Bu değerlendirme yazısı linkteki haber akışını esas alarak hazırlanmıştır.

İç politika

Yazının kapsadığı iki haftada iç politikada en çok öne çıkan gündemler Kızılay bağış olayı, eski genelkurmay başkanı Başbuğ’un açıklamaları ve yüksek siyasetteki özellikle “FETÖ’nün siyasi ayağı” merkezli çekişmelerle ilgiliydi. Öte yandan hak ihlalleri bakımından rejimin sertliği sürdürmekteki kararlılığının devam ettiği görüldü.

Kızılay üzerinden yandaş vakıflara aktarılan kaynakların ortaya dökülmesi gündemde ilk sıralarda olmaya devam etti. Önceki dönem, bu konudaki “ifşa”nın sadece muhalif basınla sınırlı kalmamış olmasını iktidar içindeki ittifaktaki sorunlara bir işaret olarak değerlendirmiştik. Bu dönem bu eğilimin devam ettiğini söyleyebiliriz. Bu konunun değişik medya organlarında epeyce gündemde kalması ve ifşaatın devam etmesinin, iktidar yapılanmasındaki ittifak içinde çelişki ve ayrışmaların derinleşme eğiliminde olduğuna dair işaretlerden biri olduğunu söyleyebiliriz.

2 Şubat’ta CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, Kızılay’ın daha fazla zedelenmemesi, yaralanmaması için Kızılay Başkanı Kerem Kınık ve yönetimin istifa etmesini, Kızılay’ın özel denetim şirketince incelemeye alınmasını istedi. Kızılay Başkanı Kerem Kınık şirketin ‘vergiden kaçmadığını, vergiden kaçındığını’ söylerken Başkent Gaz’ın sahibi Torunlar GYO’nun Yönetim Kurulu Başkan Vekili Mehmet Torun, “Ben bu bağışın şerefiyesinin Kızılay’a kalmasını istiyorum. Madem yanlıştı, Kızılay kabul etmeseydi” dedi. 3 Şubat’ta, Başkentgaz’ın Kızılay’a verdiği 8 milyon doların, 7 milyon 925 bininin Kızılay’dan Ensar Vakfı’na, oradan da Manhattan’da yurt yapımı için TÜRKEN’e aktarıldığı ortaya çıktı. ABD Hazine Bakanlığı kayıtlarına göre TÜRKEN’e 1,5 milyon dolar transfer edildiği ileri sürüldü.

Aynı gün Ankara’da Kızılay’ın Ensar Vakfı’na aktardığı milyon dolarlık “bağışları” protesto etmek için Devrimci İşçi Sendikası Konfederasyonu (DİSK) Ankara Bölge Temsilciliği, Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK) Ankara Şubeler Platformu, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İl Koordinasyon Kurulu, Ankara Tabip Odası (ATO) ve Ankara Mali Müşavirler Odası’nın çağrısıyla bir araya gelen kitleye polis müdahale etti. 4 Şubat’ta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kızılay yönetimini istifaya çağırdı. Benzer bir çağrının MHP tarafından gelmesi dikkat çekti: MHP Milletvekili Cemal Enginyurt, Kızılay Başkanı Kerem Kınık hakkında soruşturma açılmasını gerektiğini belirterek, “Kınık vergi suçu işlemiştir, hesap vermelidir, istifa etmelidir” diye konuştu.

Öte yandan, ABD Hazine Bakanlığı’na bağlı Vergi dairesi (IRS 990 nolu) formunda ‘TÜRKEN’ Vakfı’nın 2014 yılından beri New York’taki ‘Albanian İslamic Cultural Center- Arnavutluk İslam Kültür Merkezi’ne bağlı okula her yıl yüz binlerce dolar bağışta bulunduğu iddia edildi.

***

İç Siyasette asıl gündemi belirleyen çıkış ise Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dan geldi:

Başbuğ, Haber Global’de konuk olduğu programda, 26 Haziran 2009’da Meclis’ten geçirilen torba yasadaki ‘asker kişilerin özel yetkili mahkemelerde yargılanması’na ilişkin maddeyi hatırlattı ve “26 Haziran 2009’daki kanun teklifini getiren siyasiler araştırılsın; FETÖ’nün siyasi ayağı yok dersek gerçek inkar olur” şeklinde bir ifade kullandı.

AKP’den bu açıklamaya çok sert tepki geldi. AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Meclis’in mutlak dokunulmazlığının ihlal edildiğini söylerken, “Arkadaşlarımız, kendilerini FETÖ mensubu gibi etiketleyen bu yaklaşıma karşı yasal haklarını kullanacaklar” dedi. 4 Şubat’ta Partisinin grup toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AKP milletvekillerine Başbuğ’a dava açmaları yönünde talimat verdi. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP sözcüsü Ömer Çelik’in İlker Başbuğ ile ilgili açıklamalarına cevap verdi. Özel, “Doğruyu söyledi diye 780 gün senden alacaklı olan Başbuğ’a dava açtırıyorsan, biz yine avukatız kardeşim. Cumhuriyet Halk Parti’liler, genel başkanımız, yine senin açacağın o davada İlker Başbuğ’u savunuruz. Siz yine FETÖ’cü savcıları savunduğunuz tarafta durun bakalım” şeklinde konuştu.

6 Şubat’ta Başbuğ bir açıklama daha yaptı: “Hükümet tasarısının dışında gece yarısı getirilen ve 13 dakika içerisinde kabul edilen bu iki önergeden en çok istifade eden FETÖ olmuştur. Bu iki değişiklik yapılmamış olsaydı Kayseri ve Erzincan soruşturmaları ile 2009 yılında bile FETÖ’ye ciddi bir darbe indirilebilirdi.” Ertesi gün Erdoğan’ın talimatı üzerine 6 AKP’li milletvekili, İller Başbuğ hakkında “hakaret”, eski CHP’li vekil Dursun Çiçek hakkında ise “iftira” iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.

