Esra Aşan / Mart 2018
19. yüzyıldan bu yana toplumsal bir hareket olarak ortaya çıkan feminist hareketler dönemlerinin baskın cinsiyetçi eğilimlerine meydan okuyarak öncelikle kadınların toplumsal ve özel alanda ciddi kazanımlar elde etmesini sağladı. Toplumda cinsiyetçilik denen bir ayrımcılık ideolojisinin var olduğunu ve bunun ataerkil sistemin temel gücü olduğunu gözler önüne serdi. Dünyayı değiştirmek isteyen tüm toplumsal hareketlere ataerkiyle mücadele edilmediği noktada eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ideallerinin asla hayata geçirilemeyeceğini gösterdi. Kendi içinde farklı perspektif ve yaklaşımlara sahip feminist hareketler içindeki önemli bir tartışma da sadece ataerki ile mücadele etmenin kadın dayanışmasını, feminizmin “kızkardeşlik” idealini gerçek anlamda sağlayamayacağı üzerinedir. Toplumları ve insani ilişkileri düşmanca bölen sınıf ayrımcılığı, ırkçılık, milliyetçilik, militarizm, homofobi ve transfobi ile mücadele edilmediği müddetçe kadınlar arasında gerçek bir dayanışmayı sağlamak da mümkün değil.
İşçi sınıfına mensup siyah bir aileden gelen bell hooks, 1960’larda yükselen ve II. Dalga Kadın Hareketi olarak adlandırılan hareket içinde yer alan Amerikalı bir feminist aktivist. Feminizmin beyaz, orta sınıf, eğitimli kadınların hareketi olmadığını; feminist mücadelenin ırkçılık, milliyetçilik gibi ayrımcılık ideolojilerine karşı örgütlenmesi gerektiğini, militarist şiddetle mücadele etmeden gündelik hayattaki şiddetin asla sona ermeyeceğini yaptığı çalışmaların her daim merkezine koyuyor. Cinsiyetçiliğin sadece kadınlığı şekillendirmediğini söyleyerek ataerkinin kadınlığı, erkekliği ve kendisini bu iki kategori içinde değerlendirmeyen kesimleri doğdukları andan itibaren nasıl belirlediğini tartışmaya açıyor. Cinsiyetçiliğin cinsiyeti olmadığını vurgulayarak kadınları, erkekleri ve kendisini bu iki kategori içinde değerlendirmeyen tüm kesimleri öncelikle kendi cinsiyetçi düşünce ve pratikleriyle yüzleşmeye çağırıyor. bell hooks’la birlikte benzer düşünen diğer feministlerin de feminist hareket içinde açtığı bu tartışmalar Türkiye’de ağırlıklı olarak 1990lı ve 2000li yıllarda gündeme geldi. Ataerkiye, ırkçılığa, milliyetçiliğe ve militarizme karşı mücadele eden kesimlerin tartışmalarındaki referans kaynaklarını etkiledi.
bell hooks’un çalışmalarının diğer bir vurgu noktası da ataerkinin erkekliği nasıl şekillendirdiği ve ataerkil erkeklikten kurtulmak isteyen erkeklerin feminist düşünce ve pratikle nasıl ilişki kurabileceğidir. Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi[2]kitabında bell hooks, erkekler için ataerkiyi erkek bedenine ve ruhuna saldıran, yaşamı en fazla tehdit eden toplumsal bir hastalık olarak tarif eder. Gündelik hayatımızda ataerkinin adını telaffuz etmesek -hatta ataerki kelimesini duymamış olsak bile- ataerkil toplumsal cinsiyet rolleri bize doğduğumuz andan itibaren dağıtılır ve hayatımızın sonraki evrelerinde ailede, okulda, işyerinde, dini kurumlarda, medyada, sanatta, popüler kültürde, kişisel ilişkilerde… toplumsal hayatta ve en mahrem ilişkilerde bu rolleri nasıl en iyi şekilde oynayacağımız konusunda bizlere sürekli rehberlik edilir. Feminist literatürün oldukça sınırlı olarak ele aldığı konulardan birisi de erkekliğin toplumsal olarak nasıl inşa edildiği ve bu inşa sürecinin erkeklerin duygusal, ruhsal ve bedensel sağlığını nasıl etkilediğidir. Fransalı feminist Simone de Beauvoir’ın kadınlık durumunu analiz etmeye çalıştığı ünlü İkinci Cins kitabında sarf ettiği “Kadın doğulmaz; kadın olunur.” sözünü bell hooks’un Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi kitabında “Erkek doğulmaz, erkek olunur.” şeklinde uyarladığı ve nasıl makbul erkek olunduğunun izini sürdüğü söylenebilir.
