Başkan Biden Salı gecesi yaptığı Ulusa Sesleniş konuşmasında 6.500 kelime kullandı, fakat bunların hiçbiri son on yılda hızla artan, son günlerde daha da ciddi şekilde gündeme gelen nükleer savaş tehlikesine değinmiyordu. Martin Luther King’in bizi uyardığı militarizm nükleer çağda nihai yıkımına doğru tırmanışa geçiyor. Bu nihai yıkım, muhtemelen yeryüzündeki bütün insan yaşamını yok edecek küresel bir soykırım olacak.
Gerçek duruma baktığımızda, dünyanın iki nükleer süpergücünün liderleri insanlığı yüzüstü bırakmaya ve ona ihanet etmeyi sürüdürüyor.
Mart 2022’nin kasvetli ışığından bakıldığında, Albert Einstein’ın yetmiş sene önce atom enerjisinin serbest kalması hakkında ifade ettiği bakış açısı hiç bu kadar uzak görüşlü bir nitelik kazanmamış ve aciliyet arz etmemişti: “Evrenin temel gücü, miadını doldurmuş dar milliyetçilikler mefhumuyla uyum içinde olamaz. Dünya halklarının uyanan anlayışı ve ısrarı dışında hiçbir sır, hiçbir savunma, bu gücü kontrol etmenin hiçbir imkânı yok.”
“Dar milliyetçilikler” ifadesi ABD ve Rusya’nın nükleer silahlar politikalarını gayet uygun şekilde tasvir ediyor. Bu iki ülke, hiçbirimizin idrak edemeyeceği bir ölçekte, öngörülebilir insani sonuçlar içeren bir ölüm dansına başladı.
Einstein şu inancı dile getirmişti: “Bilinçli bir yurttaşlar topluluğu ölüm değil yaşam için harekete geçecektir.” Ancak bilinçsiz ve pasif bir yurttaşlar topluluğu dehşet uyandıran nükleer trendlere fırsat tanıdı.
Bundan yirmi sene önce George W. Bush yönetimi Anti-Balistik Füze Antlaşması’ndan (ABM) çekildi. Vaatkâr retoriğine karşın, Başkan Barak Obama, “modernleştirme” kılıfı altında ABD nükleer cephaneliğini daha da geliştirmek için 1,7 trilyon dolarlık bir programa girişti. Başkan Donald Trump ise, büyük ölçüde nükleer silahlara karşı uluslararası hareketin neticesinde 1980’lerin sonundan itibaren bu kategorideki bütün füzeleri Avrupa’dan kaldıran Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması’ndan (INF) ABD’yi çıkardı.
ABD yönetimi ABM ve INF anlaşmalarını işe yaramaz hale getirerek, silahsızlanmayı bırakalım, dünyayı nükleer silahların kontrol edilebileceği bir düzenekten daha da fazla uzaklaştırdı. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) Rusya sınırlarına kadar genişlemesinde -son aylarda ise Ukrayna’nın NATO üyeliğinin masada kalmasında- ısrar ederek, ABD, Rusya’nın NATO’nun genişlemesine dair uzun süredir var olan makul endişelerini dikkate almadı.
Savunma amaçlı denilen ABM sistemlerinin Polonya ve Romanya’ya yerleştirilmesi, NATO’ya bu sistemleri saldırı amaçlı seyir füzeleriyle yeniden donatma kapasitesi kazandırdı. Genel olarak değerlendirildiğinde, son otuz yılda tutulmayan vaatler ve Sırbistan, Afganistan ve Libya’daki şiddetli savaş operasyonları NATO’nu bir “savunma” ittifakı olduğu iddialarının altını boşalttı.
Rusya da kendi askeri-sanayi kompleksine, milliyetçi hevese ve tutkuya sahip. ABD ve NATO’lu müttefiklerinin ikiyüzlülüğü, Rusya’nın bir hafta önce başlattığı Ukrayna işgalini en küçük ölçüde dahi haklı göstermez. Rusya, en az ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri sırasında yaşananlar kadar tiksindirici, canice bir cinayet çılgınlığı içinde.
Şu anda yüzleşilmesi ve harekete geçilmesi gereken başat bir hakikat var: Nükleer güçler insanlığı, insan türünün yok olacağı bir uçuruma sürükledi. Ukrayna’nın işgali bu yönde atılan son adım. Geçen hafta Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin’in pek gizleme gereği görmeden, pervasızca yaptığı nükleer silahları kullanma tehdidi, Ukrayna krizinin her yerde herkes için ne kadar tehlikeli hale geldiğinin bir göstergesiydi. Pasiflik bizi hiçbir yere götürmeyecektir. ABD’de barış için örgütlenirken savaş karşıtı protestoları desteklemek ve gerçek bir diplomasi talep etmek son derece önemli.
