Bu yazı 13-26 Mart tarihli haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır.

İÇ POLİTİKA

Yerel Seçimlere Giderken

31 Mart yerel seçimlerine çok yaklaşılmışken bu yazı, son iki haftanın gelişmeleriyle birlikte, tüm seçim sürecini de değerlendirme fırsatı sunuyor. Genel olarak siyasette bir tıkanma yaşandığı, seçmende de siyasi partilere karşı bir inançsızlık olduğu söylenebilir. Bir alternatif göremedikleri için insanlar ana-akım siyasete dair heyecan duymuyorlar. Özellikle 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimi, muhalif seçmende olduğu kadar Cumhur İttifakı’na oy veren sağ merkez seçmen açısından da yıpratıcı oldu. Sandıktan uzaklaşma eğiliminin muhalif seçmende daha yüksek olduğunu belirtmekte fayda var. Partiler, sandıklara sahip çıkabilmek için müşahit bulmakta bile zorlanıyor.

Genel anlamda muhalefetin, toplu hareket etmek bir yana, partilerin içinde bile ortak görüş ve politika oluşturamadığını söyleyebiliriz. TİP’in Hatay’da önce popülist bir yaklaşımla Gökhan Zan’ı aday göstermesi, ardından Gökhan Zan’ın AK Partililer ile adaylıktan çekilmemesi karşılığında yaptığı pazarlık, bu pazarlığın ses kaydının şantaj malzemesi olarak servis edilmesi ve TİP’in Gökhan Zan’ın adaylıktan çekilmesi için yaptığı baskı, TİP’in ilkesiz siyasetin içinde yer aldığı ve ciddiyetsiz, özensiz bir seçim süreci içinde olduğunu gözler önüne seriyor.

Genel olarak seçmenin, eğer sandığa giderse, kime oy vereceği aşağı yukarı belli denilebilir. Burada seçim sonuçlarını ve kazanan/kaybedenden çok, seçim sonrası siyasi iklimi belirleyecek olan seçime katılım oranı, DEM parti tabanının tercihi ve YRP’nin yükselişinin sandığa ne kadar yansıyacağı olacak. Seçime katılım oranının düşmesinin, özellikle İstanbul gibi sonucun bıçak sırtı olduğu yerlerde iktidarın lehine olacağı yorumlanıyor.

AK Parti’nin, özellikle büyük şehirlerde muhalefeti zorlayacak aday çıkaramadığını söyleyebiliriz. Erdoğan’ın anlatacak bir hikayesi kalmadı. Mitinglerde ilk başlarda merkezi yönetim, yerel yönetim uyumu üzerine bir söylem kurmaya çalıştı. Ancak bunu adeta bir şantaj gibi sundu ve sonrasında düzeltmeye çalışsa da bu hikâyeden vazgeçmek zorunda kaldı. Muhalefete karşı “Kandil ile iş birliği yapıyorsunuz” söylemi gibi genel beka konularını da bir önceki seçimdeki kadar yüksek perdeden kullanamadı. “Para sayma” gündemi de beklediği etkiyi yaratmadı. Ülkenin mevcut ekonomik koşulları altında bonkör bir seçim ekonomisi uygulayamadı, örneğin emekliye zam beklentisi boşa çıktı. Erdoğan, bu hususta İstanbul mitinginden önce bankaların promosyon ödemelerini öne çıkarırken, Aksaray mitinginde ise “Öncelik enflasyonu kontrol altına almamız gerekiyor…Ne verirsek verelim dipsiz kuyu misali kaybolup gidiyor.” ifadelerini kullanmak durumunda kaldı. Erdoğan gibi deneyimli bir siyasetçinin, bu seçimlere ilişkin sonuçları önceden gördüğü, beklentisinin düşük olduğu, o yüzden fazla çaba göstermediği de iddia edilebilir. Erdoğan, AKP’nin genel oy kaybındaki erimeyi kabullenip, elindeki belediyelerle yetinmeye çalışıyor ve oy kaybını azaltmaya çalışıyor olabilir. Bu arada AKP’nin Hatay ve Antalya gibi belli illerde belediyeleri muhalefetin elinden alabilecek olması, İzmir’de mecliste dengelerin CHP aleyhine değişebileceği ihtimalini de göz ardı etmemek gerekiyor. Bu gibi seçim bölgelerinde özellikle muhalefetin aday seçimindeki yanlışlarını ve içine düştüğü yüksek siyaset entrikalarının önemini tespit etmek gerekiyor.

