Bu değerlendirme yazısı linkteki haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır.

 

İÇ POLİTİKA

 

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır ziyareti

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bir süredir planladığı ve daha önce bir defa hava koşulları nedeniyle ertelediği Diyarbakır gezisini gerçekleştirdi. Aynı zamanda Kürt ve Alevi olan Kılıçdaroğlu’nun ziyaretine Diyarbakır halkının ilgisi önceki dönemlere göre yoğundu.Bu durumu HDP ve CHP yüksek siyasetinin karşılıklı beklentilerinin yüksek olması ve bölge halkının barış umuduna verdiği açık destekle açıklamak mümkün.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun gezi programı ise oldukça yoğundu. Esnaf ziyaretleri yapıp dengbej dinletisine katılan Kılıçdaroğlu, suikast sonucu öldürülen eski Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi, faili meçhul cinayet sonucu öldürülen öğretmen Zübeyir Akkoç’un eşi ve KAMER Başkanı Nebahat Akkoç, yerine kayyum atanan ve tutuklanan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı’nın eşi Zeynep Mızraklı, “çocuklar ölmesin” dediği için cezaevine giren öğretmen Ayşe Çelik ile kahvaltıda bir araya geldi. Diyarbakır Öğretmenevi’nde, PKK’ye katıldığı ileri sürülen çocuklarının geri gönderilmesi için HDP önünde ‘evlat nöbeti’ eylemi yapan ailelerle bir araya gelen Kılıçdaroğlu, 12 Eylül’de Diyarbakır cezaevinde işkence görenler ve Selahattin Demirtaş’ın babası ile de görüştü. Gezide, CHP lideri tarafından Kürt sorununa 5 maddelik yöntem önerisi yapıldı ve ‘helalleşme’ mesajları verildi.

MHP lideri Bahçeli, Kılıçdaroğlu’nun ziyaretinin, Türkiye’nin Rusya Ukrayna arasında barışı sağlama girişimlerini kundaklama amaçlı bir girişim olduğunu da iddia ederek ağır bir şekilde eleştirdi. İYİP lideri Akşener, geziyi CHP’ye karşı oluşturulan algıyı kırması açısından olumlu bulduğunu açıklarken, kendisinin de Diyarbakır’a gideceğini söyledi.

Kılıçdaroğlu’nun ziyareti, HDP ve Kürt seçmenine yönelik sembolik bir adım olarak değerlendirilebilir. Bu adımın, AKP/MHP ittifakı sonrası devletin olası restorasyonunda, HDP ve Kürtlere nasıl bir pay biçileceğine dair bir cevap oluşturduğunu veya bir cevap imasında bulunduğunu dahi söylemek imkânsız. Kılıçdaroğlu, Kürt sorununu kabul ederek çözüm için çaba gösterme sözü verirken, çözüme yönelik herhangi bir öneri yapabilmiş değil. Yapılan 5 maddelik çözüm önerisi ise olası çözüm politikalarına yönelik yöntem önerilerinden ibaret.

Yapılan analizler ve seçimlere yönelik kamuoyu araştırmaları HDP’nin ve Kürt seçmenin oldukça belirleyici bir rol alacağını gösteriyor. Buna karşın başta CHP olmak üzere muhalefet partileri HDP ve seçmeni ile nasıl bir ilişki kuracağına, milliyetçi seçmen algısını gözeterek muhalefetin HDP ile ilişki kurmasına engel olan İYİP engelini nasıl aşacaklarına, Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP seçmeninin oyunu nasıl isteyeceklerine dair henüz ortaya ciddi bir proje koyabilmiş değil. Yaklaşan seçimler ve olası neticeleri düşünüldüğünde, muhalefetin bu konuya sembolik yaklaşımlarının olumlu yanları olmakla birlikte yetersiz olduğu da açıkça görülüyor.

Seçim Kanunu’nda değişiklik tasarısı

AKP ve MHP, yaklaşık iki yıldır üzerinde çalışıldığı söylenen Seçim Yasası değişikliğini TBMM Başkanlığı’na sundu. Halen yüzde 10 olan ülke seçim barajının yüzde 7’ye indirilmesini öngören teklifteki sürpriz düzenlemeler ise cumhurbaşkanının seçim yasaklarından “muaf tutulması”, seçim kurulu başkanlıklarına atama yönteminin değiştirilmesi ve ittifak içindeki partilerin milletvekili dağılımının hesaplanmasındaki değişiklik oldu.

