Bu yazı, 11-24 Eylül 2021 tarihli haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır.
İÇ POLİTİKA
Pandemi gündemi
Aşı karşıtları 11 Eylül’de İstanbul’da miting düzenlediler. Pandemi boyunca iktidar tabanı dışındaki kesimlerin eylemlerine sağlık önlemleri gerekçe gösterilerek yasal izin verilmemişti. Son olarak 1 Eylül etkinlikleri de aynı gerekçeyle engellenmişti. Aşı karşıtlarının düzenlediği mitingde korona önlemlerine uyulmaması bir yana, bizzat miting alanında bir araya gelenlerin talepleri pandemi önlemleri açısından tehlike oluşturmasına rağmen, etkinliğe izin verildi. Her ne kadar öncesinde ve sonrasında basında ve sosyal medyada çok konuşulsa da, mitinge katılım çok yüksek değildi. Eylemin düzenleyicileri ve çağrıcıları İslamcı kesimlerden oluşuyordu, İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi için lobi faaliyeti yürüten kesimlerdi. Mitingde dile getirilen talepler Sağlık Bakanlığı’nın pandemi politikalarına tamamen zıt olasa da, iktidar aşı karşıtlarını karşısına almak istemediği için bu eyleme ve eylemin örgütleyicilerine görünür olabilecekleri alanlar açıyor. Eylemde “Benim bedenim benim kararım” gibi feministlerin sahiplendiği sloganların görünür olması da basında çokça yer aldı.. Yine çocuk haklarına göndermede bulunan sloganlar da göze çarptı. İslamcı aşı karşıtlarının “bedensel dokunulmazlık”, “çocuk hakları ve bedensel bütünlüğü” gibi seküler kesimlerin hak arama mücadelelerinde kullandığı seküler referanslarla taleplerini dile getirmesi dikkat çekiciydi.
Aşı karşıtları arasındaki İslami kesimler daha çok konuşuluyor olsa da, seküler kesim içinde de aşı karşıtlarının olduğunu unutmamak gerekiyor. Bilim karşıtlığının, komplo teorilerinin cazibesinin farklı ideolojileri buluşturma potansiyeli var. Bu konuyu tartışırken, TTB’nin de dikkat çektiği üzere, “aşı tedirginliği” ile “aşı karşıtlığı”nı birbirinden ayırmak önemli. Sağlık Bakanlığı’nın ve Bakan Koca’nın pandemi sürecinin en başından itibaren aşılar hakkında sağlıklı ve tutarlı bilgi akışı sağlamamış olması nedeniyle aşıların halk arasında tedirginlik yaratmasının doğal olduğunu görmek gerekiyor.
Yüz yüze eğitim
Okulların korona koşullarına uygun bir şekilde hazırlanmadığı yönündeki uyarılara rağmen yüz yüze eğitim başladı. Yapılan düzenlemelere göre bir sınıfta iki korona vakasının çıkması durumunda sınıflar karantinaya alınacak. Basına yansıdığı kadarıyla bazı sınıflar karantinaya alınmaya başladı. Eğitim Sen, 872 okulda vaka görüldüğünü, 774 sınıfın on-line eğitime geçtiğini açıkladı. Bu rakam Eğitim Sen’e ulaşan verileri yansıtıyor, ülke genelinde online eğitime geçen sınıf sayısı çok daha fazla olabilir.
Sınırlı hazırlıkla yüzyüze eğitim başlaması ciddi bir sorun olmakla birlikte, geçtiğimiz bir buçuk yıllık dönemin online olarak yürütülmesinin de öğrenciler üzerinde son derece olumsuz etkileri oldu. McKenzie’nin uzaktan eğitime dair 2021 Türkiye raporuna göre üst sınıfa geçen öğrenciler gereken bilgi ve becerileri edinemediler. Gelir eşitsizliği bu durumda etkili oldu. Sosyal etkileşimin azlığı öğrencileri olumsuz etkiledi. Uzaktan eğitim döneminde çok fazla sayıda öğrencinin, özellikle kız öğrencilerin eğitimden koptuğu çeşitli raporlara yansımıştı. Eğitimden kopan bu öğrenci kesiminin yüz yüze eğitimle birlikte eğitimlerine devam edip etmediklerini henüz bilmiyoruz.