YRP, ahlaksızlık, yolsuzluk ve Filistin meselesine dayalı söylemlerle kampanyasını sürdürüyor. Mahalle örgütlenmeleri de görece kuvvetli. Muhafazakâr sağda Saadet Partisi’nin dolduramadığı boşluğu doldurmaya adaylar. Son dönemde Batı’da da başarı sağlayan popülist sağ söylemleri başarı ile kullanıyorlar. YRP’nin oy oranı yükselişte. Urfa’da, Üsküdar’da, Fatih’te ve Eyüp’te kazanabileceği veya Ak Parti’ye kaybettirebilecekleri konuşuluyor. Ak Parti ile pazarlık iddiaları, YRP’den Ak Parti’ye dönüşler hala konuşulsa da tabanının görünen bu desteği sandığa ne kadar yansıtacağı, sadece belediye başkanı seçimlerinde değil, il genel meclisi dengelerinde ve esasen siyasal iklimde belirleyici olacak. Seküler muhalif seçmenin, başarı için YRP’nin yükselişine bel bağlıyor olması da seçmenin içinde bulunduğu çıkmazın en iyi örneklerinden biri olabilir.

Kürt seçmeninin ne ölçüde sandığa gideceği ve nasıl bir eğilim göstereceği önemli görünüyor. DEM Parti’nin 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası yapılan eleştiri/özeleştiri sürecinin ardından net, anlaşılır bir politika çizemediği, çizdiği politikayı aktarmakta da politikayı oluşturmaktan daha da kötü bir sınav verdiği söylenebilir. Bu nedenle seçmenin ne yapacağı konusunda kimse net bir yorum yapamıyor. Son 2-3 hafta içerisinde parti yönetimi ile Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak, Tülay Hatimoğulları, Sezai Temeli gibi siyasetçilerin karşılıklı demeçlerinin verdiği izlenim, DEM parti içindeki Kürt siyasi hareketinden bir kanadın Kürt sorununun demokratik çözümüne yönelik üçüncü yol siyasetini önceleyen barış siyaseti talebi ile, çoğunlukla Türk solundan bileşenlerin iktidara kaybettirmeyi önceleyen söylemlerinin karşı karşıya geldiği şeklinde. Ancak konu bu kadar basit değil. DEM yöneticileri, bir süredir yürütülen “muhalefetle bir olup iktidara kaybettirme” siyasetine karşı parti içinden ve tabandan gelen tepkileri dikkate alan bir politika yürüteceklerini söylemişlerdi. Doğuda kayyumlara karşı yeniden kazanma iddiasıyla partili aday çıkarılırken, batıda ve özellikle İstanbul’da CHP’nin desteklenmesi tercih edildi. Başak Demirtaş’ın adaylığı, bu politikaya karşı bir itiraz, barış aktivizmine bir çağrı olarak değerlendirilebilir. Başak Demirtaş yerine Meral Danış Beştaş’ın aday çıkartılmasının arkasında ise CHP’yle birlik olmadan büyük şehirlerde dolaylı olarak destekleme politikasının yattığı söylenebilir. DEM bunu açık bir politika olarak da yürütemiyor.

