Sürdürün – Büyütün[i]
Sokaklardaki kargaşa şimdiye kadar gördüklerimizden daha büyük. Şimdiye kadar gördüklerimizden daha fazla zenginliğe, iktidara ve polise odaklanmış durumda; pek çok bakımdan daha iyi örgütlenmiş ve daha uzun süredir devam ediyor. Peki tamam, bu inanılmaz görünüyor, ama açıklanamaz değil. Dangalak yozlaşmış yetkililerin, Trump’a duyulan nefretin, korona salgının sağlık sistemi ve piyasa güdümündeki ekonomiye dair ortaya koyduğu gerçeklerin, sosyal mesafe ve izolasyondan doğan gerilimin, şimdi iyice ayyuka çıkan kalıcı ekonomik altüst oluşun ve cerahat haline gelmiş sistemik ırkçılığın üzerine inanılmaz derecede mide bulandırıcı ırkçı polis zalimliği tüy dikti ve askıya alınmış bir rüya patladı.
Peki direnişin etkisi hakkında ne diyebiliriz? Bence bunu açıklamak daha güç. Bir yandan insanların, üstelik bir salgının ortasında sokak eylemlerini bu kadar uzun süre sürdürmesi inanılmaz. Yine de iki hafta; iki ay veya iki yıl değil. Fakat muhabirler normalde medyanın düşüncesini sınırlandıran sansür duvarını aşarken haber merkezlerinde kargaşa yaşanıyor. Evet, biliyorum; aniden Chomsky/Herman tişörtleri[ii] giyip patronların ofislerini basan bir muhabir sürüsü yok ortada. Fakat bir sürü muhabir aniden ırk, ekonomi ve sağlık hizmetleri meselelerine kulak kabartmaya, sistemik baskı hakkında yazmaya başladılar ve haberleri gerçekten yayımlanıyor. Muhabirler değil ama daha üst kademede yer alan gazeteciler işleri hakkında endişeleniyor. Bazıları ücretleri azaltıldığı için değil editoryal önceliklerden kaynaklanan baskılar yüzünden istifa ediyor. Bir kez daha sokaklardaki direnişin sadece iki haftalık olduğunu hatırlayalım.
Minneapolis Belediye Meclisi polis güçlerini dağıtma kararı aldı. Gerçekten mi? Evet, gerçekten. Herkesin gözü önünde ip yerine botuyla bir insanı linç eden polislerin yasal kovuşturmaya uğraması güzel bir kazanım. Büyük bir şehir polis güçlerini dağıtıyor. Sahiden mi? Evet. Birçok eyalet de polisleri okullardan çıkarmayı öneriyor veya bunun için harekete geçmiş durumda. Kötü polislerin, çürük elmaların değil, bütün polislerin okullardan çıkarılması söz konusu. New York sadece şüphelilerin boğazından tutulmasını yasaklamakla kalmadı -sınırlı ama güzel bir adım- kaynakları polis bütçesinden sosyal hizmetlere kaydırma sözü verdi. Çok daha derin bir adım. “Polisi finanse etmeyin” sloganı polis şiddetine karşı az sayıda kararlı aktivistin görünürlüğü olmayan bir düşünce düşü olmaktan çıkıp yalnızca sokaklarda değil bazı lüks toplantı odalarından da yaygınlaşan bir talebe dönüştü.