Sağlıkçıların eylemleri
Korona döneminin asıl yükünü tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sağlıkçılar taşıyor. Çalışma koşulları ağırlaşan sağlıkçıların eylemleri geçtiğimiz iki haftanın temel gündemlerinden biriydi. Aile hekimleri Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği’ne karşı eylemler düzenlediler ve bu eylemlerde zorlaşan çalışma koşullarına ve gelir kayıplarına dikkat çektiler. Bu arada İzmir’de Ağustos ayında yönetmeliğe karşı iş bırakma eylemi yapan 800 aile hekimine soruşturma açıldı. TTB de randevu aralığının beş dakikaya düşürülmesinin hem hastalar hem de sağlıkçılar için yaratacağı olumsuzluklarla ilgili açıklamalarda bulundu.
Ordu gündemi
Yıllara yayılmış olan 28 Şubat davasında yeni bir aşamaya gelindi ve hüküm giyen generallerin rütbeleri söküldü. Başbuğ ile ilgili olarak da, bir televizyon kanalında, FETÖ’nün siyasi ayağı ile ilgili konuşurken AKP’li bazı milletvekilleri işaret etmesi üzerine hakkında hakaret davası açılmıştı, bu davada Başbuğ’un 4 yıla kadar hapsi istendi.
Aynı dönemde komando birlikleri, özel kuvvetlerde görev yapmış, Suriye’deki operasyonlarda yer almış beş generalin emekliliklerini istedikleri bilgisi basında yer aldı. Milli Savunma Bakanlığı bu iddiayı yalanladı ancak basına yansıyan haberlere bakıldığında orduda bir ayrışma ve gerilim olduğu anlaşılıyor. İstifa anlamına gelen emeklilik taleplerinin Suriye’deki operasyonların komuta kademesinde yer alan generallerden gelmiş olması, Suriye buluna birliklerin, izlenen politikalar dolayısıyla karşı karşıya olduğu risklerin oldukça yüksek olduğu izlenimini yaratıyor.
Laiklik gündemi
AKP süregiden ekonomik kriz ve ayyuka çıkan yolsuzluklar içinde kitlesini konsolide edebilmek için Diyanet’i hem ekonomik hem de siyasi olara daha da güçlendirmeye ve görünür kılmaya devam ediyor. Laikliği hedef alan eylem ve söylemler de bu nedenle gündemden düşmüyor. Son olarak eski AKP milletvekili Resul Tosun, laiklik ilkesinin anayasadan çıkarılması gerektiğini söyledi. Ardından Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’an kurslarının zorunlu eğitimden sayılması önerisini gündeme getirdi. Gelen tepkilerin ardından Diyanet ikinci bir açıklamada bulundu ve önerilerinin halihazırda Kur’an kurslarına giden çocukları kapsadığını, tüm çocuklara dönük bir öneri olmadığını söyledi. Laiklik ilkesinin, özellikle eğitim alanında, ciddi düzeyde aşındırıldığı ortada. Şimdiye kadar işletilen süreçte MHP’nin görünür bir itirazı olmamıştı. Ancak bu son tartışmalar konusunda, özellikle Anayasa’dan laiklik ilkesinin çıkarılması ile ilgili olarak Bahçeli sert denilebilecek bir açıklama yaparak “Bilinmelidir ki, ne dinimize laf söyletiriz, ne de Cumhuriyet’in laiklik sütununu kırdırırız” dedi. Dolayısıyla bu konuda Cumhur İttifakı içinde bir ortaklaşma söz konusu değil ancak, seçimler yaklaştıkça ve ekonomi daha da kötüye gittikçe AKP’nin kitlesini konsolide etmek için laiklik konusunu daha çok gündem yapacağı öngörülebilir, hatta daha ileri giderek bu konuda adımlar atma ihtimali olduğu da düşünülebilir.