DEM’in yerel seçimleri “çözüm süreci” için spekülatif bir şekilde araçsallaştıran yaklaşımlardan uzak durması, halkın, Kürtlerin ve yoksulların yerel taleplerini,  ihtiyaçlarını esas alan, Kayyum uygulamalarına karşı bir siyaset geliştirmesi ve öne çıkarması gerekirdi. Ne yazık ki partinin siyasi bileşenleri, yönetici kadroları ve Kürt hareketinin partiyi yönlendirme kabiliyetine sahip güçleri buna izin vermiyor. Oysa yarın öbür gün güçlü bir barış talebi ortaya konacaksa bunun yolu partinin güçlenmesinden, yerel seçimlerden güçlü çıkmasından geçiyor.

Leyla Zana’nın veya Ahmet Türk’ün söylemleri, Erdoğan’a yönelik değerlendirmeleri ise, Erdoğan’ın Türk derin devletinin yörüngesine itildiği ve artık buna engel olunması çağrısı olarak okunabilir. “Seni başkan yaptırmayacağız” söyleminin de bir eleştirisi var. Sezai Temelli’nin “Erdoğan’ın ipiyle artık kuyuya inilmez” çıkışı ise Kandil’in “RTE seçimlerden zayıflamış olarak çıkarsa bizim üstümüze gelemez” görüşünün bir yansıması şeklinde okunabilir. Oysa zayıflayarak çıkarsa daha şahin bir politika da izleyebilir, tek şansının bu olduğunu düşünebilir ve iyice derin devletin yörüngesine girebilir. Dolayısı ile bu tartışmanın yüksek siyaset ve seçimlerdeki oy oranı ile hallolacak, net ve basit bir çözümü yok.

Zana’nın sözcülüğünü üstlendiği görüşün, “çözerse Erdoğan çözer” mantığına indirgenmemesi, çözüm için irade gösterecek güçlerin önünü açacak siyasi hareketlerin hak ettiği derinlikte ele alınmasını teşvik etmek gerektiğini düşünüyoruz. Şu anda Kürt siyasetinin, Irak ve Suriye’deki Kürt bölgelerinde yaşanan gündemleri temel eksenine aldığını, Rojava ve Kandil’e endeksli hareket ettiğini, alternatif söylemin de yüksek siyaset popülizmi ile hareket ettiğini tespit etmekte fayda var. Kürt sorunu ve Kürt siyaseti özelinde, yerel seçim gündemine sıkıştırılmaması gereken bir tartışma olduğu açık.

Seçim Sonrası

Seçim sonrasında ekonomi temel gündem olmaya devam edecek gibi görünüyor. Siyasi planda yeni anayasa tartışmaları, Kürt sorununda çözüm veya savaş, AKP-MHP ilişkisi ve cumhur ittifakının geleceği, yargıda güç mücadelesi gibi başlıklar önemini koruyacak.

Bu gündemlerin ne yöne evrileceği seçim sonuçlarına bağlı olacak. Seçimde AK Parti’nin oy oranlarında dramatik bir düşüş olur ya da İmamoğlu önemli bir farkla kazanırsa başka, AK Parti iddia ettiği gibi oy oranını korur veya arttırırsa başka bir süreç yaşanacaktır. Küçük muhalefet partilerinde bir dağılma olabilir. Doğu illerinde DEM parti belediyelerine kayyum atanıp atanmaması da sürecin devamı için bir işaret olacak. Erdoğan’ın Diyarbakır konuşması, seçimden sonra çözüm sürecinin değil savaşın başlayacağının işareti olarak yorumlamak daha mümkün.

Seçimden sonra yeni anayasa tartışmasının açılacağı da kesin. Ancak seçimlerde alınacak oy oranları, meclisteki ittifakları şekillendirip, yeni anayasanın hangi başlıklarla açılacağını belirleyecektir.