Başbuğ’a bir itiraz da Babacan’ın oluşumunda yer alan eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin’den geldi. Ergin, düzenlemenin AB müktesebatı ve talepleri gereği yapıldığını belirterek, “CHP dahil siyasi parti gruplarının da sabaha karşı verilen önerge ile yapılan değişiklikten önceden haberdar olduklarını, değişikliğe onay verdiklerini” belirtti. Ergin, AKP’lilerin Erdoğan’ın çağrısıyla hakkında suç duyurusunda bulunarak, dava açılmasını istedikleri Başbuğ’a, “Parlamento çatısı altında, üstelik Avrupa Birliği ile yürütülen müzakere sürecinde ilerleme sağlamak maksadıyla yapılan şeffaf bir yasama faaliyetinin kriminalize edilmek istenmesinin asla kabul edilemeyeceğini saygıyla bildiririm” ifadeleriyle tepki gösterdi. 11 Şubat’ta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “FETÖ’nün siyasi ayağı Tayyip Erdoğan’dır, herkes bilsin bunu” şeklinde bir açıklama yaparak konuyu genelleştirmeye çalıştı. Ertesi gün Erdoğan, CHP lideri Kemal Kılıçdaoğlu’nun kendisini FETÖ’nün siyasi ayağı olarak ilan etmesine sert sözlerle tepki gösterdi. Kılıçdaroğlu’nun sorularına karşılık, “FETÖ’nun siyasi ayağı FETÖ’cülerin devirmeye çalıştıkları siyasetçi midir, yoksa yükseltmeye çalıştığı siyasetçi midir? FETÖ’nün siyasi ayağı FETÖ’nün darbe gecesi öldürmeye çalıştığı siyasetçi midir, yoksa yol verdiği siyasetçi midir?” sorularını yönelten Erdoğan, “Nereye bakarsan bak, FETÖ’nün siyasi ayağı Bay Kemal’in yatak odasına girmiş haberi yok!” şeklindeki açıklamasıyla konuya yaklaşım seviyesini ortaya koydu.

14 Şubat’ta Başbuğ bir açıklama daha yaptı: Başbuğ, cemaatin TSK içindeki hedeflerinden birinin de Aleviler olduğunu söyleyerek “Bu konuda biz hassasiyet gösterdik, çünkü özellikle bizim dönemimizde ihbarlara baktığınız zaman büyük bölümü mezhepsel olaya dayanıyordu” dedi.

HDP ise konuya bambaşka bir açıdan yaklaştı: HDP Sözcüsü Günay Kubilay, kaotik bir süreçten geçildiğini söyleyerek, Abdullah Öcalan’ın çözüm süreci sırasında ifade ettiği “Çözüm süreci biterse darbe mekaniği devreye girer” sözlerini hatırlattı ve “Bu dönemlerde başka başka darbe mekaniğinin güçlenmekte olduğunun altını çizmek ve hükümete bölgede de ülkede de barışa dönmesi çağrısı yapıyoruz.” dedi.

Başbuğ’un açıklamalarının gerek zamanlaması, gerekse iktidar kesiminden gelen tepkilerin sertliği düşünüldüğünde konunun ciddi bir gerilime işaret ettiği görünüyor. Şu an net bir şey söylenemese de, FETÖ’cülük suçlamaları konusundaki daha önce 17/25 Aralık 2013 ve sonrası olarak kabul edilen “milat”ın aslında çok daha önceki tarihlerden başlatılabileceğine dair bir mesajın verildiğini söyleyebiliriz.

Yüksek siyaset cephesindeki diğer haber ve yorumları şu şekilde derleyebiliriz:

14 Şubat’ta, Ali Babacan’ın partisinin kuruluş tarihinin Mart ayının ilk haftası olacağı yönünde haberler yayıldı. Öte yandan, AKP belediye başkanlarının ardından belediye meclis üyelerini de kampa sokma kararı alması erken seçim hazırlığı olarak yorumlandı. Başka bir kulis haberi bu iddiayı güçlendirdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Cumhurbaşkanlığı’ ve ‘parti genel başkanlığı’ konusunda ayrıma gideceği öne sürülürken Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak’ın da son dönemde gerçekleştirdiği Anadolu ziyaretleri parti başkanlığına hazırlık olarak nitelendirildi.

İktidarın, Babacan’ın partisi kurulup güçlenmeden bir erken seçim istiyor olması anlaşılabilir. Ancak yapılan seçim anketlerinde gözlenen sonuçlar yakın zamanda bir erken seçimin ihtimalini düşürüyor.

Örneğin CHP’nin yaptırdığı “Seçmen gözünden siyasete ve Türkiye’ye bakış” araştırmasından dikkat çekici sonuçlar çıktı. Araştırmaya göre Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilen 24 Haziran 2018 seçimleri ile kıyaslandığında Cumhur İttifakı çoğunluğu kaybetmiş görünüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a oy vermiş seçmenlerin yüzde 40’ının “mevcut sistem bu şekilde devam etmemeli” dediği iddia edildi. KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır da, “Muhafazakârların AK Parti’den kitlesel kopuş yaşadığını”, seçmenin büyük kısmı gri alanda” olduğunu iddia etti.

