Geçtiğimiz haftalarda Artizan sitesinde Boaventura de Sousa Santos’un Faşizmin Farklı Yüzleri adlı yazısının çevirisi yayımlandı. Çevirinin yayımlanmasının ardından yazar De Sousa Santos ile ilgili akademi içinde cinsel şiddet ve akademik sömürüyle ilgili ciddi şikayetlerin olduğunu öğrendik. Çevrilen metnin sitede korunup korunmayacağı tartışması devam ederken tartışma sonlanana kadar metni Artizan sitesinden kaldırdık. Akademi içinde Metoo hareketi başlamasına neden olan bu vakayla ilgili bir dosya oluşturduk. Faşizmin Farklı Yüzleri adlı çeviri metni bu dosya ile eşzamanlı olarak yayımlamayı uygun bulduk.

 

Akademi dünyasındaki güçlü bir ifşa vakası ile ilgili bir manifesto ve üç kamusal mektubun yer aldığı bu dosya Portekiz’de gündeme gelen bir MeToo çıkışına odaklanmaktadır. Vakalar, Nisan 2023’te Coimbra Üniversitesi (Portekiz) Sosyoloji Bölümü’nde emeritus profesör Boaventura de Sousa Santos hakkında ifşa açıklamalarının etrafında şekilleniyor. Uluslararası tanınırlığa sahip Boaventura de Sousa Santos hem akademik hem siyasi alanda ilerici çalışmaları ile tanınan, muhalif bir akademisyen. Kendisi hakkındaki suçlamalar ilk olarak ismi verilmeden Sexual Misconduct in Academia – Informing an Ethics of Care in the University (2023, Routledge) adlı kitabın bir bölümünde gündeme geliyor. Bu kitapta Boaventura de Sousa Santos’un ve şikayette bulunanların ismi ve kurum adı doğrudan yer almıyor, kendisinden “star professor (yıldız profesör)” diye bahsediliyor; aynı kurumda çalışan bir başka kişi hakkında da yine takma isimler kullanılarak cinsel taciz ve akademik istismar olaylarına yer veriliyor. Kitapla birlikte, her ne kadar ismi doğrudan kullanılmasa da anlatılan vakalar nedeniyle oklar Boaventura de Sousa Santos’u işaret ettiği için konu kamusal olarak tartışılmaya başlanıyor. Yayınevi (Routledge) yasal tehditleri gerekçe göstererek kitabı Eylül 2023’te[1] dağıtımdan çekiyor.

Nisan 2023’te Sexual Misconduct in Academia kitabıyla birlikte gündeme gelen bu tartışma sürecinde mağduriyet yaşayan kadınları desteklemek üzere “Hepimiz Biliyoruz” başlığıyla 800’den fazla kişinin imzaladığı manifesto yayımlanıyor.[2] (Aşağıda bu manifestonun Türkçe çevirisini bulabilirsiniz.)

Daha sonraki süreçte kadınlar Boaventura Sousa Santos ile ilgili cinsel taciz, istismar ve  akademik sömürü ifşalarında bulunmaya devam ediyorlar; kamuya açık üç mektup (17 Nisan 2023, 27 Nisan 2023 ve 6 Haziran 2023 tarihlerinde) yayımlıyorlar (Bu mektupların Türkçe çevirilerini aşağıda bulabilirsiniz). Bu şikayetlerde bulunan kadınlar Boaventura de Sousa Santos’un gözetiminde doktora derecelerini almış ya da akademik araştırma yürütmüş kadınlar. Bu kadınların anlatıları, kuruluşundan itibaren (1974) Boaventura de Sousa Santos’un yönettiği Coimbra Üniversitesi Sosyal Bilimler Merkezi’nde (CES) bulundukları dönemde yaşadıkları cinsel tacizi, iktidarın kötüye kullanılmasını, sözlü şiddeti ve akademik sömürüyü (çalışmalarının isimleri verilmeden ya da emeklerinin karşılığı ödenmeden kullanılması) içeriyor. Nisan 2023’te Sosyalizm ve Özgürlük Partisi’nden milletvekili Bella Gonçalves doktora yaptığı dönemde, danışmanı olan Boaventura tarafından taciz edildiğini açıklıyor.[3] Yine Nisan 2023’te Mapuçi aktivist Moira Millán Boaventura de Sousa Santos tarafından cinsel saldırısıya uğradığını açıklıyor.[4]

Hemen ardından (Nisan 2023) Boaventura de Sousa Santos ve adı taciz suçlamalarında yer alan Bruno Sena Martins CES’teki tüm pozisyonlarından uzaklaştırılıyor ve Boaventura  CES başkalığını bırakıyor. CES suçlamaları ele almak üzere bir komisyon kuruyor. Komisyon Şubat 2024’te bir rapor yayımlıyor ve komisyonun “CES’te üst düzey pozisyonlardaki kimi kişilerin kurdukları ilişki sistematiğinin iktidarın kötüye kullanılması ve taciz barındırdığını” dair bulgular edindiklerini açıklıyor ve ardından mağdurlara dönük açık bir özür mektubu yayımlıyorlar.[5] Bu raporda tacizcilerin isimleri verilmiyor; genel, çalışma ortamına dair tespitlerde bulunuluyor; rapor bu nedenle eleştiriliyor.

Bouventura de Sousa Santos 5 Haziran 2023’te bir “özeleştiri” metni yayımlıyor.[6] (Bu özeleştiri ile ilgili ifşa sürecini başlatan ve mağduriyet yaşayan kadınların yorumlarını aşağıda Türkçe çevirisini yayımladığımız kamuya açık mektuplarda bulabilirsiniz.) Bu tarihten iki hafta sonra da Bouventura de Sousa Santos’a  destek veren akademisyen ve entelektüeller bir metin yayımlıyor.[7]

Mart 2024’te International Rights of Nature Tribunal (Uluslararası Doğa Hakları Mahkemesi) Boaventura de Sousa Santos’u hakimlik pozisyonundan alıyor.[8]

Nisan 2024’te Başsavcılık CES komisyonunun raporundan hareketle bir soruşturma başlatıyor. Mağdurlar da bu davaya raporlar sunuyorlar. Soruşturma şu an devam ediyor.[9]

 

***

 

“Hepimiz Biliyoruz”: Portekizde bir üniversitede #MeToo hareketi[10]

Çevirmen: Esra Aşan

2023 yılının Mart ayında Sexual Misconduct in Academia Informing an Ethics of Care in the University adlı kitap Routledge (New York) tarafından yayımlandı. Öncelikli olarak akademisyenlere yönelik olan bu kitap, akademik dünyadaki cinsiyetçi ve cinsel şiddet deneyimlerini ele almaktadır.

Kitabın bölümlerinden biri, araştırmacılar Lieselotte Viaene, Catarina Laranjeiro ve Miye Nadya Tom tarafından kaleme alınan “The walls spoke when no one else would: Autoethnographic notes on sexual-power gatekeeping within avant-garde academia” başlığını taşıyor.

Portekiz’deki Coimbra Üniversitesi Toplumsal Çalışmalar Merkezi’nde (CES) eğitim görmüş olan yazarlar, postkolonyal ve dekolonyal çalışmalar alanında uluslararası düzeyde öncü olarak kabul edilen bu kurumdaki karmaşık güç dinamiklerinin eleştirel bir analizini geliştirmek için otoetnografik yöntemi kullanıyorlar.

Herhangi bir kişinin ve prestijli kurumun adını vermeden, “Yıldız Profesör”, “Kadın dikizleyen” ve “Çırak” gibi takma isimler aracılığıyla bilgi ve iktidar arasındaki ilişkinin nasıl birbirine bağlı ve yerleşik olduğunu ortaya koyan bir analiz geliştiriyorlar.