Yargıda Seçimler

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Zühtü Arslan’ın görev süresinin dolması nedeniyle yeni başkanını seçti. AYM’nin yeni başkanı Kadir Özkaya oldu. Özkaya, Gezi Davası tutuklusu Can Atalay’ın bireysel başvurusunda ‘ihlal’ yönünde görüş bildirmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, AYM’ye iki üye daha seçecek. Bunlardan biri Zühtü Arslan’ın yerine, diğeri ise 12 Mayıs’ta görev süresi dolacak Emin Kuz’un yerine belirlenecek. Böylece Erdoğan’ın AYM’ye atadığı üye sayısı 10’a çıkacak. Abdullah Gül’ün atadığı üye sayısı ise 2’ye (Hasan Tahsin Gökcan ve Engin Yıldırım) düşecek. Muhterem İnce, Kenan Yaşar ve Rıdvan Güleç’i ise TBMM seçmişti. Yapılacak yeni atamalarla, Erdoğan’ın başkanlık döneminde atadığı üyeler çoğunluk haline gelecekler.

Yargıtay’da görev süresi dolan Başkan Mehmet Akarca’nın yerine 4 yıl boyunca görev yapacak yeni başkanını belirlemek için sandık başına gidildi. 3 gün boyunca gerçekleşen 9 oylamada, adayların hiçbiri 348 olan Yargıtay üye sayısının salt çoğunluğu olan 175 oyu alamadı. Yargıtay seçiminde 9 turun ardından başkan seçilemedi. Seçimlerde mevcut Başkan Mehmet Akarca, muhafazakâr cephe tarafından sosyal demokrat ve İYİ Parti’ye yakın üyelerin isteklerini yerine getirdiği gerekçesi ile eleştiriliyor. Akarca’yı destekleyenler arasında bazı sosyal demokrat kökenli üyelerin bulunduğu öğrenildi. AYM’nin Can Atalay kararını tanımayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı Muhsin Şentürk’ü ise Yargıtay’da iktidara yakın bazı üyeler, bazı MHP’ye yakın üyeler ile yargıdaki İstanbul Grubu’na yakın üyelerin desteklediği ifade ediliyor. Ancak AYM kararına uymaması nedeniyle diğer üyeler, Şentürk’e mesafeli duruyor. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Kerkez ise seçimin sürpriz ismi. Kerkez, insani ilişkileri açısından Yargıtay’daki farklı gruplar arasında “sevilen bir isim” olarak görülüyor. Kerkez’in HSYK ve Adalet Bakanlığında görev yapması nedeniyle çevresinin geniş olduğu, o dönemde gelen talepleri olumlu şekilde sonuçlandırdığı belirtiliyor. Seçimlerinin uzamasının bir diğer nedeninin ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan cephesinden herhangi bir adayın işaret edilmemesinin de etkili olduğu öne sürülüyor.

EKONOMİ

TCMB’nin yılbaşından bu yana döviz satışı 20 milyar dolara ulaşırken, swap’lar hariç net döviz rezervi de eksi 62,8 milyar dolara inerek yeni rekorunu gördü. Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) 21 Mart’ta yaptığı toplantı sonrası faiz kararını açıkladı. Politika faizi, 500 baz puan artışla yüzde 45’ten yüzde 50’ye yükseltildi. Bireysel kredilerde sıkılaştırmanın dozu giderek artıyor. Politika faizi artırım sürecinin başlamasıyla birlikte ivmelenen ihtiyaç kredi faizleri, aylık yüzde 6,7’ye dayanırken, ticari kredi faizleri de yüzde 75’e dayandı. Bankacılık sektörü kaynaklarının verdiği bilgiye göre bankalarda üst yönetimlerin uyguladığı kısıtlar da bulunuyor. Bazı bankalarda 500 bin ile bir milyon arası ticari kredi talepleri banka üst yönetimine sorulmadan onaylanamazken, en fazla 200-300 bin lira seviyesinde kredilere şubeler karar verebiliyor. Bu koşullarda gerçekleşecek olan 31 Mart 2024 Yerel Seçimleri sonrasında ise çok daha sert tedbirlerin uygulanacağı artık bir sır değil. Yeni ve/veya ek vergiler, kredi ve kredi kartı kullanımında yeni kısıtlamalar, limit sınırlamaları gibi uygulamaların gelmesi bekleniyor. Bu koşullarda ekonomide ciddi yavaşlama ve netice olarak işsizlikte önemli artışların yaşanması, icra takiplerinin, konkordato ve iflasların artması kaçınılmaz görünüyor.