Ataerki, her coğrafyada erkeklere tahakkümcü ilişkiler aracılığıyla iktidar ve güç vaat eder; ataerkil erkek rolünü kurallarına göre oynadıklarında tatmin olacaklarını söyler. Ancak hep eksik bir şeyler vardır ve vaat edilen bu tatmin asla gerçekleşmez. Çünkü toplumda çoğu erkeğin de mağduru olduğu sınıfsal, ekonomik, toplumsal pek çok eşitsizlik bulunur. Ataerki, hiçbir toplumda erkeklerin mutluluğuyla asla ilgilenmez. Erkeklere cenneti sunan ataerki tüm adaletsizlikleri saklayarak erkeklerin sürekli bir yalan içinde yaşamalarını sağlar. Erkekler kendilerini mutsuz eden bu yalanı hissetseler de bunu bir sır olarak saklamaya devam ederler. bell hooks’a göre erkeklerin değişmek istemedikleri doğru değil; ancak değişmekten korktukları doğru.
Erkekler Değişebilir Mi?
Kendimizi keşfetmek, daha mutlu olabilmek için hayatımızı nasıl değiştirmemiz gerektiği günümüzde kapış kapış satılan kişisel gelişim kitaplarının temel vurgusunu oluşturur. Çoğu kişisel gelişim kitabı bizlere başkasını değiştiremeyeceğimizi bu nedenle kendimizi değiştirmemiz gerektiğini söyler. Pek çok kadın hayatlarındaki erkeklerin –baba, abi, arkadaş, sevgili, eş…- özgürlüklerini kısıtladığını, kendilerini mutlu etmediğini, erkeklerin kendilerini merkeze alan benciller olduklarını ve değişmeleri gerektiğini düşünüyor. Çoğu gerçek olan bu durumlar karşısında erkekleri değiştirme isteklerine çoğu zaman kadınların kendi bencil arzuları da eşlik edebiliyor. Diğer yandan kimi kadın da erkeklerin asla iflah olmayacağını, asla değişmeyeceklerini düşünerek kendilerine ızdırap veren hayatlara rıza gösteriyor. Bu ızdıraba katlanmak istemeyenlerse o erkeklerden uzak bir hayat kurmanın yollarını arıyor ve bir şekilde buluyor. Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi kitabını kişisel gelişim kitaplarından ayıran nokta bu değişimin sadece kişisel bir serüven olmadığını ortaya koyması. İçinde şekillendiğimiz ataerkil ilişki ağlarını, ataerkil düşünce ve pratiğin hayatımızdaki ve toplumdaki negatif etkisini keşfetmeden, feminist düşünce ve pratiğe yaklaşmadan erkeklerin özgürleşmesi mümkün değil. Bu değişim serüveni kadınların istediği, kadınları mutlu edecek erkekler olmakla da ilgili değil. Kimi erkek de kadınları mutlu etmek için kendilerinden vazgeçerek ızdırap çekiyor olabilir. Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi kitabında kastedilen değişim, ataerki ile, cinsiyetçi düşünce ve pratik ile kurulan ilişkinin kökten değişmesi. Ataerkil düşünce ve pratik kişinin kendisiyle ve çevresiyle kurduğu ilişkilerde tahakkümü merkeze alarak samimiyeti ve sevgi bağlarını tahrip ediyor. Erkeklerden yılmış olan çoğu kadın hayatlarındaki –baba, abi, eş, sevgili, arkadaş… olarak varolan- erkeklerin sevgisine ihtiyaç duyduğunu dillendiremezken çoğu erkek de güçlü olmak adına sevginin nasıl alınıp verileceğini öğrenmeyerek ve sevgisizliğin onlar da yarattığı acıyı bastırarak hayatlarına devam ediyor. bell hooks’a göre gündelik her türlü insani ilişki, bağlılık gerektiren her türlü yakın ilişki sevgiyi merkeze alarak kurulduğunda güç ve tahakküm adına bu ilişkilerde sevgiyi öldüren ataerkiye büyük bir darbe indirebiliriz.