Barınamıyoruz hareketi
Geçtiğimiz iki haftanın en önemli gündemlerinden biri “Barınamıyoruz Hareketi” idi. Üniversite öğrencileri yeterli sayıda yurt olmamasını ve kiraların yüksek olmasını protesto etmeye başladı. Protestolar öğrenciler arasında yaygınlaşmış durumda. Artan eylemler karşısında polis öğrencilerin ailelerini arayarak çocuklarını eve çağırmalarını istedi. Erdoğan ve Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu yeterli sayıda yurt olduğunu iddia etse de sorun gözle görünür bir biçimde ortada. CHP belediyeleri bu konuda inisiyatif alıp belediye sponsorluğunda öğrenciler için yurtlar açtı. İzmir Belediyesi, Ankara Belediyesi ve İstanbul Belediyesi üniversite öğrencileri için yurtlar açtığını duyurdu.
Sedat Peker’in İfşaları
Sedat Peker ifşaatına devam ediyor. BAE’nin üzerindeki baskısı arttığı için ifşalarına bir süre ara veren Peker, son olarak gazeteci Erk Acarer aracılığıyla elindeki yolsuzluk verilerini kamu ile paylaştı. Peker’in anlattığı son vaka Ermeni Vakıfları Birliği Başkanı Bedros Şirinoğlu’ndan rüşvet almak üzere hazırlanan mizansen, polislerin ve emniyet içindeki bürokratların bu rüşvet ağındaki konumları ile ilgili. Bu son veriler de Türkiye’nin mafya-devlet olma yolunda ne kadar yol kat ettiğini, siyasetçilerin ve bürokratların rüşvet ağı ve uyuşturu trafiği içinde ne kadar yoğun bir biçimde yer aldığını gözler önüne seriyor.
EKONOMİ
Dünya Evergrande (Çinli emlak devi) krizi
Bu hafta, başta dünya borsaları olmak üzere, Çin inşaat ve gayrimenkul geliştirme şirketinin iflas etme olasılığı haberlerinden tüm piyasalar etkilendi ve değer kayıpları yaşandı. Borçlarının toplamı 305 milyar dolar olan şirketin dünyanın en borçlu şirketi olduğu iddia ediliyor. Eğer Evergrande batarsa bu tarihin bugüne kadarki en büyük şirket iflaslarından biri olacak. Bu kadar büyük bir iflasın Çin ekonomisini ve Çin dünya ekonomisinin lokomotiflerinden biri olduğu için de Çin ile ticari ilişkisi olan tüm ülkeleri etkilemesi bekleniyor. Şirket’in borç senetlerinin ABD’li ve Avrupalı şirketlerin de elinde olması, Çin’de aşırı konut arzının yaşanıyor olması, 2008’deki mortgage krizine benzer bir küresel dalgalanmanın yaşanabileceği endişelerini güçlendiriyor. Pandemi sürecinde Batı merkez bankalarının yarattığı nakit bolluğu nedeniyle ısınmış olan ekonomilerde tedirginliğin yaşanması doğal. Şu ana kadar şirketin iflası gerçekleşmedi, gelişmelerin takip edilmesi gerekiyor.
