(Bu değerlendirme yazısı Artizan Toplumsal Araştırma Komisyonu tarafından 10 – 23 Nisan 2021 tarihleri arası haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır)
İÇ POLİTİKA
Bu iki haftanın iç politika ve ekonomi alanında öne çıkan başlıca konularını şu şekilde sıralayabiliriz: “128 milyar dolar nerede?” sorusunun geniş kesimlerce sorulmasıyla birlikte Merkez Bankası etrafındaki tartışmalar, belediyeler eliyle insan kaçakçılığı skandalının ve Ticaret Bakanlığı üzerinden yapılan yolsuzluğun açığa çıkması ve tüm bu gündemlerinin üzerine örtmek istercesine emekli amiraller bildirisi etrafında kopartılan fırtınalardı. 128 milyar doların akıbetiyle birlikte ekonomi alanında öne çıkan diğer gündemler ise Almanya ve Rusya olmak üzere bazı ülkelerin Türkiye’yi riskli bölge olarak değerlendirmesi sonucu bu yılki turizm gelirlerinin nasıl etkileneceği ve pandeminin de derinleştirdiği ekonomik kriz ve işsizlik konularıydı. Yazımıza son bir yıldır tüm dünyanın öncelikli gündemi haline gelen Kovid-19 pandemisinin Türkiye’deki seyriyle başlayalım.
Kovid-19 Gündemi
Bilim insanlarının uzun zamandır ısrarla dile getirdikleri endişeleri gerçekleşti. Hastalık, kontrolden çıkarak günlük altmış bin vaka ve üç yüzden fazla ölümle en kötü dönemini yaşatıyor. Yine uzmanların dile getirdiklerine göre, bu rakamlar gerçeği yansıtmıyor. Bir bilim kurulu üyesinin itiraflarından öğrendiğimiz kadarıyla, aslında geçen yaz da yüksek vaka sayıları olmasına rağmen, bu sayılar saklanmış. Durum bu akıl almaz rakamlardan bile daha kötü. Ayrıca şu anda yaşadığımız vaka sayısındaki artışların ölümlere yansımasını iki üç hafta sonra göreceğimize dair görüşler dile getiriliyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi hükümet salgınla mücadele etmiyor, mücadele ettiği algısını oluşturmakla meşgul. Bilim insanlarının önerileri dinlenmiyor. Hastalığa karşı tutarlı bir strateji en başından beri izlenmiyor. Bunun sonuçlarını da ne yazık ki görmeye başladık. Hastaneler yeniden dolup taşmaya başladı. Sağlık çalışanları artık dayanmayacakları kadar zor bir durumda olduklarını dile getiriyorlar. Süreç doğru yönetilseydi şu anda ölen insanların büyük çoğunluğu hayatta olacaktı.
Bilim insanlarının ısrarla önerdikleri yirmi sekiz günlük tam kapanmaya gidilmedi. Yine ısrarla vurgulanan, hızlı ve yüksek miktarda aşılama da gerçekleştirilmedi. Ayrıca aşı tedarikinde büyük sorunlar olduğu görünüyor. Türkiye şu anda, hastalığın kontrol edilemediği ülkeler arasına yerleşmiş durumda. Daha da kötüsü mutasyona uğrayan virüsün en bulaşıcı varyantları Türkiye’de görülmeye başlandı. Sağlık Bakanı’nın açıklamalarına göre şu anda Türkiye’deki hastaların yüzde seksen beşi İngiltere mutasyonu.
Hükümet’in pandemiyle mücadele stratejisinin olmaması, bilim insanlarının ve TTB gibi meslek örgütlerinin dikkate alınmaması, aşı tedarikinde yaşanan büyük sorunlar ve ekonomik dar boğaz düşünüldüğünde, bu sürecin iyiye gidebileceğine dair hiçbir işaret görünmüyor.
