Bu değerlendirme yazısında 19 Haziran – 2 Temmuz tarihli haber akışından faydalanılmıştır.

İÇ POLİTİKA

Sinan Ateş davası bağlamında, Ak Parti – MHP ilişkisi, siyasi yansımaları

Uzun süredir iktidar cephesindeki siyasi ayrışmanın turnusol kağıdı olarak değerlendirilen Sinan Ateş davası merakla bekleniyordu. Duruşma öncesinde duruşmanın hukuki değil siyasi olduğunu kanıtlayan şekilde, taraflar arasında karşılıklı açıklamalar ve görüşmeler yapıldı. Bahçeli’nin, Erdoğan ile görüşmesinde “sonuna kadar gidilsin” resti çektiği bilgisi sızdırıldı. Erdoğan’ın söylemlerinin satır arasında ise, belirsizliği sonlandırarak MHP’nin yanında tavır aldığı görüldü. Bir yandan da konunun üzerine giden gazeteciler tehdit ediliyor; MHP’nin yayın organı olarak bilinen Türkgün, Sinan Ateş cinayetine ilişkin haberleri nedeniyle dört gazeteciyi hedef gösterdi. Dört gazetecinin fotoğrafı ilgisiz bir haber bahane edilerek manşetten yayınlandı.

1 Temmuz’da dava başladığında ise, hukuki garabetin boyutlarının bugüne kadar bilinenin çok ötesinde olduğu ortaya çıktı. MHP’nin ve Ülkü Ocakları’nın doğrudan işin içinde olduğuna dair birçok kanıt var. MHP hakkında kapatma davası açılmasına yetecek kadar veri olduğu söylenebilir. İddianamede ve mahkemede, olayı MHP’ye götüren tüm izler silinmeye çalışılıyor. Mahkeme başkanı, mahkemede verilen ifadelerde MHP veya Ülkü Ocakları ile ilintili herhangi bir görüş bildirildiğinde sözleri kesip iddianameye bağlı kalma uyarısı yaptı. Cezaevinde birbiri ile iletişim imkanı olmaması gereken sanıkların savunmaları aynı kalemden çıkmış gibi. Tüm suç öğeleri, sanıklar tarafından daha önce iddianamede adı hiç geçmeyen “Mustafa Kemal” isimli bir şahsa yükleniyor. Çelişkiler öyle bir noktada ki tetikçi, kamera kayıtlarına rağmen cinayeti kendisinin işlemediğini bile iddia edebildi.

Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş mahkeme salonuna çelik yelek giyerek ve beş koruma polisiyle geldi. Mahkemede “rahat” tavırlarıyla dikkat çeken, cinayetin azmettiricisi olarak suçlanan Doğukan Çep eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu sordu, gazeteci İsmail Saymaz’ı tehdit etti. Mahkeme, Ateş’in avukatlarının azmettirici olarak suçlanan eski Ülkü Ocakları yöneticisi Tolgahan Demirbaş’a eski MHP Milletvekili Olcay Kılavuz ile ilgili soru sormalarına izin vermedi.

İddianamede, cinayetin Doğukan Çep’in şahsi meselesi olduğu vurgulanıyor ve siyasi bağlantılar yok sayılıyor. Doğukan Çep, Hasan Ferit Gedik’i de öldürmüştü. Çep, “Yargıtay’da temyiz aşamasındaki bir dosyam için yardım istedim ancak yardımcı olmadı. Bunun kızgınlığı ile korkutmak ve gözdağı amaçlı olayı planladık” dedi. Davadaki diğer sanıklar da alacak verecek işleri nedeni ile Çep’e bağlanıyor. Tetikçilere indirgenmiş ve bu şekilde manipüle edilen iddianamede üst düzeydekiler şimdilik iddianamede yok, ancak tefrik edilmiş, ayrıştırılmış ve savcılık soruşturması aşamasında duruyor. Erdoğan’ın MHP-AKP çekişmesinde bu ikinci soruşturma dosyasını yedekte tuttuğuna dair görüşler de var.

