Bu söyleşi 14 Mart 2022 tarihinde Truthout sitesinde yayınlanmıştır.
Rusya’nın Ukrayna üzerindeki saldırısı yoğunlaşırken ve Rus güçleri Kiev’e doğru ilerlerken, iki taraf arasında sürdürülen barış görüşmelerinin dördüncüsünün bugün (14 Mart) gerçekleşmesi planlanıyordu; fakat görüşme yarına (15 Mart) ertelendi. Bir barış anlaşmasına yönelik bazı umutlar maalesef çoktan çarçur edilmişti; bu yüzden savaşın ne zaman sona ereceğine dair iyimser olmak güç. Savaşın ne zaman ve nasıl sona ereceğinden bağımsız olarak, Avrupa’nın yeniden silahlanmasının da gösterdiği üzere, uluslararası güvenlik düzeni üzerine etkileri şimdiden hissedilmeye başlandı bile. Rusya’nın Ukrayna işgali aynı zamanda iklim krizine karşı öncelikli ve acil mücadeleyi de çetrefilleştiriyor. Savaşın Ukrayna ve doğa üzerindeki maliyeti bir hayli yüksekken, bir yandan da fosil yakıt endüstrisine hükümetler nezdinde artı bir kaldıraç sağladı.
Noam Chomsky, bu röportajda Ukrayna’daki barış olasılığına ve küresel ısınmaya karşı verdiğimiz mücadelenin bu savaştan ne oranda etkilendiğine dair görüşlerini paylaşıyor. Uluslararası toplumun en önemli aydınlarından biri olarak kabul görmüş olan Chomsky, 150’ye yakın kitabın yazarı ve içlerinde Sydney Barış Ödülü ve Kyoto Ödülü’nün de olduğu birçok saygın ödülün sahibidir. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde Emeritus Enstitü Profesörü olan Chomsky, şu an Arizona Üniversite’nde Onursal Profesör olarak görev yapmaktadır.
C.J. Polychroniou: Noam, Rus ve Ukraynalı temsilciler arasındaki müzakerelerin dördüncü turunun bugün gerçekleşmesi bekleniyordu, ama yarına ertelendi. Ukrayna’da yakın bir vadede barışa ulaşmanın pek olası olmadığı anlaşılıyor. Ukraynalılar teslim olacağa benzemiyor ve Putin de işgalini sürdürmeye kararlı görünüyor. Bu anlamda Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodymyr Zelensky’nin, Vladimir Putin’in dört temel talebine verdiği yanıt hakkında ne düşünüyorsun? Bunlar askeri eylemliliğin durması, Kırım’ın Rusya toprağı olarak kabulü, tarafsızlığının güvence altına alınması için Ukrayna anayasasında değişiklik yapılması ve Doğu Ukrayna’daki ayrılıkçı cumhuriyetlerin tanınması idi.
Noam Chomsky: Sorunu yanıtlamadan önce, bu korkunç faciaya dair tüm tartışmaların en ön hattında yer alması gerektiğini düşündüğüm hayati bir meselenin önemini vurgulamak istiyorum: Daha da hız kazanıp Ukrayna’nın toptan yıkımına ve öngörülemeyecek daha birçok felakete sebep olmaması için bu savaşa acilen son verecek bir yol bulmamız gerekiyor. Bunun da tek yolu üzerinde müzakere edilmiş bir anlaşmanın ortaya konması. Hoşumuza gitsin ya da gitmesin, bulunacak çözümün Putin için de bir tür imdat çıkışı sağlaması gerekir, öbür türlü daha da kötüsü başımıza gelecektir. Zafer değil; ama bir kaçış noktası. Bunu birincil meselemiz olarak kabul etmemiz gerekir.
Zelensky’nin, Putin’in taleplerini tamamen kabul etmiş olduğunu düşünmüyorum. 7 Mart’ta yaptığı açıklama bence makul ve yerindeydi.
Zelensky, açıklamasında Ukrayna için NATO’ya katılma seçeneğinin bulunmadığını tasdik etti. Ayrıca, gayet haklı bir biçimde şu an Rusya işgali altındaki Donbas bölgesindeki halkın görüşlerinin, gerçekleştirilecek olası bir düzenlemede kritik bir etken olarak göz önünde bulundurulması gerektiğinin altını çizdi. Kısacası, bu felaketin önüne geçme potansiyeli barındıran mevcut önerilerini yineledi; tabii ne olur, bilemiyoruz çünkü ABD çaba sarf etmeyi reddediyor.