Belediyeler Eliyle İnsan Kaçakçılığı ve Yolsuzluk Gündemi
Son iki haftanın en önemli konusu hiç şüphesiz, birbiri ardına gelen yolsuzluk haberleri oldu. Önce, büyük çoğunluğu AKP’li olan belediyelerin, insan kaçakçılığı denebilecek bir sürece katıldıkları haberleri geldi. Bu belediyelerin, değişik gerekçelerle gri pasaport çıkarttırdıkları insanları devlet görevlisi olarak yurt dışına gönderdikleri ortaya çıktı. Ancak yurt dışına gönderilen bu insanların büyük bir bölümü gittikleri ülkelerde kalarak geri dönmüyorlar. Henüz derine inilmemiş olsa da konuyla ilgili çalışan gazeteciler, binlerce insanın bu yolla çıkmış olabileceğini belirtiyorlar.
Bu olayın ardından Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’la ilgili iddialar gündeme düştü. Bakan Pekcan, bakanlığın ihtiyacı olan dezenfektanları, kendisine ait olan şirketten almıştı. Zaten bir süre sonra kendisi de bunun doğru olduğunu ancak, en iyi dezenfektanı en ucuza alabildikleri için bunu yaptıklarını dile getirdi. Ancak sonrasında ortaya çıkan bilgiler bakanın bu söylediklerini doğrular nitelikte değil, ucuza almak bir yana, normal fiyatların da üstünde bir alım gerçekleştirildiği dile getiriliyor. Bu olayların inkâr edilemez bir açıklıkta ortaya dökülmesi, belki de ilk kez AKP’li bir bakanı koltuğundan etti. Bakan Ruhsar Pekcan görevinden alındı. Bu vesileyle de kabinede ufak bir revizyona da gidildi ve üç bakan değiştirildi. Ancak bu görevden almanın sonucunda Ruhsar Pekcan’a hizmetleri için büyük teşekkürler edildi. Kamuoyu ise bakanın bu yolsuzlukla ilgili yargılanıp yargılanmayacağını merak ediyor. Bundan önceki yolsuzluk olaylarında gösterilen yaklaşım düşünüldüğünde umutlu olmak zor görünüyor.
Bu yolsuzluk haberlerinin, neredeyse tüm delil ve belgeleriyle ortaya dökülmesinin AKP üzerinde önemli bir etki yarattığını söylemek gerekiyor. İlk kez, yolsuzlukla suçlanan bir bakan görevinden alındı. AKP seçmeninin büyük bir bölümü de durumdan rahatsız gibi görünüyor. AKP uzun zamandır ilk kez savunma pozisyonunda bir parti görünümü sergiliyor. İspatlanmış yolsuzluk haberleri karşısında sessiz kalınması ve güçlü bir reaksiyon verilmemesi önemli bir gösterge olarak duruyor.
Yaşanan bu durum, bugün yaşamakta olduğumuz tek adam sisteminin sonuçları olarak okunabilir. Tüm devlet kurumlarının tasfiye edilerek, tek bir kişiye bağlanması, görevlendirmelerin liyakat gözetilerek değil, sadakat gözetilerek yapılması, büyük bir nepotizm, sonuçta yolsuzluklarla dolu bir ortam yaratmış durumda. Başkanlık sistemi adı verilen bu yapı değişmeden bu çürümenin önlenmesi zor görünüyor.
Emekli Amiraller Bildirisi
Bütün bu gelişmelerin karşılığında AKP hükümeti, uzun zamandır bildiğimiz gündem değiştirme yöntemini kullanmaya çalışıyor. Bir gece yarısı, nasıl sızdırıldığı meçhul bir emekli amiraller bildirisi, darbe girişimi olarak derhal servis edildi. Bu amirallerden bir kısmı göz altına alınarak sorgulandı. Bir hafta boyunca tüm kanallarda bu yazı tartışıldı. Pandemide yaşanan skandal durumlar, ekonomik çöküş, yolsuzluk ve işsizlik gündemi bir haftalığına da olsa başarılı bir şekilde unutturuldu. Kamuoyununsa bu meseleyi darbe girişimi olarak görmediği yönünde araştırma sonuçları yayınlandı. Ancak Erdoğan’ın, yandaş medyadaki yazarların aksine yumuşak bir dil kullanması sonrasında, mesele sönümlenmeye başladı. Erdoğan’ın bu meselenin üstüne neden gitmediği ve kontrollü bir üslup benimsediği konusunda tartışmalar sürüyor.
