Bu değerlendirme yazısı linkteki haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır.
İÇ POLİTİKA
Baskın Seçim Mi Geliyor?
Ocak ayı bu soruyu akla getirecek tartışma ve haberlerle başladı; önce, Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’nin bu yıl içinde bir seçim yapılırsa katılamayacağının YSK tarafından açıklanması haberi geldi. AKP’nin İstanbul ve Ankara ilçe yönetimlerine sandık kurul üyelerinizi oluşturun talimatı verdiği şeklindeki kulis bilgileri, Babacan’ın partiyi kurma konusundaki çekingenliği, Erdoğan’ın adeta yedi gün yirmi dört saat ‘icraatın içinden’ konuşmalarıyla canlı yayınları işgal etmesi, “Çılgın Proje” ve “Yerli Otomobil” gibi popüler projelerin yeniden ve yoğun bir şekilde gündeme getirilmeleri, erken hatta baskın bir seçime mi hazırlanılıyor düşüncesinin ortaya atılmasına neden oldu.
Bu görüşte olanlar, Mayıs ya da Haziran ayında baskın bir seçim planlandığı kanısındalar: Ekonomik kriz daha kötüye gitmeden, Babacan ve Davutoğlu’nun yeni partileri henüz devreye girmemişken baskın bir seçimle iktidarı pekiştirme yolu seçilecek görüşü kimi çevrelerce dile getiriliyor. Hatta, %51 artık imkânsız bu nedenle yeniden parlamenter sisteme bile dönülebilir ve yeni seçimler eski sistem çerçevesinde yeniden yapılabilir görüşleri bile yazıldı. Böylece hem Erdoğan’ın yeniden seçilmesinin önü açılacak hem de %51’i bulamama riski bertaraf edilecektir şeklinde yaklaşımlar var.
Buna karşılık, ekonomi ve dış politikada bu kadar kötü durumdayken, ekonomide işler giderek daha da kötüye giderken, dış politika çıkmazları bir türlü aşılamazken, AKP’nin oyları düşüş eğilimindeyken, erken bir seçimin olamayacağı görüşünde olanlar da az değil.
Ancak hem CHP’nin yeniden HDP ile yan yana görünmeden yakınlaşma girişimleri, hem AKP’nin ve Erdoğan’ın gündemi, bir baskın seçim ihtimalinin en azından konuşulduğu gerçeğini bize gösteriyor kanısındayız. Tüm olup bitenler hem iktidarın hem muhalefetin böyle bir ihtimali gözeterek hareket ettiğini gösteriyor. CHP, seküler kesim, Aleviler ve Kürtlerin oylarını garantileyerek en azından ikinci tura kalabileceğini hesaplarken, AKP kendi kitlesini en az kayıpla sandığa götürme ve bir CHP HDP yakınlaşmasını ne olursa olsun engelleme stratejisi çerçevesinde hareket ediyor görünümünde. Bu arada HDP’ye ve Kürt siyasi hareketine yönelik baskılar her geçen gün artarak devam ediyor. CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah Gül’ü destekleyebileceği kulislerde konuşulsa da, CHP tabanının bunu onaylamayacağı ve CHP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimine büyük ihtimalle Kılıçtaroğlu ile gideceği görüşleri gündeme geliyor.
Devran Oyunu Krizi
AKP çevrelerinin yoğun olarak saldırıya geçtiği ve teröre destek retoriğiyle kriminalize etmeye çalıştıkları siyasetçi eşlerinin buluşması “Devran Oyunu Krizi” olarak nitelendi. Selvi Kılıçdaroğlu, Dilek İmamoğlu ve Başak Demirtaş, Selahattin Demirtaş’ın Devran kitabından uyarlanan oyunun galasında bir araya gelince hükümet çevreleri ve yandaş medya tarafından adeta hedef haline getirildiler. Süleyman Soylu’nun Kadir İnanır’a saldırısıyla başlayan süreç, verilen resimdeki politikacı eşlerine yönelik olarak devam etti. Kullanılan retorik tanıdığımız bir şekilde, teröre ve teröriste destek çıkma şeklinde oldu. Ancak zamanla AKP yandaşları da ağızlarındaki baklayı çıkarmaya başladılar. CHP olası bir erken seçimde HDP oylarını istiyordu ve bunun için kadınlar aracılığıyla böyle bir resim verilerek bu yakınlaşma sağlanmaya çalışılıyordu. Dolayısıyla klasik haline gelen CHP’yi HDP’den uzak tutma politikası devreye girdi ve ne işiniz var teröristlerin yanında söylemi ve saldırısı devreye sokuldu. Bu durum AKP’nin yakın zamanda gerçekten de bir seçim planladığı ve bir CHP-HDP yakınlaşmasını istemediği yorumlarına yol açtı.