Merkez bankası faiz indirimi
Önceki dönemin en ilginç gelişmelerinden biri Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun bundan böyle gıda ürünlerini hariç tutan bir enflasyon göstergesine (çekirdek enflasyona) odaklanacaklarını dile getiren konuşmasıydı. Bilindiği gibi TCMB, duyurularında, bir süredir politika faizini enflasyonun üzerinde tutacağını belirtiyordu ve politika faizi 18 Mart’taki PPK toplantısından bu yana aynı düzeyde bırakılmıştı. Ancak %19,25 olarak açıklanan ağustos ayı tüketici enflasyonu TCMB’nin 23 Eylül’deki PPK toplantısında politika faizini artırmasını gerektiriyordu. İşte son dönemde hızla artış gösteren gıda ürünleri fiyatlarının yer almadığı çekirdek enflasyon kavramı böyle bir çerçevede gündeme getirilmişti.
23 Eylülde de TC Merkez Bankası Para Politikası Kurulu, politika faizini 100 baz puan düşürerek yüzde 18 seviyesine çekti. Bu kararla Merkez Bankası, 14 ay sonra ilk kez faiz indirmiş oldu. TCMB’nin faizi yüzde 18’e çekme kararının ardından TL’de değer kayıpları yaşandı, dolar 8,85’i gördü. İleriki dönemde kurun daha da yükselmesi bekleniyor.
İktidarın bu kararının birkaç temel sebebi olduğu tahmin edilebilir. En geç 2023’te yapılacak olan seçimler yaklaştıkça iktidar ekonomik sıkıntılardan dolayı uğradığı güç kaybını gidermek için, faizleri düşürüp kredi bolluğu yaratarak bir süreliğine de olsa ekonomiyi canlandırabileceğini hesaplıyor. Hatta bu canlanma ve ihracat ve turizmde rekabet avantajı yakalama beklentisiyle iktidarın faiz düşüşü sonrası döviz kurlarındaki yükselmeyi göze alması da ihtimaller dahilinde. Öte yandan mevcut iktidarın en güçlü sınıfsal müttefiklerinden inşaat sektörü, özellikle ithalata dayalı dövizli girdi fiyatlarındaki artış ve dünya emtia fiyatlarındaki dolar bazlı artışlar sonucu aşırı yükselen maliyetler nedeniyle satış yapmakta ve üretimi sürdürmekte zorlanıyordu. Faizler düşürülerek bu kesimin de rahatlatılmak istendiği görülüyor. Önceki ay açıklanan bazı veriler bu yöndeki ihtiyacı doğrular nitelikte: Türkiye genelinde Ağustos ayında satılan konut sayısının yüzde 17 düşerek, 141 bin 400 olarak gerçekleştiği, satılan konutların yüzde 30’unun müteaahitlerin elindeki sıfır konutlar olurken yüzde 70’inin ikinci el evler olduğu ve Ocak-ağustos arası satılan 801 bin konutun yalnızca 152 bininin krediyle satılan evler olduğu açıklandı. Kredi faizlerinin düşmesiyle sıfır konut satışının artacağı umuluyor.
Gerek çekirdek enflasyon söylemi gerekse iktidarın önceki dönemlerde Batı ile ilişkilerini geliştirme çabaları öte yandan da FED’in faiz artırmama kararı alması iktidarın faizi düşürme hazırlıklarına kısmen zemin ve bir miktar da güvence oluşturuyordu. Ancak son dönemde özellikle Suriye kaynaklı dış politika sorunları bu manzarayı değiştirmişe benziyor. İktidarın bunu görmesine karşın belli çevrelere söz verdiği faiz indirimi kararından vazgeçemediği ve 100 puan da olsa indirim kararına ısrar ettiği ileri sürülebilir. Bu kararın yeni bir faiz indirimi döneminin ilk adımını oluşturup oluşturmayacağını kısa vadede Türkiye’nin başta Suriye (Kürt meselesi ve dolaylı olarak da S400’ler meselesi) olmak üzere dış ilişkilerde izleyeceği politikaların belirleyeceğini söyleyebiliriz. Zira dış sermayenin desteklemeyeceği bir faiz politikasının orta vadede yıkıcı etkilere yol açabileceği, Türkiye’nin döviz kurunu durdurmak için faizleri %25-30’lara yükseltmek zorunda kalabileceği ihtimal dahilinde.