***

Giderek halk desteğini kaybeden rejimin, içinde bulunduğumuz dönemde en küçük bir muhalefeti bile hemen bastırmaya çalışarak daha da sertleştiğini görüyoruz. Rejimin baskıcı karakterini ört bas etme çabasına bile artık gerek duymadığı da söylenebilir:

  • Gezi davasında esas hakkındaki görüşünü mahkemeye bildiren İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, davanın tek tutuklu sanığı Osman Kavala ile sanıklar Yiğit Aksakoğlu ve Mücella Yapıcı’nın ağırlaştırılmış müebbet hapsini istedi.
  • Osman Kavala, AİHM’nin verdiği ihlal kararına rağmen hala tutuklu yargılanıyor.
  • RTÜK, yayın ilkelerine uymadıkları gerekçesiyle altı kanala idari para cezası verilmesini kararlaştırdı.
  • Libya’ya asker gönderme anlaşmasını eleştirmesi nedeniyle Fatih Portakal’a idari para cezası kesildi.
  • KRT, Halk TV, Tele 1, TV 5 ve Habertürk’e, Elazığ depremindeki yayınları nedeniyle ceza verildi.
  • Bekçilere geniş yetkiler veren tasarı Meclis komisyonundan geçti. Yasa tasarısına ilişkin görüşlerini açıklayan HDP ve CHP milletvekilleri bekçilerin AKP’nin gençlik kollarından seçildiğini vurguladı.
  • İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınarak yerlerine kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk ile Mazıdağı Belediye Eş Başkanı Necla Yıldırım, “Örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla yargılandıkları davadan beraat etti.
  • Özgür Gündem davasında Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay ve Bilge Aykut beraat etti. Ancak Mahkeme, İnan Kızılkaya, Eren Keskin, Kemal Sancılı ve Zana Bilgi Kaya’nın dosyalarını ayırdı.
  • Havalimanından geri çevrilen Aykol, pasaportuna el konulmasına ilişkin gerekli itirazlarda bulunacağını söyledi.
  • Grup Yorum üyelerinin “terör örgütü üyeliği” iddiasıyla yargılandığı davanın duruşması görüldü. Barış Yüksel tahliye edilirken diğer üyelerin tutukluluk halinin devamına karar verildi.
  • Sivas’ta Madımak Oteli’nde 33 aydın ve yazarın katledilmesine giden süreçte Aziz Nesin’i hedef gösteren “Bizim Sivas” gazetesi, katliam davasında aldığı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından affedilen Ahmet Turan Kılıç’ı “Hoşgeldin Ahmet Dede” manşetiyle karşıladı.
  • Müebbet hapis cezası alan Harbiyeli öğrenciler adına başlatmak istediği ‘Adalet Yürüyüşü’ defalarca engellenen Melek Çetinkaya, ve KHK ile işten çıkarılan Cemal YıldırımAnkara’daki Sakarya Caddesi’nde yaptıkları basın açıklaması esnasında gözaltına alındı.

Öte yandan bu dönemde; özellikle ekonomik krizin işsizlik boyutunun daha da derinleşmesi ile birlikte artmaya başlayan trajik bireysel intiharlar, yıllardır süregiden kadın cinayetleri ve devletin toplumsal sorumluluktan iyice uzaklaşması, rejimin çürümüşlüğüne işaret etmeye devam etti:

  • Hatay Valiliği önüne gelen bir kişi “Çocuklarım aç, iş istiyorum anlamıyor musunuz?” diyerek kendini yaktı. Uzun süredir işsiz olduğu öğrenilen Adem Yarıcı’ya yangın tüpleriyle polisler müdahale etti. İki çocuk babası Yarıcı, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Hatay Valiliği, Yarıcı’nın geçirdiği kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirdiğini açıkladı.
  • AdemYarıcı’nın işsizlikten dolayı iki ay önce de belediye binası önünde intihar girişiminde bulunduğunu söyleyen abisi Şerif Yarıcı, “İşsizdi, ekmek bulamıyordu, çocukları perişandı. ‘İşe alacağız’ dediler, almadılar. Bunun için intihar etti” dedi. (Adem Yarıcı, iki ay önce de belediyenin önünde intinar girişiminde bulunmuş. Yetkililer “Sana ocak ayında iş vereceğiz” diye söz verince vazgeçmiş. Aylık 300 TL ile geçinmeye çalışan Adem Yarıcı 15 gün önce boşanmış. İki gün önce, doğum günü olan çocuğuna bir şişe kola alabilmek için arkadaşından borç almış. Verilen söz yerine getirilmeyince bunalıma girip intihar etmiş.)
  • Konya’da, üniversite sınavına hazırlanan 20 yaşındaki Kadir Şeker, kütüphane çıkışı, bir parkta sevgilisi 35 yaşındakiAyşe D.’yi döven 32 yaşındaki Özgür Duran’a müdahale etmek istedi. Duran’ın Şeker’e saldırarak boğazı sıkmasıyla ikili arasında başlayan boğuşmada, Duran kalbinden bıçaklandı. Özgür Duran hayatını kaybederken, Kadir Şeker tutuklandı. İlk ifadesinde Kadir Şeker’in kendisini kurtadığını söyleyen Ayşe D.’nin sonradan ifadesini değiştirerek “dayak yoktu” demesi şüphe yarattı.
  • Ankara’nın Çubuk ilçesinde yaşayan lise öğrencisi Şeyma Yıldız, babası Harun Yıldız tarafından tabancayla vurularak öldürüldü. Harun Yıldız polis ifadesinde kızının erkek arkadaşı olduğu öğrendiği için öldürdüğünü söylese de genç kızın BBC Türkçe’ye konuşan okul arkadaşları, Yıldız’ın erkek arkadaşı olmadığını söylüyor.
  • Çaldıran’da donarak yaşamını yitirdiği tahmin edilen 13 göçmenle aynı kafilede sağ kurtulan Afgan mülteci, 300 kişi olarak yola çıktıklarını, 40 kişinin fırtınada donarak hayatını kaybettiğini söyledi

Dış Politika

Daha önce Türkiye’nin güttüğü yeni-Osmanlıcı, yeni-İttihatçı dış politikanın artık iflas noktasına geldiğini, Suriye’de ABD ve Rusya arasında “dengelere oynama” şeklindeki taktiğin sürdürülebilir olmadığını, eninde sonunda bu politikanın tıkanacağını belirtmiştik. Ancak ABD ve Rusya’nın politikalarındaki boşluklar, Türkiye’nin sözünü ettiğimiz taktiklerine hareket alanı yaratmaya devam etmişti. Şubat ayının bu ilk iki haftasında yaşanan gelişmeler, artık bu hareket alanının gerçekten kalmadığını, Türkiye’nin farklı bir yönelime girmek zorunda kalacağını gösterir nitelikteydi.