Diğer Gündemler
Her ne kadar AKP savunmaya geçmek zorunda kalmışsa da muhalefete ve muhaliflere karşı tavrı yine sert ve hak ihlalleri barındırır nitelikte. Gerçi Ahmet Altan’la ilgili AHİM kararına uyulması ve Altan’ın serbest bırakılması bu haftanın olumlu gelişmeleri arasında yer alsa da bu olay olumlu tek gelişme olarak kaldı. Demirtaş ve Kavala ile ilgili AHİM kararları uygulanmadığı gibi, yeni davalarla dışarı çıkmaları imkânsız hale getiriliyor. Yine Kemal Kılıçdaroğlu dahil on milletvekili hakkında hazırlanan fezlekeler TBMM’ye gönderilmiş durumda. Bunun yanında, hükümete karşı tavır alan sanatçılara gözdağı verilmeye devam ediliyor. Genco Erkal Cumhurbaşkanına hakaretten ifadeye götürülürken, Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ın suçsuz olduklarını belirten karara karşı dava açıldı. Hükümet, tüm muhalif sanatçılara açık bir mesaj göndermeyi ihmal etmedi.
Boğaziçi Üniversiteli öğretim görevlileri ve öğrencilerin direnişleri yüzüncü gününe girdi. Direnişçiler, taleplerinde ısrarcı olduklarını ve asla geri adım atmayacaklarını belirttiler. Ayrıca öğretim görevlileri, Hukuk Fakültesinin kuruluşu ve dekan ataması işlemlerini mahkemeye taşıdılar.
EKONOMİ
“128 milyar dolar nerede?”
CHP’nin Mudanya’da reklam panolarına astığı ‘128 milyar dolar nerede?’ afişlerinin kaldırılması ve ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ soruşturması başlatılmasına karşı gelen tepkilerin yaygınlaşması sonucu konu (CHP’nin önayak olmasıyla) bir kampanyaya dönüştü ve ‘128 milyar dolar nerede?’ etiketi Türkiye gündeminin üst sıralarına yerleşti. Birçok şehirde “128 milyar dolar nerede” yazılı pankartlar polis tarafından vinçle indirildi, reklam panolarına asılan benzer ilanlar yasaklandı. Muhalefet partileri, Merkez Bankası’nın (MB) döviz rezervlerinden 128 milyar doların satıldığını ve bu miktarın nereye gittiğinin bilinmediğini öne sürüdü. İktidar kanadı ise bu tartışmayı “gündem değiştirme” çabası olarak nitelendirip rezervlerde herhangi bir eksiklik olmadığını savundu. MB Başkanı Kavcıoğlu, rezervlerden 128 milyar dolar eksildiği iddialarının gerçeği yansıtmadığını söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, mart ayı başında, rezerv kaybı olmadığını ve bu paranın “milletin hazinesinde ve Merkez Bankası’nda” olduğunu söylemişti. AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Ekonomi İşleri Başkanı Nurettin Canikli de sosyal medyada yaptığı açıklamada, 128 milyar doların tamamının nereye satıldığının belli olduğunu belirtti. Canikli, “Özetleyelim; A) 128 milyar doların 36 milyar doları ile altın ithal edilmiştir ve bu altınlar Cumhuriyet Altını, bilezik ve benzeri yatırım aracı olarak Türk halkının evindedir. B) 75 milyar doları Türkiye’deki bankalarda gerçek ve tüzel kişilerin hesaplarında durmaktadır. C) Özel sektör 43 milyar dolarlık yurtdışına olan döviz borcunu ödemiş. D) Yabancı portföy yatırımcı 12 milyar dolar satın alarak yurtdışına çıkarmıştır. Tekrar hatırlatalım Merkez Bankası doğrudan ve dolaylı tüm döviz satışlarını piyasa fiyatından gerçekleştirmiştir. Ucuza dolar satıldı iddiası kocaman bir yalandır” dedi. Canikli, MB’nin doğrudan ya da dolaylı sattığı dövizi satın alanların devlet kayıtlarında mevcut olduğunu aktardı. Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, “2017 yılından itibaren Hazine Müsteşarlığı ile Merkez Bankası arasında bir protokol imzalanıyor. Bu protokol çerçevesinde de Hazine hesapları üzerinden MB döviz alım ve satım işlemleri gerçekleştiriliyor. Tabii bu soru gündeme gelir bu protokol imzalanmış ama bu protokolün yasal alt yapısı var mıdır? Bu yapılan protokol ve bu protokol çerçevesinde yapılan işlemler tamamen yasaldır, herhangi bir şekilde yasalara aykırı bir durum söz konusu değildir” açıklamasında bulundu.