Üniversitedeki tacizin mağdurları ve tanıkları olarak, yaygın bir güvensizlik ortamında istismarcı bir akademik kültürü, entelektüel ve cinsel çıkarcılığı, kurumların terk edilmesini ve hatta mesleki etiğin ihlal edilmesini kınıyor ve acil bir paradigma değişikliği çağrısında bulunuyorlar.

Bu metin, yayımlanmasının ardından geçen bir ayı aşkın sürede akademide bir MeToo hareketinin oluşmasına yol açarak Portekiz’de ve uluslararası medyada önemli bir tartışma başlattı. Coimbra’daki CES’in hocası, emeritus direktörü ve Portekiz’de toplumsal olaylara duyarlılığı ile tanınmış sosyolog Boaventura de Sousa Santos; Brezilyalı solcu milletvekili Bella Gonçalves (2013-2014 yıllarında doktora öğrencisiydi) ve Mapuçe yazar Moira Millán tarafından cinsel taciz ve istismarla suçlanıyor.

Bu konuların kamuoyunda tartışılması gerekli olmakla birlikte bir dizi riski de beraberinde getirmektedir. Bu risklerden bazıları: yazarlara karşı misilleme, tepkisel siyasi araçsallaştırma, Coimbra Üniversitesi’nde CES bünyesinde geliştirilen tüm bilimsel çalışmaların değersizleştirilmesi, Portekiz özelinde tartışılsa da aslında başka yerlerde de yaşanan ve gerçekte sistemik olan sorunların bireysel meselelermiş gibi ele alınması.

Bu saldırılar ve mağdurların kamuoyuna teşhir edilmesi karşısında, çoğu kadın olan yirmiden fazla kişi, kitabın ilgili bölümünün yazarları ve tüm taciz mağdurlarıyla dayanışma içinde olduklarını belirterek bu manifestoyu kaleme aldılar. Akademik dünyada ve toplum genelinde dönüştürücü adaletin sağlanması için kesişimsel feminist bir bakış açısıyla tartışmanın kavramlarını yeniden tanımlamaya çalıştılar.

Metin, 14 Nisan 2023’te Portekiz gazetesi Público‘da yayımlandı. O tarihten bu yana 900’den fazla kişi tarafından imzalanan metin İngilizce, İspanyolcaya ve Fransızcaya çevrilerek özellikle Latin Amerika’da büyük bir ivme kazanan tartışmanın genişlemesini sağladı.

“Hepimiz Biliyoruz”

 Sexual Misconduct in Academia: Informing an Ethics of Care in the University (Routledge, 2023) adlı kitabın ve kitapta yer alan “The walls spoke when no one else would: Autoethnographic notes on sexual-power gatekeeping within avant-garde academia” adlı bölümün yayınlanmasıyla alevlenen ve  kamuoyunda devam eden tartışma üzerine yazarlarla ve kamuoyunda yükselen diğer seslerle, ayrıca onların yanı sıra akademik dünyanın içinde ve dışında gücün kötüye kullanımı ve diğer şiddet biçimlerinin mağduru olan herkesle dayanışma içinde olduğumuzu ifade ediyoruz. Bu metin devam etmekte olan bu tartışmaya kolektif ve tamamlanmamış bir katkıdır.

  • TOPYEKÛN DAYANIŞMA
  1. Herhangi bir iftira söz konusu değildir

Metinde tasvir edilen ısrarcı ve tekrarlanan taciz durumları, hikayeleştirilmiş ya da kişisel, kurumsal veya siyasi karalamaya benzer bir saldırıyı temsil etmekten uzaktır. Bunlar hem üniversite içinde hem de üniversite dışında tekrarlanan sistemik kurumsal dinamiklerin bir eleştirisi olarak yorumlanmalıdır.

  1. Yapısal ve yapılandırıcıdır

Cinsel ve manevi taciz, entelektüel çıkar sağlama (başkalarının çalışmalarını kaynak göstermeden intihal etme veya çoğaltma, kendi çalışmasıymış gibi sunma) ve diğer şiddet biçimleri, belirgin mesleki hiyerarşilerle sınıf, cinsiyet ve etnik-ırk ayrımları üzerine kurulu bir üniversite sisteminde yapısal ve yapılandırıcı unsurlardır. Bu hiyerarşik yapının özellikle sinsi bir boyutu, gücün yoğunlaşması ve haliyle, büyük çoğunluğu güvencesizliğe dayanan araştırma kariyerlerinin geliştirilmesi için gerekli mali kaynakların tekelleştirilmesiyle ilgilidir. Bu bağlamda taciz erkekleri de etkileyebilir. Ancak, diğer etkenlerin yanı sıra, annelik hakkı ve bakım görevleri nedeniyle kariyerlerini geliştirmede karşılaştıkları artan zorluklar göz önüne alındığında, esas olarak kadınları etkilemektedir. Ataerkil ve cinsiyetçi bir toplumda kadınlara yönelik taciz ve şiddetin doğallaştırılma biçimleri göz önüne alındığında, bu tür eylemler genellikle işlendikleri kurumlar tarafından değersizleştirilir ve saldırganlar idari sorumlulukları olan kişilerin ataletinden ve göz yummasından faydalanırlar. Dolayısıyla, bu kurumların yönetiminde yer alan kişiler de ya kayıtsız kalarak ya da istismarcı davranışları mantıksal bir çerçeveye oturtarak bu karmaşık güç ağlarına dahil olmakta ve istismarların suç ortağı haline gelmektedirler.

  1. Misillemeler

Şiddetin hedefi haline gelenler, kamusal incelemeye boyun eğmeye kolay kolay karar vermezler. Kendilerini nelerin beklediğini önceden bilirler: değer yargıları, aşağılanma, olguların çarpıtılması, değersizleştirme, alay ve yeniden travma yaşama ihtimali. Genellikle, istismarla suçlanan kişiler adaletin genel kabul görmüş ilkelerine başvururken suçu mağdurlara yüklemeye çalışırlar. Aynı zamanda, kendilerini siyasi zulmün ya da komplocu bir saldırının kurbanları olarak göstererek mağdurları/ayakta kalanları itibarsızlaştırma eğilimindedirler. Çoğu durumda saldırganlar başta kurumsal ve ekonomik olmak üzere çeşitli güç biçimlerini ellerinde tutmalarına rağmen, suçlamalara kendilerini mağdur konumuna koyarak yanıt verirler. Bu durum, etkili bir yasal çerçevenin ve davranış kurallarının yokluğunda daha da derinleşmektedir. Açıkça söylemek gerekirse taciz ihbarlarına dair hukuki süreci başlatmanın açık ve net bir yolu yoktur.  Konuşmaya karar veren kişiler, işyerlerinde veya çalıştıkları yerlerde tamamen korumasız oldukları için, misillemelere maruz kalmaktadırlar. Bu mekanizmalar gayri resmi oldukları için daha da belirsizdir ve kişilerin konumları ne kadar kırılgansa, suistimalleri bildirmeye karşı caydırıcı önlemler bir o kadar önemli hale gelir.

Bu durum, bu tür şiddet olaylarının yarattığı travmanın yanında, yeniden mağduriyet yaşama, izolasyon, kendini suçlama ve hatta akademik kariyerden tamamen vazgeçme gibi bir kısır döngü ile sonuçlanır. Söz konusu vakada, makalenin yazarlarına karşı kullanılan ve onları ‘zor’, ‘sorunlu’ ve hatta ‘küstah’ kadınlar olmakla suçlayan sıfatlar, köklü bir ataerkil geleneğin parçasıdır. Bunlar kadınları itibarsızlaştırmak için kullanılan (son derece) yaygın ifadelerdir. Dahası, bu makale, titizlikten yoksun olduğu iddiasına ve tabi tutulduğu hakem değerlendirmesinin niteliğine saldırılarak akademik bir cilayla maskelenmiş argümanların hedefi haline gelmiştir. Kitabın ilgili bölümünde ortaya konan istismar ve şiddet türlerinin ifade edilmesi, tanımlanması ve incelenmesi için geçerli ve uygun bir yöntem kullanılmasına rağmen, otoetnografinin kullanımı özellikle eleştirilmiştir. Bu eleştirileri reddediyoruz.