Bir ittifak içinde seçime girilmesi halinde ülke barajı sorunu önceki seçimde de gözlendiği üzere zaten sorun olmaktan çıkmıştı. HDP’nin de 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana baraj sorunu olmadığı hem seçim sonuçlarına yansıyor hem de kamuoyu araştırmalarından anlaşılıyor. Dolayısıyla yapılan değişiklikle bu oranın yüzde 7’ye indirilmesinin ciddi bir değişiklik yaratması beklenmiyor.

Buna karşın yapılan düzenleme önerisine göre, ittifak içinde seçime giren partilerde ülke barajı kadar ilgili seçim çevresi barajının da eşdeğer önem kazanması söz konusu. Bundan böyle artık oylarla artık vekil çıkarılması mümkün olamayacak. Bu durumda da küçük partilerin çok güçlü oldukları yerler dışında vekil çıkaramayacakları ve ittifak içinde olmaları halinde de ittifakın daha fazla vekil çıkarmasına yardımcı olamayacakları anlaşılıyor. Bu haliyle AKP/MHP ittifakının, BBP’yi de dışarda bırakma ve hatta yer yer MHP’nin de daha az vekil çıkarması pahasına bu yola başvurarak, CHP ve İYİP dışındaki diğer partileri ya CHP içinde seçime katılmaya yahut ittifak dışında kalmaya mecbur kıldığı analizleri yapılıyor.

Bir diğer önemli değişiklik de seçim kurullarına yönelik yapılan düzenleme. İl ve ilçe seçim kurulu başkanının, üye ve yedek üyelerinin “en kıdemli” hakimler arasından belirleneceği hükmü kaldırılıyor. Bunun yerine, il ve ilçe seçim kurulu başkan ve üyelerinin o ildeki birinci sınıfa ayrılmış hakimler arasından kurayla belirlenmesi koşulu getiriliyor. Hakimler dilerlerse (!) kuraya katılmayabiliyor. Bu değişiklikle birlikte seçim kurullarının tamamen AKP/MHP güdümündeki yargıçların eliyle yürütülmesini beklemek mümkün. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş referandumu ve İstanbul seçimlerinde YSK’nin etkisi anımsandığında, ilçe seçim kurulları düzeyinde ve ülke geneline yaygın usulsüzlüklerin bedeli çok daha ağır olabilir.

Yapılan değişiklik önerilerinin, AKP/MHP ittifakının iktidarda kalmak, Erdoğan’ın koltuğunu korumak için yasal altyapıyı sağlama çabası olarak algılandığı anlaşılıyor. Bu görüşün büyük ölçüde haklılık boyutu olmakla birlikte, bu tasarı ile toplumun iktidarın değişebileceğine dair umudunu kırma işlevinin de olduğu görülüyor.

Bu durumda da toplumsal muhalefetin olmadığı, yüksek siyaset arenasında “seçimle gidecekler” beklentisine odaklı siyasetle sürecin daha ne kadar sürdürülebileceğini de takip etmek gerekiyor.

Dünya Kadınlar Günü

8 Mart haftası Türkiye’nin pek çok ilinde etkinliklerle kutlandı. 8 Mart’ın salıya denk gelmesi sebebiyle 6 Mart Pazar günü pek çok mitinge sahne oldu. İstanbul’da kadınların toplanma alanı Kadıköy İskele Meydanı’ydı.  8 Mart günü kadınlar, İzmir’den Diyarbakır’a, Dersim’den Hakkari’ye, Bolu’dan Hatay’a kadar Türkiye’nin farklı şehirlerinde sokağa çıkarak eşitlik ve özgür bir yaşam taleplerini haykırdılar. Bununla birlikte pek çok şehirde mitingler polis ablukasında gerçekleşti. Heyecan ve coşkunun en yüksek olduğu anlar gelenekselleşen 8 Mart Feminist Gece Yürüyüş’lerinde yaşandı. İstanbul Valiliği beklendiği üzere “8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Beyoğlu’nda toplantı, yürüyüş, basın açıklaması yapılmasına müsaade edilmeyeceğini açıkladı.” Öyle ki, sabah saatlerinden itibaren Taksim’e çıkan bütün sokaklar barikatlarla kapatılıp, polis ablukası altına alınmıştı. Yasakların haklı taleplerin önünde durmayacağı ise her anlamda barikatların aşılarak gerçekleştirilen 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’yle bir kez daha kanıtlandı.