Son iki haftaya damgasını vuran gelişmelerden en önemlisi İdlib’de Suriye ordusunun saldırılarını yoğunlaştırması oldu. Ocak sonlarında Suriye ordusu, Türkiye’nin Astana sürecindeki mutabakat çerçevesinde İdlib’de kendi desteklediği cihatçıları sözde silahsızlandırma amacıyla kurduğu, gerçekte ise bu unsurları Suriye’nin saldırılarından koruma ve silah ve gıda ikmalini garantileme işlevi gören askeri gözlem noktalarını kuşatmıştı. Bu dönemde ise Suriye ordusu ile Türkiye ordusu arasında sıcak çatışmaların ve can kayıplarının yaşanmaya başladığı, iki ülke arasında savaşa varabilecek gerilimin tırmandığı bir döneme girildi.

  • 3 Şubat’ta Suriye’nin İdlib şehrinde Suriye ordusu tarafından düzenlenen operasyonda 3’ü sivil 8 TSK personeli hayatını kaybetti. Erdoğan, “Ülkemizin, milletimizin ve İdlibli kardeşlerimizin güvenliğini temini için yürüttüğümüz operasyonlarımızı sürdürmekte kararlıyız” açıklaması yaptı.
  • Dışişleri bakanı Çavuşoğlu ise bir yandan “Rejimin arsızlığı artıyor; karşılık verdik, vermeyi de sürdüreceğiz” derken; diğer yandan diplomasiyi öne çıkarmaya çalışıyordu: “Rejimin saldırganlığı, arsızlığı artıyor. Bunu dengelemek için, durdurmak için bugüne kadar olduğu gibi Soçi ve Astana sürecinde olduğu gibi komşumuz Rusya ile bu çatışmaları durdurmaya çalışıyoruz… Bir an önce kalıcı ateşkes ve anayasa komisyonu ile de siyasi sürece ivme kazandırmak istiyoruz.”
  • 5 Şubat’ta Erdoğan: Suriye rejimine ay sonuna kadar süre tanındığını, çekilme olmaması durumunda Türkiye’nin bu bölgeleri boşaltacağını açıkladı.
  • 6 Şubat’ta Çavuşoğlu, gelişmelerin Türkiye Rusya arasında gerilime neden olacağı tartışmasına ilişkin olarak “Saldırıyı yapan rejimdir. Türkiye olarak Rusya’yla neden çatışalım?” dedi.
  • Gündeme dair konuşan Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın, Rusya’dan askeri bir heyetin Türkiye’ye gelmesini beklediklerini söyleyerek, “Mart ayında bir Astana toplantısı daha olabilir” dedi.
  • 7 Şubat günü Suriye ordusu, Türkiye’nin askeri gözlem noktalarının bulunduğu ve M4 ile M5 karayollarının kesiştiği bölgedeki stratejik Serakib kentini ele geçirdi.
  • Aynı gün İsrail’in Suriye’nin başkenti Şam yakınlarına füze saldırılarında bulunması dikkat çekti. Suriye haber ajansı Sana 8 kişinin yaralandığını duyurdu. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi ise Suriye ordusunu ve İran destekli milisleri hedef alan hava saldırılarında 23 kişinin öldüğünü bildirdi.
  • 8 Şubat itibarıyla Suriye, Şam’ı Halep’e bağlayan M5 karayolunun tamamında kontrolü sağlamış oldu.

Bu önemli gelişmeden sonra 9 Şubat’ta son zamanlardaki en hareketli gün yaşandı ve ilk defa Suriye ve Türkiye tarafları karşılıklı çatışmaların yaşandığını açıkladı:

  • İdlib’in doğusundaki kırsal alandan ilerleyen Suriye ordu güçleriyle, Halep’in güneyinden ilerleyen güçler buluştu. Böylelikle İdlib’de 600 kilometrekare genişliğindeki bir alanın denetimi Suriye ordusunun eline geçmiş ve 11 TSK gözlem noktası da kuşatılmış oldu.
  • Çok sayıda tank ve zırhlı araçtan oluşan TSK konvoyu İdlib’e giriş yaptı. Gece yarısı da tank ve füze rampası sevkiyatı yapıldı.
  • Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Verşinin başkanlığındaki Rus heyeti, Ankara’ya geldi. Heyet, Dışişleri Bakanlığı’nda Bakan Yardımcısı Sedat Önal başkanlığındaki heyet ile bir araya geldi. Basına kapalı gerçekleşen toplantıda Soçi mutabakatı çerçevesinde teknik görüşmelerin yapılacağı ve İdlib muhtırasının ele alınacağı bildirildi.
  • Rusya’nın Suriye’deki Tarafları Uzlaştırma Merkezi Başkanı Yuriy Borenkov, Lazkiye ili yakınlarında bulunan Hmeymim hava üssüne İdlib’deki silahlı gruplar tarafından İHA saldırısı gerçekleştirildiğini bildirdi. Borenkov’a göre, İHA’lar havada etkisiz hale getirildi.
  • Millî Savunma Bakanlığı, Suriye’nin kuzeybatısında bulunan İdlib’de Suriye Ordusu’nun ateşiyle 5 askerin şehit olduğunu 5 askerin de yaralandığını açıkladı. Reuters ajansı da Suriye Ordusu güçlerinin Taftanaz’daki gözlem noktasına saldırdığını belirtti.
  • Milli Savunma Bakanlığı, 3 tank, 2 havan mevziinin tahrip edildiğini, 1 helikopterin isabet aldığını ve ‘101 rejim unsurunun etkisiz hale getirildiğini’ açıkladı. AKP Sözcüsü Ömer Çelik, 5 askerin şehit olmasının ardından, TSK’nın gereken karşılığı verdiğini söyledi.
  • Güvenlik analisti Dr. Metin Gürcan, 5 askerin şehit olması ile ilgili yaptığı Twitter paylaşımında “Yerel kaynaklar Taftanaz’dan Reyhanlı’ya yaralı tahliyesinin karayolu ile yapıldığını, tahliye helikopterlerimizin Reyhanlı’ya gittiğini söylüyor. Demek ki Moskova saldırı sonrası yaralı tahliyesi için bile İdlib hava sahasını açmadı” dedi.
  • 11 Şubat’ta Suriye Ordu ve Silahlı Kuvvetler Genel Komutanlığı’ndan yapılan açıklamada Türkiye’nin bağımsız devletlerin egemenlik ilkesine aykırı şekilde eylemlerini sürdürdüğü ifade edildi.
  • 12 Şubat’ta ‘İdlib gerilimi azaltma bölgesindeki sığınmacıların bölgeyi kitleler halinde terk ettiği iddia edildi.
  • Rusya Savunma Bakanlığı bu iddiaları reddetti. Bakanlık, İdlib’deki sakinlerin önemli bölümünün tehlikeli bölgelerden ‘güvenli’ bir şekilde ayrılarak hükümetin kontrolündeki bölgelere geçtiğini öne sürdü.
  • Aynı gün İletişim Başkanı Altun’dan “Soçi mutabakatı kapsamında şubat ayının sonuna kadar rejimi İdlib’deki gözlem noktalarımızın dışına çıkarmaya kararlıyız” açıklaması geldi.
  • 13 Şubat’ta Rusya’nın Ankara Büyükelçisi şu açıklamayı yaptı: “Türkiye Soçi Mutabakatı’nı yerine getirmedi. Sabır tükendi, Suriye ordusu topraklarının her bir karışını geri alma kararı verdi”
  • Öte yandan aynı gün Rusya Dışişleri Bakanlığı Türkiye’yi, İdlib kentinde yaşanan gelişmeler nedeniyle Suriye’deki olaylar hakkında kışkırtıcı açıklamalar yapmaktan kaçınmaya çağırdı.
  • Türkiye cephesinden Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar ise bir anlamada hedef büyüterek “İdlib’de ateşkesi sağlamak ve kalıcı kılmak için ilave birlikler gönderiyoruz, alanı kontrol edeceğiz” şeklinde açıklamada bulundu.
  • 14 Şubat’ta Kremlin Sözcüsü Peskov, “Rusya ve Türkiye, İdlib konusunda yakın temas halinde” açıklaması yaparken TSK’nin askeri sevkiyatı ise yoğunlaşarak devam ediyordu.

Bu gelişmelerden Soçi mutabakatının sona erdiği sonucu çıkartılabilir. Suriye’nin, Türkiye’nin Soçi mutabakatı gereği üstlendiği “İdlib’de silahlardan arındırılmış bir bölge kurulması” misyonunu yerine getirmediği gerekçesiyle Rusya’nın desteğiyle harekete geçtiği ve Türkiye’nin gözlem kulelerini işlevsizleştirdiği görülüyor. Görüldüğü kadarıyla Türkiye fiilen Suriye’deki cihatçılara yardım ederken Soçi’de elde ettiği pozisyonu kaybetmiş durumda. M5 karayolunun Suriye’ye “kaptırılması” da fiilen İdlip’in bölünmesi ve cihatçıların sıkışması anlamına geliyor. Türkiye’nin askeri faaliyetlerinin bunu önlemeye yönelik olduğu görülüyor.

***

İdlib ve Suriye konusunda yüksek siyaset cephesinden de çeşitli açıklamalar geldi: Ana akım muhalefet partilerinden alışılageldik açıklamalar gözlendi.

AKP’nin bu aşamada yukarıda da örneklerini verdiğimiz üzere “Suriye Soçi’de belirlenen sınırlara çekilsin” çizgisinde kararlılık belirten açıklamalar yaparken diğer yandan Rusya’yı doğrudan karşısına almamaya dikkat ettiği görüldü:

  • 3 Şubat’ta Erdoğan, İdlib’de 3’ü sivil, 5’i asker 8 kişinin hayatını kaybettiğini açıklarken “Temenni ederim ki Astana ve Soçi mutabakatları çerçevesinde herkes yükümlülüğünü bilsin ve bu çerçevede çalışmaları sürdürelim” dedi.
  • 4 Şubat’ta da Erdoğan, Rusya ile bir çatışmaya girilmesine gerek olmadığını belirterek, “Nükleer enerji meselemiz var, rakamlar orada çok ciddi. Türk Akım projesi var. Doğal gazımızı çok ciddi bir oranda Rusya’dan alıyoruz. S-400 konusu var. 20 ile 25 milyar dolar arasında bir ticaret hacmi var. Turizm noktasındaki ilişkilerimiz de iyi bir noktada, birinci sırada Rusya geliyor. Bunları görmezlikten gelemeyiz. Onun için de tabii her şeyi oturacağız konuşacağız. Öfke ile değil… Çünkü öfke ile kalkan zararla oturur. Ama tabii nerede öfke, nerede zarar bunların da tespitini yapmak, istişare ile kararını vermek önem arz ediyor. Şu anda durum bu.” dedi.