  1. “Tanık yoksa suç da yoktur”

Bizler, hukukun masumiyet karinesi ilkesine saygı duyuyoruz. Bununla birlikte, saldırganlıkla suçlananların, sorunu kabul etmeyi daima reddeden tutumlarını kınıyoruz. Bu kişiler, dünyadaki asimetrik güç ilişkilerinin incelenmesi ve irdelenmesi konusunda tanınmış akademisyenler olmalarına rağmen, aynı eleştirel ve kuramsal araçları kendilerine uygulamaktan acizdirler. Dahası, kendi iktidar konumlarını sorgulamayı reddetmekte ve bu reddin pekiştirdiği istismarcı şiddetin farkına varamamaktadırlar. Bu durum, hakaret davası tehditleri de dahil olmak üzere, söz konusu kitap bölümüne ve yazarlara yönelik verdikleri tepkilerde açıkça görülmektedir. Bu tepki, hukuki mekanizmaların nasıl işlediğine dair bilgi sahibi olunduğunu göstermektedir. Çünkü tanık yoksa, bir suçun işlendiğini kanıtlamak çok daha zordur (hatta bazen imkansızdır).

  1. Adaletin İflası

Adalet mekanizmaları, tabandan gelen toplumsal hareketlerin tetiklediği sosyal ve toplumsal cinsiyet adaleti süreçlerine eşlik etmemektedir. Deneyimleri adalet sistemi tarafından dikkate alınmayan kadınlarla ilgili pek çok örnek bulunmaktadır. Taciz ve şiddet şikâyetleri genellikle mağdurun suçlanmasına ve davranışlarının sorgulamasına yol açarak olguların aydınlatılmasına ve adaletin uygulanmasına zarar vermektedir. Failden ziyade şiddete maruz kalanı töhmet altında bırakan bu yöntem sorunu geçiştirmekte ve adalete ulaşma sürecini tahrip etmektedir.

II- KONUŞMANIN ZORLUĞU

  1. Şikâyet mekanizmalarının etkisizliği

Mağdurları/ayakta kalanları korumayan bu bağlam nedeniyle, mağdurlar ya mesleki açıdan (bazen hayat planlarından vazgeçmelerine yol açacak şekilde) ya da fiziksel, zihinsel ve duygusal sağlıkları açısından çok yüksek bir bedel ödemekte ve genellikle hayatları boyunca travma yaşamaktadırlar. Ayrıca, kurumlara ve yetkililere yapılan resmi şikayetlerde tam olarak etkili bir mekanizma işletilmemektedir. Sonuç olarak, mağdurlar genellikle şikâyette bulunmaktan caydırılırlar – çünkü, en azından şikâyette bulunduklarında, bu durumların üstünün örtülmesi eğilimi söz konusudur (ilgili vaka bunun bir örneğidir). Sıralama, değerlendirme ve prestij ekonomisi, sinsi bir şekilde cezasızlığı ve ataleti teşvik etmekte ve desteklemektedir. Bu nedenle kurumlar; öğretim üyeleri veya kıdemli akademik personel tarafından işlenen cinsel taciz, manevi istismar ve intihal vakalarını soruşturmaktan kaçınarak isimlerini ‘lekelememeyi’ tercih etmektedir. Örneğin 2022 yılında, Lizbon Üniversitesi Hukuk Fakültesi Pedagoji Konseyi tarafından hazırlanan bir raporda, sadece on bir gün içinde, 31 eğitmenin dahil olduğu 50’si “doğrulanmış” 70 taciz şikayetinin alındığı ortaya konmuştur. Tüm şikâyet dosyaları kapatılmış ve bu fakültenin iç hukuku bünyesinde takip edilebilecek olanlar zaman aşımına uğramıştır.

  1. Söylem doğrulama rejimleri

Gücün kötüye kullanıldığı durumlara dikkatleri çekmek için bölüm yazarlarının en kabul gören akademik onay mekanizmalarından geçmesi -hakem değerlendirmesi ve makalenin prestijli bir yayınevi (Routledge) tarafından yayımlanması- gerekmişti. Ancak tüm bunların, küresel Güney’den kadın araştırmacıların akademik sömürüleri kınama girişimlerinin yıllar boyunca örtbas edilmesi ya da görmezden gelinmesinin ardından gerçekleştiğinin altını çizmek gerekir. Bu dönemde ya dedikodu ağları aracılığıyla ya da “duvarlar konuşmaya başladığı” için, gayrı resmi bir şekilde de olsa bu olan biteni “hepimiz biliyorduk”.

  1. İktidar-Bilgi

Entelektüel ayıklama sürecinin var olduğunu ve bunun ataerkil ve sömürgeci üniversite bağlamında sermayeleştirilecek kaynaklar olarak kullanılan yerleşik bilgi ve epistemolojileri somutlaştıran gruplara odaklandığını göstermenin temel bir yerde durduğunu düşünüyoruz. Bu çerçevede, makalede anlatılan dinamikler iktidar-bilgi ilişkilerini yeniden üretmekte ve tahakküm-maduniyet ikiliğiyle belirlenen bilgi üretme biçimlerini yeniden inşa etmektedir. Paradoksal olarak, bu dinamikler söz konusu araştırma merkezinde yürütülen çalışmanın merkezinde yer almaktadır. Sonraki şikayetlerin birçoğunun, ya kendilerini sosyal, kültürel ve/veya mesleki çevrelerinden uzaklaştırılmış durumda buldukları için ya da ekonomik, toplumsal koşulları veya göçmenlik durumları ya da tüm bu faktörlerin bir araya gelmesi nedeniyle akademik bağlama tabi pozisyondaki kadın araştırmacılardan gelmesi tesadüf değildir. Dengesiz güç ilişkileri içinde, bu şikayetler bazı durumlarda, ifade imkanları ve epistemolojik perspektifleri tarihsel olarak madunlaştırılmış özneleri içerir.

  1. Buzdağının görünen kısmı

Bildirilen vakalar buzdağının sadece görünen kısmıdır. Mahrem meselelerde onay verme genellikle güç ilişkileri ve akademik bağımlılık nedeniyle tehlike altındadır. Bu asimetrik güç ilişkileri, mali ve hatta göçmenlik statüsü güvenceleri nedeniyle kurumun onayına ihtiyaç duyan kadın araştırmacıların, sorunlardan veya misillemelerden kaçınmak için maruz kaldıkları istismarı gizlemelerine neden olmaktadır. Bu durum söz konusu vakada da rapor edilmiştir. Mağdurların çoğu korku, hukuk sistemine güvensizlik, hayatta kalma stratejisi gibi nedenlerle ya da çevrelerindeki insanları, hayatta kalmaları istismarcıya bağlı olanları ve hatta çoğu zaman istismarcının yakın çevresindekileri korumak için suç duyurusunda bulunmamaktadır. Üniversitede çalışma koşullarının artan güvencesizliği bu kırılganlığın merkezinde yer alır. Bazı kadınlar misilleme korkusuyla bu manifestoyu imzalamaktan çekindiklerini ifade ettiler. Ama yine de söz konusu makale pek çok yeni şikâyetin gündeme gelmesini sağladı ve bunlara kesinlikle başka şikayetler de eklenecektir. Makalenin yayınlanmasını takip eden iki gün içinde, onlarca kamuya açık tanıklık paylaşıldı, bir o kadar da ifşa yapıldı ve hepsi de inkâr edilemez bir şekilde on yıllardır bilinen ve hoş görülmüş olan bir gerçekliğe işaret ediyordu.