İşçi- Öğrenci Eylemleri
Ocak ayının ilk bölümünde dikkati çeken diğer bir gelişme işçi ve öğrenci eylemliliğindeki yükselme oldu. Devletin belirlediği asgari ücretin yarattığı hoşnutsuzluk, reel enflasyonun gündelik yaşamı her gün biraz daha yaşanmaz kılması, metal işçilerinin greve hazırlanmaları, önümüzdeki günlerde yeni işçi direnişleri göreceğimizi gösteriyor. Aynı şekilde, daha sonra geri çekilse bile İstanbul Üniversitesi’nin yemek ücretlerindeki artışı öğrenciler arasında ciddi bir tepki yarattı. Neo liberal politikaların üniversiteleri ticarethaneye çevirmesi ve üniversitelerin yeterince ödenek alamamalarının bedelini öğrenciler ödemek zorunda kalıyor. Ancak yoksulluğun bu kadar yükseldiği bir dönemde öğrenciler bu bedeli ödeyecek durumda değiller. Dolayısıyla 2020 yılında gençlerin de patlamaya hazır halde olduklarını söylemek yanlış olmaz. Kaldı ki mezun olduktan sonra da iş bulma şanslarının giderek azaldığı genç nüfusun ne olacağı konusu önemli bir sorun olarak ortada duruyor.
Yeni Bir Yargı Skandalı: Metin İyidil Vakası
Gün geçmiyor ki yeni bir yargı skandalı yaşanmasın. Ocağın ilk haftaları bir yargı skandalına daha sahne oldu. Metin İyidil 16 Temmuz darbe girişimine katılan askerlerden biri olarak yargılanmış ve müebbet hapse çarptırılmıştı. Ancak istinaf mahkemesi diğer tüm yargılananların cezasını onarken Metin İyidil’e beraat kararı vererek serbest bıraktı. İyidil, olaydan çok kısa bir süre sonra ise savcılığın itirazı üzerine tekrar gözaltına alınarak tutuklandı. Hukuken istinaf tarafından beraat etmiş bir insanın hiçbir gerekçe ve suç isnadı olmadan yeniden göz altına alınması nasıl olur diye konuşurken, Erdoğan “verdik talimatı hallettik bu durumu” diyerek Türkiye’de bağımsız bir yargı mekanizmasından bahsedilemeyeceğini bir kez daha göstermiş oldu. Bu konuda Gökçer Tahincioğlu’nun yazısı okunabilir (https://t24.com.tr/haber/20-soruda-yargiyi-sarsan-dosya-eski-korgeneral-metin-iyidil-davasinda-ne-oldu-ne-oluyor-ne-olacak,857036)
DIŞ POLİTİKA
İran Gerilimi
Ocak ayı Süleymani suikastının artçı hareketliliğiyle başladı. Irak ve Suriye’deki Şii milisleri örgütlemekle ün salmış ve İran’ın bu iki ülkedeki etkinliğinin simgesi olmuş Süleymani’nin öldürülmesi İran’a verilmiş açık ve net bir mesaj olarak düşünülebilir. Ancak durum ABD’nin beklemediği ya da bu derece beklemediği bir duruma yol açtı, milli gururu incinen İran halkı bir anda, iç politikada sıkıntı içinde olan hükümete destek sunmaya başladı. Daha geçen aylarda büyük muhalif gösterilere sahne olmuş olan İran’da, halk bu olayın etkisiyle hükümetin etrafında toplanmış görünüyor. Hatta Ukrayna uçağının devrim muhafızları tarafından düşürülmesi olayına verilen tepkiler bile bu nedenle çok büyük ve yoğun olmadı. Bununla birlikte, İran muhalefetini daha müşkül bir hale düşürmemek ve içerideki milli birleşmeyi daha da arttırmamak için İran’ın uçak düşürmesi BM nezdinde de çok fazla ele alınmadı. Öncelikle ABD ve Avrupa bu olayı İran rejimine karşı yeni yaptırımlar için bir koza dönüştürmedi. İran’ın bölgedeki gücünü giderek tahkim etmesi ve ABD’nin Süleymani suikasti ile bu duruma gösterdiği tepkinin artçı gelişmelerini önümüzdeki günlerde daha çok tartışacağız gibi görünüyor.
İran’ın bölgedeki etkinliğini arttırmasından hiçbir zaman mutlu olmayacak ülkelerden biri olan Türkiye ise şimdilik itidal açıklamaları ile olayın içine dahil olmamayı tercih ediyor. Ama şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, İran’ın bölgeden uzaklaştırılması Türkiye’yi her halükârda mutlu edecektir.