Suriyelilere saldırılar

30 Haziran’da Kayseri’de 7 yaşındaki çocuğa taciz iddiası ile başlayan olaylarda Suriyelilerin yoğun yaşadığı mahallede bazı dükkânlar ateşe verildi, 5 polis yaralandı. Olayların mülteci karşıtı toplu bir harekete dönüşme riski çok açık görüldü. Hemen ardından Suriye’de Türkiye’nin kontrol ettiği bölgelerde halkın sokağa indiği ve Türk bayrağını parçaladığı iddia edildi. Bu gelişme ile beraber, ertesi gün eylemler Hatay, Gaziantep, Konya, Şanlıurfa gibi başka illere de sıçradı. İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamalarda eylemleri yapanların suç geçmişi ve organize hareket ettikleri vurgusu dikkat çekici. Bu eylemler MHP’nin AKP’ye bir gözdağı olabilir mi? Her koşulda sokaklara dair bir gövde gösterisi olduğu kesin. Çeteler-Ülkü Ocakları-Emniyet üçgeninin MHP tarafından yönetildiğini söylemek “MHP Terör Örgütü” tanımlaması yapmak iddialı olmaz.

Normalleşme mi, Yumuşama mı? Demokratikleşme tiyatrosu

CHP’nin yerel seçimlerdeki başarısının ardından, birinci parti olarak ana muhalefette ne yapacağı uzun süredir takip ediliyor. Normalleşme/Yumuşama ekseninde tartışılan bu süreç, Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin ortak “normalleşmesi gereken muhalefet” söylemi ile fiili olarak sona erdi. Bu konuda umudu olanların bir demokratikleşme tiyatrosu izlediğini söyleyebiliriz.

AB ile ilişkiler bağlamında, gelen taleplere cevap olarak Osman Kavala’nın serbest bırakılması yönünde fikirler içeren Abdülkadir Selvi yazıları, MHP’den Genel Başkan Yardımcısı seviyesinde tehditle karşılık buldu. Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması çağrıları ise zaten görmezden geliniyor. Kavala konusunun ekonomik destek için Batı tarafından bir şart olarak öne sürüldüğü de iddialar arasında.

Kobani davasında tutuklu bulunan eski HDP Milletvekili Hüda Kaya adli kontrol şartıyla tahliye edildi. Her konuda sertlik rüzgarları eserken arada bir çıkarılan bu tarz kararlar adeta muhalefetin yumuşatma/normalleştirme stratejisine malzeme sağlamak, kamuoyunu buna ikna etmek için yapılıyor. Hakkari Belediyesi’ne atanan kayyuma dair DEM Parti kaynaklı tepkiler devam ediyor. Ancak bu tepkilerin ülke siyasetinde ve medyada bulduğu yer, normalleşme sürecinde Kürtlere yer bulunmadığını net olarak ortaya koyuyor. Ancak kayyum kararlarının diğer illere uygulanmaması henüz iktidarın tüm kozları oynamadığını, sürecin yeni gelişmelere gebe olduğunu düşündürüyor.

CHP bu süreci “AKP’nin halkın derdini umursamaz tavrını deşifre ediyoruz. CHP için söylenen, ‘zaten hiç öneri yapmaz, iktidar ne yapsa eleştirir’ şeklindeki bekleneni yapan CHP algısını kırıyoruz. İktidarın bizim anladığımız anlamda bir normalleşme sürecine girmeyeceğini biliyorduk, ama biz denemiş olduk.” şeklinde savunuyor ve bu görüşmelerin anketleri kendi lehine pozitif etkilediğini iddia ediyor.

Yangınlar

Diyarbakır’ın Çınar ile Mardin’in Mazıdağı ilçeleri arasındaki alanda çıkan, geniş bir araziye yayılan ve 11 kişinin ölümüne yol açan yangınların sebebi iktidar tarafından bir süre saklandı. Kürt bölgesinde yaşanan yangınların sebebine dair spekülasyonlara sebep olan bu durumun, elektrik dağıtım şirketi DEDAŞ’ın sorumluluğunu gizleme amacı taşıdığı anlaşıldı. Sonrasında batı bölgelerinde art arda çıkan yangınlarda da görüldüğü gibi, ülkede yangınla mücadele konusunda liyakat eksikliği nedeni ile büyük sorunlar söz konusu. Her bölgedeki arazi rantı politikaları nedeniyle bu mücadele gereği gibi yapılmıyor, soruşturmalar yönlendiriliyor.