Seçimler öncesinde, seçim sonrasına dair olumsuz makroekonomik beklentiler nedeniyle kur üzerinde de ciddi bir baskı oluşmuş durumda. Yüksek enflasyon nedeniyle ihracatçılar 32 TL bandında seyreden bugünkü dolar kurunun, en az 37- 38 TL olması gerektiğini belirterek, kurda enflasyon kadar artış talep ediyor. Öte yandan yüksek enflasyon, takip eden devalüasyon sarmalına giren ekonominin bu girdaptan çıkması için ekonomi üst yönetiminin yerel seçimleri bir eşik olarak gördükleri de anlaşılıyor. Bu nedenle atılması gerekli ciddi adımların bu tarih sonrasına ertelendiği anlaşılıyor.

Öte yandan, yerel seçimler öncesinde iktidar aleyhine seyreden kamuoyu yoklamalarına karşın, daha önceki seçimlerde alışık olduğumuz popülist ekonomi politikaları uygulanamıyor. Öyle ki Erdoğan, miting meydanlarında “yüksek enflasyon ortamında ne verirsek verelim dipsiz kuyu misali kaybolup gidiyor” diyerek bu durumu teyit etmiş oldu. Hatta YRP’nin halk tabanında ciddi destek bulmasının gerekçelerinden biri olan Gazze meselesinde AKP iktidarı, İsrail’e olan ihracatı, oy kaybı pahasına, muhtemelen kötü ekonomik veriler nedeniyle kısamayacak durumda.

Peki bu olumsuz gidişata nasıl çözüm bulunacak? İYİP Ekonomi işleri başkanı Bilge Yılmaz, Merkez Bankası üst düzey yetkililerinin Londra’da kapalı toplantılar yaptığı iddiasını dile getirerek “dışardan kaynak bulmaya çalışıyorlar.” dedi. Kötü ekonomik verilere karşın uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, Türkiye’nin kredi notunu “B”den “B+”ya yükseltirken, not görünümünü “durağan”dan “pozitif”e çıkarması, gerçekten de uluslararası fonlarla bir anlaşma olduğuna dair bir işaret olarak görülebilir. Mevcut iktidarın önündeki en ciddi engel ise, piyasaya ve yatırımcılara güven verememesi. Ayrıca her ne kadar seçim yok dense de önümüze bir Anayasa referandumu gelebilir. Gelir ve vergide ciddi adaletsizliklerin olduğu, kamu harcamalarının kısıtlanmadığı, mali kuralların uygulanmadığı, kurun kontrol edilemediği koşullarda yolsuzlukla mücadele karnesi kötü olan ve ekonomi yönetimine sıklıkla müdahale eden siyasal iktidarın enflasyonu dizginlenmesi oldukça zor görünüyor.

DIŞ POLİTİKA

BMGK Gazze’de Acil Ateşkes Talebi Kabul Edildi

Filistinli yetkililer, İsrail’in Refah’a yönelik saldırıya başladığını duyurdu. Henüz kapsamlı bir saldırıya dönüşmediği anlaşılan İsrail saldırılarının “çatı tıklatma” diye tabir edilen belirli hedefleri vurma şeklinde ilerlediği iddia ediliyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), Gazze’de ramazan ayında acil ateşkes sağlanmasını talep eden karar tasarısını kabul etti. Tasarı, 15 üyeli BMGK’de 14 “evet” ve 1 “çekimser” oyla kabul edildi.  Çekimser oyu İsrail’in en güçlü destekçisi konumundaki ABD kullandı.

