8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü Üzerine…

Yürüyüşe Saldırılar Sadece Seçimlere Mi Odaklı?

Esra Aşan / 16 Mart 2019

 

8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle İstanbul’da düzenlenmek istenen 17. Feminist Gece Yürüyüşü’ne izin verilmedi ve yürüyüş polisin katılımcılara şiddet uygulamasıyla sonuçlandı. Ancak yürüyüş sonrasında kamuoyunu belirleyen konu yürüyüşe katılan kadınların ezanı protesto etmesi gibi yürüyüşle ilgisi olmayan bir meseleydi. Bu yazının ilk bölümü 17. Feminist Gece Yürüyüşü’nde ne olduğunu ve yürüyüşe gelen tepkileri ele alıyor. İktidarın yürüyüşe verdiği tepkiler muhalif kamuoyunda ağırlıklı olarak AKP’nin tabanını konsolide etmek için seçime endeksli bir yatırım olarak değerlendirildi. Yazının ikinci bölümü AKP’nin yürüyüşle ilgili çarpıtmaları tabanını yerel seçimlerde kendi etrafında kenetlemek için araçsallaştırmakla birlikte bunun neden sadece seçimlere yönelik bir hamle olarak değerlendirilemeyeceğini tartışıyor. 

 

8 Mart günü İstanbul’da 17. Feminist Gece Yürüyüşü’nde ne oldu?

8 Mart günü, İBB Ulaşım Merkezi sabah saatlerinde “8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında Beyoğlu ilçesinde saat 15.00’dan etkinlik bitimine kadar kapatılacak yolları” duyurdu. Öğleden sonra saat 15.00’dan itibaren polis,  İstiklal Caddesi’ne çıkan neredeyse bütün ara sokakları kapattı. Caddede ve Taksim Meydanı’nda yüzlerce polis görevlendirildi. Saat 19.00 itibariyle Taksim Meydanı’na girişler polisin izin verdiği noktalardan yapıldı. Daha önceki gece yürüyüşlerinde böyle düzenlemeler yapılmamıştı. İBB Ulaşım Merkezi’nin açıklaması etkinliğe izin verileceği ve yürüyüşün güvenliği için tedbirler alındığı şeklindeki yorumlara açıktı. Hatta alana tek başına girmek isteyen erkeklere polisin “kadınların olduğu alana sizi tek başınıza alamayız; yanınızda bir kadınla girebilirsiniz”  gibi sözler söylediğini duyanlar da oldu.  Ancak 19.30’da başlayacak yürüyüşe izin verilmedi. Katılanların çok büyük bir kısmını kadınların LGBTİ+’ların oluşturduğu binlerce insan Taksim Meydanı’nda ve İstiklal Caddesi’nin girişinde birikmeye ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle şiddetsiz ve cinsiyetçi olmayan bir yaşama ilişkin çok çeşitli taleplerini dillendirmeye ve yürüyüşe izin verilmemesini protesto etmeye devam etti. Kadınlar yaklaşık 1,5 saat bekletilirken günün doğal akışı içinde akşam ve yatsı ezanları okundu. Burada ezan protesto edilmedi. Yatsı ezanından 10 dakika sonra polis kadınlara dağılın uyarısı yaptı; dağılmazlarsa müdahale edeceklerini söyledi. Ve öyle de oldu. Biber gazı ve plastik mermi kullanılarak eylem dağıtılmaya çalışıldı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlara şiddet uygulandı yani kadınların şiddetsiz ve cinsiyetçi olmayan yaşam taleplerine devlet, şiddet uygulayarak cevap vermiş oldu.

Normal koşullarda bu skandal durumun ülke çapında ve devlet teşkilatlarında olay yaratması gerekirken uygulanan şiddet gündem bile olmadı. Gece yürüyüşü esnasında ve sonrasında yürüyüşe katılanların din ve başörtüsü düşmanı olduğu çarpıtmaları sosyal medyada devam etti. Cumhurbaşkanı’nın Adana’da yaptığı konuşmada feminist gece yürüyüşüne katılan kadınları bayrağa ve ezana terbiyesizlik etmekle, istiklale saldırmakla, millet düşmanı olmakla suçlamasıyla konu ülke çapında gündem oldu. Cumhurbaşkanı, “3-5 oy için onlara göz yumarsak ecdadımızın da çocuklarımızın da yüzüne bakamayız” dedikten sonra 31 Mart yerel seçimlerinde Cumhur İttifakı için oy istedi. Ülkenin en yetkili ismi Cumhurbaşkanı’nın İstanbul yerelindeki yürüyüşü Adana yerelinde oy istemek için yanlış bilgilerle hedef göstermesi bir tiyatro oyununda sahnelense “gerçeklik ilkesine aykırı” diyeceğimiz dönemleri geride bıraktık.

Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlara uygulanan şiddet değil yürüyüşle hiç ilgisi olmayan bir konu kadınların ezanı protesto etmesi günlerdir kamuoyunun gündeminden düşmüyor –hatta bu yazıyı yazılırken yürüyüşe katılanlara soruşturma açılacağı haberleri gazetelerin internet sayfalarına düşüyor. Yatsı ezanının hemen ardından kadınlara saldırılması saygı kriterleri içinde değerlendirilmiyor. Bu arada bayrağa ve millete nasıl saygısızlık edildiği de anlaşılır gibi değil. Yürüyüşe katılmak için gelenlerin dillendirdiği şiddetsiz dünya talebinin bile vatana millete hayırlı olduğu görülebilir.

Din ve başörtüsü düşmanı ilan edilen yürüyüşe başörtülü Müslüman kadınların katılımı erkek egemenliğine bağlı dindar kesim içinde ciddi tepki yarattı. İstanbul’da 90’ların sonu 2000’lerin başındaki kadın platformlarında Müslüman kadınlarla buluşmalar yaşanmazdı. Hatta bu konuyu gündeme getiren çok az kadın grubu vardı. Son yıllarda Müslüman kadınların şiddete, cinsiyetçiliğe karşı örgütlenmesiyle bu durum değişmeye, kadın grupları arasında ilişkiler yeni yeni kurulmaya başladı. Yıllardır gece yürüyüşüne gelenler arasında ciddi sayıda Müslüman kadın da bulunuyor. Bu ilişkilere kıymet verenler, kadın dayanışmasını ilke edinip birbirlerinin inançlarına saygı duyanlar ezan protestosu gibi bir eylem yapmazlar. Müslüman kadınların şiddete, cinsiyetçiliğe karşı örgütlenmesine en fazla tepki ataerkil Müslüman erkeklerden geliyor. Bu yürüyüş üzerinden din bahane edilerek kadın düşmanlığı ve cinsiyetçilik meşrulaştırılmaya çalışılıyor.[1]

Gece yürüyüşüne yönelik bir çarpıtma da yürüyüşün Cumhur İttifakı dışındaki partilerin organizasyonuymuş gibi lanse edilmesi oldu. Oysa Türkiye’deki bağımsız kadın hareketini, feminist hareketi takip edenler hareketin cinsiyetçilik meselesini partiler üstü bir konu olarak gündemine aldığını bilirler. Feministlerin organize ettiği eylemlerde siyasi partilerin dahiliyeti her daim ciddi bir tartışma konusu kimi zaman da ayrışma konusu dahi olmuştur. Hatta dönemin siyasi partilerin, karma örgütlerin 8 Mart mitinglerindeki baskın yaklaşımı ve bunun bağımsız kadınları mitingten uzaklaştırması 17 yıl önce feminist gece yürüyüşünün düzenlenme nedenleri arasında bile sayılabilir. Hal böyle olunca feministlerin organize ettiği bu eylemi Cumhur İttifakı dışında kalan siyasi partilerle ilişkilendirmek abesle iştigal oluyor. Siyasi partilerin kadın eylemlerindeki dominasyonundan, karma örgütlerin kadın mitinglerini basmalarından ve bunun yarattığı tartışmalardan gına gelmiş olanlar bu gibi açıklamalara gülüp geçebilirlerdi. Ama öyle olamıyor. Ezana saygısızlık açıklamalarını hiçbir araştırmaya gerek duymadan bazı gazeteciler iştahla köşelerine taşıyabiliyor. 17. Feminist Gece Yürüyüşü imzalı açıklamanın ardından bazı gazeteciler özür dileyerek yazılarını tekzip ediyor bazıları ise bu açıklamayı dikkate almayarak aynı suçlayıcı söylemi devam ettiriyor. Ezana saygısızlık haberleriyle kutuplaşan toplumdaki kin ve nefret iyice tahrik oluyor ve bir grup erkek Taksim sokaklarında tekbirli protestolar gerçekleştirebiliyor. Feminist gece yürüyüşüne katılanlara soruşturma açılacağı haberleri yayılırken yargıda kimlerin aklına Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) halkı kin ve nefrete tahrik suçunu düzenleyen maddeleri geliyor bilmiyoruz.