Aynı zamanda medyanın gösterileri ne oranda haberleştirdiğine baktığımızda, optimal düzeyde olduğunu söyleyemesek de medyayı takip edenlerin tahmin edeceğinden çok daha iyi. Polis şiddetine ve ırkçılığına gösterilen dikkat olması gereken seviyede değil, ama hızla o noktaya doğru ilerliyor. Bunu gerçekten söylüyorum. Sistematik şekilde ırkçı, cinsiyetçi, militarist olan Ulusal Futbol Ligi’nin otokrat yetkilisi Roger Goodell oyuncuların protestolarına kulak asmamakla, Lig’ten ihraç edilen Colin Kaepernick’i dinlememekle yanlış yaptıklarını söylüyor. Artık muhalefet olumlu karşılanıyor. Radyo ve TV spor programlarında saatlerce ırkçılık hakkında konuşuluyor; üstelik sadece geriye kalanları temize çıkarak şekilde bazı Neandertal numunelerinin kişisel ırkçılığından değil sistemik ırkçılıktan söz ediliyor. Bunun belirli spor markalarını korumak için geçici olarak yapılan anlamsız bir şey olduğunu söyleyebilirsiniz. Fakat toplumda futbolun rolünü, sporun ve spor hakkındaki konuşmaların rolünü dikkate alır ve çeşitli ana-akım izleyici kesimleri tarafından ne kadar dikkatle takip edildiğini düşünürseniz bu çok önemli bir şeydir; iki haftalık protestoların lanet olası gemiyi salladığını gösteren başka bir işarettir. Spor camiasında tamamen taktiksel olarak yapılıyor olsa bile -ki öyle olduğunu sanmıyorum- büyük spor markalarının ırkçılık karşıtı görünmeleri gerektiğini düşünmeleri kendi başına bir zaferdir.
Peki hareket devam edecek mi? Bu eğilimler devam edecek mi? Bu bağlamda, aktivistler kesişen ilave ekonomik, politik ve toplumsal talepler konusunda nispeten militan ve yaratıcı hale gelirse medya belli ölçüde duyarlı olmayı sürdürecek mi? Bazı yetkililer bu çığlıklara da ilgi gösterecek mi? Daha fazla değişim isteğini beraberinde getirecek olan reformlar olacak mı?
Neden şimdiye kadar gösterilere uygulanan baskı -iğrenç olmakla birlikte- kuşku götürmez şekilde yüksek perdeden değil? Neden gösterilerin medyada haberleştirilmesi -optimal noktadan hayli uzak olsa da- beklenebilecek olandan daha iyi? Neden ırkçılığa ve polisin politikasına karşı altta yatan ırkçı sistemi vurgulayan öfke, normalde muhalefete sağır olmakla kalmayıp popüler protestolar ve taleplere agresif şekilde düşman olan pek çok kesimde destek buluyor? Bu kesimler sadece önde gelen pek çok gazeteciyi, resmi yetkiliyi, atleti, spor yetkilisini ve kanaat önderini değil polis teşkilatı içindeki bazı sektörleri de içine alıyor.
Bu hususları anlamakta zorlanıyorum. İki hafta. Öncelikli olarak birbiriyle bağlantılı en az üç faktörün başarıyı hızlandırdığı kanaatindeyim.
- Başlangıçta bu kadar muhalefet olması, bu kadar fazla aktivizm olması şimdi kendi kendini besliyor. Neden? Çünkü olup bitenler, iyi hiçbir şey olmayacağı yolundaki yaygın inancı hissiyat olarak altüst ediyor. Umudu yükseltiyor; umudun yokluğu, direnme, başkaldırma ve hatta değişimi düşünme eğilimlerini ezen devasa bir ağırlıktı. Buna karşın, süregiden görünür eylemin teşvik ettiği umudun varlığı, daha fazla görünür eylemi teşvik ediyor.
- Keza bu kadar fazla muhalefet, etkili pozisyonlarda olanlara -özellikle belediye meclis üyeleri ve medya çalışanlarına- genelde bastırılmış olsa da en olumlu eğilimlerine (ve çocuklarının onlardan yapmalarını istediği şeylere) uygun hareket edebilecekleri hissiyatı verdi. Hemen ardından kendilerini kıç üstü oturmuş, hatta işten atılmış halde bulmadılar. Dolayısıyla kendilerini ifade etmeye başladılar.