Nasıl Erkek Olunur?
Her daim güçlü görünen; duygularını göstermeyi zayıflık olarak gören; gerektiğinde şiddet uygulamasını, silah kullanmasını bilen; kadınlara, çocuklara ve kendilerinden güçsüz erkeklere yönelik şiddet, taciz, tecavüz, cinayet suçlarının failleri olarak anılan erkekler de doğduklarında birer bebektiler. Bu bebeklerden suçlu, zorba üreten karanlık nasıl şekilleniyor? Toplumumuz, toplumsal kurumlarımız ve içinde bulunduğumuz toplumsal ilişkiler ağı erkekleri hastalıklı düşünce ve davranışlara nasıl mahkûm ediyor?
Öncelikle hiçbir erkek ataerkiyi bilinçli bir biçimde seçmemiştir. Ataerki içinde doğduğumuz ve kabul etmek zorunda bırakıldığımız bir sistemdir. Bu sistem, aralarında doğal hiyerarşik bir ilişki bulunan iki cinsiyetin var olduğu ve cinsel organlarına bakarak kadın ve erkek olarak adlandırdığı her iki cinsiyete uygun doğal roller olduğu önkabulü üzerine kurulur. Bu ataerkil roller, ataerkil ailelerde doğdukları andan itibaren çocuklara dağıtılır. İleride toplumun anneleri olacak kız çocuklar öncelikle hizmet etmeyi, başkalarının bakımını üslenmeyi, öfke dışındaki duygularını rahatça açığa çıkarmayı, uysal ve duygusal olmayı öğrenerek yetiştirilir. Geleceğin babaları olacak oğlan çocuklar ise hizmet beklemeyi, başkalarının duygusal bakımını üslenmemeyi, ancak ileride ailesinin maddi ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olduğunu, hırslı ve rekabetçi olması gerektiğini küçük yaştan itibaren öğrenir. Şiddetin doğalarının bir parçası olduğu söylenen oğlan çocuklara öfke ve saldırganlığı kontrol etmeleri ama gerektiğinde kendisini, ailesini ve vatanını korumak için şiddet uygulamayı bilmeleri öğretilir. Duygularını, duygusal ihtiyaçlarını ifade etmenin güçsüzlük olduğu ve öfke dışında hiçbir duyguyu ifade etmemeleri gerektiği onlara hissettirilir. İleride tahakkümcü bir erkeğe dönüşecek olan oğlan çocukların duygularıyla bağ kurmasına izin verilmez.
Bu ataerkil roller çocuklara sadece babalar aracılığıyla aktarılmaz. Ebeveynler feminist ebeveynliği hayata geçirmediği müddetçe ister anne-babanın birlikte olduğu evlerde ister bekar anne, babalar tarafından yetiştirildiklerinde çocuklar ataerkil rolleri öğrenirler. Bu hanelerde çocukların “istediğin gibi olamaz ve davranamazsın” mesajını alıp kabul etmeleri için çeşitli ödül ve ceza mekanizmaları devreye sokulur. En büyük ceza ise duygusal ve fiziksel istismarın eşlik ettiği şiddettir. Bu ödül-ceza mekanizmaları çocukların ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde karşılarına çıkacak tüm toplumsal kurumlar ve ilişkiler ağında da pekiştirilir. Okullar, işyerleri, askerlik, arkadaşlık, duygusal ve cinsel ilişkiler… bu rollerin pekiştirildiği ve ödül ceza yönteminin uygulandığı alanlardır. Küçük yaşlarda duygusal benliklerini bastırmaları ve reddetmeleri öğretilen oğlan çocuklar yetişkin olduklarında ataerkil bir erkek olarak kabul görebilmek için bu rollere uygun yaşamaya ve kendilerinden beklenen rolleri oynamaya çalışırlar.