 

Sadece seçim gündemi mi?

Seçim dönemlerinde ya da toplumda hak taleplerinin yükseldiği dönemlerde AKP’nin seküler kesimle dindar kesimi ayrıştırıp iki odak arasında kutuplaşmayı tırmandırarak kendi tabanında konsolidasyon ya da kenetlenme yaratmaya çalıştığı biliniyor. 31 Mart yerel seçimleri yaklaşırken bu kutuplaştırmanın son örneğini 17. Feminist Gece Yürüyüşü sonrasındaki tartışmalarda gördük. Yanlış bilgi vererek kadın hareketini, feministleri dindar kesime hedef göstermenin seçim gündemiyle ilgisi var tabii ki. Sonuçta bu konu Cumhur İttifakı için oy istenen seçim meydanlarında bu ittifak dışındaki partilere oy verilmemesinin gerekçesi olarak da gündeme getirildi. Pek çok kişinin yazıp çizdiği gibi; bu gündemlerle ekonomik krizin neden olduğu sorunların üzerinin örtüldüğü, kamuoyunun hayat pahalılığını değil yaratılan bu gibi gündemleri tartışmasının istendiği söylenebilir. Ekonomik kriz ya da çeşitli nedenlerle Cumhur İttifakı’na oy vermekten vazgeçebilecek kitleleri ittifakın etrafında tutabilmek için 17. Feminist Gece Yürüyüşü’nün yalan haberlerle araçsallaştırıldığı görülebilir. AKP’nin politikalarından memnun olmayan parti tabanı 24 Haziran seçimlerinde iktidardan vazgeçmemiş ama AKP’ye tepkisini iktidarın diğer ittifakına MHP’ye oy vererek göstermişti. 31 Mart yerel seçimleri yaklaşırken ülkenin gidişatından memnun olmayan AKP seçmenleri arasında oy kullanmamayı düşünen bir kesim var. Gece yürüyüşünde ezana saygısızlık edildiği çarpıtmaları bu kesimin dine sahip çıkmak amacıyla sandığa gitmesinde etkili olabiliyor.

Diğer yandan ezan protestosu çarpıtmalarının sadece seçimleri değil seçimler sonrasını da hedef aldığı iddia edilebilir. AKP içinden ne zaman kadınlarla ilgili cinsiyetçi, ataerkil söylemlere başvurulsa AKP’ye muhalif kamuoyu bunları gündem saptırma/değiştirme olarak değerlendirir. Kısa vadeli olarak bunların gündem değiştirme gibi etkileri olsa da orta ve uzun vadede yeni Türkiye’nin yeni kadınlık ve erkeklik rollerine giden yolun taşlarının döşendiği görülmez. 17. Feminist Gece Yürüyüşü sonrasındaki tartışmaları da sadece seçimlere odaklı ele almak eksik bir değerlendirme olacaktır.

Bilindiği gibi kadın erkek eşitliği, toplumsal cinsiyet eşitliği fikrine yönelik uzun bir süredir karşı propaganda yürütülüyor.  2019’un ilk aylarında yani kısa bir süre önce toplumsal cinsiyet eşitliği meselesiyle ilgili yaşananları hatırlayalım: Milli Eğitim Bakanlığı yürütmekte olduğu Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’ni durdurmuş; bundan kısa bir süre sonra Yüksek Öğretim Kurulu da Yüksek Öğretim Kurumları Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesini durdurarak “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesini” internet sitesinden kaldırmıştı. Hem Anayasaya hem de Türkiye’nin imzacısı olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı olan bu tutumun gerekçesini YÖK başkanı toplumsal cinsiyet kavramının toplumsal değerlerimiz ve kabullerimizle mütenasip olmamasıyla açıkladı. Her iki proje de eğitim kurumlarında toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik farkındalığı artırmayı ve cinsel şiddetle ilgili önlemler alınmasını amaçlıyordu. Bu projelerin kaldırılmasıyla devlet, eğitim kurumlarının cinsel şiddetten, cinsiyetçilikten arındırılması için sorumluluk almayacağını söylüyordu.