İktidarın diğer ortağı MHP ise AKP’nin “Suriye Soçi’de belirlenen sınırlara çekilsin” çizgisinden çok daha ileri bir hedefi işaret ederek adeta Neo-İttihatçı çizginin sözcülüğünü yaptı:

  • Konuyla ilgili açıklamasında Bahçeli, “Esed rejimi yıkılmadan Suriye’ye huzur gelmez.” dedi. Bahçeli, Rusya’nın Suriye rejimini kışkırttığını belirtti.  “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin konuşlu bulunduğu gözlem noktalarının ve etrafının güvenliği mutlaka temin edilmeli, Esad kanlı saldırısından dolayı pişman edilmelidir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak alınacak her milli tedbire ve bekamızı muhafaza edecek her karara destek vermekle birlikte, zulmün ve zulmet kuşatmasının imanla yarılacağına yürekten inanıyoruz.”
  • MHP Genel Başkanı Bahçeli 11 Şubat’ta da, “Hem Suriye’yi hem de Türkiye’yi idare etmeye, kontrollü ve sürdürülebilir istikrarsızlık stratejisiyle bölgesel ve tarihsel emellerini gerçekleştirmeye çalışan Rusya iyi niyetli değildir” şeklinde bir açıklama yaptı.

CHP, İktidarın Suriye politikasını eleştiren bir açıklama yaptı ve “Suriye’de rejim değişikliğine odaklanan siyasetin terk edilmesi” ve “Suriye’nin toprak bütünlüğü”nü öne çıkaran 5 maddelik bir öneri listesi yayımladı:

  • İdlib’de konuşlanmış bulunan ve gözlem görevi üstlenmiş mehmetçiğimizin güvenliği önemlidir. Mehmetçiğimizin can güvenliğinin sağlanması için gereken adımlar hızla atılmalıdır.
  • Türkiye Soçi mutabakatı ile ilgili yükümlülüklerin yerine getirilmemesinden kaynaklı oluşan yeni koşullar nedeniyle en kıza zamanda Rusya ile birlikte İdlib’deki durumu yeniden değerlendirilmelidir. Gerekirse Soçi’nin koşulları sahadaki mevcut duruma göre şekillenmeli gerekirse yeni bir ateşkes hattı belirlenmelidir.
  • Siyasi iktidar Suriye’de rejim değişikliğine odaklanan siyaseti terk etmelidir. Ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit eden gruplarla her türlü iş birliği sonlandırılmalıdır. Bölgesel ve ulusal alandaki çabalar artırılmalı.
  • İdlib’deki durum Türkiye’ye doğru yeni bir sığınmacı dalgasını hareketlendirmiştir. Bu konuda Türkiye’nin yalnız bırakılmaması gerekir. Bu kişilerin güvenli bölgede barınması için Rusya ile BM’nin sorumluluk üstleneceği bir süreç ivedilikle başlatılmalıdır.
  • İdlib’in Suriye toprağı olduğu gerçeği unutulmamalı. Terörist gruplarla muhalif bölümün silah bırakmasına yönelik çalışmalar artırılmalıdır.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, “İçeride aslan, dışarıda kedi olmaktan vazgeçin” çerçevesinde ve aslen MHP çizgisine yakın bir açıklama yaptı:

“Bakın, 2 Şubat’ta Ukrayna’dan açıklama yapılıyor; “Türkiye Ukrayna’ya 200 milyon liralık askeri yardım yapacak.” deniyor. Aynı günün gecesi, 3 Şubat’ın ilk saatlerinde, Ukrayna’yla Kırım’ın işgali nedeniyle sorunlu olan Rusya’nın kontrolündeki Suriye ordusu, Türk askerini hedef alıyor. O satrancın tarifi açık; askeri yardım yapıyor ve askeri hedef oluyoruz. Üstelik Rusya, pişkinlik edip; “Türkiye bize çalışmalarıyla ilgili bilgi vermedi.” diyor…  Şimdi sana ve hükümetine düşen görev açık ve nettir; Gök kubbeyi, Mehmedimizi toprağa düşüren alçakların başına yıkın. Devlet aklı ile ve bir kez olsun iç politika hesapları yapmadan hareket edip, Türk Milleti’nin ve Türk Devleti’nin gücünü gösterin. “O ne der, bu ne yapar?” demeyin. İçeride aslan, dışarıda kedi olmaktan artık vazgeçin. Bir an önce ve tereddütsüz gerekeni yapın.

***

ABD’nin tutumu

ABD’nin bir yandan herhangi bir fiili müdahale veya eylemde bulunmaktan kaçınırken diğer yandan İdlib konusunun, özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası artan Türkiye-Rusya iş birliğinde muhtemel bir ayrışmaya vesile olabileceği ihtimali üzerinden tutum aldığı görüldü. İdlib konusunda Suriye ve aslen de Rusya’yı eleştirirken, Türkiye’nin yerinin NATO olduğunu hatırlatan açıklamalarda bulundu.

  • ABD, Suriye’de 5 TSK askerinin hayatını kaybetmesi sonrası ilk açıklamayı 8 Şubat’ta Türkiye Büyükelçiliği aracılığıyla yaptı. Büyükelçi başsağlığı mesajında “NATO müttefikimiz Türkiye’nin yanındayız” mesajını verdi.
  • 11 Şubat’ta ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ve beraberindeki heyet, resmi temaslarda bulunmak üzere Ankara’ya geldi. James Jeffrey, yaptığı açıklamada, ABD’nin NATO’daki müttefiği olan Türkiye’nin askerlerinin bugün İdlib’de büyük bir tehditle karşı karşıya olduğunu söylerken, bu tehdidin Rusya ve ‘Esad rejimi’nden geldiğini belirtti. Aynı gün ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, İdlib’deki gelişmeler ilişkin yaptığı değerlendirmede “NATO müttefikimiz Türkiye’nin yanındayız” dedi.
  • 12 Şubat’ta Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı’ndan İdlib açıklaması geldi: “Müdahale etmeyeceğiz… Küresel bir polis olarak oraya paraşütle inip saldırıları durdurmamız mı bekleniyor?”
  • Aynı gün Jeffrey ise “Türk askeri İdlib’te kendini savunma hakkına sahip, Suriye’de karışıklığı Rusya ve Esad yarattı” açıklamasını yaptı.
  • Yine 12 Şubat’ta ABD, Barış Pınarı Harekâtı nedeniyle Ekim 2019’dan bu yana uyguladığı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya yönelik yaptırımları kaldırdığını açıkladı.
  • Aynı gün ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Washington ve Ankara’nın NATO ve ABD’nin İdlib’de daha somut adımlar atması gerektiği yönünde bir anlaşmaya varmadığını belirtti.
  • 13 Şubat’ta Ankara’daki görüşmeleriyle ilgili açıklama yapan ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, “Türkiye’nin Suriye’de özellikle İdlib’de askeri güç bulundurma noktasındaki bu meşru menfaatlerini anlıyor ve destekliyoruz” dedi.
  • İdlip’le doğrudan ilişkili olmasa da ABD tarafından alınan ve bölgeyi ilgilendiren önemli bir karar dikkat çekti: 9 Şubat’ta çıkan habere göre ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), 2021 mali yılı için Kongre’den toplam 740,1 milyar dolar bütçe talebinde bulundu. Bütçede yer alan savaş fonu kapsamında YPG/PKK dahil Suriye’de ABD’nin desteklediği güçler için 200 milyon dolar talep edildi.