Türkiye’nin sahip olduğu döviz rezervlerinin durumu uzun bir süredir piyasalarda kaygı yaratıyor. MB’nin döviz rezervlerinin seyri ve swap işlemleri hesaba katılarak yapılan hesaplamalar, Türkiye’nin 130 milyar dolar civarında bir rezerv satışı gerçekleştirdiğini gösteriyor. 2020 yılında, bilanço hareketlerinden MB’nin rezervlerinden 70 milyar dolarlık bir eksilme görülüyor. 2019’da da yaklaşık 50 milyar dolarlık bir azalma gerçekleştiği görülüyor. Peki, bu rezervler nereye gitti? Eski Bakan Albayrak döneminde Türkiye’nin döviz kurunu belli bir seviyede tutmak için (hatırlanırsa pandeminin başladığı ilk dönemde dolar 6.80-6.85 civarındaydı ve uzun bir süre o seviyede kalmıştı) kamu bankaları üzerinden (dolar/TL işlemlerinin sığ olduğu Asya pazarlarının açık olduğu saatlerde ‘nöbetçi” dealer’lar görevlendirilerek) rezervlerden döviz satış yapma politikası uyguladığı görülüyor. Bu dönemdeki ‘kur sabitlemesinden” kimlerin haberdar olup yarar sağladığı başka bir merak konusu. Rezervlerin serbest kur rejimine aykırı bir şekilde eritildiği ve “ciddi bir kural ihlali” yapıldığı görüşü de geçerli görünüyor. Ancak görünen o ki iddiaya göre söz konusu rezervler, ağırlıklı olarak yabancı yatırımcıya gitmiş durumda.
Rezervlerin kullanılmasının ne işe yaradığı, istenileni sağlayıp sağlayamadığı ise en önemli sorulardan biri olarak duruyor: Birincisi; rezervlerin bu şekilde kullanılması kurlarının sabit kalmasını sağlayamadı. USD/TL 6,85’ten 8,50’ye yükseldi. İkincisi; kredi genişlemesi döneminde faizi artırımına alternatif olarak baş vurulan rezerv kullanımı faizlerin düşük kalmasını da sağlayamadı. Tersine, MB izleyen dönemde faizi (%8,25’ten) %19’a kadar yükseltmek zorunda kaldı. Öte yandan Türkiye’ye borç veren yabancılar MB’nin rezervlerini kaybettiğini görünce borç faizlerini yükselttiler, dolayısıyla da dış borçlanmanın maliyeti yükseldi. Ayrıca bu dönemde ithalat ve cari açık da yükseldi.
Döviz rezervleri, bir ülkenin bir yandan dış borç ödemesinde elini güçlendirirken, diğer yandan da temel tüketim ürünü ve enerji ithalatı gibi ihtiyaçlar için elinin altında harcayabileceği bir kaynak olması açısından önem taşıyor. Piyasada genel kural olarak net rezervlerin üç aylık ithalatı karşılayacak miktarda olması bekleniyor. Son dönemde, Türkiye’nin döviz rezervlerinin bu miktarın altına, hatta “net rezervlerin” negatife düştüğü görünüyor.
Merkez Bankası’nın, bu rezervleri yeniden satın alıp yerine koymak durumunda olduğu biliniyor. Düşük kurdan sattığı bu rezervleri yüksek kurdan satın alacak olması MB açısından ciddi bir sorun. Heba edilen rezervlerin yerine konmasının uzun yıllar alacağını öngörmek de zor değil.