San Francisco State Üniversitesi’nden akademisyen Andrei Tsygankov birkaç gün önce şunları yazmıştı: “Savaş kısa sürede bitse de Avrupa ve dünya güvenliği üzerindeki etkileri derin olacak, halihazırda da derin sonuçlar yaratmış durumda. İnsanların acı çekmesine ve yaşanan yıkıma ek olarak, Avrupa Kıtası Soğuk Savaş dönemiyle kıyaslanabilecek yeni bir toplumsal ve siyasi bölünmeler çağına giriyor. Gerilimin daha da tırmanmasına hiçbir zaman olmadığı kadar yakınız. Kapsayıcı ve adil bir uluslararası düzen kurmak yerine Rusya ve çoğu Avrupa ülkesi şimdi güvenlikleri için esas olarak nükleer silahlara ve askeri hazırlıklara bel bağlayacak.”
Rusya ve ABD’yi dolaylı yoldan bile olsa çatışma içine sokacak herhangi bir “konvansiyonel” savaş, karşılıklı nükleer füzelerin fırlatılmasını harekete geçirebilecek tetikleyici bir mekanizma yaratma konusunda son derece gerçek bir potansiyel taşıyor. Yükselen gerilimler yorgunluğa, paranoyaya ve daha yüksek bir yanlış alarm verme ihtimaline yol açar. Bu özellikle tehlikelidir, zira karada konuşlu Kıtalararası Balistik Füzeler benzersiz şekilde riske açıktır, dolayısıyla çok hassastır ve “ikaz alarmı üzerine fırlatılır”.
Eski Savunma Bakanı William Perry 2016’da şunları yazmıştı: “Her şeyden önce Birleşik Devletler, Soğuk Savaş nükleer politikasının kilit bir cephesi olan karada konuşlu Kıtalararası Balistik Füze (ICBM) gücünü güvenli şekilde aşamalı olarak kaldırabilir. ICBM’leri kullanımdan kaldırmak ciddi miktarda maliyetten tasarrufu sağlayacaktır, ama bundan fayda sağlayacak sadece bütçeler değil. Bu füzeler, dünyadaki en tehlikeli silahlardan bazıları. Kazara bir nükleer savaş bile başlatabilirler.” Geçen Sonbahar’da Daniel Ellsberg’le birlikte The Nation’da şöyle yazmıştık: “Bilgiye dayanmayan varsayımların aksine bütün ICBM’leri kullanımdan kaldırmak herhangi bir dezavantaja yol açmadan tek taraflı olarak ABD tarafından yapılabilir. Rusya Birleşik Devletler’i takip etmese bile felakete yol açma potansiyeli taşıyan karada konuşlu füzeleri sökmek gezegendeki herkes için dünyayı daha güvenli hale getirir.”
Oysa Kongre veya Beyaz Saray’dan nükleer savaş ihtimalini azaltacak adımlar duymuyoruz. Bunun yerine Rusya’yla karşı karşıya gelme noktasında heyecanlı bir retorik işitiyoruz. Sorumlu liderliğin resmi Washington’dan gelmeyeceği çok açık; kararlı bir örgütlenme ve siyasi baskıyla birlikte taban aktivizminden gelmek zorunda.
Dr. King, Nobel Barış Ödülü’nü alırken, “ülkelerin art arda militarist bir yola girerek termonükleer bir yıkım cehennemini boylamak zorunda olduğu yolundaki sinik anlayışı reddediyorum” demişti: “Bugün patlayan havan toplarının ve vızıldayan kurşunların ortasında bile daha aydınlık bir yarın için umut olduğuna inanıyorum.”
Bugünlerde gerçekçi umutlara çok ender rastlanıyor. Fakat bu kasvetli zamanda sevip değer verdiğimiz her şey bizden örgütlenme kararlılığı talep ediyor.
Norman Solomon, RootsAction’ın ortak kurucusu ve yöneticisidir. Solomon, 2016 ve 2020 Demokrat Parti Ulusal Toplantıları’nda Kaliforniya’dan Bernie Sanders delegesiydi. Solomon aralarında War Made Easy: How Presidents and Pundits Keep Spinning Us to Death adlı kitabın da bulunduğu bir düzine kitabın yazarıdır. Made Love, Got War: Close Encounters with America’s Warfare State adlı kitabı, ücretsiz bir e-kitap olarak yeni bir edisyon halinde yeniden basıldı. Norman Solomon, halihazırda yöneticilik yaptığı Institute for Public Accuracy’yi kurdu.