Referansını şeriattan alan ve Anayasa’nın laiklik ve eşitlik ilkelerine aykırı olan bir konu geçtiğimiz ay Meclis gündemine taşındı. Türkiye’nin de üyesi olduğu İslam Konferansı Örgütü’nün  Kadının İlerlemesi Teşkilat Tüzüğü Ocak ayında Cumhurbaşkanı tarafından Meclis onayına sunuldu. Bu tüzükte “Müslüman âleminde kadınların, erkeklerin saygı duyulan eşleri olarak yetiştirilmesi” gibi ifadeler yer alıyordu.

Uzun bir süredir hukuk alanında kadınların elde ettiği hakların geri alınması da gündemde. Bilindiği gibi 2002 yılında yürürlüğe giren Medeni Kanun; 2005 yılında yapılan TCK düzenlemeleri kadın hakları alanında çok önemli ve hayati değerde hukuki kazanımlar getirdi. Bu gelişmeler 2011 yılında Türkiye’nin imzalayan ilk ülke olduğu uluslararası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’yle ve 2012 yılında 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Dair Kanun’un kabul edilmesiyle devam etti. Ayrıca bu kanunlar, ne zaman kadın düşmanlığı ile suçlansa AKP’nin “Olur mu canım bu kadar kanun bizim dönemimizde çıktı.” diyerek referans verdiği metinlerdir. Kanunlar kağıt üzerinde iyi olsa da çoğu zaman uygulamada sorular yaşandığı biliniyor; hatta kanunları uygulayanların bile çoğu kanunlardan haberdar olmadığını kadın örgütleri sık sık gündeme getiriyor. Bu kadar kanun değiştikten sonra devletin bunların düzgün bir şekilde uygulanmasını sağlaması beklenir. Ancak iktidarın kadın erkek eşitliğini tanımayan ve aileyi merkeze alan politikaları yoğunlaştıkça aileyi korumak adına kadın ve çocuk haklarına saldıran politikalar hız kazandı. 2016 yılında Mecliste kurulan kamuoyunda Boşanma Komisyonu olarak anılan[2] komisyon raporu ise bu uygulamaların yol haritasını oluşturdu. Bu raporda yer alan birkaç başlığı hatırlayacak olursak:

Cinsel suçlarda kimyasal hadım uygulamasının önünü açan yönetmelik 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL döneminde çıkarılan ilk yönetmelikti. Bu yönetmeliğe insan haklarına, vücut dokunulmazlığı ilkesine aykırı olması nedeniyle pek çok hak ve meslek örgütü itiraz etmişti. 2017 yılında Danıştay yürütmeyi durdurma kararı alırken 2018 Şubat’ında Adalet Bakanı Abdülhamit Gül kimyasal hadım yönetmeliğini yürürlüğe koymaya kararları olduklarını açıklamıştı.

Boşanma durumunda ekonomik olarak kötü duruma düşecek tarafa ödenen yoksulluk nafakasının sınırlandırılması da komisyon raporunda yer alıyordu. Varolan kanunlarda nafaka verenin cinsiyeti belirtilmiyor, nafakanın sınırsız olmadığı ve hangi durumlarda kesilebileceği açıkça yazıyor olsa da aksi yönde bir kamuoyu oluşturularak nafaka meselesi geçtiğimiz aylarda tekrar gündeme getirildi. Bu konunun seçim sonrasına kaldığı söyleniyor. TCK’nin çocukların cinsel istismarı suçunu düzenleyen 103. maddesi de raporda yer almış ve çocuğa cinsel istismarın evlilikle sonuçlanması durumunda şüphelinin 5 yıl denetimli serbestlik kapsamında gözetim altına alınması gibi öneriler dile getirilmişti. Bu konunun üç yıldır düzenli olarak gündeme getirildiğini son olarak da “mağrulara af” başlığıyla sunulduğunu ve seçimler sonrasına ertelendiğini biliyoruz.