Öte yandan Türkiye’de kamu ve özel sektörün yıl sonuna kadar 13,3 milyar dolarlık dış borç geri ödemesi yapması gerekiyor. İşte bu koşullarda Türkiye’nin bu yaz Turizm’den elde etmesi muhtemel döviz kazançları çok büyük önem kazanıyor. Özellikle pandemi yönetimindeki kararların bu konu gözetilerek de alınmaya başladığı görülüyor.
Turizmde sıkıntılı yaz beklentisi
Pandemi nedeniyle Almanya’nın bir önceki dönemde Türkiye’ye (yüksek riskli ülke olduğu gerekçesiyle) turistik amaçlı uçuşlara kısıtlama getirmesinin ardından bu dönemde Rusya’dan benzer bir karar geldi. Rusya Başbakan Yardımcısı Tatyana Golikova, Rusya vatandaşlarının sağlığını korumanın bir öncelik olduğunu vurgulayarak Türkiye ile havayolu iletişimin 15 Nisan’dan 1 Haziran’a kadar sınırlandırılmasına karar verildiğini ve tur operatörlerine Türkiye tur satışlarına ara vermelerinin önerildiğini ifade etti. Rusya’nın sadece pandemi nedeniyle değil, Ukrayna konusunda Ankara’nın pozisyonunu cezalandırmak amacıyla da hareket ettiği tartışıldı. Bu kısıtlamanın Türkiye’ye 500 bin turiste mal olabileceğini belirtildi.
AB’nin ise Türkiye’ye uçuş kısıtlamalarında “siyasi” neden algısı oluşmaması için özel bir çaba sarf ettiği görüldü. AB Dış İlişkiler Sözcüsü Peter Stano kısıtlamaların şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da tamamen bilimsel ve tıbbi gerekçelere dayandırılmaya devam edeceğini belirterek şöyle konuştu: “Bu meselenin Türkiye ile olan yeni pozitif atmosfer yaratma girişimleri ile hiçbir ilişkisi olmayacak. Rusya’nın aksine biz bu tür şeyleri siyasi hedefler için kullanmayız.”
Türkiye’nin yüksek riskli bölge ilan edilmesi kara yoluyla gelecekler dışında mevcut tedbir ve uygulamalarda büyük değişikliğe neden olmasa da yaz ve sonbahar sezonu satışlarını olumsuz etkileyecek bir faktör olarak niteleniyor.
Türkiye pandemi öncesi 2019’da 51 milyonu aşkın misafir ile dünyada en çok misafir ağırlayan altıncı ülke idi. Bu dönemde 5 milyondan fazla Alman Türkiye’ye geldi. 2020 yılında ise Türkiye’ye gelen toplam ziyaretçi sayısı 15,9 milyon kişi olurken Alman misafirlerin sayısı yaklaşık 1,1 milyon idi.
Pandemi, işsizlik ve hak ihlalleri
Pandemi döneminde çalışanların mağduriyeti artmaya devam etti.
31 Mart’ta sona ermesi (sonrasında işsizlikte büyük patlamalara neden olacağı nedeniyle) tepkilere neden olan kısa çalışma ödeneği uygulamasının haziran ayını kapsayacak şekilde uzatıldığı açıklandı. Bir bakıma bir ay önce işçilere ölüm gösterilip şimdi sıtmaya razı edilmiş olundu. Zira işsizliği ertelemesine ve kısmi bir destek sağlamasına karşın kısa çalışma ödeneği uygulamasının işçiler için birçok dezavantajı olduğu biliniyor:
“Kısa çalışma süresi boyunca İŞKUR tarafından işçinin yalnızca genel sağlık sigortası primleri karşılanmaktadır. Bu nedenle işçinin bu dönem için emeklilik prim ödeme gün sayıları SGK’ya bildirilmemektedir.
İşçiye maaşının tamamı hemen verilmemektedir.
İşçinin kısa çalışmadan bir süre sonra işsiz kalması halinde kısa çalışma ödeneğine ilişkin süre, alabileceği işsizlik sigortası ödeneğine ilişkin günlerden düşmektedir. Bu nedenle kısa çalışma sonrası işsiz kalan işçi işsizlik sigortasında hak kaybına uğramaktadır.
