Melih Bulu’nun 14 Temmuz’da görevden alınmasıyla birlikte Boğaziçi direnişinde yeni bir perde açılıyor. Melih Bulu’nun görevden alınmasının Boğaziçi direnişinin bir başarısı olduğunu belirtmek gerekiyor. İktidar yandaşı medya organlarında meselenin nasıl ele alındığına bakıldığında çelişkili bir tablo ortaya çıkıyor. Akit Gazetesi’nde Ali İhsan Karahasanoğlu imzasıyla yayımlanan yazıda, Melih Bulu’nun görevden alınması Erdoğan’ın darbeci güçler karşısındaki bir zafiyeti olarak değerlendiriliyor. Diğer taraftan bazı ana akım yandaş medyada Bulu’dan boşalan rektörlük makamına vekalet eden Naci İnci cilalanmakta, vekil bir kişinin pek de hak etmediği derecede ilgi görmekte. Nitekim, 2020 sonbaharında da Boğaziçi rektörlüğüne aday olduğu anlaşılan Naci İnci, Bulu’dan boşalan makama şimdi bir kez daha aday oldu. Kasım-Aralık’ta İnci’yi engelleyip Bulu’yu devreye sokan güçlere karşı, şimdi Bulu’nun başarısızlığından vazife çıkarıp İnci’yi getirmek üzere başkaları devreye girmiş görünüyor. Bir iktidar hizbi tarafından göreve getirilen Melih Bulu’nun altı aydır devam eden yönetim başarısızlığı, alternatif bir iktidar hizbine devreye girmek ve kendi adayını işbaşına getirmek üzere fırsat yaratmış görünüyor. Boğaziçi direnişi, üniversitenin fethi sürecinde altı aydır istikrar sağlayamayan Ankara’daki Türk-İslam koalisyonunu krize sokmuştur. Bu gelişmeler Ankara’nın yenildiği, direnişle diyalog arayışına girdiği anlamına gelmese de Bulu’yla nöbet değişimine soyunan piyonların başına gelebileceklere dair fikir veriyor.
Çok bileşenli Boğaziçi direnişi, 15 Temmuz 2016’dan beri şiddetle yıpranan akademik ilke ve değerlerini korumaya çalışırken, açık diyalog kanalları, dayanışma ve karşılıklı öğrenme iradesinin katkısıyla, tutarlı bir söylem geliştirme yönünde ilerliyor. Melih Bulu’nun istifası talebine yoğunlaşan direnişin vurguladığı sorun, başta bir üniversitenin en tepedeki yöneticisi olmak üzere tüm idari ve akademik süreçlerin üniversite bileşenlerine hiç danışılmadan, bir iktidar dayatmasıyla belirlenmeye çalışılmasıydı. Mücadele bu kamusal zararın önlenmesine, giderilmesine dönüktü ve kazanımlarının sadece Boğaziçi üniversitesi için değil, tüm kamu üniversiteleri için olumlu sonuçlar doğuracağının farkındaydı. Direniş bu itirazını nöbetler, bültenler ve davalarla ifade ederken, üniversite senatosunda görev yapan kıdemli akademisyenler, özerk yönetişim usullerini dikkatle savundular ve üniversiteyi bir gece ansızın kurulan fakülteler yoluyla ele geçirme projesine büyük ölçüde set çektiler. Neticede üniversite yönetim kurulunun çaresiz rektörlük makamı tarafından tümüyle işlevsizleştirildiği bir altı ay yaşandı. Bulu’yla nöbet değişimine soyunan iktidar hizbinin senato ve yönetim kurulunu işlevsizleştirmek hususunda daha pervasız davranabileceği görülüyor. Zira Hukuk Fakültesi için kurullardan habersiz ilana çıkılmış durumda.
Yönetim Naci İnci tarafından devralınacaksa, yeni dönemin epey sert bir mücadeleye sahne olacağını tahmin etmek güç değil. Zira İnci’nin Bulu’ya vekalet ettiği dönemde vekaleten atamalar, ders iptalleri, personel atamaları vb. alanlarda hızlı ve küstah kararlar aldığı biliniyor. Halihazırdaki vekaletinde de okulun sinema kültürüne önemli hizmetleri olan kıdemli hocası ve sembol isimlerinden Can Candan’ın sözleşmesini iptal etti, yine direnişe destek veren yarı zamanlı öğretim üyelerinden Feyzi Erçin’in sonbahar derslerini iptal etti. İnci, üniversitenin kimliğini ve çehresini iktidar hizmetinde değiştirecek tek satırlık projelerle adaylığını ilan ederken, Boğaziçi’nin hiç alışık olmadığı “şok” kararlar almaktan ve öğrencilere göz dağı vermekten çekinmiyor.