Aslında uzun zaman önce, hatta on yıllar öncesinde; Ukrayna’nın NATO’ya katılmasının aynı Meksika gibi bir ülkenin tutup Çin önderliğindeki bir askeri ittifaka katılarak, Çin ordusuyla ortak tatbikatlar düzenlemesine ve silahlarının namlusunu Washington’a doğrultmasına benzeyeceği anlaşılmıştı. Meksika’nın kendi egemenlik hakları çerçevesinde böyle bir şeyi gerçekleştirebileceğini savunmak muhtemelen budalalığı da aşan bir durum olurdu (neyse ki kimse böyle şeyleri dile getirmiyor). Washington’un, Ukrayna’nın NATO’ya katılmasını bir egemenlik hakkı olarak görme ısrarı ise daha da kötü; çünkü bu şimdiden berbat bir suça dönüşmüş olan ve çözülmediği takdirde çok daha kötüleşecek bir krizin barışçıl çözümüne aşılmaz bir engel oluşturuyor, ki Washington çözüme yol açabilecek müzakerelere katılmayı reddediyor.
Zelensky’nin bu tutumu, egemenlik konusunda arsız bir hor görüye sahip dünya liderinin bu hakla ilgili yapmacık tavrının yarattığı komik görüntüden oldukça ayrışıyor. Her ne kadar bu tavır, Birleşik Devletler ve Batı tarafından etkileyici bir disiplinle ve ciddiyetle benimsenmiş olsa, ya da benimsenmiş gibi yapılıyor olsa da Güney yarımkürede[i] alaya alınıyor.
Zelensky’nin önerileri, Putin’in talepleriyle aradaki uçurumu bir hayli daraltıyor ve Çin’in de kısıtlı destek sunduğu, daha çok Fransa ve Almanya’nın inisiyatifiyle yürütülen diplomatik girişimlerin ileriye taşınabilmesi için bir fırsat sunuyor. Müzakereler başarılı da olabilir, başarısız da kalabilir. Bunu ortaya koyabilmenin tek yolu ise çabalamak. Tabii ki, ABD sarsılmaz bir inatla ve belli ittifakların da desteğiyle müdahil olmayı reddettiği, basının da Zelensky’nin önerilerini bile haberleştirmekten kaçınarak kamuoyunu karanlıkta bırakmak konusunda ısrarı devam ettiği sürece görüşmelerin varabileceği bir nokta yok.
Gerçi adil olmak gerekirse, 13 Mart’ta New York Times’ın Fransa, Almanya ve Çin arasındaki “sanal zirveyi” ileriye taşıyacak bir diplomasi daveti yayınlarken, Putin’e de içlerine sinmese de bir çıkış yolu sunduğunu da eklemeliyim. Yazı, Pekin’deki bir sivil toplum düşünce kuruluşunun başkanı olan Wang Huiyao tarafından kaleme alınmıştı.
Ayrıca bana öyle geliyor ki, belli çevrelerde Ukrayna’da barışın sağlanması öncelikli gündem maddesi olarak yer almıyor gibi görünüyor. Örneğin, Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık’tan Ukrayna’yı savaşa devam etmesi konusunda teşvik eden sayısız farklı ses çıkıyor (Batılı hükümetlerin Ukrayna’nın savunulması için asker göndermeyi reddetmesine rağmen); sanırım savaşın devamının, beraberinde ekonomik yaptırımların da etkisiyle Moskova’da bir rejim değişikliğine yol açabileceğine dönük bir umut taşıyorlar. Fakat mesele tam da Putin gerçekten iktidardan düşse bile, sonrasında başa geçecek Rusya hükümeti ile bir barış anlaşmasının müzakere edilmesi gerekliliği değil mi? Ve Rus kuvvetlerinin Ukrayna’dan çekilmesini sağlayacak tavizlerin neler olacağı meselesi var.
ABD ve İngiltere’nin tamamıyla savaşın ve cezai önlemlerin devamına odaklanan yaklaşımının ve bu faciayı önlemeye dair tek makul yaklaşıma dahil olmayı kabul etmeyişlerinin gerekçeleri hakkında sadece beyin fırtınası yürütebiliriz. Belki de bu yaklaşımları rejim değişikliğine dair umutlarına dayanıyordur. Eğer öyleyse, bu hem suç hem de aptalca. Suç, çünkü habis savaşı devam ettiriyor ve dehşetin sona erdirilmesine dair umudu yok ediyor; aptalca çünkü Putin koltuğundan edilse bile yerine geçecek kişi çok daha kötü biri bile olabilir. Bu durum, suç organizasyonlarında lider konumundaki kişilerin ortadan kaldırılması söz konusu olduğunda gayet istikrarlı bir örüntü olagelmiştir, bu meselelere dair Andrew Cockburn’un ortaya koydukları gayet ikna edicidir.
