PKK/YPG’nin silahlarını bırakması ve kendisini lağvetmesinin şart olduğunu vurguladı.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın bölgeye yaptığı ziyaretin detayları henüz netleşmedi. Ancak, ABD’nin Kürt grupları bir arada tutma çabaları ve Şam’daki görüşmelere tek yapı olarak katılmalarını istemesi dikkat çekiyor. ABD-Fransa heyetinin Rojava’da Kürt taraflarla görüşmeler yaptığı basına yansıdı. ABD ve Fransa heyetleri ENKS ve PYNK’nden Rojava’daki Kürtlerin haklarını elde etmesi için ‘Kürt-Kürt diyaloğunun’ Mazlum Abdi başkanlığında yeniden başlamasını talep etti. Bu bağlamda, KDP’nin Suriye’deki kolu olan ENKS’nin tutumu ise belirsizliğini koruyor.

HTŞ’nin Şam’ı ele geçirip Esad rejimine son vermesini fırsat bilen İsrail ordusu Golan tepelerinin Suriye tarafında kalan bölgelerini işgal ederek Şam’a 20 kilometre kadar yaklaştı. Netanyahu, 1967’deki Altı Gün Savaşı sırasında ele geçirdiği ve daha sonra ilhak ettiği Golan Tepeleri’nin “sonsuza dek İsrail’in olacağını” söyledi.

İsrail, işgal altındaki Golan Tepeleri’nde yerleşimci sayısını artırma planlarını açıkladı. Bu “demografik gelişim” planı, İsrail’in Suriye’de yeni bir cephe açması olarak değerlendiriliyor. İsrail’in Suriye’deki işgali, yaklaşık 380 kilometrekareye ulaşarak Malta’dan daha büyük bir alanı kapsıyor. Bu durum, İsrail’in topraklarını yüzde 1,6 oranında genişletmesi anlamına geliyor.

İsrail ordu radyosunun haberinde, Beşşar Esad rejiminin düşmesinin ardından Suriye’ye “İsrail tarihinin en büyük hava saldırıları operasyonlarından birinin gerçekleştirildiği” ifade edildi. İsrail’in hava saldırılarıyla Suriye’de 250 hedefi vurduğu belirtilen haberde, bu hava saldırılarıyla Esad ordusuna ait askeri üsler, onlarca savaş uçağı, onlarca karadan-havaya füze sistemleri, silah üretim yeri ve depolarının hedef alındığı ileri sürüldü.

İsrail’in, işgal altındaki Golan Tepeleri’ndeki yerleşimlerini genişletme kararı uluslararası toplumdan tepki topladı. Başbakan Binyamin Netanyahu, Esad yönetiminin devrilmesinin ardından İsrail’in sınır güvenliği için bu adımın gerekli olduğunu savundu.

Türkiye, Suriye’deki gelişmeleri yakından takip ediyor ve yönlendiriyor. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın, beraberindeki heyetle Suriye’nin başkenti Şam’a giderek HTŞ lideri Colani’nin refakatinde Emevi Camii’nde namaz kıldı. MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Şam’da HTŞ lideri Colani ile görüşmesi Türkiye’nin HTŞ üzerindeki etkisini gözler önüne serdi. Bir yandan da Erdoğan rejimi için uluslararası alanda bir prestij gösterisi oldu.

Kalın’ın Heyet Tahrir Şam lideri Ebu Muhammed Colani (gerçek adıyla Ahmed Hüseyin el Şara) ve yeni atanan Suriye Başbakanı Muhammed Beşir ile görüştüğü belirtildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamalarıyla, özellikle SDG’ye yönelik tehditler dile getirildi. Türkiye’nin Suriye sınırındaki askeri hareketliliği ve drone saldırıları da devam ediyor. Ayrıca, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Suriye’nin terör örgütlerinden tamamen kurtulacağını belirtti.

Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi ile birlikte, Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) gibi grupların durumu ve gelecekteki rolleri tartışma konusu. HTŞ’nin son beş yıldır Suriye’de bulunan savaşçılara vatandaşlık vermesi olasılığı, bölgedeki demografik yapıyı etkileyebilir. Ayrıca, HTŞ’nin geçmişi göz önüne alındığında, üniter bir devlet yapısına geçilmesi durumunda Alevi ve diğer azınlık gruplar için sıkıntılı bir dönem başlayabilir.

Türkiye’den Suriye’ye geri dönüşlerde beklenen yoğunluk yaşanmadı. Bu durum, bölgedeki istikrarsızlığın ve belirsizliğin devam ettiğini gösteriyor. Özellikle Gazze’de devam eden çatışmalar ve İsrail’in genişleme politikaları, bölgedeki tansiyonu artırıyor.

Sonuç olarak, Suriye’deki kriz ve bölgesel etkileri, uluslararası aktörlerin politikaları ve bölgedeki silahlı grupların faaliyetleriyle şekillenmeye devam ediyor. Gelecek dönemde, bölgedeki gelişmelerin daha da karmaşık bir hal alması ve yeni çatışma alanlarının ortaya çıkması muhtemel görünüyor.

Bu süreçten İsrail’in çok kazançlı çıktığı ve bölgedeki ezeli rakibi Suriye’yi tamamen etkisiz hale getirip bütün askeri altyapısını çökerttiğini söyleyebiliriz. Ayrıca Suriye üzerinde Hamas ve Hizbullah’a ulaşan İran yardımlarını da sona erdirdi.