Laiklik, sekülerlik, muhafazakarlık tartışmaları

Son dönemde, özellikle muhafazakar kesim tarafından laiklik, sekülerlik, muhafazakarlık konularında çeşitli teorik tartışmalar ortaya atılıyor. Diamond Tema tartışması, sekülerleşmenin önlenemez yükselişi, seküler toplum-muhafazakar toplum uyuşması vb. bu tartışmaların makul yönelir olduğu ve tartışmaya devam edilmesi gerektiği muhakkak. Ancak konunun akademik değil televizyon tartışma programı ve youtuber seviyesinde sürmesi ve seküler kesimin tekrar sığ tartışmalara çekilme riskine dikkat çekmek gerekiyor. Demokrasiye yönelik temel konularda yaşanan sorunlar var. Laikliğe net olarak karşı olan yeni bir eğitim müfredatı önerildi. Bu müfredat hak ettiği şekilde tartışılmadı ve genel geçer laiklik söylemi ile itiraz edildi. Üzerine bir çalışma bile yapılmıyor, yapılan detay çalışmalar da gündeme taşınmıyor. Türkiye aydınları, somut eylemler yerine teorik yüzeysel tartışmaların kısır döngüsüne girmekte ısrar ederse değişen bir şey olmayacak gibi duruyor.

EKONOMİ

Burada ele aldığımız dönemde ekonomide iki ana başlığın öne çıktığı söylenebilir. Bunlardan ilki yeni vergi düzenlemesiyken ikincisi Temmuz’da asgari ücrete zam yapılmayacağının netleşmesi oldu.

Hazine ve Maliye Bakanı Şimsek’in kamuoyuna duyurduğu yeni vergi düzenlemeleri, uluslararası finans çevrelerinin Türkiye’den talep ettiği, “IMF’siz IMF programı”nın maliye ayağını oluşturuyor. Türkiye’den yüksek faiz politikasıyla enflasyonu düşürmesinin yanı sıra geçen yıl rekor düzeye ulaşan bütçe açığını daraltması isteniyor. Bu perspektifle hazırlandığı açık olan yeni vergi düzenlemelerine “asgari kurumlar vergisi” ve “asgari gelir vergisi” damgasını vuruyor. Teknik detaylara girmeden özetleyecek olursak “asgari vergiler”, şirketlerin ve “ticari, zirai ve serbest meslek faaliyeti” yürütenlerin vergi kaçırmasının önüne geçmek, bunun için söz konusu birimlerin hasılatlarıyla beyan ettikleri gelir arasındaki farkı sıkı takibe alıp daha yüksek vergi toplamak ilkesine dayanıyor.

Bu arada, henüz yasalaşmamış olan vergi paketinden “aşırı” denebilecek bazı düzenlemelerin çıkarıldığı bilgisi medyaya yansıdı. Çıkarılanlar arasında, “servet vergisi” olarak tanımlanan, yüksek harcama yapıp düşük gelir beyan eden vergi mükelleflerine gelirlerinin kaynağının sorulması, yaklaşık 850 bin esnafın basit usul vergi muafiyetinin büyükşehirlerde kaldırılarak gerçek usul vergilendirmeye geçilmesi gibi büyük servet sahiplerini ve geniş bir esnaf kesimini rahatsız edecek düzenlemeler yer alıyor.

Yönetimin yeni vergi paketinde ısrarcı görünmesine karşın, paketin hâlâ son halini alıp yasalaşmamış olması ve bazı düzenlemelerin çıkarılması, bu denli sert önlemlerin uygulanması konusunda bir kararsızlığı yansıtıyor olabilir. Nitekim Bakan M. Şimşek bir açıklamasında paketin kendilerinin hazırladığı bir düzenleme olmadığını, gelen önerileri yansıttığını açıkladı. Türkiye’de küçük ve orta boy şirketlerin genelde düşük bir kâr marjıyla çalıştıkları, serbest meslek sahiplerinin ise çoğunlukla ağır vergi düzenlemelerini kaldırabilecek durumda olmadıkları düşünülürse, söz konusu vergi paketinin bu haliyle yasalaşmasının önündeki güçlükler fark edilebilir. Önümüzdeki süreçte uluslararası sermaye çevrelerinin programın maliye ayağına dönük taleplerinin ne ölçüde karşılanabileceğini göreceğiz.

Diğer önemli başlık ise asgari ücrete Temmuz’da ara zam yapılmayacağının netleşmesiydi. CHP’nin “gölge Hazine ve Maliye Bakanı’nın” Mehmet Şimşek’le görüşmesinde de Şimşek açık bir dille programdan taviz verilmeyeceğini dile getirdi.