İşçinin çalışmadığı dönemde aldığı ücret, işsizlik fonundan karşılandığı için ileriki zamanlarda işten ayrılma söz konusu olduğu vakit İŞKUR tarafından kendisine ödenen işsizlik maaşı da peşinen ödenmiş olmaktadır.”
Bu konuların gerek yüksek siyasetteki muhalefet gerekse toplumsal muhalefette ve sendikalarda yeterince dile getirilmediği ve ciddi ve etkili bir hak mücadelesinin gelişmediği söylenebilir.
Öte yandan İktidarın çalışma hayatında işçiye oranla işvereni destekleyen tavrını göz önüne seren uygulamalar da devam ediyor. Bu dönemde ortaya çıkan örneklerden biri Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Dairesi (Disk-Ar) tarafından açıklandı. Disk-Ar yaptığı açıklamada pandemide işverenlere yapılan teşvik ve desteklerin işçilere yapılan nakdi ücret desteğinin (ücretsiz izin ödeneğinin) iki katına çıkmasına dikkati çekti. Açıklamada pandemide işverenlere 18,3 milyar TL teşvik ve destek verildiği, 2,5 milyon işçiye ise 10,2 milyar nakdi ücret desteği verildiği aktarıldı.
Disk-Ar, bu dönemde ayrıca “İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu”nu yayımladı. “Hem dar hem geniş tanımlı işsizlikte artış devam ediyor” denilen raporda, geniş tanımlı işsiz sayısının 10 milyonu aştığı belirtildi. Rapora göre, geniş tanımlı işsiz sayısı bir yılda 3 milyon kişi arttı ve geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 28,3 oldu. Ayrıca raporda kadınlarda geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 35,6, erkeklerde ise yüzde 24,4 olarak belirtildi.
Diğer kayda değer ekonomi gündemleri
- Para Piyasası Kurulu 15 Nisan’da yaptığı toplantıda politika faizini değiştirmeme kararı aldı.
- 23 Nisan’da döviz kuru yükselişe geç Reuters, dolardaki yükselişe ilişkin yayımladığı analizde 2 sebep sıraladı. Buna göre, dolardaki yükselişin nedeni ABD Başkanı Joe Biden’ın vereceği belirtilen 24 Nisan mesajı ve AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Gerekirse yine rezerv satarız’ mesajı.
- Kripto paraların ödemelerde kullanılması yasaklandı.
- Yerli kripto para Thodex’in kurucusu Faruk Fatih Özer’in yaklaşık 2 milyar dolarla yurtdışına kaçtığı iddia edildi.
- Kaz Dağları’ndaki siyanürlü altın madeni arama çalışmalarıyla bilinen ve yoğun protestolara neden olan Alamos Gold şirketinin, Türkiye’ye karşı tahkim başvurusu yapmaya hazırlandığı bildirildi.
- IC İçtaş, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ile Kuzey Çevre Otoyolu’nun yüzde 51’inin satışı için Çinliler ile yürüttüğü görüşmelerde imza aşamasına geldi.
DIŞ POLİTİKA
Karadeniz’de Görüşmeler ve Demeçler Ardı Ardına Geldi
Bir önceki dönemdeki gerilim bu dönemde de artarak sürdü. Ziyaretler, görüşmeler ve açıklamalar birbirini kovaladı. Bu dönem Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy Erdoğan’ı İstanbul’da ziyaret etti. Yapılan görüşme sonunda Ukrayna’nın toprak bütünlüğü vurgulandı. Ardından ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı ‘saldırgan ya da pervasız’ bir şekilde hareket etmesi halinde bunun bedeli ve sonucu olacağı uyarısında bulundu. Aynı gün Rus mevkidaşı Lavrov, Mısır ziyareti esnasında Türkiye’yi SIHA’lar konusunda uyardı. Rusya gerilimi biraz daha tırmandırarak 15 savaş gemisini Karadeniz’e gönderme kararı aldı. Konuya gerginliği arttırıcı uyarılarla NATO ve AB de müdahil olarak Ukrayna’ya destek verdiler. Rusya Savunma Bakanı’ndan aynı tonda cevap gecikmedi. Gün biterken ABD Başkanı Joe Biden, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile telefon görüşmesi yaptı. Sonrasında