Türkiye ise hamiliğini üstlendiği HTŞ’nin ülkede hakimiyet kurması ile sahada elini önemli ölçüde güçlendirdi. Ayrıca Suriye’de fırsatları değerlendirip gelişmeleri kendi politik öncelikleri ile şekillendirmedesi de dikkate değer. Önümüzdeki süreçte HTŞ’nin ve lideri Colani’nin uluslararası siyasette Suriye’nin meşru bir temsilcisi ve siyasi muhatap olarak görülmesi için Türkiye’nin çabalarının yoğunlaşacağına ve Batı’nın da zaten buna çoktan hazır olduğuna tanık olacağız.

Türkiye ve İsrail’in bölgedeki çıkarları her ne kadar şu an için örtüşüyor olsa da ileride çıkar çatışmasına dayalı belli gerilimleri de içinde barındırıyor. İsrail, zamanında FKÖ’ye karşı Hamas’a verdiği destekten edindiği tecrübe ile Selefi İslamcıların her an politika değiştirip ileride kendi başına bela olma ihtimali olduğunu gayet iyi biliyor olsa gerek. Sürecin nasıl ilerleyeceğini izlerken bu hususu da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Nitekim Suriye’de yönetimi ele geçiren gruplara seslenen İsrail Başbakanı Netanyahu, “İran’ın Suriye’de yerleşmesine veya silahlarının Hizbullah’a devredilmesine izin verirlerse ağır bedel ödeteceğiz” tehditinde bulundu.

Gazze ve Lübnan’da İsrail Katliamları devam ediyor

İsrail’in Gazze ve Lübnan’da gerçekleştirdiği saldırılar, bölgede büyük yıkıma ve can kayıplarına yol açmaya devam ediyor. Gazze’de sivillerin barındığı çadırların bombalanması sonucu 20 Filistinli hayatını kaybetti, çok sayıda kişi yaralandı. İsrail’in Gazze Şeridi’ne 7 Ekim 2023’ten bu yana düzenlediği saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı 44 bin 875’e yükseldi. İsrail’in ordusunun Gazze’ye yönelik saldırılarında 7 Ekim 2023’ten bu yana 251 BM çalışanı yaşamını yitirdi.

Lübnan’da ise 8 Ekim 2023’ten bu yana devam eden İsrail saldırıları nedeniyle 4.047 kişi yaşamını yitirdi, 16.638 kişi yaralandı. Bu saldırılar, Lübnan’da yaklaşık 1,9 milyon kişinin yerinden edilmesine neden oldu. Her ne kadar kağıt üzerinde bir ateşkes antlaşmasına varılmış olsa da İsrail, Lübnan’ın güneyindeki bölgeleri hedef alarak, semalarında İHA uçurarak, evleri bombalayarak Lübnan ile ateşkes anlaşmasını sürekli ihlal etmeye devam ediyor. .

Uluslararası Af Örgütü, “İnsan Değilmiş Gibi Hissediyorsun: İsrail’in Gazze’de Filistinlilere Yönelik Soykırımı” raporunu açıkladı ve bu raporda raporu İsrail’in soykırımını belgeleriyle kanıtlandı

Bu saldırılar, bölgedeki insani krizi derinleştirirken, uluslararası toplumun acil müdahalesi ve kalıcı bir çözüm bulunması gerektiğini bir kez daha gösteriyor.

Avrupa’da siyasi krizler

Almanya’da, Sosyal Demokrat Parti (SPD) liderliğindeki koalisyon hükümetinin dağılmasıyla birlikte, Şubat 2025’te erken seçim kararı alındı. Bu durum, AB’nin zaten yavaşlamakta olan ve resesyona giren en büyük ekonomisinin siyasi belirsizlik içinde kalmasına neden oldu.

Fransa’da ise, Başbakan Michel Barnier’in hükümetinin bütçe açıklarını kapatmak için önerdiği kemer sıkma politikaları nedeniyle Ulusal Meclis’te güven oylamasıyla düşürülmesi, ülkeyi derin bir siyasi krize sürükledi. Bu gelişme, Fransa’nın AB içindeki liderlik rolünü ve karar alma süreçlerini olumsuz etkileme potansiyeline sahip.

Her iki ülkedeki bu siyasi belirsizliklerin, her iki ülkede ve Avrupa genelinde aşırı sağın yükselmesine zemin hazırlama, AB’nin ekonomik ve güvenlik politikalarını zayıflatma ve bölgedeki diğer ülkeler üzerinde olumsuz etkiler yaratma olasılığı bulunuyor. Özellikle Trump yönetimi altında giderek içe kapanmacı ve korumacı politikalar izleyeceği iddia edilen Trump yönetminin yükselteceği gümrük duvarları nedeniyle Avrupa’daki resesyonu derinleştirmesi beklenirken Almanya ve Fransa’nın istikrarlı hükümetlere sahip olmamaları,  bir yandan Ukrayna krizi ile boğuşan diğer yandan da giderek derinleşen bir resesyona saplanan AB’nin ekonomik ve siyasi bunalımını derinleştirme ihtimali oldukça yüksek.