III

ÖZGÜRLEŞTİRİCİ PRATİKLER

  1. Özgürleştirici çalışmanın korunması

Coimbra Üniversitesi Toplumsal Çalışmalar Merkezi (CES) bünyesinde geliştirilen önemli ve ilerici araştırmaların değeri sorgulanmamalıdır. Özgürleştirici yönelimler karşısında bu vakayı siyasi olarak araçsallaştırmaya çalışanların kışkırtmak istediği tam da böylesi bir kafa karışıklığıdır. Toplumsal adalet araçlarının ve CES’in öncülük ettiği türden eleştirel uygulama platformlarının önemini kabul etmek elzemdir. Bu kabul, CES yönetiminin kadın araştırmacıları koruma konusundaki muazzam başarısızlıklarına dikkat çekmemizi engellememelidir ve engellemeyecektir. Tam da özgürleştirici bir ideolojik ve söylemsel alanın parçası olduğu için kurum içinde cezasızlığın kabul edilemez olduğunu vurguluyoruz. Karmaşıklık, çatışma ve süregelen özeleştiri evreni içinde kesişimsel bir toplumsal adalet sağlanabilir.

  1. Çoğulcu bir üniversite ve mücadelelerin kesişimselliği için

Bizler, ilerici fikirlere ve uygulamalara değer veren bir üniversite için mücadele ediyoruz. Özeleştiri yapabilen, kırılganlıkları kabul edebilen, bu kırılganlıkları olan kişilere sosyal adaletin gerektirdiği özeni gösterebilen ve istismardan arınmış dayanışmayı benimseyen topluluklar kurabilen bir üniversite istiyoruz. Bilginin ataerkil ve sömürgeci güç ilişkileri üzerinden değil, yatay olarak dolaştığı bir üniversite için mücadele ediyoruz. Çeşitlilik içeren, eşitlikçi, kesişimsel ve özgürleştirici bir üniversite istiyoruz. Güvencesizliğe göz yummayan; feminist yöntemden korkmayan; cinsiyet, sınıf, ırk, engellilik kriterlerinin ya da kültürel ön kabullerin dayattığı kuralcı rollerden özgürleşmiş insanlar yetiştirebilen bir üniversite için. Karar alma pozisyonlarının ve toplumsal itibarın neredeyse sadece beyaz erkeklere ait olmadığı ve sekreterliklerin, temizlik ve yemek işleri gibi yan rollerin neredeyse sadece kadınlara (çoğunlukla ırkı ve göçmenlik durumu nedeniyle güvencesiz işlerde çalışan kadınlara) ayrılmadığı bir üniversite için. Katı hiyerarşiler geleneğini kıran ve ayrıcalıklarını korumakla ilgilenenlerin gücü pekiştirdiği bir gelenekle bağını koparan özen ve sorumlulukla hareket eden toplulukları teşvik eden bir üniversite için mücadele ediyoruz. Kısacası, “dahi patriyarkların” yeniden üretimine dayalı bir üniversite kültürünü reddediyoruz.

  1. Bakanlar Elvira Fortunato ve Ana Catarina Mendes ile Bilim ve Teknoloji Vakfı’na (FTC) çağrıda bulunuyoruz

Bilim, Teknoloji ve Yüksek Öğrenim Bakanı Elvira Fortunato ile Devlet Bakanı ve Parlamento İşleri Bakanı Ana Catarina Mendes’in yanı sıra Bilim ve Teknoloji Vakfı’nı (Portekiz ulusal kamu araştırma destek ajansı), tüm yüksek öğrenim ve araştırma kurumlarında bu tür vakalara uygulanabilir yasal çerçeveleri iyileştirmek için tavır almaya ve gerekli kaynakları sağlamaya çağırıyoruz. Buna, örneğin Amerika Birleşik Devletleri’ndeki “Madde IX”a benzer yasal kodların ve düzenleyici çerçevelerin benimsenmesi ihtiyacının değerlendirilmesi de dahildir. Buna ek olarak, yükseköğretim kurumlarının tacize uğrayanların cinsel ve manevi tacizi anonim olarak bildirebilecekleri ve onlara koruma sağlayabilecek mekanizmalara sahip olmaları için eğitimi ve bilimsel araştırmayı düzenleyen kurumlar, tüm gerekli koşulları derhal oluşturmalıdır. Ayrıca, önleyici tedbirlerin uygulanmasından sorumlu, şikayetleri değerlendirebilecek, süreçleri işler hale getirebilecek ve yaptırımların uygulanmasına yardımcı olabilecek bağımsız ve içeriden olmayan komisyonların oluşturulması çağrısında bulunuyoruz.

  1. Dayanışma ağı sabemostodas[@]gmail.com

Demokrasilerde adil bir soruşturma için hem şikayetçilerin hem de şikâyet edilenlerin masumiyet karinesine sahip olması gerektiğinin bilinciyle, şikâyette bulunanlara yönelik her türlü misilleme girişimini kınıyoruz. İmzacılara, yani kurumsal ve akademik bağlantıları olanlara karşı misilleme olasılığını öngörüyoruz, bu nedenle gözümüz açık olacak ve onlara yönelik her türlü cezalandırıcı ve misilleme davranışını kınayacağız. Etkili kurumsal destek kanallarının yokluğunda, kendimizi bir dayanışma alanı ve ağı olarak tanımlıyoruz.

Tüm bu kadınlarla ve tacizden kurtulan, mağdur olan herkesle dayanışma içinde olduğumuzu bir kez daha vurguluyoruz.

Bu baskıcı ve zehirli sisteme karşı örgütlenme, kınama ve meydan okuma cesaretini gösteren ve bunun sonucunda geçmiş travmaları yeniden yaşamak zorunda kalan kişileri destekliyoruz. Her türlü misilleme girişimine karşı tetikte olacağız ve verilen her türlü zararı onarmak için hareket edeceğiz.

Üniversite sistemlerinin altında yatan ataerkil ve sömürgeci temelleri kınayan ve bu temelleri yıkanları destekleyenlerin sayısı giderek artacaktır.

İmzacılar

Josina Almeida
Ana Balona de Oliveira
Inês Beleza Barreiros
Maria Benedita Basto
Ana Bigotte Vieira
Catarina Boieiro
Catarina Botelho
Maria do Carmo Piçarra
Filipa César
Fábian Cevallos Vivar
Andreia Cunha
Ana Cristina Pereira (Kitty Furtado)
Inês Espírito Santo
Sara Goulart
Marta Lança
Patrícia Martins Marcos
Marta Mestre
Raquel Schefer
Luísa Semedo
Júlia Suárez-Krabbe
Rita Tomás

***

MEKTUPLAR[11]

BU İFTİRA DEĞİL, İNTİKAM DEĞİL. BU EN BAŞINDAN İTİBAREN TACİZDİ:

COIMBRA ÜNİVERSİTESİ TOPLUMSAL ÇALIŞMALAR MERKEZİ’NE (CES) AÇIK MEKTUP

Biz, Coimbra Üniversitesi Toplumsal Araştırmalar Merkezi (Centro de Estudos Sociais – CES) ile ilişkili olan veya Boaventura de Sousa Santos tarafından koordine edilen araştırma ekiplerinde görev yapan, farklı geçmişlere sahip, şu anda farklı yerlerde ve konumlarda bulunan Uluslararası Kadın Kolektifiz. Deneyimlerimiz 2000 ile 2019 yılları arasındaki dönemi kapsamaktadır.