8 Mart haftasının hemen ardından Kürt kadınlarına yönelik Diyarbakır merkezli bir operasyon yapıldı. Kürt kadın hareketinden 23 kadın gözaltına alındı. Kadın çalışmalarının suç olarak gösterildiği bu operasyonla kadın hareketi kriminalize edilmeye çalışıldı. Kürt kadın hareketine uygulanan bu baskı ile tüm kadın hareketine gözdağı verilmeye çalışıldığı açık. Kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini ve  8 Mart Dünya Kadınlar Gününü bir kez daha kutlayalım.

 

EKONOMİ

 

Ukrayna savaşının dünya ekonomisi üzerinde çok yönlü olumsuz sonuçları açığa çıkıyor

Ukrayna savaşı hem dünya ekonomisi hem de bölgesel ekonomiler üzerinde çok yönlü olumsuz etkilere yol açıyor. Bunlardan en önemlileri arasında gıda fiyatlarındaki rekor artışlar dikkat çekiyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), küresel gıda fiyatlarının bitkisel yağlar ve süt ürünleri öncülüğünde Şubat’ta tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştığını bildirdi.

Çeşitli uluslararası kuruluşlar, savaşın küresel ölçekte ekonomik etkileri hakkında tahminlerde bulunuyor. Örneğin IMF, “buğday ve diğer tahıllar dahil olmak üzere enerji ile emtia fiyatlarının yükseldiğine” dikkat çekti, bu gelişmenin “tedarik zinciri kesintileri ve Kovid-19 salgınından toparlanmadan kaynaklanan enflasyonist baskılara katkıda bulunduğunu” ifade etti. IMF’ye göre yükselen gıda, enerji ve emtia fiyatları ülke ekonomilerinde hem enflasyonist bir baskı oluşturacak hem de ekonomileri daraltıcı bir etki yaratacak. Çeşitli kuruluşlar ve ekonomistlere göre Ukrayna savaşı ABD ekonomisi üzerinde yavaşlatıcı bir etki yaratacak; Avrupa ekonomisi ise en riskli bölge olarak görülüyor, bir resesyon riskinden söz ediliyor. Rus ekonomisinin de yüzde 10’dan fazla daralacağı tahminleri yapılıyor.

Ukrayna savaşının yaratması öngörülen temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat artışları ve ekonomik yavaşlama/daralmadan en çok dünyanın yoksul ülkelerinin, ülkeler içinde de yoksulların, işsizlerin ve ücretli çalışanların etkileneceğini vurgulamak önem taşıyor. Görece dezavantajlı ve korunmasız durumda olan kadınlar, çocuklar, etnik azınlıklar gibi kesimler de muhtemelen daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalacak.

Rusya’ya dönük yeni yaptırımlar

ABD Merkezli Visa ve Mastercard Rusya’daki işlemlerini askıya aldığını duyurdu. Buna göre, Rusya’da verilen kartlarla ülke dışında işlem yapılamayacağı gibi Rusya dışındaki finans kurumları tarafından verilen Visa ve Mastercard’a ait kartlar da artık Rusya’da kullanılamayacak.

ABD ve Birleşik Krallık Rusya’dan petrol ve petrol ürünleri ithalatını yasakladı. Böylece Rusya’ya yönelik ambargolara bir yenisi eklenmiş oldu. İki ülkenin ambargosunun Rus ekonomisi üzerinde etkisinin sınırlı olacağı, söz konusu iki ülkeye Rusya’nın yaptığı petrol ve petrol ürünleri ihracatının, toplam petrol ihracatı içinde % 2,8’lik bir orana sahip olduğu ifade ediliyor.

Bu arada Rus Merkez Bankası’nın 640 milyar dolar civarında olan uluslararası rezervlerinin büyük bölümü yurtdışında olduğu ve dondurulduğu için Rusya, ihraç ettiği devlet tahvillerinin faizini ödeyebilir mi tartışması başladı. Örneğin, Amerikan yatırım bankası Morgan Stanley Rusya’nın temerrüde düşebileceği tahmininde bulundu.