Enflasyon ve gıda fiyatları, kiralık konut krizi
Ağustos ayında enflasyon yükselmeye devam etmiş, TCMB de faiz artırımına zemin sağlamak üzere gıda fiyatlarının dahil edilmediği çekirdek enflasyona vurgu yapmıştı. Tarım ürünleri üretici fiyat endeksi, ağustosta son 26 ayın zirvesine çıkmıştı. Eylül ayı için gelen verilerde gıda fiyatlarında bir önceki aya göre yüzde 2,1 oranında artış gözleniyor. Temel gıda fiyatlarındaki yıllık artış ise yüzde 37,6 olarak gerçekleşmiş görünüyor. Artan gıda fiyatlarına karşı iktidar çözümü market baskınlarında arıyor. Erdoğan enflasyonun nedeni tekel zincir marketlerdir şeklinde açıklama yaptı. Ardından Erdoğan’ın “Beş market piyasayı alt üst ediyor” diyerek, gıda ve diğer tüketim mallarındaki hızlı fiyat artışından sorumlu tuttuğu market zincirlerine (Migros, Carrefoursa, Şok, BİM, A101) müfettiş gönderildi. Sonrasında ise Pladis Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker’in “Marketlere yükleniyorlar. Marketçi alıp satıyor. Parasını üreticiye ödüyor. Yani milletin aklıyla alay etmeye lüzum yok. Herhangi bir fahiş fiyat varsa asla satılmıyor zaten” dediği ifadeler gündeme gelmişti. Yıldız Holding, Murat Ülker’in bu ifadelerinin Erdoğan’ın açıklamasında önce olduğunu ve bir cevap niteliğini taşıyamayacağını açıkladı
Uzmanlar ise gıda fiyatlarındaki artışın mevsimsel dahi olmadığını yapısal tarım politikalarının bir sonucu olduğunu dile getiriyorlar. Kuraklığa karşı yapılan desteklerin yetersizliği, gübre, tohum gibi ithal ürünlerdeki 2 kata varan artışlar, mazota gelen zamlar, Tarım Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) hasat zamanında gümrük vergisini sıfırlayıp ithalata yönelmesi gibi nedenler vurgulanıyor. Bu yapısal alanlarda ciddi önlemler alınmadıkça gıda fiyatlarının önümüzdeki dönemlerde de artmasını bekleyebiliriz.
DIŞ POLİTİKA
Erdoğan’ın BM Genel Kurulu çerçevesinde ABD ziyareti
Covid-19 nedeniyle ABD’nin “katılmayın” çağrısına karşın 100 kadar ülkenin devlet ve hükümet başkanları düzeyinde katılması beklenen BM Genel Kurulu’na Erdoğan da beraberindeki kalabalık bır heyet ile katıldı. Ziyaret öncesinde Erdoğan’ın görüşeceği kesinleşen isimler arasında İngiltere Başbakanı ile Hırvatistan, Slovenya ve Polonya Cumhurbaşkanları yer alıyordu. ABD Başkanı Biden’ın, Covid-19 dolayısıyla sadece genel kurula hitap edeceği ve liderlerle ikili görüşmeler yapmayacağı bilinmesine rağmen, Erdoğan ikili görüşme şansını sonuna kadar zorladı. Türkevi’nin açılışı, Genel Kurula katılan liderlere dağıtılmak üzere pek çok dile çevrilen “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” için yürütülen reklam kampanyaları ile ABD kamuoyunda görünürlük sağlanmaya çalışıldı. Genel Kurul’a hitaben yaptığı konuşmada Erdoğan bir kez daha göçmen kartını kullandı ve “Suriye krizinde insanlık onurunu kurtaran bir ülke olarak, artık yeni göç dalgalarını karşılamaya ne imkanımız ne de tahammülümüz vardır. Adil yük ve sorumluluk paylaşımı temelinde, tüm paydaşların bu konuda üzerine