En iyi olasılıkla, senin de ifade ettiğin gibi, anlaşmazlığın çözüme kavuştutulması sorununu olduğu gibi bırakır.
Bir diğer ihtimal ise şudur, Washington çatışmanın gidişatından memnundur. Daha önce de konuştuğumuz gibi, Putin bu suçlu budalalığıyla Washington’a muazzam bir hediye takdim etmiş oldu: Avrupa için çizilen ABD önderliğindeki Atlantikçi çerçevenin köklü bir biçimde tesisi ve bağımsız bir “ortak yuvamız Avrupa” ihtimalinin önünün kesilmesi, ki bu küresel siyasette Soğuk Savaş’ın kökenlerine kadar giden müzmin bir mesele. Ben kişisel olarak, daha önce de üzerinde konuştuğumuz, Washington’un bu sonucu önceden planladığı kanısına varan oldukça bilgili kaynaklar kadar ileri gitme konusunda tereddütlüyüm; ancak bu şekilde sonuçlandığı ortada. Ve muhtemelen, Washington’daki planlamacılar mevcut gidişatı değiştirmek üzere harekete geçmek için bir sebep göremiyorlar.
Dünyanın önemli bir kısmının, Avrupa’da ortaya konan bu korkunç gösteriye mesafe koymuş olması dikkate değer. Bunun bir göstergesi yaptırımlar. Siyasi analist John Whitbeck Rusya’ya dönük yaptırımların bir haritasını çıkardı: ABD, İngilizce konuşan diğer ülkeler, Avrupa ve Doğu Asya’nın bir bölümü. Güney Yarımküreden hiçbir ülke yok; onlar şu an Avrupa’nın o geleneksel karşılıklı kıyım hobisini yeniden hortlatmasını ve ulaşabildiği her yerde, nereyi isterse (Yemen, Filistin ve daha birçoğu) yıkıma uğratma konusundaki amansız uğraşını sürdürmesini şaşkınlıkla seyrediyorlar. Güney’den sesler Putin’in vahşi suçlarını kınıyor, ama Batı’nın hala devam eden ve kendi olağan faaliyetlerinin de bir nebze sorumlu olduğu suçlara karşı takındıkları şaşaalı ikiyüzlü tavrı da ortaya koymaktan sakınmıyor.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, özellikle Avrupa Birliği’nin olası militarizasyonu ile birlikte düşünüldüğünde, küresel düzeni de pekala değiştirebilir. Almanya’nın Rusya stratejisindeki değişiklik – yani yeniden silahlanmaya başlaması ve göründüğü kadarıyla Ostpolitik’in[ii] sona ermesi – Avrupa ve küresel diplomasi için ne anlama geliyor?
En büyük sonucu sanırım şu olacak: ABD tarafından güdülen NATO temelli Atlantikçi modelin daha katı bir şekilde dayatılması ve bazen “üçüncü bir güç ekseni” olarak da zikredilmiş, dünya siyasetinde ABD’den bağımsız bir Avrupa sistemi yaratma konusunda yinelenen gayretlerin bir kez daha boşa düşürülmesi. Bu, İkinci Dünya Savaşı’nın sona erişinden beri devam eden temel bir mesele. Putin, şimdilik Washington’un bu en pervasız dileğini yerine getirerek meseleyi halletmiş oldu: o kadar itaatkar bir Avrupa ki, kendilerini nasıl aptal yerine koyduklarına dair pek çok berbat örnekten sadece birine bakalım: İtalya’da bir üniversite Dostoyevski üzerine bir seminer serisini yasaklamaya kalktı.