Enflasyon ve açlık/yoksulluk sınırı

TUİK resmi enflasyon verilerini açıkladı. Buna göre TÜFE yıllık olarak % 54,44’e, ÜFE ise yıllık bazda 105,01’e yükseldi. Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) son 12 aylık enflasyonu % 123,80 olarak hesapladı.

Açıklanan bir başka gösterge ise olağanüstü fiyat artışlarının ardından güncellenen açlık ve yoksulluk sınırı oldu. Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırmaları Merkezi BİSAM’a göre Şubat ayında 4 kişilik bir ailenin sadece sağlıklı beslenme giderlerini kapsayan açlık sınırı 4.330 TL’ye yükselirken, eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, ısınma gibi diğer ihtiyaçların da dahil edildiği yoksulluk sınırı 14.978 TL’ye yükseldi.

Türkiye’nin risk primi CDS 650 baz puan oldu

Ukrayna savaşının Türkiye ekonomisinde artırdığı kırılganlık “ülkelerin risk primi” olarak adlandırılan CDS’e de yansıdı. Türkiye’nin 5 yıllık CDS’i 30 baz puan daha artışla 650 baz puanı gördü. CDS’in 650’ye çıkması Türkiye’yi çok riskli ülkeler kategorisine sokuyor.

Ukrayna savaşı, Türkiye ekonomisine ilişkin beklentilere olumsuz şekilde yansımaya devam etti. Yatırım Bankası Morgan Stanley, Türkiye’ye ilişkin yıl sonu enflasyon tahminini % 46,1’e çıkardı, büyüme beklentisini ise % 3,5’tan % 3’e düşürdü. 2022 cari açık beklentisini ise üç kat artırarak 28 milyar dolara yükseltti.

Türkiye Varlık Fonu (TVF) Telekom’un çoğunluk hissesini satın aldı

Telekom’un yüzde 55 hissesi 6 milyar 550 milyon dolara 2005’te

Oger Telekomünikasyon A.Ş.’ye (OTAŞ) devredilmişti. OTAŞ, Türk Telekom’u satın almak için bankalardan kullandığı kredinin yeniden finansmanı için 2013’te aldığı 4,75 milyar dolar krediyi ödeyememişti. Bunun üzerine kreditör bankaların kurduğu bir şirket OTAŞ’ın yüzde 55’lik hissesini devralmıştı. Şimdi söz konusu hisse payı 1 milyar 650 milyon dolara TVF tarafından devralınmış oldu.

TVF tarafından Türk Telekom’un çoğunluk hissesinin alınması tartışmalara neden oldu. 2026’da imtiyaz sözleşmesi sona erecek ve tekrar devlete dönecek olan kuruma neden kamu kaynaklarından 1,65 milyar dolar aktarıldığı sorusu gündeme geldi. Bu “kamulaştırma” hamlesinin altında bankaların zararının bir ölçüde de olsa devlet tarafından telafi edilmesinin yattığı öne sürülüyor. Bu telafiye rağmen, kredi veren bankalar hala 3,1 milyar dolar zararda olacak.

 