Diğer Dış Politika gelişmeleri

Dış dünyada bu dönemde yoğun gündem oluşturmamış olsa da aşağıdaki gelişmelerin not edilmesinin faydalı olacağını düşünüyoruz.

  • KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, iki tarafın bir “federal çatı” altında birleşemezse KKTC’nin, Türkiye’ye bağımlı olacağını ve “sonunda Ankara tarafından yutulacağını” ifade eden bir açıklamada bulundu.
  • MHP Genel Başkanı Bahçeli, KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’ya istifa çağrısı yaptı. Bahçeli Akıncı’ya, “Çarpık tavrı emsalsiz işgüzarlık ve işbirlikçilik örneğidir” ifadeleriyle tepki gösterdi. Bahçeli, “Mustafa Akıncı’nın işgal ettiği koltuğa layık olmadığı açıktır. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığından derhal istifa ederek emaneti Kıbrıs Türklüğü’nün iradesine tevdi etmesi kaçınılmaz ve hayati bir sorumluluktur” ifadelerini kullandı.
  • AKP Sözcüsü Ömer Çelik, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya “Türk ve Yunan halkları adil bir federal çözüme ulaşamazsa KKTC’nin Ankara tarafından yutulacağı” sözleri üzerine tepki gösterdi. Çelik, “Tarihimizin milli kazanımlarına ve saygın şahsiyetlerine dil uzatan bu açıklamaları kınıyoruz” derken, KKTC Cumhurbaşkanı’nı özür dilemeye çağırdı.
  • Cumartesi günü sandık başına giden İrlanda’da resmi sonuçlara göre IRA’nın siyasi kanadı olarak bilinen Sinn Féin birinci çıktı.
  • 1970’lerde bağımsızlık isteyenlerle işgali savunanlar arasındaki ateşkeste önemli rol oynayan Jim Curran “İrlanda’nın birliği artık kaçınılmaz” dedi.

Ekonomi

Son iki haftanın en önemli gelişmelerden birisi metal işkolundaki anlaşmalardı. Daha önce DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş sendikası 5 Şubat’ta greve çıkma kararı almıştı. 2 Şubat’ta Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS), Türk Metal ve Özçelik-İş sendikaları ile 29 Ocak’ta atılan imzalardan 4 gün sonra, Birleşik Metal-İş Sendikası’yla da anlaşma sağladı. MESS tarafından yapılan açıklamada, “Tüm taraflar için sürdürülebilir refah sağlayacak bir sözleşmeye imza attık. Ülke ekonomisi ve ihracat açısından büyük önem taşıyan sektörümüzde uzlaşmaya varıldı. Üretimin sürekliliği korundu” denildi. Ana akım medya anlaşmayı “çalışma barışı korundu” şeklinde duyurdu. Anlaşma olmasaydı 10.000 üzerinde işçi 5 Şubat’ta greve çıkacaktı. İktidarın bugünkü ekonomik koşullarda (ihracat için çok önemli olan metal sektöründe) bu tür büyük bir grevin önüne geçmek için elinden geleni yaptığı anlaşılıyor.

Türk Metal, Özçelik-İş ve Birleşik Metal-İş’le imzalanan sözleşmenin kapsamı aşağıdaki şekilde:

  • İlk altı ay için sosyal yardımlarla birlikte ortalama yüzde 17,3 artış gerçekleşecek. Ücretler, takip eden ikinci altı ay buna ek olarak yüzde 6 daha artacak.
  • Dönem enflasyonu, bu oranın üzerinde gerçekleşirse aradaki fark ücret artışına eklenecek. Böylece Eylül 2019’dan geçerli olmak üzere yıllık toplam artış ortalama yüzde 24,3 olacak.
  • İlk altı ay için saat ücreti 12 TL altında olan çalışanlara, saat ücreti 12 TL’yi geçmeyecek şekilde 30 kuruş iyileştirme yapılacak. İyileştirmenin üzerine yüzde 17 oranında ücret zammı uygulanacak.
  • Sosyal yardımlar birinci yıl yüzde 20 oranında artacak. MESS üyesi işyerlerinde çalışanlar yılda dört maaş ikramiye alıyor. İkramiye dışında bayram, yakacak, yıllık izin yardımları veriliyor ve öğrenim, evlenme, yemek, ulaşım gibi sosyal yardımlar kalemi altında çalışanlar destekleniyor.
  • Çalışanların özel hastanelerde ameliyat dahil kapsamlı tedavi olmasına olanak sağlayan MESS Tamamlayıcı Sağlık Sigortası devam edecek.