Bizler, farklı bölgelerden, farklı bireysel profillere sahip, Boaventura de Sousa Santos veya onun meşruiyetiyle otorite konumunda bulunan kişilerle olan çalışma ilişkilerindeki istismar örüntüsü sonucunda ortaya çıkan travma deneyimini paylaşan kadınlarız.

Hikayelerimiz farklı olduğu gibi acımızla başa çıkma yöntemlerimiz de farklı. İyileşmenin farklı aşamalarındayız. Bazılarımız travmayı çoktan atlattı, bazılarımız atlatıyor, bazılarımız ise yaşadığımız şiddetin bir adı olduğunu kabul etmeye başlıyor. Son birkaç gün içinde hepimiz, uzun yıllar boyunca susturulmuş olan derin acı katmanlarını harekete geçirdik.

İstismarı fark etmek her zaman kolay değildir. Şiddet deneyimlerimizi başkalarıyla paylaştıkça, kadınlarla erkekler arasındaki hiyerarşik ilişkilerde kötü uygulamaların ya da bunların kaçınılmaz olduğu fikrinin tekrar tekrar normalleştirildiğini gördük. Bu vakada, bu durum akademik kariyerinin en üst seviyesindeki bir erkek ile farklı güvencesizlik ve kırılganlık seviyelerindeki kadınlar arasında gerçekleşiyor.

Farklı geçmişlerimiz ve farklı ihtiyaçlarımız var. Susturulmuş bireysel seslerimiz var. Bazılarımızın yaşadıklarımızı anlamlandırmak için çok zamana ihtiyacı var. Sessizliğimizi bozmanın ve ataerkil akademik onay süreçlerinden kaynaklanan bir şiddet örüntüsünü alenen kınamaya cesaret edenlerin seslerini meşrulaştırmanın aciliyetini paylaşıyoruz; üniversitelerin ve araştırma merkezlerinin içinde ve dışında başka bir gerçeklik inşa etmenin gerekli olduğuna ve CES’in bir örnek oluşturabileceğine, ancak istismar geçmişini kabul etmeden, gerçeğin doğrudan ele alınmasını sağlamadan ve tekrarlanmayacağına dair güçlü garantiler vermeden ilerleyemeyeceğine dair derin inancı paylaşıyoruz.

Şu anda bir mağdurlar kolektifi olarak örgütleniyoruz. Rapor edilen ihlalleri ve diğer şiddet biçimlerini yaşamış kişileri kapsayabilecek, kolektif bir iyileşme sürecini destekleyebilecek ve farklılıklarıyla birlikte kadınların ihtiyaçlarını karşılayacak stratejileri tartışabilecek güvenli bir alana ihtiyaç olduğunun farkındayız. Kendimizi, bizim gibi bu sistematik istismar eylemlerinden etkilenen ve yargılanmadan karşılanmaya ve dinlenmeye ihtiyaç duyan diğer kadınlara açıyoruz.

Uğradığımız şiddetin anlatıldığı hikayelerimizin duyulmasını istiyoruz. Yaşadığımız istismarların, travmanın ötesinde, kariyerlerimizin gelişimi üzerinde ciddi etkileri oldu. Bu çalışma ilişkisinin duygusal ve maddi hasarıyla yıllardır tek başımıza uğraşıyoruz.

Yaşadığımız deneyimler ve topladığımız zengin kanıtlarla, hesap verebilirliği sağlayacak ciddi bir soruşturmanın yürütülebilmesi için kanıt sunmak istiyoruz. “Kimse konuşamazken duvarlar konuştu” başlıklı makalede açıklanan uygulamaları doğrulayan tanıklıklar ve kanıtlar topladık; entelektüel çıkarcılığın (araştırma görevlilerinin entelektüel çalışmalarının, yazarlık ve ücretlendirme hakkı tanınmadan kendilerine mal edilmesi) açık örnekleri; cinsel girişimlerin reddedilmesinin bir sonucu olarak misilleme ve manevi tacizle birlikte cinsel taciz; ve çalışma ekiplerinde zehirli bir ortamın yeniden üretilmesi ve sürdürülmesi.

Ayrıca, duygusal olarak yıpratıcı olan ve kadın araştırmacılar için kariyerlerinde yükselme ve mesleki gelişimin önünde sürekli bir engel teşkil eden bir cinsiyet ayrımcılığı modelini ortaya koyan ikna edici kanıtlara sahibiz. Kadınlara idari, proje yönetimi ve duygusal yönetim görevlerinin aşırı derecede yüklenmesi; aşırı ve yorucu ek talepleri karşılamak için üzerinde anlaşmaya varılan araştırma çalışmalarından sapılması. Katkılarına ve çalışmalarına sıklıkla değer verilmemesi ve daha fazla özerklik elde etme ya da diğer araştırmacılarla bağımsız ortaklıklar kurma konusunda karşılaştıkları zorluklar. Yinelenen bu uygulamalar, bu kadınların maruz kaldığı istismarların geniş bir panoramasını oluşturmaktadır ve ayrıca soruşturulmalıdır.

Bir kolektif olarak örgütlenmemiz, bunların münferit vakalar olmadığını ve meselenin “intikam” olmadığını göstermektedir. Yıllar boyunca kadınları orantısız bir şekilde etkileyen sistematik bir istismar örüntüsü olduğunu anlıyoruz. Bu vakaların soruşturulma sürecinin güvenli olması ve mağdurlara gizlilik ve misilleme korkusu olmadan ifade verebilecekleri, dinlendikleri ve samimi bir şekilde karşılandıkları bir alanının garanti edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, Soruşturma Komisyonu’nun tamamen tarafsız ve CES’ten bağımsız olmasını, diğer şikayet ve kanıtları toplamak için mekanizmalar oluşturulmasını ve bu süreçte bildirimde bulunmak veya kanıt sunmak isteyen kadınlara mutlak gizlilik güvencesi verilmesini zorunlu görüyoruz.

Soruyoruz: Daha fazla kadın öne çıkıp istismar hikayelerini anlatmak isterse, devam eden soruşturma nasıl ilerleyecek? Soruşturulmakta olan davada tanıklık ve diğer kanıtların sunulmasına ilişkin süreç nedir? Kadınların hikayelerini anlatırken kendilerini güvende hissetmeleri için hangi güvenceler mevcut?

Değişim sürecini başlatmak için bu vakaların ele alınış biçimini değiştirmeli ve mağdurların savunulması, korunması ve bakımını merkeze almalıyız. Bu hasarlarla ayakta kalabilirsek, bu süreç değişim için bir katalizör görevi görsün ve hiçbir kadın  bizim yaşadıklarımızı yaşamasın.

Siz de Boaventura de Sousa Santos’un istismarcı uygulamalarından etkilendiyseniz ve hikayenizi paylaşmak için güvenli bir alana ihtiyacınız varsa, bize güvenebilirsiniz. Bize şu adresten yazabilirsiniz: querocontarminhahistoriaem23@gmail.com.

17 Nisan 2023.

 

  1. AÇIK MEKTUP: TACİZ MAĞDURU KADINLAR KOLEKTİFİ’NİN BOAVENTURA DE SOUSA SANTOS’UN KAMUOYUNA AÇIK SAVUNMASINDA SUNDUĞU ARGÜMANLARA CEVABI  

SUÇLAYANLARIN ZAFİYETİNİ ORTAYA ÇIKARMAK MASUMİYETİN KANITI DEĞİLDİR

Kendimizi, Boaventura de Sousa Santos liderliğindeki çalışma ekiplerinde doğallaşan ve uzun yıllardır CES’te (Centro de Estudos Sociais – Coimbra Üniversitesi) yetkili pozisyonlara sahip kişilerin kaçınılmaz gördüğü gücün kötüye kullanılması modelinin bir sonucu olarak farklı şiddet türlerine maruz kalan bir kadın kolektifi olarak tanımlıyoruz [İlk mektubumuza ulaşabilirsiniz].