gerilim düşme eğilimine girdi. ABD, daha önce Ukrayna’ya destek için Karadeniz’e göndereceğini açıkladığı gemilerin geçişini iptal etti. Ancak askeri alanda düşme eğilimine giren gerilim diplomatik alanda bir süre daha devam etti. Önce ABD yönetimi, seçimlere müdahale iddiasıyla Rusya’ya yeni yaptırımlar açıkladı ve 10 Rus diplomatı sınırdışı etme kararı aldı. Karşı adım Rusya’dan geldi ve Lavrov ABD’nin Rusya diplomatlarını sınır dışı etme kararına karşılık, ABD’li 10 diplomatı sınır dışı edeceklerini açıkladı. Batı ve Rusya arasındaki gerilim düşerken, Rusya SIHA’lar konusunda Türkiye’ye yönelik uyarılara devam etti. Biden-Putin görüşmesinin detayları takip edebildiğimiz kadar basına yansımadı. Ancak sonrasında bölgede gerilim gözle görülür şekilde düştü. Örneğin Mart ayının sonundan bu yana açlık grevi yapan Rus muhalif Aleksey Navalny, açlık grevini sonlandırdığını açıkladı; Rusya askeri birliklerini geri çekti. Ancak Kırım konusunda pozisyonunu koruyor gözüküyor.
Doğu Akdeniz
Türkiye’nin Mısır ile ilişkileri normalleştirme çabaları ivmelendi. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri ile telefon görüşme gerçekleştirdi. Türkiye tarafı görüşmenin, Ramazan ayını karşılıklı tebrik amacıyla yapıldığı belirtti. Mısır tarafı “Türkiye’nin son dönemdeki açıklamaları ve jestlerinin takdir edildiğini” vurguladı. Maslahatgüzar seviyesine inen ilişkilerin yeniden normale dönmesi beklenebilir.
Diğer yandan, Yunanistan Başbakanı’nın Libya ziyaretinden sonra Libya Başbakanı Türkiye’yi ziyaret etti. Ziyarette, Doğu Akdeniz’deki yetki alanlarına ilişkin 2019’da imzalanan mutabakata tekrar vurgu yapıldı ve pek çok proje için anlaşma imzalandı.
Hemen ardından Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias, Çavuşoğlu’nu ziyaret etti. Ziyarette ele alınan konulardan çok, iki bakanın basın toplantısında yaşanan tartışma gündem oldu. Ancak gerek iki bakanın ay sonunda Cenevre’de tekrar bir araya gelecek olmaları ve gerekse de Yunanistan Başbakanı’nın yakın bir tarihte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşeceğini açıklaması diyaloğun süreceğini gösteriyor. Atılan adımlardan anlaşılan, Türkiye pozisyonundan geri adım atarak bir bekleme sürecine girerken (örneğin, sondaj gemilerinin limana çekilmesi, açıklamalardaki düşük ton) Yunanistan’ın özellikle AB’yi de arkasına aldığı Doğu Akdeniz’de daha aktif olduğu yönünde.
Beklenen Telefon Geldi: Beklemeye Devam
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Biden ilk kez telefonda görüştü. İki lider, NATO zirvesinde görüşmek üzere anlaştı. Yapılan görüşmenin, 24 Nisan’da ABD Başkanı Biden tarafından “Ermeni Soykırımı” ifadesinin kullanılacağının ileri sürülmesinin hemen öncesinde gerçekleşmesi dikkat çekiciydi. Gündem değerlendirme yazımızı kaleme aldığımız esnada, ABD Başkanı Biden, beklendiği üzere “soykırım” ifadesini kullandı. Diğer taraftan böyle bir açıklama için ABD tarafında oldukça dikkatli bir dil kullanılması, Erdoğan’ın üst perdeden bir tepki vermemesi de bir diğer dikkat çeken husustu. Tarafların karşılıklı olarak birbirlerinden vazgeçmeye hazır olmadıkları açık. Batı’nın Türkiye’yi ittifak içinde tutmak istediği ancak global çıkarları gereği Türkiye’ye ve özelde Erdoğan’ın talep ettiği serbest hareket kabiliyetine izin vermeyeceği de ortada. Batı’nın geçmiş döneme nazaran Türkiye’ye karşı toleransının azaldığı da gözleniyor. F-35 programından resmen çıkarıldığı duyurulan Türkiye’nin s-400 meselesiyle yüzleşmesi gerekecek.