Libya Gündemi
Bu süreçte Türkiye’nin en önemli dış politika gündemi elbette Akdeniz diyebiliriz. Suriye’de izlediği politik güzergaha uygun olarak masada yer almak için riskli operasyonlara girişmekten çekinmeyen Türkiye, benzer bir riske Libya’da da girdi ve beklendiği şekilde masadaki yerini aldı. Hafter güçleri tarafından yok edilmek üzere olan Trablus hükümeti Türkiye’den yardım isteyince, Türkiye bunu bir fırsat olarak gördü. Libya’ya asker göndermek de dahil tüm seçenekleri ortaya koyan Türkiye, “Akdeniz’de ben olmadan masa kuramazsınız” demiş oldu. Nitekim Moskova’da ve Berlin’de yapılan görüşmelerde Türkiye masadaki yerini almış oldu. Bundan önceki gündem yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, Türkiye bölgede oyun kurabilecek bir ülke olmasa bile oyun bozabilecek ya da ortalığı karıştırabilecek bir potansiyele sahip. Dolayısıyla bu gücünü kullanarak, Rusya ve ABD arasındaki anlaşmazlıkları lehine çevirerek masada yer alma ve söz hakkı elde etme becerisini sürdürebiliyor. Ancak bu durum Türkiye’nin buralarda büyük kazançlar elde edebileceği anlamına da gelmiyor. Nitekim Libya gibi ülkelerin dizayn edilmesinde Suriye’den çok daha karmaşık bir denklem olduğunu söylemek mümkün. İşin içinde İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, Rusya, ABD, Almanya, Fransa, İtalya gibi ülkelerin olduğu düşünülürse Türkiye buradan da beklediği kazançları ve iç politika malzemesini çıkaramayacak gibi duruyor. Berlin görüşmelerinden sonra Makron’un “Türkiye Libya’ya Suriye’den cihatçı taşımayı bırakmalı” mesajı çok net ve açıktı.
İdlib ve Yeni Mülteciler Meselesi
İdlib meselesi her geçen gün sona doğru yaklaşıyor. Suriye rejimi İdlib’e doğru yavaş ve dikkatli adımlarla ilerliyor. Daha şimdiden üç yüz elli bin kişi sınıra yığılmış durumda. Olası rakamın bir milyon olduğu söyleniyor. Kılıçdaroğlu, bölgede görev yapan önemli bir devlet görevlisinin kendisine, “bundan önce gelenler sıradan Suriye vatandaşlarıydı ama bunlar Cihatçılar” dediğini ve Türkiye’nin büyük bir sorunla karşı karşıya olduğunu açıkladı. Türkiye’nin planı bu gelenleri Afrin ve benzeri Kürt bölgelerine yerleştirmek olsa da, bu sürecin kolay yürütülemeyeceği çok açık. Tüm bu nedenlerle olsa gerek ki, uzun zaman sonra Türkiye ile Suriye arasında ilk resmi görüşme Moskova’da gerçekleşti. Türkiye adına MİT müsteşarı Hakan Fidan Suriye adına yine Suriye istihbaratının başkanı görüşmede bir araya geldiler. Görüşmenin içeriği hakkında resmi açıklamalar gelmese de Reuters başta olmak üzere pek çok haber ajansı Kürtler ve İdlib meselesinin temel konular olduğunu yazdılar.
EKONOMİ
Ekonomi ile ilgili 2019 verileri açıklanmaya başlandı. Bu verilerin TUİK tarafından manipüle edildiği görüşü artık su götürmez de olsa, var olan veriler bile durumun pek parlak olmadığı görüşünü destekliyor. Örneğin bütçe açığının 123 milyar olduğu açıklandı, aynı zamanda işsizlik oranları, özellikle de genç işsizliği her geçen gün artış gösteriyor.
Borsada yaşanan yükseliş, dövizin yükselişinin stabilize edilmesi ve enflasyon rakamları hükümet çevreleri tarafından ekonomi toparlandı şeklinde lanse edilse de piyasada yaşanan durgunluk, reel fiyat artışlarının gündelik yaşamı etkilemesi, yüzbinlerce insanın doğalgaz faturalarını ödeyememesi gibi durumlar olumlu bir hava oluşturulmasını engelliyor.
Bununla birlikte kendi çevresine yeniden bir rant aktarımı çabasına giren AKP’nin kanal İstanbul projesiyle bunu yapabileceği epey şüpheli. Ekonomide yapısal bir dönüşüm beklenmezken faiz indirimi ve kanal İstanbul gibi günü kurtarmaya yönelik girişimlerle şimdilik zaman kazanılıyor ancak bu durum sürdürülebilir değil.