Özel sektörde çalışan işçilerin büyükçe bir kesiminin aldığı asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı dikkate alınırsa, iktidarın oy tabanının daha da aşınması pahasına “IMF’siz IMF programı”nı uygulamakta ne kadar kararlı olduğu gözlenebilir. Büyük olasılıkla iktidar önümüzdeki iki yıl içinde enflasyonu düşürmeyi, 2028 seçimlerine doğru da yeniden ekonomik büyüme ortamına geçmeyi planlıyor. Buna karşın, söz konusu süreçte milyonlarca işçi ve emekçinin açlık sınırının altında bir ücrete razı gelmesi oldukça güç görünüyor. Dolayısıyla sert ekonomi programına karşı güçlü toplumsal tepkilerin gelişmesi beklenebilir. CHP’nin, geniş toplum kesimlerinin temel talepleri lehine güçlü bir baskı oluşturmak yerine bunları hükümetle müzakere etmesi ise ana muhalefet stratejisine ilişkin önemli veriler içeriyor.

Ekonomide yaşanan diğer önemli gelişmeler arasında Temmuz’dan itibaren mesken kiraları artışında yüzde 25 sınırının kaldırılması yer aldı. Medyaya yansıyan görüşlere bakılırsa, kiralarda ani artışların yaşanması gündemde. Bu durumda çok geniş bir kiracı kesimi yaşadığı semti değiştirip yaşam standartları daha düşük semtlere yönelmek zorunda kalabilir. Her durumda söz konusu sınırın kaldırılmasının ciddi toplumsal sonuçları olacağı kesin görünüyor.

Bir başka önemli gelişme ise Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF), Türkiye’yi 3 yıl sonra gri listeden çıkarması oldu. FATF, Türkiye’yi 2021 yılında gri listeye almıştı. Hazine ve Maliye Bakanı Bakan Şimşek, Türkiye’nin kara paranın aklanmasının önlenmesine yönelik gri listeden çıkış haberini resmi açıklama öncesi “Başardık” mesajıyla duyurdu.

Kent hakları, işçi eylemleri

İstanbul 11. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Yenişehir Rezerv Yapı Alanı’nın (Kanal İstanbul Projesi) imar planını iptal etti. İBB’nin Kanal İstanbul Projesi’ne yönelik açtığı dava sonuçlandı ve mahkeme, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yaptığı imar planı değişikliğinin hukuka uygun olmadığına hükmetti.

Yolbulan Metal’de grev başladı

Özçelik-İş’in örgütlü olduğu Yolbulan Metal’de toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde işçilerin yüzde 130’luk zam talebine karşı patron yüzde 50 dayattı. Düşük zammı kabul etmeyen işçiler greve çıktı.

İzmir Bayraklı Şehir Hastanesi’nde çalışma koşulların düzeltilmesi için iş bırakan 12 işçi taşeron firma tarafından işten çıkarıldı. İşçilerin  eyleme geçmesi bekleniyor.

DIŞ POLİTİKA

İsrail’in Gazze’ye dönük saldırıları ve katliamları devam ediyor. Son iki haftada, mülteci kamplarına birçok saldırı düzenlendi ve yüzlerce insan hayatını kaybetti. Toplam ölü sayısının 38 bine yaklaştığı söyleniyor. Bunun yanında Gazze’nin güneyinde kurulan mülteci kamplarında yaşam koşulları giderek kötüleşiyor. Su ve yiyecek sıkıntısı nedeniyle salgın hastalıkların artabileceği ve pek çok insanın hayatını kaybedebileceği belirtiliyor. İsrail ayrıca Batı Şeria’da da sivillere saldırıyor. İsrail’in Batı Şeria’da da işgali hızlandırdığı ve yavaş yavaş ilerlediği söyleniyor. İsrail’in bu katliamlarına karşı dünya genelinde devletlerden büyük tepkiler gelmiyor. Özellikle ABD ve AB ülkelerinin desteklerini sürdürdükleri görülüyor. Bu destekler sürdüğü müddetçe İsrail katliamlara devam edecek gibi görünüyor. İsrail’in saldırıları Lübnan’a doğru yöneliyor. İsrail devleti, Lübnan’a yapılacak saldırı için planlarının hazır olduğunu belirtiyor. ABD, Hizbullah’a karşı yapılacak saldırılarda İsrail’in yanında olacağını açıkladı. Dolayısıyla  savaşın Lübnan’a doğru genişleyebileceği konuşuluyor. İsrail’in, savaşı daha geniş bir alana yayma gibi bir niyeti olsa da hem ABD’nin henüz buna izin vermiyor olması hem de ülke içinde büyüyen protestolar buna şimdilik imkan tanımıyor.