İsrail, ABD’nin, çekimser oy kullanmasına tepki olarak Refah operasyonu için Washington’a gidecek heyetin ziyaretini iptal etti. İsrail’in aşırı sağcı kanadının Filistin sorununda nihai amacının Gazze’nin tamamen tecrit edilmesi ve ilhakı ve hatta Batı Şeria’nın, Lübnan ve Suriye’nin bir bölümünün de ilhakı olduğu söylenebilir. Buna karşın ABD dahil olmak üzere Batı ülkeleri ve diğer ülkelerin bu amaca en azından açıkça destek verdiği söylenemez. Peki gelinen aşama itibariyle İsrail’e BMGK kararı ile verilen mesaj nedir? Gazze savaşının sonuna mı geliniyor?

İsrail savaş kabinesinin siyasi kaderi bu savaşın sürdürülmesine bağlı görünüyor. Öte yandan bu savaş kabinesinin varlığını ne kadar sürdürebileceği de bir muamma. Zira ABD’nin Netanyahu yönetiminden memnun olmadığı da artık bir sır değil. Refah’a saldırıların devam etmesi halinde ilerleyen aşamada belirli yaptırımların gündeme gelmesi de söz konusu olabilir. Tabii İsrail’e silah satışını sürdüren ABD ve Batı devletleri bu desteği sürdürmeye devam ettiği, Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Ürdün gibi ülkelerin iki yüzlü politikaları sona ermediği müddetçe İsrail tarafının saldırıları durdurması için bir neden de gözükmüyor. BMGK kararı, Uluslararası Adalet Divanı’ndaki gelişmeler İsrail’in haksızlığının tespit için önemli olsa da saldırıları durdurmak için yeterli değil.

Moskova’da Konser Salonuna Terör Saldırısı

Rusya’nın başkenti Moskova’da 22 Mart akşam saatlerinde konser salonuna yapılan terör saldırısında 139 kişi hayatını kaybetti. 140’a yakın kişi yaralanırken, saldırıyı IŞİD-H üstlendi. Saldırı sonrasında Rusya ve Putin ilk aşamada ABD, Ukrayna ve Batı ülkelerini saldırıdan sorumlu tuttu. Buna karşın Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski Rusya’nın iddialarını kesin bir dille reddetti ve bu iddiaların Ukrayna’ya kapsamlı bir saldırı için gerekçe yapılmaya çalışıldığını ifade etti.  Yine bir diğer dikkat çeken konu da saldırganların Türkiye seyahatleriydi.

Saldırı öncesinde ABD’nin kendi vatandaşlarına yönelik terör saldırısıyla ilgili yaptığı uyarı da bir diğer dikkat çeken konuydu. Rusya bu uyarıları bilerek görmezden mi geldi? Yoksa umursamadı mı? Bu soruların yanıtları elbette önemli ancak IŞİD’in dönem dönem kullanışlı terör eylemleri gerçekleştirdiği de bir sır değil. Örneğin Gazze savaşı ve İsrail’in soykırıma varan saldırıları devam ederken, İran’da pazar yerine bombalı saldırı gerçekleştirmesinin üzerinden uzun bir zaman geçmiş değil. IŞİD, neden şimdi, İran ve Rusya gibi ülkelere saldırıyor? Saldırının arkasında kim var? Saldırı Rusya ve İran gibi ülkeleri daha büyük savaşların içine mi çekiyor yoksa saldırılar bu ülkelerin otoriter liderliklerinin siyasi pozisyonlarını mı güçlendiriyor? Bu soruların yanıtlarının bulunması hiç de kolay değil ancak şu söylenebilir ki dünya top yekûn bir çatışma ortamına sürüklenmeye devam ediyor.

Irak ve Türkiye arasındaki yakınlaşma ne ifade ediyor?