Baskıcı ataerkil hane yapılarında yetişmeyen şanslı çocuklar okul çağına gelip dış dünyayla sürekli bir ilişki kurmaya başladıklarında ise şöyle bir karmaşa yaşayabilirler. Aile, ev içinde duygularını ifade edebilir ya da istedikleri şekilde davranabilirken dış dünyaya dahil olabilmek için ataerkil rollere ayak uydurmak durumunda bırakılırlar. Bu noktada ataerki karşıtı ebeveynler ya da eğitmenlerin oynadığı rol önemlidir ve bu yakın çevre bir yere kadar belirleyici olabilir. Çocuklara kendileri gibi, istedikleri gibi olabileceklerini göstererek onları kendi benliklerini keşfetmeleri yolunda yönlendirebilirler. Diğer yandan ataerkil sistem çevrelerini güçlü bir şekilde kuşatmaktadır ve toplumsal kurumlar cinsiyetçiliği gündemlerine almadıkları müddetçe cinsiyetçi roller yeniden üretilmeye devam eder.
Maskenin Ardında Bir Yalanı Yaşamak
Çoğu yetişkin erkek, ataerkinin talep ettiği erkekler olabilmek için süreli maske takmak zorunda kalır. Duygularıyla ilişki kuramayan, kendi benliklerini hayata geçiremeyen erkekler hayatları boyunca bir kaçma halindedir. Kendilerinden kaçan, eksik yanlarıyla yüzleşemeyen bu erkeklerin diğer insanlarla yakın ilişki ve derinden bir samimiyet kurmaları da tam anlamıyla mümkün olmaz. Sürekli maske takarak bir yalanı yaşamak zorunda kalmaları erkeklerin içten içe yoğun bir acı çekmesine de neden olur. Bell hooks’a göre sahte benlikler oluşturmak ve bunları sürdürmek durumunda olan birçok erkek bir zamanlar var olan hakiki benliğini hatırlar. Bu kaybın anısı, benlikten vazgeçmeyi teşvik eden dünyaya duyulan nefretle birlikte depresyonu doğurur. İçe kapanma ve depresyon bir erkeklik hastalığı olarak ortaya çıkarken çoğu erkek de güçsüzlüklerini gizlemek için güçlü görünmeye ve bu gücü şiddet aracılığıyla göstermeye çalışır.
Bu acıyla başa çıkma yollarından biri de hayatı kompartmanlara ayırmaktır. Mesela bir erkek camiye gidip namaz kılladığında ya da dua ederken vicdanen rahatlayabilir ama ertesi gün işyerine gittiğinde bir sömürü düzeninin parçası olmaya devam edebilir. Çünkü din bir kompartımandır iş ise başka bir kompartımandır ve bunlar bir araya gelmez. İş yerinde insanlarla kurduğu ilişkilere dikkat eden bir erkek evde eşine ve çocuklarına özensiz davranabilir hatta şiddet uygulayabilir. Çünkü dış dünya ve ev ayrı kompartmandadır. Şiddete karşı olduğunu söyleyen bir erkek bir silah firması için çalışabilir. Arkadaşını duygusal ve fiziksel olarak hırpalamış bir erkek onunla iş yerinde hiçbir şey olmamış gibi birlikte çalışmaya devam edebilir. Çünkü arkadaşlık başka ve iş başka kompartmandadır. Kimi erkek için evlenilecek kadınlar, eğlenilecek kadınlar, arkadaş olunacak kadınların sınırları geçişken olmayacak şekilde çizilir. Çünkü evlilik, seks ve arkadaşlık farklı kompartmanlardır. Ataerkil erkeklik, erkekleri bütünlükten yoksun bırakarak, hayatı bu şekilde kompartmanlara ayırır. Çoğu erkek de kompartmanlara ayırmanın doğru bir şey olduğuna inanır. Çünkü duygularını gizleme ve bağ koparma becerilerini öğrenen erkekler için kompartmanlaşma acıyı hissetmekten kaçma yoludur.