Önümüzde YÖK’ün rektörlük başvurusu süreci var. 2 Ağustos’a kadar Boğaziçi’ne rektör olmak isteyenlere başvuru yolu açık. AYM incelemesi altındaki 703 nolu KHK’nın mümkün kıldığı bu hukuksuz prosedüre göre adının başında profesör yazan her Türkiye vatandaşı, YÖK’e bir CV bir iki belge göndererek Boğaziçi rektörlüğüne aday olabilir. Peki, altı aydır mücadelesini sürdüren Boğaziçi direnişinin adayları olmalı mı? Olmalıysa bu adaylar nasıl belirlenmeli?
Bu sorulardan birincisiyle başlayalım: Hukuksuz ve antidemokratik bir seçim prosedürüne katılmanın, özerk demokratik üniversite mücadelesinin hedefleriyle çeliştiğini düşünenler olabilir. Fakat mücadele sadece ilkesel, stratejik ve uzun erimli değil, aynı zamanda pratik bir süreç. Direnişin benimseyeceği adayların başvurduğu bir süreç sonunda, diyelim Naci İnci gibi bir kişinin atanmasının sonuçları başka; kimselerin aday olmadığı bir süreç sonucunda öyle bir kişinin atanmasının sonuçları direniş açısından daha başka olacaktır. Bu adaylardan herhangi birinin -şimdi ihtimal dışı görünse de- atanması halinde ise, mücadele yine bitmeyecek ama direniş açısından çok önemli kazanım olanakları ortaya çıkacaktır.
İkinci sorunun son günlerdeki forumlarda epey ayrıntılı tartışıldığı görülüyor. Mücadelenin üniversite bileşenleri üzerindeki vurgusuyla uyumlu, demokratik bir seçim usulünün uygulanması gerektiği konuşuluyor. Bu tartışmaların, mücadelenin içinde bulunduğu aşamanın, rektörlükteki nöbet değişiminin yanlış anlaşılmasından kaynaklandığı iddia edilebilir. Birincisi, ilkesel ve stratejik mücadele devam etmelidir; hedeflerle uyumlu rektör belirleme ve yönetişim modelleri Boğaziçi akademisyenleri tarafından da geliştirilmektedir. Fakat bunun veya benzerinin gerçekten müzakere edilip yasalaşabileceği günler henüz ufukta görünmüyor. İkincisi, fiili durum yaratarak bir seçim idealini bugün ortaya koymak, politik gerçeklikle bağdaşmıyor. Tüm teknik ve zamansal güçlükler bir tarafa -diyelim ki bunlar aşılabilir- acaba 2 Ağustos’a kadar CV ve belge gönderen profesörler liyakata dayalı, ve üniversite geleneklerini de gözeterek mi değerlendirilecekler ki kendilerini ciddi bir seçim sürecinin içine soksunlar.
Bulu’nun görevden alınmasının ardından -bir haftası resmi tatil olan- iki haftalık dönemde bu tartışmanın aşırı vurgu alması, mücadelenin geldiği aşamayı çarpıtıp sakıncalı sonuçlar doğurabilir. Ankara “ben geri çekildim, müzakereye açığım” demiyor. Boğaziçi’nin benimsediği bir adayın atanması bu iki haftada Boğaziçi dışında yaşanacak büyük siyasi deprem gibi mucizelere bağlı. Mücadele devam etmeli, kendi programını oluşturmalı, salt seçim gündemine odaklı olmamalı. Taktik olarak adaylarını belirlemek ve onları başvuruya teşvik etmek için pratik bir yol benimsemeli. Seçilmiş senatörlerimiz, dekanlarımız, ÜYK üyelerimiz; bunların içinde özellikle direnişe destek verip altı aydır yönetişim ilkelerini başarıyla savunmuş olanların her birinin potansiyel aday olduğunu belirtmek ve onları başvurmaya teşvik etmek en uygulanabilir seçenek gibi duruyor. Aday olanların Boğaziçi Üniversitesi Akademik İlkeleri ve son aylarda mücadele konusu olan belli başlı meseleler (tepeden indirilen /indirilmeye çalışan fakülteler, enstitüler, atamalar, sözleşme fesihleri, güvenlikleştirme, engellenen öğrenci faaliyetleri, vb. hususlar) hakkındaki beyanlarını yayınlayarak direniş bileşenlerinden güvenoyu talep etmeleri yerinde olacaktır. Bu şekilde tüm üniversite bileşenlerinin etrafında kenetlendiği aday veya adayların belirlenmiş olması, mevcut YÖK prosedürüne alternatif güçlü bir mesaj oluşturacaktır.
Bu meseleyi uzun erimli mücadelenin bir aşaması olarak değerlendirmekte yarar var. Mücadelenin gerçekten kazanıldığı, henüz ufukta görünmeyen günlerde yapılacak daha pek çok seçim var. O güne kadar mücadeleye devam.