Devlet içinde tarikatların etkinliği arttıkça bu tarikatlarla da ilişkili yeni kurulan çeşitli ‘sivil’ toplum örgütleri bu hakların aileleri yıktığını, erkekleri mağdur ettiğini kanunlar hakkında yanlış bilgi vererek, içeriklerini çarpıtarak gündeme getiriyor. Bu yasaların aileleri yıktığı çarpıtmasıyla İstanbul Sözleşmesi’nin, 6284 sayılı kanunun kaldırılması, genç akran evliliklerin serbest olması, aile reisliğinin geri gelmesi için camilerde ve medyada kampanyalar yürütüyor. Kanunlara aykırı olan bu propagandalara hukuk alanından hiçbir cevap gelmiyor. İktidarsa sanki bu kanunların büyük bir kısmı kendi hükümet dönemlerinde getirilmemiş gibi bir tavır içene giriyor.

2000li yılların başından itibaren yapılan kanun değişikliklerinde Avrupa Birliği’ne (AB) uyum sürecinin ve Türkiye’deki kadın hareketinin etkisi olmuştu. Ancak geldiğimiz noktada AB ile ilişkiler başka bir boyuta evrildi ve Türkiye’nin AB üyeliğinin askıya alınması gündeme geldi. Geçen bunca yılda devlet kurumları içinde de büyük değişiklikler yaşandı. Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası devletin içine yerleşmiş olan Fetullahçılar tasfiye edilirken başka tarikatların önleri açıldı. Eğitim, hukuk, sağlık, güvenlik alanlarında çok çeşitli tarikatlara mensup onbinlerce kişi görevlendirildi. Bu kanunlara itirazların bu kadar kuvvetli yükselmesi AKP üzerinde de baskı kuran yeni tarikat düzeniyle birlikte değerlendirilmeli. Öyle ki Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın ve iktidara yakın olduğu bilinen Kadın ve Demokrasi Derneği’nin (KADEM) çalışmaları bile bu tarikat çevreleri tarafından topa tutuluyor. Bunun en büyük sözcülüğünü yapan Yeni Akit Gazetesi kadın hakları meselesinde iktidarı ve kadın kurumlarını sürekli hedef alıyor. KADEM ise 8 Mart açıklamasında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve adaletsizliğin önüne geçilmesi için yeni politikalar üretilmesine katkı sağlayacağını söyleyerek pek çok kesimle denge kurmaya çalışıyor.[3]

Bu manzara karşısında seçim sonrasına bırakılan olası kanun değişikliklerinde AB’nin artık çok etkisi olmayacağı söylenebilir. Diğer yandan kadın kurumlarının bunlara itiraz etmeye devam edeceği öngörülebilir. 17. Feminist Gece Yürüyüşü’ne yönelik suçlamaları sadece seçimlere odaklı değerlendirmek eksik olur. Bu suçlamalar bir yandan iktidar içindeki çeşitli odaklar arasındaki gerilimi yansıtıyor. Diğer yandan seçimler sonrasında da kullanılmak üzere Müslüman kadınların da içinde yer aldığı kadın hareketini itibarsızlaştırıyor ve kriminalize ediyor. Asıl önemli tartışma konusu tüm toplumu ilgilendiren bu meselelerin neden sadece kadın hareketinin gündeminde olduğu. Toplum, baskıcı ve erkek egemen bir İslam anlayışıyla şekillendirilirken bu konular seçimlere odaklı gündem saptırma gibi sınırlı bir vizyonla ele alınmamalı. İslam dini kullanılarak örgütlenmeye çalışılan cinsiyetçilik, toplumsal sorumluluk alan tüm odakların gündeminde olmalı.

 

[1] Özellikle bu konuda Berrin Sönmez’in Gazete Duvar’da yazdığı pek çok yazıya bakılabilir. https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/03/12/islik-ezan-ve-islami-feminizme-saldiri/

[2] Komisyonun asıl adı Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar İle Boşanma Olaylarının Araştırılması Ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu’dur.

[3] KADEM’İn 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Bildirisi için bkz.: http://kadem.org.tr/8-mart-dunya-kadinlar-gunu-bildirisi/