Erkekliğin Kanıtı Olarak İş
Eskiden kapitalizmin işini iyi yapan insanlara kariyer garantisi sunduğu zamanlarda meslek sahibi olmak ve işini iyi yapmak erkeklik gururunun önemli bir parçasıydı. Başarılı, parlak bir iş hayatının erkekleri doyuma ulaştıracağı söylenirdi. Ancak günümüzün yeni, neoliberal kapitalizmi sınırlı bir grup dışında kimseye iş güvencesi vermiyor. Günümüzde artık meslek sahibi olmanın değil, para sahibi olmanın makbul olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Erkekler, artık meslek sahibi olduklarında değil daha çok para kazandıklarında doyuma ulaşacaklarına inandırılıyor.
Eskiye göre çok daha yoğun koşullarda çalışıyor olmaları erkekleri yıpratırken iş yaşamı, bir yandan da onlara bir kaçış alanı sunuyor. İş yaşamı insanlardan duygularını dışarıda bırakmasını, işe yansıtmamasını talep ettiğinde duygularından kaçmak isteyen erkekler için iş yaşamı uygun bir sığınak işlevi görüyor. Bir süre sonra iş; seks ve alkol bağımlılığı gibi bir bağımlılığa dönüşüyor. Bell hooks işkolikliğin erkekler arasındaki en yaygın bağımlılık olduğunu belirtiyor çünkü; işkoliklik genellikle ödüllendirilir ve bunun erkeklerin duygu dünyalarına zarar verdiği düşünülmez. İşkoliklik acı veren duyguları, tıpkı uyuşturucunun yaptığı etki gibi, geçici bir süre bilinçten uzaklaştırarak bu acı hissini bastırabiliyor.
Doyuma ulaştırmayan iş koşulları karşısında kapitalizm ve ataerkinin iş birliği erkeklere başka vaatlerde de bulunuyor: İş koşullarının erkeklikten götürdüklerini cinsel alanda kadınlar üzerinde tahakküm kurarak geri alabilirsin. Çalışarak tatmin olmayan erkekleri yatıştırmak ve iş koşullarına isyan etmelerini engellemek için ataerkil cinsel saplantı, ataerkil seks pekiştiriliyor.
Cinsellik ve Cinsel Şiddet
Seksin erkekler için çok önemli olduğu, seks olmadan erkeklerin hiçbir şey yapamayacağı da erkeklere çocukluktan itibaren öğretilir. Türkiye toplumunda da erkeklerin ilişkilerde aşk değil seks arayışında, kadınlarınsa seks değil aşk arayışında olduğu gibi yorumları; “erkek adamdır yapar, doğası böyle, ihtiyacı var” gibi cümleleri sıklıkla duyarız. Kadınlara küçüklüklerinden itibaren evlenmedikleri müddetçe seksten uzak durmaları, namuslarını korumaları, sevmeye ve sevdiklerinin bakımına yönelmeleri söylenirken erkeklere cinselliğin doğalarının vazgeçilmez bir parçası olduğu ve cinsel zevk peşinde koşarken sorumluluk duymamaları öğütlenir. Sevgi olmadan cinselliğin yaşanacağı, sevgisiz bir cinselliğin mümkün olduğu rahatlıkla tahayyül edilebilir ama bir çiftin cinsellik olmadan sevgi temelinde bir araya gelebileceği asla akla gelmez. Cinselliğe o kadar meraklı olmasa da çoğu erkek bunu yapmaları gerektiğini yoksa asla gerçek bir erkek olamayacaklarını düşünür. Doyuma ulaşacağını düşünen çoğu erkek zevk, cinsel şehvet peşinde koşarken şiddetli arzularını kısa süreliğine yatıştırsa da bir şeyler hep eksik kalır. Çoğu erkek ihtiyaç duyduğu duygusal tatmini sekste bulamaz.