DIŞ POLİTİKA

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali devam ederken şimdiye kadarki en üst düzey görüşme burada ele aldığımız dönem içinde gerçekleşti. Öncesinde Belarus’ta gerçekleşen görüşmeler daha alt düzey temsiliyetler çerçevesinde yürütülüyordu. Türkiye’nin çabalarının da öne çıktığı süreçte Rusya ve Ukrayna Dışişleri Bakanları Antalya’da bir araya geldiler. Görüşmeden herhangi bir somut adım çıkmamış olmakla birlikte taraflar sorunun müzakereler ile çözümüne dair niyetlerini belirttiler. Aslında görüşmeye kadar olan süreçte yaşananlar düşünüldüğünde bu niyet bile olumlu bir adım olarak ele alınabilir. Zira Rusya nükleer silah tehditlerinin yanında, ilerleyişiyle Avrupa’nın en büyüğü olan Zaporijya Nükleer Santrali’ni de ele geçirdi. Santralde yaşanan yangınlar ve patlamalarla ciddi bir nükleer sızıntı riski yaşandı. Diğer yandan, Batı bloğu cılız barış çağrılarının yanında Ukrayna’ya ciddi anlamda silah yardımı yapıyordu. Destekler sadece silah yardımıyla da sınırlı değildi. ABD, Ukrayna ile anlık istihbarat paylaştıklarını da açıklıyordu. Ukrayna Başkanı Zelenski, ABD, Kanada ve İngiltere parlamentolarına seslenerek yardım talebinde buluyor ve her defasında da uçuşa yasak bölge ilanı talebini yineliyordu. Zelenski’nin ısrarlı olarak uçuşa yasak bölge ilanı taleplerinin baskısı altında NATO üyesi ülkelerin dışişleri bakanları Brüksel’de toplandı. NATO içinde, ABD de dahil, bu talebe ciddi itirazlar olduğu biliniyor. Zira, uçuşa yasak bölge ilanı fiili olarak NATO’nun Rusya ile savaşa girmesi anlamını taşıyor. Toplantıdan Ukrayna’nın beklediği kararın çıkmamasını Kiev yönetimi tepkiyle karşıladı. “Zelenski, ‘NATO ülkelerinin, güya Ukrayna üzerindeki gökyüzünü uçuşa kapatmakla Rusya’nın NATO’ya karşı doğrudan saldırganlığını kışkırtacağı yönünde bir masal oluşturduklarına inanıyoruz. Bu, kendi kendine hipnoz. Bugünden itibaren ölenlerin hepsi sizin yüzünüzden ölüyor’ ifadelerini kullandı“. NATO’nun Rusya ile sıcak çatışmadan kaçınması Rusya tarafında da karşılık buldu. NATO’nun kararı sonrasında Rusya’dan da “NATO’yla çatışma istemiyoruz” açıklaması geldi. NATO açısından bakıldığına bir yandan Rusya ile sıcak çatışmaya girmek istenmediği vurgulanırken, diğer yandan Rusya’ya yakın ülkelere yapılan yığınaklara devam edildi.  Ekonomik yaptırımlar da gittikçe sıkılaşmaya başladı. “ABD Başkanı Joe Biden, ülkesinin Ukrayna’ya askeri harekât düzenleyen Rusya’dan tüm enerji, petrol ve gaz ithalatını yasakladıklarını duyurdu. ABD’nin ardından İngiltere’den de benzeri yasak kararı geldi“. Ancak ekonomik yaptırımların nitelikleri ve etkileri dikkatli takip ve analiz edilmeli. Zira İngiltere ithalatını sonlandırmayı sürece yayıp hedef olarak yıl sonunu koydu. Ayrıca ABD ve İngiltere’ye petrol ihracatı Rusya’nın toplam petrol ihracatı içinde yüzde 2,8’lik bir orana tekabül ediyor. Bu yüzden Rusya’nın yaptığı, Ukrayna üzerinden yapılan sevkiyat da dahil olmak üzere, petrol ve doğal gaz sözleşmelerinden kaynaklı tüm yükümlülüklerin yerine getirilmeye devam edildiğini belirten açıklamalar şaşırtıcı olmasa gerek. Bölümün başında belirtilen Antalya’daki görüşmeye tekrar dönersek, gittikçe yükselen gerilimin ardından Türkiye’nin çabalarıyla gerçekleşen görüşmeden sonraki günlerde fark edilir şekilde yumuşama sinyalleri gelmeye başladı. Burada iki konu üzerinde özellikle durulması önemli görünüyor. Birincisi Rusya ve Ukrayna arasında birbiri ardına gelen uzlaşma mesajlarının arka planı, ikincisi ise Türkiye’nin yeniden fark edilen jeopolitik önemi. İlkinden başlayalım. Antalya’daki görüşmeden birkaç gün sonra “Ukrayna Devlet Başkanlığı Ofisi Başkan Yardımcısı Mihail Podolyak’ın Rus basınına demecinde Moskova ve Kiev’in müzakerelerde uzlaşmaya yaklaştığını söylemesinden sonra, Rusya tarafı da benzer bir açıklama yaptı.” Bir yandan bu türden yumuşama mesajları verilirken diğer yandan da işgal tüm hızıyla sürüyordu. Bu şartlar altında heyetler arası görüşmelerin dördüncüsü gerçekleştirildi. Beş saati aşan görüşmeden sonra taraflar yeniden bir araya gelineceğini açıkladılar. Ancak asıl önemli mesajlar Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin, İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın ev sahipliğinde düzenlenen, Kuzey Avrupa ve Baltık ülkeleri liderlerinin katıldığı Ortak Sefer Gücü (JEF) zirvesinde video konferans ile yaptığı konuşmada verildi. Zelenski toplantıda, “Ukrayna NATO üyesi değil. Bunu anlıyoruz. Yıllardır kapıların açık olduğunu duyuyoruz, ama aynı zamanda İttifak’a katılamayacağımızı da. Bu bir gerçek ve bu gerçeğin kabul edilmesi gerekiyor” şeklinde konuştu. Zelenski aynı toplantıda Avrupa’nın kendi güvenliğini sağlaması için Ukrayna’ya yardım etmesi gerektiğini belirterek, bunun için de Ukrayna’ya daha fazla silah gönderilmesini talep etti. NATO üyeliği konusundaki bu tavır değişikliğinin ABD’den bağımsız olarak alınmış bir karar olup olmadığı izlenmesi gereken bir durum. Burada Zelenski’nin konuşmasının bahsi geçen aşağıdaki kısmına ve yukarıda bahsettiğimiz ikinci konu olan Türkiye’nin artan jeopolitik önemine geçebiliriz. Zira “Açık kapılardan giremiyorsak, yapabileceğimiz, bize yardım edecek, bizi koruyacak partnerlerle iş birliği yapmamız” diyen Zelenski, ayrıca güvenlik garantisi istediklerinin de altını çizdi. “Ukrayna, Rusya’nın talep ettiği tarafsız ülke statüsünü kabul etmek için Türkiye ve ABD’nin garantör ülkeler olabileceğini duyurmuş, konu geçen hafta Antalya’da Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Ukraynalı mevkidaşı Dimitro Kuleba’nın yaptığı görüşmede de gündeme gelmişti”.