- Ve son olarak belirli bir nüfuzu olanlar, hatta veya belki de özellikle çok güçlü olanlar korktu. Barbar sürülerinin kapıya dayandığını gördüler. Kontrolden çıkmış bir trenin statülerini, iktidarlarını ve zenginliklerini tehdit ettiğini hissettiler. Bizi, bizim kendimizi gördüğümüzden daha büyük görüyorlar. Önlerinde kaygan yokuşlar olduğunu anladılar ve kartopu gibi büyüyen direnişleri başka bütün tehlikelerden daha büyük bir tehlike olarak gördüler. Sanders’a gösterilen tepkiyle aynı dinamik söz konusu. Bazıları camdan bakıp yağmacıları vurun derken -ve muhtemelen plastik değil gerçek mermilerle vurmak istiyorlar- başkaları direnişin, ateş açmanın daha fazla insanı ateşleyecek noktaya gelmiş olmasından korkmuştu, dolayısıyla düşünülemez olanı, yani tavizleri düşünmeye başladılar. Tam da kabul etmenin etmemekten daha pahalıya patlayacağından korktukları için çeşitli talepleri kendilerini koruma önlemi olarak kabul etmeye başladılar. Muhalefetin mantığı budur. İki haftadır bu mantık ayan beyan işliyor.
O halde yukarda belirttiklerim bize ne söylüyor? Hiç de karmaşık bir şey değil. Özel bir eğitim almış olmak gerekmiyor. Yüksek akademik unvanlara ve beş heceli sözcüklere ihtiyaç yok, teşekkürler.
Aktivizm umudu besleyebilir. Umut ise daha fazla aktivizmi besleyebilir. Bir süre bu döngüyü takip edin, inanılmaz seçeneklerin önünüzde açılığını göreceksiniz. Daha uzun süre takip edin, gerçek değişim gelecektir.
Yapmak, düşünmeyi teşvik edebilir. Düşünmek de yapmayı. Bir süre bu döngüyü takip edin, yoğunluk ve stratejik bilgelik ortaya çıkacaktır. Değişim akıllı olacak.
Sayıların artması, odağı genişletilip yoğunlaşması, yapması gereken şeyleri yapması engellenenlere alan açabilir. Bunu olumlu karşılayın. Değişim duvarına bir tuğla daha.
Sayıların artması, odağı genişletip yoğunlaştırmak, yönetenleri kendi konumlarının tehlikede olduğuna ve savaşa hazırlanmaktansa tavizler vermenin daha akıllıca olduğuna, yani tavizlerin topyekun bir baskıdan daha zekice olduğuna ikna edebilir. Tavizleri kutlarken daha fazla kazanmak için harekete geçin. Ve evet, bundan kendilerine itibar sağlamayı deneyecekler. Aktivizm yüzünden taviz vermek zorunda kaldıklarını inkâr edecekler. Aktivizme rağmen iyi niyetli olduğumuz için böyle yaptık diyecekler. Güzel, bunu reddedin. Onların vermediği, bizim kazandığımız gerçeğini açıklığa kavuşturun, fakat kazanımların kazanım olmadığına kendinizi inandırarak zaferi zorla yenilgiye dönüştürmeyin.
İki hafta devam eden direniş. Ne olduğuna bakın. İki ay veya iki yılda neler başarılabilir.
Fakat bir uyarı. Şu anda olup bitenlere yönelik bir sürü benzetme yapıldığını duyuyorum. Benzetmeler bazı şeyleri açıklayabilir, fakat ikisi beni korkutuyor. Birisi, Fransa’daki Mayıs 68; ikincisi ise sadece bir göz kırpma kadar yakında gerçekleşmiş olan, Yunanistan’daki hakiki kitlesel direniş.
Her iki durumda da toplum kendi kulvarında ilerliyordu ve bizim burada olduğu gibi patlamaya hazırdı; devlet baskısı şimdi buradakine benzer boyutlardaydı. İster inanın ister inanmayın, Paris’in en ünlü üniversitesinde yurtlardakilerin geç saate kadar dışarda kalıp kalamayacağı, odalara girip giremeyeceğiyle ilgili şimdi gülüp geçilecek baskıcı bir kural değişikliği oldu; bu değişiklik hoşnutsuzluğa ve gösterilere yol açtı. Tepkiler bastırıldı; buna yanıt olarak Fransa’nın her yanında gösteriler patlak verdi. Yunanistan’da ise polis, şehrin anarşistlerin merkezi olarak bilinen bir bölgesinde genç bir anarşisti öldürdü. Öfkeli gençler bu bölgede sokaklara çıktılar. Sokaklara dökülenlere korkunç bir baskı uygulandı. Bunun üzerine halk Atina’dan en uzak köşedeki kasabalara kadar bütün Yunanistan’da sokaklara döküldü. Tahminen toplam nüfusun yüzde 40’ı gösteri yaptı, yürüdü ve savaştı.