Kolektifimiz, saldırganların savunulmasına değil mağdurların korunmasına odaklanan bir komisyonun kurulması için baskı yapmaya odaklanmıştır. Vakaların soruşturulması zorunludur ve bu soruşturma mağdurların misilleme korkusu olmadan ifade verebilecekleri bir alan sağlamalıdır. Gücün eşitsiz dağıldığını ve bu nedenle pek çok kadının susturulduğunu biliyoruz.

Boaventura de Sousa Santos’un Mapuche Yerli aktivisti Moira Millán tarafından yapılan suçlamalara verdiği yanıt (kendisi de yanıt vermiştir – https://www.instagram.com/p/Crbt78YPTZJ/?img_index=1 ) bizim endişelerimize de işaret etmektedir. Söz konusu aktivisti tanımadığımızı ve kendisiyle hiç temas kurmadığımızı belirtmek isteriz. Bununla birlikte, onun hikayesini son derece ciddiye alıyoruz.

Eğer her eleştirinin bir yanıt ve her suçlamanın bir savunma hakkı varsa, güçlü tarafa neyin rasyonel neyin irrasyonel, neyin olası neyin olanaksız, neyin doğru neyin yalan, neyin sorulacak ve hepsinden önemlisi yanıtlanacak önemli sorular olduğunu tanımlama gücü veren hiyerarşilere dayalı akademik hakikat üretimi anlaşmasından kopmak gerekir.

Boaventura, masumiyetinin kanıtı olarak benimsediği anlatıda, akademinin yapısal sorunlarını yeniden üreten bir hakikat üretimi mantığı kullanır: Profesör kime ve neye cevap verileceğini seçer; tartışmanın koşullarını belirler; kurbanı diskalifiye eder ve kendi sözünün daha değerli olduğunu varsayar.

İstismarcıların savunma kitabında, kadınların rapor ettikleri travmatik istismar davranışından sonra kadınlardan gelen samimiyet ve hatta dostluk kanıtlarının kullanılması yer almaktadır. Moira Millán ile Boaventura arasındaki ilişkinin sürekliliğini kanıtladığı iddia edilen e-posta alışverişinin tamamı doğru olsa bile (ki Moira Millán bunu reddetmektedir), bu durum istismarın olmadığını kanıtlamaz.

Kadınların istismara maruz kalmalarına rağmen istismarcıya karşı nazik olmak zorunda kalmaları yaygın bir durumdur. Bunu hepimiz biliyoruz; çünkü, bizler de ister bir Noel yemeğinde ister bir iş toplantısında olsun, genel bir rahatsızlıktan kaçınmak için duygularımızı saklamak üzere yetiştirildik. Bunu yapmamak, ataerki ve ataerkiye meydan okuyan kadınlar tarafından iyi bilinen sınıflandırmalarla sonuçlanır: itaatsiz, uyumsuz, zor, duygusal, histerik, çılgın, çaresiz ve bencil.

Samimiyeti korumanın o kadar çok olası nedeni vardır ki, sadece örnekler verebiliriz: İstismarcılar manipülatiftir ve istismarın reddini duyarsızlık ve empati eksikliği olarak gizleyebilirler; kadınların tarihsel olarak taşıdıkları suçluluk duygusu, çoğunlukla yaşadıklarını şiddet olarak adlandırmadan önce ne söylediklerini, ne giydiklerini, nasıl hareket ettiklerini sorgulamalarına neden olur; istismarcının iftira atma gücü, mağdurun rapor etme gücünden çok daha fazladır; istismarcılar proje liderleri olabilir ve mağdurların kendi bireysel acılarından daha önemli gördükleri amaçlar için çalışıyor olabilirler.

Boaventura de Sousa Santos yanıtının sonunda, “Gerçeklerin de iyi bir şekilde gösterdiği gibi bana karşı asılsız suçlamalarda bulunulmasını kabul edemem” diyor, ancak sunduğu gerçekler, failleri mağdurlardan daha iyi korumayı her zaman bilen bir toplumda tacize uğramanın nasıl bir şey olduğunu bilmeyenler tarafından ancak masumiyetin kanıtı olarak anlaşılabilir.

“Keşke bu sorunu çözmek için yasal yollara başvurmak zorunda kalmasaydım”, pek çok durumda işe yarayan ve çok iyi tanıdığımız türden bir cümle: Yumuşak, küçümseyici, ataerkil bir tonda tehdit. Moira pes etmezse mücadelenin zor olacağını biliyor ve Boaventura tehdidinin yeterli olacağını umuyor. Hayatı boyunca buna alışmış.

Her şeyden önce Boaventura, Coimbra’nın duvarlarında görülen ve cinsel şiddet suçlamalarını içeren duvar yazılarının Moira’ya yapılan saldırıya atıfta bulunduğunu varsayıyor. Bunun doğru olmadığını hepimiz biliyoruz. En iyi bilinen vaka, o zamanlar CES’te genç bir doktora öğrencisi olan şu anki Brezilyalı milletvekili Isabella Gonçalves’e yapılan cinsel saldırıydı. Boaventura bu vakayı sanki hiç yaşanmamış ve gerçek bir şikayet yokmuş gibi siliyor.

Var olduğunu biliyoruz. Ancak Boaventura hangi soruların ve vakaların ilgili olduğunu, kimin geçerli kimin geçersiz muhattap olduğunu tanımlamaya alışkın, çünkü akademinin bir profesöre atfettiği güç budur ve sorgulanması gereken de bu doğrulama sistemidir.

Boaventura, Moira’nın iddia ettiğinin aksine evinde bir güvenlik sisteminin olmamasını tacizin olmadığının kanıtı olarak sunuyor. Anlaşılan o ki, binalarında nadiren kapıcı bulunan Portekiz’de, binaların dışarıdan bir kod veya anahtarla açılabilen ortak bir kapı ile korunması yaygın bir pratik. Bunların hiçbiri binadan çıkmak için gerekli değil, ancak kültürlerarasılık hakkında bir şeyler bilen ya da kuralları bilmedikleri yerlerde kendilerini güvende hissetmeyen herkes için, bu kapıların çok farklı bir yerden gelenler tarafından nasıl güvenlik sistemi olarak algılanabileceğini anlamak kolay.

Tüm bu iddiaların soruşturulması gerektiğinde ısrar ediyoruz ve suçlananların savunma hakkı olduğunu biliyoruz, ancak bu savunma bizleri çok uzun süredir susturan kurallarla aynı olamaz. Failler cevaplayacakları soruları seçemezler ve mağdurları seçme ve sınıflandırma (ve diskalifiye etme) hakkına sahip değiller.

Boaventura kendini savunmaya çalışarak ataerkilliği koruyan kuralları iyi bildiğini ve bunları nasıl kullanacağını da bildiğini gösterdi. Bizi ikna edemedi. Bu mektupla Moira Millán’a bir dayanışma mesajı gönderiyoruz: Sana inanıyoruz, çünkü modeli tanıyoruz.

Son olarak, querocontarminhahistoriaem23@gmail.com e-posta adresinin Boaventura de Sousa Santos’un istismarcı uygulamalarından etkilenen ve hikayelerini paylaşmak için güvenli bir alana ihtiyaç duyan herkese açık olduğunu hatırlatırız.