Günümüz Türkiye’sinde cinsellik bir yandan ahlakla ilişkilendirilen tabu bir konu olmaya devam ederken diğer yandan da popüler kültür ve medya üzerinden seks oldukça rahat konuşulan bir konu olabiliyor. Fimlerin, dizilerin, sabah kuşağında yayınlanan programların, magazin programlarının önemli bir ayağını oluşturuyor. Popüler kültürde televizyonlarda, gazetelerde gördüğümüz tanımadığımız insanların özel hayatları, cinsel yaşamları üzerine kolaylıkla konuşulurken ataerkil olmayan duygusal ilişkilerden, sevgiden bahsedildiğini o kadar da duymayız. Günümüzde cinsel özgürlüğü deneyimleyen kadınlara ataerkil seksi erkekler gibi yaşamaları eşitlik, özgürlük olarak sunuluyor. Cinsellik konusunda ataerkil bir erkek gibi umursamaz davranırlarsa o derece tatmin olacakları, arzu edilebilir bir partner olacakları ya da aşktan dolayı acı çekmeyecekleri hissettiriliyor. Cinsel yönelimimiz ve cinsiyet kimliğimiz ne olursa olsun cinselliği rahatça yaşıyor ve bunun hakkında rahatça konuşuyor olmak ataerkil ilişkilerden özgürleştiğimiz anlamına gelmiyor. Tam tersine ataerkil cinsellik kadınlar, erkekler ve kendilerini bu iki kategori içinde tanımlamayan kesimler için de bir norm haline geliyor.
Bugün Türkiye toplumunda kadınlara, çocuklara yönelik cinsel suçları hemen her gün duyuyoruz. Eğitim kurumları çocukların tecavüze uğradığı mekanlara dönüşüyor. Cezaevleri, her daim tecavüzcülere tecavüz edilen mekanlar oluyor. Kamuoyunda infial yaratan olaylar gündeme geldiğinde tecavüzcülere ağır cezalar verilse de bu, cinsel şiddetin sona ermesini sağlamıyor. Türkiye toplumunda cinsel şiddet bu kadar yaygınken buna dair etkili mücadele yöntemleri, her düzeyde eğitim programları geliştirilmiyor. Erkeklerin neden cinsel şiddet suçların failleri olduğu ve bunun nasıl değişebileceği üzerine düşünülmüyor. Cinsel şiddetin örtük bir biçimde kabul görmesinin bir nedeni bunun erkeklerin doğalarının bir parçası olduğu, erkeğin bunu yapmak zorunda kaldığı, yapmazlarsa delirecekleri fikrinin kabul edilmiş olması. Bu nedenle bir kadın cinsel şiddete uğradığında erkeği bu suça itmek için neler yaptığı, ne giydiği, nasıl davrandığı didik didik ele alınıyor. Tecavüz kültürü dediğimiz şey toplumda bu şekilde kabul görüyor. Ataerkil rollerde erkekten beklenen tahakküm cinsel alanı da şekillendiriyor. Cinsellik karşılıklı sevginin gösterildiği bir alan değil gücün ve hâkimiyetin gösterildiği bir alan olarak kuruluyor. Bu gücü ispatlamak için karşınızdakinin rıza göstermesi hiç de önemli değil. Zaten bir kadın erkeğe hayır dediğinde onun iktidarına karşı büyük bir tehdit oluşturmuş oluyor.
Güç gösterisi ve tahakküm erkeklerin hayatının merkezinde olduğu için tecavüz ciddi bir suç olsa da bununla yeterince mücadele edilmez. Özellikle ataerkinin militarizmle işbirliği sonucu tecavüz, savaşlarda düşmanı aşağılamak ve ele geçirmek için kullanılan bir savaş silahına dönüşür. Dünyadaki bütün savaşlarda birbirini düşman olarak kodlayan taraflar karşı tarafın kadınlarına topluca tecavüz etmiş ve birkaç uluslararası örnek dışında bu suçlar ya görülmemiş ya da cezasız kalmıştır. Her erkeğin asker doğduğunu söyleyen toplumlarda erkeğin şiddetle, tahakkümle ilişkisini tartışmak, ilişkilerin merkezine sevgiyi koymak o medeniyetin çökmesi anlamına gelir. Çünkü karşısındakiyle empati ilişkisi kuran, saygıyı ve sevgiyi merkeze alan bir erkek öldürme emrini veremez ya da bu emri uygulayamaz.