Rusya- Ukrayna Savaşı

2024 başı itibariyle Rusya’nın savaşta üstünlük elde ettiği dile getiriliyordu. Ukrayna’nın savaşı kaybetme ihtimalinin çok yüksek olduğu konuşuluyordu. Ancak ABD ve AB devletlerinin desteğiyle, Ukrayna’nın savaşta yeniden bir denge kurduğu görülüyor. Son iki hafta içinde Ukrayna, Kırım başta olmak üzere bazı Rus hedeflerine, ABD’den aldığı füzelerle saldırılar düzenledi. Yine bu süre içinde, Kırım ve Dağıstan Özerk Cumhuriyeti’ne karşı eş zamanlı saldırılar gerçekleşti. Ukrayna bu saldırılarla ilgisi olmadığını dile getirse de Rusya, Ukrayna ve ABD’yi suçlayarak tehditler savurdu ve yine nükleer silah kullanma ihtimalini gündeme getirdi. Ukrayna ve Moldova ile AB’ye üyelik görüşmelerinin başlaması yine Rusya tarafından tepkiyle karşılandı. Savaşın çok tehlikeli bir denge üzerinde yürüdüğü görülüyor. Her iki taraf da bu dengeyi bozacak radikal adımlar atmaktan şimdilik kaçınsa da bu tür eylemlerin gerçekleşmeyeceğinin ve en önemlisi nükleer silah kullanılmayacağının hiçbir garantisi yok. Tüm insanlık açısından felaketle sonuçlanabilecek bir sorun orta yerde duruyor ve bu durumun ne zamana kadar devam edeceğini öngörmek mümkün görünmüyor.

Suriye- Türkiye İlişkileri

Erdoğan’ın, Suriye ile görüşmelerin başlayabileceği yolunda yaptığı açıklamaların ardından, İdlib başta olmak üzere, Türkiye’nin kontrolünde olan bölgelerde olaylar çıktı. Bazı eylemciler Türk bayrağının asılı olduğu noktalara saldırdı ve Türk bayrağını indirerek yaktı. Bu olayların, Konya’da Suriyelilere yönelik gerçekleşen saldırılarla bir ilişkisi olabileceği söylense de durumun farklı nedenleri olduğu görülüyor. Türkiye’nin kontrol altında tuttuğu bölgelerde bulunan silahlı gruplar, Türkiye’nin Suriye ile yapacağı bir anlaşmadan rahatsızlar ve bu durumun kendilerinin yok edilmesi anlamına geleceğini düşünüyorlar. Bu nedenle gösterdikleri tepki, Türkiye’nin Suriye ile yapabileceği bir anlaşmaya dönük olabilir. Türkiye ise bir çıkmaza girmiş durumda. Suriye devleti masaya oturmak için Türkiye’nin bu bölgeden çekilme konusunda bir takvim sunmasını ve bölgedeki silahlı gruplara verdiği desteği kesmesini şart koşuyor. Suriye ile Türkiye arasında yapılacak görüşmelerde, masada Rojava ve İdlib’in olduğu çok açık. Ancak her iki bölgeye de yapılabilecek müdahalelerin çok boyutlu sonuçları olacağı öngörülebilir. Dolayısıyla da Türkiye ve Suriye devletleri arasında yapılacak görüşmelerin başlama ihtimali şimdilik kolay görünmüyor. Görüşme sürecinin başlatılması hamlesinin arkasında Rusya’nın olduğu düşünülse de ABD’nin bu konudaki tavrı belirleyici etkenlerden biri olacaktır. Dolayısıyla da ABD’nin onaylamadığı bir projenin hayata geçme ihtimali pek mümkün görünmüyor.

Fransa’da Erken Seçimler

Fransa’da erken seçim kararı alındığında, bunun büyük bir kumar olduğu dile getirilmişti. Nitekim erken seçimlerin ilk turunda, beklendiği gibi faşist Ulusal Cephe birinci olarak çıkmayı başardı. Böylelikle, son yıllarda Avrupa’da yükselişe geçen aşırı sağın ve hatta faşizmin başarısına bir yenisi daha eklenmiş oldu. Sol partilerin bir Halk Cephesi kurması ve ikinci tura birlikte girmeye karar vermesi seçimin ikinci turunu etkileyebilir. Burada önemli olan Macron ve liberallerin takınacağı tavır gibi görünüyor. Halk Cephesi, sağcıların kazandığı bölgelerin bir kısmından çekileceğini açıkladı. Ancak Macron’dan henüz böyle bir açıklama gelmedi. İkinci Dünya Savaşı öncesi, liberallerin sola karşı duydukları korku nedeniyle faşist yapıların iktidara gelişindeki katkıları düşünüldüğünde benzer bir sürecin tekrar yaşanması ihtimali endişe yaratıyor.