27 Nisan 2023.

SOMUT İSTİSMAR EYLEMLERİNİN SORUMLULUĞUNU ÜSTLENMEDEN ÖZELEŞTİRİ YAPILAMAZ

MAĞDURLAR KOLEKTİFİNİN BOAVENTURA DE SOUSA SANTOS’UN SON TUTUMUNA İLİŞKİN ÜÇÜNCÜ MEKTUBU

Bizler kendimizi, Boaventura de Sousa Santos’un yönettiği çalışma ekiplerinde doğallaştırılan ve uzun yıllar boyunca Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nde (CES – Center for Social Studies) yetkili pozisyonlarda bulunan kişilerin kaçınılmaz gördüğü iktidarın kötüye kullanılmasına dayanan modelin sonucunda farklı şiddet biçimlerine maruz kalmış bir kadın kolektifi olarak tarif ediyoruz. İlk mektubumuz aşağıda yer almaktadır. Düşüncelerimizi paylaşmaya başladığımızdan beri bizimle ilişkilenen insan sayısı arttı. Bizimkine benzer hikayeler yaşamış başka kadınlarla da iletişime geçtik. Yaşanan istismar, dünyanın değiştiğini anlamaktan aciz bir erkeğin teşvik ettiği uygunsuz anlarla sınırlı değil. Uluslararası alanda en büyük sol entelektüellerden biri olarak kabul edilen profesyonel bir sosyologun toplumdaki değişimleri anlayamadığına ve bunlara uyum sağlayamadığına inanmak çok zor. Her daim sahip olageldiği tüm ayrıcalık ve güce rağmen ve çalışmaları bir baskı biçimi olarak ataerkilliğe sürekli dikkat çekmiş olmasına karşın Boaventura, kendi yazdıklarını görmezden gelmiş ve daha az baskıcı bir dünyanın taleplerine uyum sağlamamıştır. Ekiplerine, iş arkadaşlarına, öğrencilerine ve akıl hocalarına karşı davranışları zamanın kültürel bir yansıması değil, bilinçli bir seçimdi.

Deneyimlerimiz şunu gösteriyor ki, Boaventura de Sousa Santos’un teorisi ile çalışma kültüründe normalleştirilen iktidar ilişkileri arasındaki bariz çelişkiler hiçbir zaman sorunsallaştırılamazdı, çünkü sömürü ve istismar kalıplarıyla hiyerarşileri sürdürmek kendisine vazgeçmek istemediği açık avantajlar sağlıyordu. Özeleştiri yapmaya istekli olan bir kişi, bilinçli ya da bilinçsiz olarak teşvik ettiği eşitsiz ilişkilerin bir sonucu olarak avantajlar elde ettiğini en başından kabul etmelidir. Grubumuzda bazı kadınlar Boaventura de Sousa Santos ile olan iş ilişkilerine bağlı olarak kariyerleri açısından ciddi sonuçları olan travmalar biriktirmişlerdir. İlk olarak şu soruları soruyoruz: Artık özeleştiri yapan Boaventura, teşvik ettiği eşitsiz ilişkiler kültürü içinde son derece ayrıcalıklı olduğunu kabul ediyor mu? Hangi ayrıcalıkları kabul ediyor? Akademik hiyerarşi bağlamında iş ilişkisi içinde olduğu ya da karşısında ayrıcalık konumda bulunduğu kadınlara ne gibi zararlar verdi? Genel bir özeleştiri zararı ortadan kaldırmaz ya da eşitsizliklerin üstesinden gelmez. Sorumluluk almalı ve bunu somut olarak yapmalıyız.

Kolektifimiz, failleri savunmaya değil mağdurları korumaya odaklanan bir komisyon kurulması için çaba sarfediyor. Bizim amacımız bu. İnsanları iptal etmek (cancel) istemiyoruz; gerçeklerin tam olarak araştırılmasını ve mağdurların haklarına ve onların acı ve ıstırap barındıran hikayelerine saygı gösterilmesini istiyoruz. Biz adalet istiyoruz! Davaların gerekli şekilde soruşturulması sırasında mağdurların misilleme korkusu olmadan ifade verebilecekleri bir alan sağlanmalıdır. Gücün eşitsiz dağıldığını ve bu nedenle pek çok kadının susturulduğunu biliyoruz. Bir komisyonun kurulması ve bu komisyonun Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nden (CES) mutlak bağımsızlığının garanti altına alınması elzemdir. CES’e yazdığımız ilk mektuptan bu yana, hızlı bir yanıt almamıza ve mağdurların haklarının garanti altına alınması konusundaki endişelerimizi dile getirmemize rağmen hiçbir şey değişmedi. Bizler CES’in prosedürlerinin doğru olduğunu, haklarımıza saygı gösterileceğini ve topladığımız kanıtlarla birlikte hikayelerimizi sunmak için güvenli bir ortamda karşılanacağımızı umarak beklerken, Boaventura’nın sahip olduğu iktidarı gerçeklerin kendi versiyonunu sonuna kadar yaymak için gereken zamanı garantilemek için kullandığını gördük. Bu nedenle, Komisyon hakkındaki haberleri medyadan alıyor olmamız ve bu haberlerin Komisyon’un gerçekte nasıl çalışacağı konusunda belirsizlik yaratması endişe verici. Bir yerde, Komisyon’da bir CES üyesinin ve kurum dışından iki kişinin yer alacağı belirtilmekte. Başka bir yerde ise Komisyon’un tamamen bağımsız olacağı söyleniyor. İkinci olarak şunları soruyoruz: Komisyonun çalışma şartları (yetkileri, özerkliğinin ve bağımsız işleyişinin garantisi, hedefleri, uyması gereken etik kurallar, uyması gereken gizlilik kuralları, CES’in atadığı kişilerin seçiminde uyması gereken kurallar) ne zaman kamuoyuna açıklanacak? CES, Komisyon ve Komisyon’un işleyişine ilişkin asgari bir dizi kamusal taahhüt sunma niyetinde mi? Aynı şekilde, burada yer alacak uzmanların dikkatli bir şekilde seçilmesini sağlayacak ve çalışmanın başlayacağı zamanı ve yürütülme şeklini güvence altına alacak bir zaman çizelgesi sunma niyetinde mi?

Boaventura de Sousa Santos’un Mapuche yerli aktivisti Moira Millán tarafından yapılan suçlamalara cevaben yayınladığı yanıt bizi ikna etmedi. Feminizm de dahil olmak üzere ilerici davaların entelektüel aktivisti Boaventura’nın, mağdurların kariyeri ve çalışma evreni ya da aktivizm alanları içinde kendisinin çok yüksek düzeyde hiyerarşik güce ve etkiye sahip olduğu bir yapı içinde meydana gelen şiddet karşısında, mağdurların moralini bozma stratejilerini ve (olayın gerçekleştiği dönemde) ihbarda bulunmama argümanını izlediğini görmek şaşırtıcıdır. Mektuba 27 Nisan’da yanıt verdik, ancak özellikle Portekiz medyasında çok az görünürlüğü oldu (link: https://sol.sapo.pt/artigo/797956/boaventura-sousa-santos-coletivo-de-mu… ).

Boaventura de Sousa Santos tarafından yayınlanan son metin, başlığına rağmen bir özeleştiri değildir. Boaventura bir kez daha oyunu kuralına göre oynuyor: Mağdurların moralini bozduktan sonra, boş bir özeleştiri egzersizi yapıyor; sözde adeletsizlik nedeniyle zarar görüdüğüne ve giderek artan sayıda kadının verilen bilgileri doğrulamasına rağmen suçlandığı eylemlerden sorumlu olmadığına kamuyu ikna etme girişimde bulunuyor. Boaventura’nın yanıtlarında kullandığı kalıbı örneklemek için, Harvey Weinstein’ın cinsel taciz iddialarına yanıt olarak verdiği ifadeden bazı bölümleri aktarıyoruz: “60’lı ve 70’li yıllarda, davranış ve işyerleri ile ilgili tüm kuralların farklı olduğu bir dönemde yetişkin yaşa eriştim. O zamanki kültür buydu. O zamandan beri bunun ofiste ya da ofis dışında bir mazeret olmadığını öğrendim. Hiç kimse için. Bir süre önce daha iyi bir insan olmam gerektiğini fark ettim ve birlikte çalıştığım insanlarla etkileşimlerim değişti. Geçmişte iş arkadaşlarıma karşı davranış biçimimin çok fazla acıya neden olduğunu anlıyorum ve bunun için içtenlikle özür diliyorum.”