Gerek Fransa gerekse Yunanistan’da patlamalar devasa boyuttaydı. Söz konusu olan sadece her şeyin zafer için hazır olduğu hissiyatı değildi, gerçekten de her şey zafer için hazırdı. “Her şeyi sorgulayın”, olması gerekenlere ilişkin öne sürülen bir talep değil olup bitenlerin bizatihi tasviriydi. Hareket halinde, gerçekten ayağa kalkmış insan sayısı devasa düzeydeydi; ABD’de son eylemlerde şu ana kadar tanık olduğumuzdan çok daha fazla. Fakat sonuç üzüntü verici oldu. Hem Fransa hem de Yunanistan’da altüst oluş ve yaratıcılık on milyonlarca insanı etkiledi. Fakat toplum temel, köklerine kadar inen daha iyiye doğru bir değişim geçirmedi. Gerçekte Yunanistan’da ortalık yatıştığında durumun daha da kötüye gittiği söylenebilir. Her iki ülkede de, bütün toplumsal süreçlerde olduğu gibi, işin içinde bir sürü faktör vardı.
İşte burada bir imge var. Her iki durumda da devam eden bir ıstırap ve acı çekme, fakat nispi bir sessizlik vardı. Daha sonra daha öncekilere benzer bir olay meydana geldi, fakat artık hangi nedenler devreye girdiyse bu olay kitlesel bir tepkiyi harekete geçirdi. Baskı uygulandı, ancak tepki gittikçe büyüdü. Fakat birkaç ay içinde ortalık yatıştı. Devrimci coşku, kalıcılaşmak üzere olgunlaşacağına yeniden uykuya daldı.
Sıkıcı, yabancılaşmış, şirketlerin egemen olduğu, baskıcı bir varoluş neredeyse bir gecede umuda ve inanılmaz bir altüst oluşa dönüştü; fakat sonra sıkıcı, yabancılaşmış, şirketlerin egemen olduğu, baskıcı varoluşa geri dönüldü. Umut ve altüst oluş anı inanılmazdı. Bu kısa dönemin kalıcı bir hareket örgütlemeye; toplumsal yaşamın her alanını sorgulayan ve gerçekten yeni bir topluma giden yolda zafer üstüne zafer kazanmak üzere süregiden kampanyalara dönüştürülememesini değerlendirmemiz gerekiyor; çünkü şimdi yakaladığımız bu anın devam etmesine ihtiyacımız var.
Mevcut altüst oluşlardan, eski tas eski hamam durumuna geri dönmek yerine kalıcılaşacak, olgunlaşacak ve güçlenecek bir örgütlenmeyle, vizyon ve hedeflerle, program ve kampanyalarla çıkmalıyız. Öfke ve kalkışmadan süregiden bir direniş ve kuruculuğa, bunun yanı sıra süregiden bir öfke ve kalkışmaya geçebilirsek yeni bir dünya kazanabiliriz. Bu, bir hafta, bir ay ya da bir yıl sürmeyecek; daha ziyade bugünden itibaren değişimi kazanan bir geleceğe doğru sürekli gelişme gösteren bir süreci gerekli kılacak. Fakat muhteşem şekilde doğmuş olanın muhteşem şekilde devam etmesini sağlayamazsak içinde bulunduğumuz an pek çok insan için geçmişteki şanlı günler olabilir, ancak zafere dönüşmeyecek.
“Bugün Değişim – Yarın Daha Çok Değişim”
“Sürdürün – Büyütün”
Ve eski bir altın deyiş;
“Bütün Güç Halka”
[i] 9 Haziran 2020, https://zcomm.org/znetarticle/make-it-last-make-it-grow/
[ii] Yazar, Noam Chomsky ve Edward Herman’ın ana-akım medya eleştirisinde çığır açan Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Ekonomi Politiği kitabına gönderme yapıyor. -ç.n.