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın katılımıyla Irak’ın başkenti Bağdat’ta güvenlik zirvesi yapıldı. Bu ziyaret Erdoğan’ın, “Yazın Irak sınırlarımızla ilgili meseleyi kalıcı olarak çözüme kavuşturmuş olacağız” açıklamalarının ardından ve Nisan veya Mayıs aylarında Irak’a gerçekleştirmeyi planladığı ziyaret öncesinde gerçekleşti. Zirve sonrasında yapılan açıklama ile Irak tarafı önceki görüşmede “ortak tehdit” olarak tanımladığı PKK’yi, ilk kez “yasaklı örgüt” olarak adlandırılmış oldu. Bunun karşısında Irak tarafının “terör örgütü” ifadesini kullanmamış olması da not edilebilir. Bu anlaşmanın taşıdığı bir diğer önemli husus Halk Seferberlik Güçleri’nin (Haşdi Şabi) anlaşmanın ortağı haline gelmesi ki bu İran’ın dolaylı olarak yeşil ışık yakması olarak yorumlanıyor. Plana göre Süleymaniye’den Şengal’e kadar ciddi bir alanı kapsayacak operasyonların yapılması söz konusu.

Taraflar arasındaki prensip anlaşmaya dökülmesi halinde Kuzey Irak’ta sınırda ve iç bölgelerde onlarca karakolu bulunan Türkiye’nin Irak’taki varlığı kalıcı hale gelebilir. Iraklı kaynaklar, Türkiye’nin kapsamlı hamlesini Gazze’deki savaşın sona ermesinin ardından Ortadoğu bölgesinin statüsüne yönelik bölgesel hazırlıkların bir parçası olarak tanımlamakta hemfikir.

Peki bu hamleye ABD ve İran tarafları ne diyor? İran tarafında bu konu ile ilgili henüz resmî açıklama yok ancak Türkiye’nin anlaşmanın uygulanırlığını sağlamak için Irak ziyareti öncesi İran ve ABD nezdindeki girişimleri dikkat çekiyor. ABD’nin bölgeden çekilme planları konuşuluyor ve olası çekilme halinde İran’a karşı dengeleyici güç olarak Türkiye bölgeye girebilir mi? Iraklı kaynaklara göre anlaşma, Türkiye’nin Irak’ta Tahran’ı yatıştırmak için Amerikalılarla arabuluculuk yapmasını ve Türkiye’nin garantisiyle İran’ın bölgesel ticarette daha büyük bir rol oynamasını sağlıyor. Düğümün çözülmesinde her ne kadar Irak, Türkiye, İran, ABD önemli bir yerde dursa da gerek Irak içindeki siyasi dengelerdeki belirsizlikler gerekse diğer uluslararası güçlerin tavırları da düşünüldüğünde, Türkiye’nin işinin çok kolay olmayacağı söylenebilir.

Kürtler için alarm zilleri çalıyor

Irak merkezi yönetiminin Türkiye’nin Kuzey Irak’taki askeri varlığını pekiştirecek bir uzlaşmaya gittiği bu koşullarda, yetkileri iyice azalmış, kendi içinde ciddi çatışma halinde olan Federe Kürt idaresi altındaki Kürt gruplarının durumunun daha kötü hale gelebileceği görülüyor. KDP tarafı Irak’tan uzaklaşıp Türkiye ve ABD’nin idaresinde bir yapıya dönüşme yolunda hızla ilerliyor. Bunun dışında hareket eden ve YPG ile yakın ilişki içinde olan KYB ise son dönemde Türkiye’nin hedefi haline gelmiş durumda. Bir diğer gerginlik KDP ile KYB arasında.  Irak Federal Yüksek Mahkemesi’nden çıkan bu karar sonrası KDP, 10 Haziran’da yapılacak seçimlere katılmayacağını açıkladı. Kararın açıklanmasının ardından Bafel Talabani, “Seçimlerde Erbil’de de kazanacağız” açıklaması yaptı. Bu dağınık ve hatta çatışmalı görüntü altında Kürtlerin onlarca yıllık kazanımlarının ciddi tehdit altında olduğu söylenebilir.