düşeni yapmasının vakti çoktan gelmiştir” dedi. Paris İklim Anlaşmasının da meclis tarafından biran önce onaylanacağını vurguldı. Ancak iç politikada yaşanan sıkışıklığı aşmak için Biden ile bir fotoğraf karesinde bulunmaya umut bağlayan Erdoğan’ın planladığı görüşmenin gerçekleşmemesinden dolayı yaşadığı hayal kırıklığı ziyaretin sonuna doğru ve sonrasındaki demeçlere de yansıdı. “Ben, oğul Bush ile iyi çalıştım, Sayın Obama ile iyi çalıştım, Sayın Trump ile iyi çalıştım” ancak yeni ABD Başkanı Biden ile iyi başlamadıklarını söyleyen Erdoğan, diğer bir demecinde “İki NATO üyesi olarak farklı noktada olmamız gerekir. Eğer beklenen noktada değilsek bunu paylaşmamız lazım. Ben daha önceki ABD liderleriyle böyle bir konu yaşamadım. Şu anda maalesef böyle bir durumdayız. ABD ile bizim münasebetimiz, iki NATO üyesi olarak böyle olmamalı. ABD maalesef terör örgütlerine beklenenin çok üstünde silah, araç-gereç destekleri veriyor” dedi.
Yaşanan hayal kırıklığına rağmen ABD’li hukuk firması Arnold & Porter Kaye Scholer ile “F-35 savaş uçağı programına katılımla” ilgili lobicilik sözleşmesi bir yıl uzatıldı. Yeni bir S400 serisi alımı konuşulurken F35’ten ciddi bir beklentinin olup olmadığı takip edilmeli. Bilindiği gibi ABD, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması nedeniyle Ankara’ya yaptırım uygulama kararı almış ve Nisan 2021’de resmi bildirimde bulunarak Türkiye’yi F-35 projesinden çıkarmıştı.
Özetle Kabil Havaalanı konusundaki işbirliği devam ediyor. ABD ile ilişkiler kopmuş değil ama Biden Erdoğan’ın beklediği şekilde bu işbirliğini genişletmek yönünde bir adım atmadı. Bu arada Biden’ın İngiltere Başbakanı Johnson, Avustralya Başbakanı ve Irak Cumhurbaşkanı ile görüştüğünü de belirtelim.
Erdoğan’ın Rusya ziyareti
Biden’dan beklediği desteği bulamayan Erdoğan yönünü Rusya’ya çevirdi. 29 Eylül 2021’de Soçi’de Putin ile yapacağı görüşme öncesinde ise birkaç gün önce Biden’a gönderdiği mesajlar önüne çıktı. Hatırlanacağı gibi Erdoğan BM Genel Kurulu’na hitap ederken, Dışişleri Bakanlığı da yaptığı yazılı açıklamada Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne vurgu yapmışlar, Rusya seçimlerinin Kırım’da da yapılmasını yönelik eleştirilerini dile getirmişlerdi. Rusya’dan srdı ardına cevaplar geldi. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zaharova, Türkiye’nin Kırım’daki seçim sonuçlarını tanımaması konusunda “bu tür açıklamaları asla göz ardı etmiyoruz. Eğer Moskova’dan ilgili kınamaları, hatırlatmaları ve eleştirileri duymaktan yorulmamışlarsa, demek ki sabırlılar. Ancak bu, ikili ilişkilerin gelişmesi lehine olmayan çıkarımlarda bulunmamızdan başka bir şeye yol açmayacak” dedi. “Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya ziyareti öncesindeki bu sözlerini esefle karşıladıklarını söyledi”.
Hemen ardından, Türkiye’den alınan meyvelerde bir tür mantar olan monilinia fructicola’ya rastlandığını, domateslerdeyse tobamovirüs görüldüğü gerekçesiyle domateslerin ülkeye girişlerine izin verilmedi.