Geçtiğimiz ay, AB tarafı da çıkarlarını garanti altına alarak Türkiye ile önündeki krizleri ertelemiş, Haziran ayında yapılacak zirveyi adres göstermişti. (Sınır ve mülteciler meselesi, Doğu Akdeniz, ticaret konuları başta olmak üzere.) Şimdi Biden ile Erdoğan arasında yapılan görüşmede de bu defa Haziran ayındaki NATO zirvesi adres gösterildi. Buradan da bakıldığında ABD ile AB arasındaki bir uyumdan bahsedilebilir.
Son haftalarda savaş aşamasına gelen Rusya-Ukrayna geriliminin Biden-Putin görüşmesi sonrası azalması da Türkiye’nin olası manevra alanını daha da azalttı. ABD öncülüğünde yeniden Blok halinde hareket etme emareleri gösteren Batı, başta ekonomi, iç ve dış politikada yaşananlar çerçevesinde ciddi sıkıntılı bir dönemden geçen Türkiye’ye karşı ortak politikalar çerçevesinde yaklaşıyor ve net mesajlar veriyor. Görünen o ki Türkiye’nin artık tarafını seçmesi gerekiyor.
Önümüzdeki dönemde ilişkilerin sınanacağı zorlu meselelerden birisi de Halkbank davasının nereye varacağı, Erdoğan’ın dava ile ilişkilendirilip ilişkilendirilmeyeceği… Şimdilik Erdoğan’ın ABD ile ilişkileri koparmama, durumu idare edilebilir bir düzeye çekme yönünde hareket ettiği, ancak zorlu meselelerin alacağı hal ve duruma göre farklı gelişmelerin de yaşanabileceğini söylemek mümkün.
İklim Zirvesi 2021
ABD’nin ev sahipliğini yaptığı 40 dünya liderinin katılımıyla gerçekleşen sanal İklim Zirvesi yapıldı. ABD Başkanı Biden iklim değişikliği ile mücadele konusunda ülkelere beraber hareket etme çağrısı yaptı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İklim Zirvesi’nde “HES kurulu gücünde Avrupa’da 2’nci, dünyada 9.’ncu sıradayız. Millet bahçeleri projemizle yeşil alanlarımızı hızla arttırıyoruz” dedi. Aktivist Greta Thunberg de İklim Zirvesi’nde konuşma yaptı. “Hala doğrudan ya da dolaylı olarak vergilerle fosil yakıtlara ödenek aktarılıyor olması rezalet” dedi ve koyulan iklim hedeflerinin “çok yetersiz” olduğunu belirtti. 22-23 Nisan tarihleri arasında çevrim içi olarak gerçekleştirilen 40 dünya liderinin katıldığı iklim zirvesinden yaklaşık bir hafta önce barış, edebiyat, tıp, fizik, kimya ve iktisadi bilimlerde Nobel Ödülü kazanmış isimler bir mektup yayımlamıştı. İklim değişikliğinin yüzlerce milyon hayatı ve her kıtada insanların ekmeğini tehdit ettiğine ve binlerce türün var oluşunu tehlikeye attığına dikkat çekilen mektupta, fosil yakıt kullanımının iklim değişikliğine açık ara en fazla sebep olan faktörler arasında olduğuna işaret edilmiş ve dünya liderlerine “… Sizleri petrol, gaz ve kömür kullanımının artışını durdurmaya ve iklim felaketini önlemek için harekete geçmeye teşvik ediyoruz” denmişti.
Meselenin önemi bağlamında değerlendirildiğinde konunun henüz ciddiyetle ele alınmadığı ortada. Yaklaşan felaket karşısında yetersiz kalacağı açıkça ortada olan Paris İklim Anlaşması’nın bile birçok ülke tarafından (Türkiye dahil) henüz onaylanarak yürürlüğe konulmadığı bir ortamda karbon emisyonu ile ilgili açıklanan hedefler şimdilik gerçekçi olmaktan uzak görünüyor.