Antalya’daki Diplomasi Forumu’ndan sonra, art arda önemli ziyaretler de gerçekleşti. Bunlardan ilki, 14 yıl aradan sonra iki ülke arasındaki ilk üst düzey ziyaret olan İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un ziyaretiydi. İkili görüşmelerden sonra yapılan açıklamalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öne çıkardığı konular ilginçti. Ziyaretin bir dönüm noktası olduğuna vurgu yapan Erdoğan, “Ticaret hacmimiz salgına rağmen yüzde 36’ya yakın artış göstermiştir. 2022’de bu rakamı 10 milyar dolara çıkaracağımıza inanıyorum” dedi. İsrail Devlet Başkanı Isaac Herzog’un “tarihi” olarak nitelendirilen ziyaretinin hemen ardından Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, 13 Mart Pazar günü Türkiye’ye çalışma ziyareti gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada, görüşmede, Türkiye-Yunanistan ilişkilerine dair konuların yanı sıra güncel jeopolitik gelişmeler ile Rusya-Ukrayna savaşının yansımaları dahil bölgesel ve uluslararası meselelerin ele alındığı belirtildi. Bu ziyaretleri Almanya Başbakanı Scholz’ün ziyareti izledi. İki lider, ikili görüşmeler sonrasında düzenledikleri basın toplantısında işbirliğini güçlendirme mesajı verirken Ukrayna’da kalıcı ateşkes vurgusu yaptı. Bu görüşmelerin yanında, Antalya Diplomasi Forumu’nda tüm heyetlerin katılımıyla gerçekleşen Erdoğan Neçirvan Barzani görüşmesi ile Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun davetiyle Antalya’ya gelen Ermenistan Dışişleri Bakanı Mirzoyan arasındaki görüşmeler de gözden kaçırılmaması gereken önemli adımlardı. İktidarın dış politikada yaşanan bu gelişmelerle tekrar prestij kazanacağı ve bunu iç politikada kullanarak tekrar güç kazanacağı yorumları yapılıyor. Ancak, NATO ve genel anlamda Batı dünyası daha rahat çalışabileceği bir hükümeti de arzu ediyor olabilir. Gelişmelerin dikkatle izlenmesi gerekiyor.

Dış politika değerlendirme yazısını sonlandırmadan, takip edilen dönemin son günlerinde gerçekleşen, Erbil ABD Konsolosluğu’nu hedef alınan ve İran Devrim Muhafızları tarafından üstlenilen füze saldırısına da değinelim. Saldırı sonrasında Irak, İran’a nota verdi. Gelişmelerin yakından izlenmesi gerekiyor.