Öte yandan, Rusya’nın Çin yörüngesine doğru daha da savrulması ve şimdiki halinden çok daha kötü bir kleptokratik[iii] hammadde üreticisi konumuna düşmesi muhtemel görünüyor. Çin’in, BAE üzerinden Orta Doğu’ya ulaşan “deniz ipek yolu” projesi Kuşak – Yol Girişimi ve Şangay İşbirliği Örgütü’ne dayanan kalkınma ve yatırım programlarına giderek dünyanın daha fazla kısmını dahil etme planında ısrarcı olması muhtemel. ABD’nin ise buna mukayeseli üstünlüğüyle, yani fiziksel güçle yanıt vermeye kararlı olduğu görünüyor. Şu anda Biden’ın Çin’i askeri üsler ve ittifaklarla “çevreleme” planı ve ABD ekonomisini Çin’le rekabet çerçevesi altında ileriye taşıma çabaları da bu yaklaşıma dahil. Tabii bunlar sadece gözlemleyebildiğimiz kadarı.
Rotayı düzeltmesinin hala mümkün olduğu az bir zaman var. Fakat bu hızla sona erebilir, eğer ABD demokrasisi şu an sürdürdüğü ve kendisini de yok oluşa götürecek rotasında ilerlemeye devam ederse.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, iklim kriziyle mücadele umutlarımıza da ciddi bir darbe indirmiş olabilir, hiç değilse 2020’li yıllar açısından. Görece umutsuz bu gözlemime dair yorumlarınız olur mu?
Bunu uygun bir şekilde yorumlamak benim kısıtlı edebi becerilerimi aşıyor. Bu darbe sadece kıyıcı değil, aynı zamanda dünya üzerindeki insan yaşamı ve yok olmaya terk ettiğimiz sayısız diğer tür için de ölümcül olabilir.
Ukrayna krizinin tam ortasında IPCC[iv] raporunu yayınladı, bu şu ana dek IPCC’nin ortaya koyduğu en vahim uyarı niteliğindeydi. Rapor, fosil yakıtların kullanımında kısıntıya gitmek ve yenilenebilir enerjiye geçmek için hiç gecikmeden sert tedbirler almamız gerektiğini açıkça ortaya koydu. Bu uyarı sadece kısa süreliğine dikkatimizi çekti; ardından tuhaf türümüz, kendini imha yolundan geri çevirecek tüm gayretleri engellemeye devam ederken, kıt kaynakları yıkıma adamaya ve atmosferi hızla zehirlemeye geri döndü.
Fosil yakıt endüstrisi, işgalin yeryüzündeki yaşamın imhasını hızlandırma namına sunduğu yeni fırsatlar karşısında duyduğu coşkuyu güçlükle bastırabiliyor. Biden’ın bu varoluşsal krizle mücadele konusundaki sınırlı da olsa çabalarının önünü başarıyla kesen ABD’nin inkarcı partisinin, Trump yönetimi ile her şeyi olabildiğince hızlı ve etkili bir şekilde yok etme kararlılığına kaldığı yerden devam etmek üzere muhtemelen yakında yeniden iktidara gelmesi bekleniyor.
Bu sözler kulağa sert gelebilir. Aslında yeterince sert değiller.
Oyun hala bitmiş değil. Rotanın köklü bir biçimde düzeltilmesi için hala zaman var. Bunun yolları belli. Eğer irade de oluşursa, felaketi önlemek ve çok daha iyi bir dünyaya ulaşmak mümkün. Ukrayna’nın işgali gerçekten de bu beklentilere ciddi bir darbe oldu. Ölümcül bir darbe oluşturup oluşturmayacağına ise biz karar vereceğiz.
[i] South Global: Güney Amerika, Asya, Afrika ve Okyanusya –ç.n.
[ii] Ostpolitik: “Doğu Siyaseti” anlamına gelen bu Batı Alman dış politikası, 1960’ların sonlarında başladı. Willy Brandt’ın önce dışişleri bakanı olarak görev yaparken başlattığı ve ardından şansölye olarak devam ettirdiği politika, Doğu Alman hükümetini tanıyan ve diğer Sovyet bloku ülkeleriyle ticari ilişkileri genişleten yumuşama politikasıydı. 1970 yılında Sovyetler Birliği ile karşılıklı ilişkilerde güç kullanımını reddeden, Polonya ile de Almanya’nın 1945’te Oder-Neisse hattının doğusundaki kayıplarını tanıyan anlaşmalar imzalandı. Politika, Şansölye Helmut Schmidt döneminde de devam ettirildi. –ç.n.
[iii] Siyasal yozlaşma ve hırsızlığın hakim olduğu devlet modeli –ç.n.
[iv] IPCC (Intergovernmental Panel on Climate Change): Birleşmiş Milletler Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli –ç.n.