Diğer bir önemli gündem, 3 Şubat’ta önceki yılın Kasım ayına ait SGK ve İşsizlik verileriyle Ocak 2020 ayına ilişkin enflasyon verilerinin açıklanması oldu:

  • Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) açıkladığı güncel verilere göre, sigortalı işçi (4A) ve esnaf (4B) sayısındaki azalışın sürdüğü görüldü: 2019 Kasım sonu itibarıyla 2018 yılının aynı ayına kıyasla işçi sayısı 54 bin 883 kişi azalarak 14 milyon 393 bin 707’ye, esnaf sayısı 142 bin 829 kişi azalarak 2 milyon 736 bin 701’e düştü. Üstelik geçen yıl ekim ayına göre kasım ayında işçi sayısı 117 bin 904, esnaf sayısı 23 bin 820 kişi azaldı. Yine bu sonuçlara göre, önceki aylara kıyasla eylül ve ekim aylarındaki artıştan sonra işçi sayısı kasımda yeniden düşüşe geçti. Memur (4c) sayısı ise kasım ayında 2018’in aynı ayına göre 62 bin 188 kişi artarak 3 milyon 83 bin 15 oldu. Böylece kasım sonu itibarıyla toplam zorunlu sigortalı kişi sayısı 135 bin 524 azalarak 20 milyon 213 bin 823’e indi.
  • 10 Şubat’ta da Kasım ayı işsizlik rakamları açıklandı. Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2019 yılı Kasım döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 327 bin kişi artarak 4 milyon 308 bin kişi oldu. İşsizlik oranı 1 puanlık artış ile %13,3 seviyesinde gerçekleşti. Tarım dışı işsizlik oranı 1,1 puanlık artış ile %15,4 oldu.
  • 3 Şubat 2020 Pazartesi günü TÜİK enflasyon rakamları açıklandı. TÜİK verilerine göre Ocak 2020 itibariyle enflasyonda aylık yüzde 1,35, yıllık ise yüzde 12,15 artış gerçekleşti.

Öte yandan TÜİK’in hesaplama yöntemi ve enflasyon sepetindeki değişimlere ilişkin tartışmalar devam etti.[i]

Örneğin CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba; yaşanan ekonomik krize karşın TÜİK’in manipülasyonla gerçekleri sakladığın iddia etti. TÜİK’in enflasyon ve işsizlik verilerinin “çelişkili” olduğunu kaydeden Ağbaba, “TÜİK verileriyle ekonomik krizin olmadığı neredeyse 82 milyona zorla kabul ettirilmeye çalışılmaktadır” diye konuştu. Türkiye’de ekonomik krizin yaşandığı yaklaşık 2 yıllık dönemde gıda harcamalarının ortalama yüzde 54 arttığını, elektriğe yüzde 71 ve doğalgaza da yüzde 58 oranında zam geldiğini kaydeden Ağbaba, tüm bu zamlara karşın enflasyonun yüzde 21,62’den yüzde 10 seviyesine gerilemiş göründüğünü kaydetti: “TÜİK enflasyon oranlarını normalinden daha az olduğunu göstermek için enflasyon sepetinde ürünlerin ortalama ağırlıklarının hesaplamasını düşük gösterdi. Bu kapsamda gıda, kira, doğalgaz, elektrik, su, akaryakıt, otoyol geçiş ücretleri, giyim ve mobilyanın sepetteki ağırlığı düşürüldü. 2019 yılında gıda ürünlerinin enflasyon sepetindeki payı yüzde 23,29 olurken, 2020 yılında bu oran yüzde 22,77’ye düşürüldü. Giyimin payı da yüzde 7,24’ten yüzde 6,96’ya geriledi. Konut giderlerinin payı yüzde 15,16’dan yüzde 14,34’e; ev eşyasının payı da yüzde 8,33’den 7,77’ye geriledi.”

5 Şubat’ta 2019 yılı takipteki kredi oranlarıyla ilgili veriler açıklandı: Takipteki krediler 2019 yılında yaklaşık 1.5 puanlık artışla yüzde 3.88’den yüzde 5.35’e çıktı ve 53 milyar 447 milyon lira artarak 150 milyar lirayı aştı.

Genel olarak değerlendirecek olursak; ekonomide her ne kadar ana akım göstergelerde (2019 4. Çeyrek büyüme beklentileri, sanayi üretiminde gözlenen kısmi artış göstergeleri, faizlerin düşme eğiliminin devam etmesiyle yatırım ve tüketimin canlanabileceği beklentileri) “iyileşme” beklentileri dile gelse de bizim önem verdiğimiz temel göstergelerde (verilerin manipüle edildiği iddialarını bir kenara bıraksak bile) ciddi sorunların devam ettiği görülmektedir. İşsizliğin giderek arttığı, yoksullaşmanın yaygınlaşmakta ve gelir adaletsizliğinin artmakta olduğu tartışma götürmez bir gerçek olarak durduğunu söyleyebiliriz. Giderek artan bireysel intihar eylemleri, bu sürecin göründüğünden çok daha derin etkileri olduğunun ve toplumun giderek travmatik bir umutsuzluğa sürüklendiğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. En kötüsü de tepkilerin bu tür bireysel dramlara dönüşmeden örgütlü bir duruşa evrilebilmesine katkı sunabilecek kapsayıcı bir toplumsal muhalefetin örgütlenemiyor olması…

Bu döneme ilişkin not edilmeye değer diğer gündemleri aşağıdaki şekjilde özetleyebiliriz.

Ekonomik krize karşı kaynak yaratmak için her yola baş vurmayı sürdüren iktidarın İş Bankası iştahı tekrar kabardı. 13 Şubat’ta CHP’nin İş Bankası’ndaki hisselerinin Hazine’ye devrini öngören taslak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunuldu. Erdoğan’ın düzenlemenin bir an önce Meclis gündemine getirilmesi talimatı verdiği belirtiliyor.

14 Şubat’ta Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un kardeşi Ali Murat Ersoy’a ait olan Atlasglobal, “operasyonlarını sürdüremediğini” belirterek iflas başvurusunda bulundu.

[i] Bu konudaki kapsamlı bir değerlendirme şu linkte.