Her ne kadar Erdoğan S400 için “bu iş bitmiştir” dese de, görüşme öncesi Türkiye’nin eli bir hayli zayıf görünüyor. Kırım ve domates krizlerinin yanında, doğalgaz, İdlip ve Rojava konuları da sıcak gündemler olarak masada. Özellikle İdlib’te Türkiye’nin binlerce askerinin olduğu biliniyor. Öte yandan Rusya destekli Suriye güçlerinin İdlib’e saldırı girişimlerinin, hem Türkiye’nin kara gücünün hava savunmasından yoksun olması, hem de Türkiye sınırına daha fazla mülteci göndereceğinden Türkiye tarafında ciddi endişeye yol açıyor. Kara gücünün hava savunma zafiyetinin, bölgede görev yapan 5 generalin emekliliğini istemelerinde önemli bir etken olduğu iddia ediliyor.
ABD’nin Suriye’ye, Kürt özerk yönetimi ve askeri varlığı olacak şekilde, Irak’a benzer bir modeli önerdiği söylenebilir. Türkiye, ABD ve Rusya arasında sıkışmış görünüyor. Suriye’de çözüm için Rojava yönetimiyle ABD ve Rusya arasındaki görüşmeler devam ediyor. Merkezi hükümet ile Rusya görüşmelerinin ana teması “Suriye topraklarında meşru olmayan yabancı varlığına son verilmesi” diye özetlenebilir.
AUKUS Paktı
ABD’nin Çin’i hem ekonomik hem de askeri alanda kuşatma çabalarının bir sonucu olarak Hint-Pasifik’te yeni bir ittifak doğdu. Avustralya Fransa’ya vermiş olduğu on milyarlarca dolarlık konvansiyonel denizaltı siparişini iptal edip, ABD ile nükleer denizaltı anlaşması imzaladı. İttifakın doğuşu beraberinde ABD, Fransa ve Avustralya arasında ciddi bir krize de yol açtı. Fransa ABD’deki büyükelçisini geri çağırdı. Biden-Macron görüşmesi sonrasında büyükelçinin geri döneceği belirtildi. Kriz çözülmüş gibi duruyor. ABD, Hindistan ve Japonya’yı da yanına çekmeye çalışıyor. Gelecek haftalarda Avustralya, Hindistan ve Japonya liderlerinin Beyaz Saray’da ağırlanması bekleniyor.
Paris İklim Anlaşması
Erdoğan’ın, BM Genel kurulunda yaptığı konuşmada iklim krizine de değinerek “Paris İklim Anlaşmasına ilk imza atan ülkelerden biriyiz. Ancak, yükümlülüklerle ilgili adaletsizlikler sebebiyle henüz bu anlaşmayı yürürlüğe koymamıştık. Son dönemde bu çerçevede kaydedilen mesafenin ardından aldığımız kararı, buradan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulundan tüm dünyaya duyurmak istiyorum. Paris İklim Anlaşması’nı, atılacak yapıcı adımlara uygun şekilde ve ulusal katkı beyanımız çerçevesinde, önümüzdeki ay Meclisimizin onayına sunmayı planlıyoruz” dedi.
2015 yılında imzaya açılan Paris Anlaşması’na bugüne kadar 197 ülke imza atmış, bunların 191’i anlaşmaya taraf olarak süreci tamamlamıştı. Ancak Eritre, İran, Irak, Libya ve Yemen ile birlikte henüz onaylamadığı için anlaşmaya taraf olmayan Türkiye’nin dört yıldır onaylamadığı Paris İklim Anlaşması’nı yürürlüğe sokma kararında Dünya Bankası ile Fransa ve Almanya’nın iklim projeleri için Türkiye’ye vermeyi taahhüt ettiği 3 milyar dolarlık kredi paketi etkili olduğu iddia ediliyor.