Feminist Erkeklik
Ataerki erkeklerin özsaygısına, benliğine, mutluluğuna karşı savaş açmışken çoğu erkek feminizmi bir kurtuluş yolu olarak görmez. Erkeklerin feminizmden uzak durmasının nedenlerinden biri pek çok kanaldan feminizmi erkek düşmanlığı olarak sunan görüşün popüler hale gelmiş olmasıdır. Türkiye’de de feminizme dair negatif algı oldukça güçlü. Feminizm erkek düşmanlığı olarak lanse edildiği gibi Türkiye topraklarında zemin bulamayacak batıdan ithal edilmiş bir ideoloji olarak da sunuluyor. Oysa cinsiyetçiliğin olduğu her yerde cinsiyetçilik karşıtı düşünce ve pratiğe yer vardır.
Erkeklerin feminizme yaklaşmasındaki bir diğer engel de feminizmin kadınların alanı olduğu düşüncesidir. Çoğu erkek ataerkinin kendi hayatlarını nasıl tahrip ettiği üzerine düşünmez. Kadınlara saygılı olmayı, kadın erkek eşitliğini savunmayı kendileri ve diğer erkekler için yeterli görür. Ataerkinin hayatları üzerindeki tahribatını gören ve ataerkil bir erkek olmak istemeyen heteroseksüel erkeklerin karşısına çıkan bir engel de eşcinsellik korkusudur. Ataerkil erkekliğin alternatifi daha kadınsı olma, kadınlığa yaklaşma olarak sunulduğunda bu, pek çok erkeğe ürkütücü gelir. Oysa kadınsı ve erkeksi denen tanımlar bizzat ataerkil cinsiyetçi düşünce tarafından şekillendirildiği için ataerkiye karşı herhangi bir alternatif de teşkil etmezler.
Bazı feministler de feminizmin kadınların alanı olduğunu çünkü; erkeklerin her daim cinsiyetçiliğin faili kadınlarınsa mağduru olduğunu düşünür. Feminizmi erkeklere açarak kendi iktidar alanlarını kaybetmek istemezler.
Türkiye’de de kadın hareketi içinde gündeme gelen “Feminizmin öznesi kim?” sorusuna verilebilecek en somut yanıt “Ataerkiyle, cinsiyetçilikle derdi olan, olması gereken herkestir yani tüm toplumdur.” olabilir. Biz kadınlar, hayatımızdan erkekleri çıkardığımızda ataerkinin sona ermediğini biliyoruz. Feminizmin idealindeki toplumsal projeden, toplumun bileşeni olan erkekleri dışarıda bırakmak feminizmi tek cinsiyet üzerinden şekillenen bir projeye dönüştürmek anlamına gelecektir. Oysa sistem karşıtı bir hareket olan feminizm, tüm topluma seslenerek değişmek isteyen ama değişmekten korkan bu erkeklere yönelik de yol haritaları sunmak durumundadır.
Burada kast edilen yol haritası bağımsız feminist hareketi lağvederek tüm kadın eylemlerini erkeklere açmak değildir tabii ki. Cinsiyetçiliği analiz etmek üzerine yoğunlaşan bir hareketin tecrübesini paylaşarak, ataerkil kültürün erkeklerin hayatında yarattığı tahribatı derinleştirip tartışmaya açarak değişme cesaretini erkeklere sunmak, tahakkümcü ilişki ağlarından vazgeçmeye ikna ederek onları ataerkiyle kurdukları ilişki yolunda değişmeye ve örgütlenmeye teşvik etmektir.
[1] Bu yazı, Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi kitabını yayına hazırlarken Ayten Sönmez, Esra Aşan, Sezin Gündoğan, Öykü Tümer ve Zeynep Kutluata’nın birlikte yürüttüğü tartışma notlarından faydalanılarak yazılmıştır.
[2] bell hooks’un sevgi üzerine yazdığı dört kitabı bulunuyor: All About Love (2000), Salvation, Black People and Love (2001), Communion: The Female Search For Love (2002). BGST Yayınlarından Türkçeye çevrilen Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi (The Will To Change: Men, Masculinity and Love) bu dörtlemenin son kitabıdır.