Boaventura, kendi ayrıcalığının analizi yerine, feminist mücadeleler sonucunda modern toplumlarda meydana gelen dönüşümler ve bugün karşı karşıya olduğumuz zorluklardan kaynaklanan toplumsal senaryonun yüzeysel ve genel bir okumasını sunuyor. Açıklamasında, bugün kabul edilemez olan pek çok şeyin, içinden geldiği dönemde kabul edilebilir olduğunu savunuyor. Ne tesadüftür ki, insan hakları – ve özellikle de kadın hakları – geliştirdiği sosyolojinin ve toplumsal hareketlere verdiği taahhütlerin merkezinde yer alıyordu. Yazılan bunca kitaptan, verilen bunca dersten, atölye çalışmasından, heteropatriyarka üzerine düzenlenen bunca forumdan sonra cehaleti ya da farkındalık eksikliğini bir mazeret olarak kabul etmek zor. Metin en nihayetinde Boaventura’nın feminist toplumsal mücadeleler ve insan hakları derslerini kendi çıkarlarına göre nasıl seçerek öğrendiğini kanıtlıyor. Örneğin, hesap verebilirliğin ne anlama geldiğini öğrenmemiş. Hesap verebilirlik olmaksızın yapılan özeleştiri, gücü elinde bulunduranların anlatıyı kontrol etmek için attıkları bir başka adımdır. İnsan hakları hareketi yıllardır hesap verebilirliğin, işlenen fiillerin somut sorumluluğunu üstlenmek, fiillerin şiddetini ve yol açtığı zararı kabul etmek ve mağdurlara tazminat ödemek anlamına geldiğini göstermiştir. Üçüncü olarak Boaventura’ya şu soruları yöneltiyoruz: Kendisinden ziyade kültüre atfettiği uygunsuz eylemler kime karşı işlenmiştir? Bunlar hangi durumları tarif ediyordu? Zorbalık mı, cinsel taciz mi yoksa her ikisi mi? Boaventura, zarar veren eylemlerinin kurbanlarına tazminat sağlamak için hangi önlemleri aldı veya almayı planlıyor? Yoksa sadece kimseye zarar vermeyen veya acı çektirmeyen zararsız uygunsuz eylemlerden mi bahsediyorsunuz? Eğer zarar veya acıya neden olmamışlarsa, neden özeleştiri yapma ihtiyacı duyuluyor?

Cevapların somut olması gerekiyor. Gerçek hesap verebilirlik talep eden hikayelerimiz var. Yaşadıklarımızın, dünyanın değiştiğinin farkında olmayan bir profesörün zaman içinde hareketsiz kalması gibi zararsız bir vaka olmadığını biliyoruz. Farklı kadınlarla, farklı durumlarda yeniden üretilen sistematik bir istismar modelinden bahsediyoruz. Boaventura’nın son metni kendi niyetiyle çelişiyor, feminist mücadelelerin ve kadın haklarının tanınmasında bir milimetre bile ilerleme kaydetmiyor, ancak Boaventura bu metinde, kendisinin hiç mağdur olmadığı taciz vakalarında prosedürlerin nasıl işlemesi gerektiğine dair kuralları dikte ederken şaşırtıcı derecede rahat hissediyor.

Boaventura’nın toplumdaki iktidar ilişkilerinin ve tahakküm biçimlerinin nasıl işlediğine dair derin bir kavrayışa sahip olduğunu biliyoruz. Ataerkilliğin nasıl işlediğini o kadar iyi anlıyor ki bunu her zaman farklı şekillerde kullanabildi. Toplumsal mücadelelerin gücünü o kadar iyi anlıyor ki, kendilerini feda etmeye hazır olan kadınları kullandı; çünkü onu ifşa etmek bu kadınların alenen savunduğu ve bizim için gerçekten önemli olan tüm mücadeleleri baltalamak için her daim kullanılacaktı.

Cehalet mazereti kabul edilebilir olsa bile, mağdurlara yaşatılan sıkıntı karşısında ağıt yakmak en hafif tabirle yetersiz ve bizce rencide edicidir. Her zaman başa çıkmayı öğrendiğimiz, bizi yıpratan ama yıkmayan sıkıntıdan bahsetmek istemiyoruz. Görmezden gelinemeyecek kadar aşikar hale gelmiş, normalleştirilmiş bir istismar örüntüsü hakkında konuşmak istiyoruz. Susturulan travmalardan; kesintiye uğratılan, durdurulan veya ağır bir şekilde feda edilen kariyerlerden; Boaventura’ya hizmet etmiş keyfi bir iktidar paylaşımından kaynaklanan zulümden bahsetmek istiyoruz. Ne olduğuna dair hakikat ortaya çıkmadan adalet, hasarı onarma çabası olmadan da aklanma söz konusu olamaz.

CES söz verdiği soruşturma komisyonunu kurmadığı sürece, Boaventura bundan kazançlı çıkacak, çünkü anlatıyı kontrol etme gücüne sahip. O, somut tek bir hatayı kabul etmeden kriz iletişimini hazırlarken, kariyerlerimiz ve hayatlarımız sarsılmaya devam ediyor ve görünürde bir sonu da yok. Eşitsizlik üzerimizde ağırlığını hissettirmeye devam ediyor ve mektuplarımız aynı hızda ve aynı sayıda sosyal medya mecrasında yayınlanmıyor. Hâlâ buradayız, travmaları yeniden yaşıyoruz ve sadece birbirimize güveniyoruz. İyileşmemize daha vakit var.

6 Haziran 2023

[1] https://newsroom.taylorandfrancisgroup.com/statement-on-sexual-misconduct-in-academia/

[2] https://www.publico.pt/2023/04/14/sociedade/noticia/sabemos-2046156

[3] https://apublica.org/2023/04/deputada-brasileira-denuncia-assedio-sexual-de-boaventura-durante-doutorado/

[4] https://www.ojala.mx/en/ojala-en/moira-milln-recounts-sexual-assault-by-boaventura-de-sousa-santos

[5] https://www.opendemocracy.net/en/5050/boaventura-de-sousa-santos-allegations-sexual-harassment-abuse-women-university-coimbra-wisconsin-madison/ Bu sayfada süreçle ilgili daha detaylı bilgiye ulaşılabilmektedir.

[6] https://www.other-news.info/self-critical-reflexion-and-a-commitment-for-the-future/

[7] https://www.other-news.info/open-letter-from-prominent-personalities-from-several-countries-in-solidarity-with-professor-boaventura-de-sousa-santos/

[8] https://www.rightsofnaturetribunal.org/public-statement/

[9] https://www.opendemocracy.net/en/5050/boaventura-de-sousa-santos-allegations-sexual-harassment-abuse-women-university-coimbra-wisconsin-madison/

[10] Yazarların kaleme aldığı metin ilk olarak Portekiz gazetesi Público‘da yayımlanmış, daha sonra İngilizce ve Fransızcaya çevrilmiştir. Türkçe çevirisi mediapart.fr sitesindeki metin üzerinden Fransızcadan yapılmıştır. Çeviride DeepL Translate sitesinden de faydalanılmıştır.  

[11] Bu bölümdeki metinler AI aracılığıyla çevrilmiş; 1. ve 2. mektup Atıl Ünal, 3. mektup Zeynep Kutluata tarafından redaksiyon ve Türkçe düzelti yapılarak yayıma hazırlanmıştır. Mektuplar, Without taking responsibility for concrete acts of abuse committed, there is no self-criticism | BUALA sitesinden çevrilmiştir.