(Bu değerlendirme yazısı Artizan Toplumsal Araştırmalar Komisyonu tarafından 20 Haziran – 3 Temmuz 2021 tarihleri arasındaki haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır.)
İÇ POLİTİKA
Korona gündemi
Haziran sonrasında Türkiye’de aşılama hızında ciddi bir artış oldu. 4 Temmuz itibariyle yapılan birinci, ikinci ve üçüncü doz aşıların toplamı 52 milyon olarak açıklandı. Bu rakam ilk bakışta yüksek görünebilir. Ancak ikinci ve üçüncü doz aşılarını yaptırmış olanların toplamının henüz yaklaşık 17 milyon olduğu dikkate alındığında özellikle Delta mutasyonunun yayılmasının hızlandığı şu dönemde “normalleşme” sürecine mesafeli yaklaşmak daha doğru görünüyor. Bahar aylarında aşı miktarının azlığı tartışma konusuyken, bu sorunun aşılmasıyla birlikte aşı karşıtlığı ve aşılara olan güvensizlik daha görünür olmaya başladı. Sınırlı araştırmalara referansla aşı karşıtlığının Türkiye’de yüzde otuzlara ulaştığı söyleniyor. Aşı karşıtlığının ve aşıya güvensizliğin temelinde aşıların genlerle oynadığı gibi komplo teorilerinden de beslenen gerekçelerin yanısıra, sağlık endüstrisine, ilaç şirketlerine ve kamu yönetimine olan güvensizlikten de beslenen, aşıların yan etkileri ya da uzun vadeli etkileri konusunda yeterli veri olmadığı gibi iddialara dayalı gerekçeler de yatıyor. Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası, Türk Tabipler Birliği gibi ulusal bilim kuruluşlarının açıklamalarında referans gösterdikleri bilimsel çalışmalara bakıldığında ise aşıların güvenli olduğu ve pandemi koşullarından çıkışın yegâne anahtarı olduğu görülüyor. Aşı karşıtlığının gündeme getirdiği bir diğer konu ise, insanların aşı olmasında ne kadar zorlayıcı olunabileceği. Zorunlu aşı uygulaması insan hakkı ihlâli olarak değerlendirilmekle birlikte, aşı olmayı reddeden kişilerin kamusal alanlarda diğer insanların sağlığını tehdit etmesi de yine başka bir insan hakkı ihlâli olarak karşımızda duruyor. Dolayısıyla aşı olmayı reddenlerin özellikle kapalı alanlara girişlerine sınırlama getirilmesi önümüzdeki gündemlerden biri olacak gibi görünüyor.
Türkiye’de aşılanmada bölgesel eşitsizliklere bakıldığında, özellikle Kürt illerinde aşılanma oranının düşük olduğu görülüyor. Urfa, Diyarbakır ve Mardin Tabip Odaları aşılanma oranının düşük olmasında anadilde iletişim eksikliğinin etkili olduğunu belirtiyor.
1 Temmuz’da başlayan “normalleşme” süreci ile birlikte pandemi önlemleri büyük oranda kalkarken, pandemi ile hiçbir alakası olmayacak bir “önlem” devreye girdi: Gece yarısı 24:00’dan sonra canlı müzik yapılamayacağı duyuruldu. Bu karar da iktidarın kendi siyasi programındaki gündemleri korona koşullarından yararlanarak devreye soktuğu kararlardan biri olarak tarihe geçecek.
İstanbul Sözleşmesi
Danıştay, İstanbul Sözleşmesi’nin iptali kararının durdurulması talebini reddetti. Böylece 1 Temmuz 2021 tarihinde Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden resmi olarak çıkmış oldu. Kadın örgütleri ve LGBTİ+ örgütleri bu karardan geri dönülmesi için pek çok şehirde tartışmalar, eylemler, mitingler, kampanyalar yapsa da sözleşmenin etkin bir şekilde uygulanmasından sorumlu olan TBMM’nin sözleşmeye sahip çıkmadığı, muhalefet partilerinin etkili bir kampanya örgütlemediği görülüyor. Bu karar Türkiye’de kadınlara dönük şiddetin önlenmesi konusundaki en önemli hukuki kazanımlardan birinin ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Bu aşamayla birlikte İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukuka yansıması olan 6284 sayılı kanun gibi kanun maddelerinin uygulanmasını ve bu kanunların yürürlükte kalmasını sağlamak daha da kritik görünüyor. Ayrıca daha önceki gündem değerlendirme yazılarımızda da belirtildiği üzere, İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı kararı ile çıkılmasının Türkiye’nin taraf olduğu tüm uluslararası anlaşmalar için emsal oluşturabileceğini, meclisin bu anlamda da fiilen dışarıda bırakılabileceğinin bir göstergesi olduğuna dikkat çekmek gerekiyor. Konuyla ilgili olarak Erdoğan ısrarla kadınların şiddetten korunması için İstanbul Sözleşmesi’ne ihtiyaç olmadığını söylerken, TÜSİAD sözleşmeye geri dönülmesi gerektiğini savunan açıklamalar yaptı.
Kısa bir süre önce gündeme gelen 4. Yargı Paketi’nde yer alan başka bir yasal düzenleme cinsel suçlar konusunda durumun vehametini ortaya koyuyor. Geçtiğimiz günlerde tecavüz ve çocukların cinsel istismarı suçlarında tutuklama için somut delil aranması kriteri getiren madde, TBMM Genel Kurulunda kabul edildi. Eşitlik İçin Kadın Platformu yaptığı açıklamada bu suçlarda zaten “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgular” arandığının, cinsel suçlarda tutuklama ve mahkûmiyet kararlarının neredeyse istisnai olarak verildiğinin altını çizdi. Somut delil şartıyla birlikte cinsel suçlarda tutuklamaların neredeyse imkânsız hale getirileceğini söylemek yanlış olmaz.
Onur Haftası
Başka bir hak ihlâli LGBTİ+ hakları alanında yaşandı. Onur Haftası eylemlerine çok sert bir biçimde müdahale edilerek engel olundu. Onur Haftası kapsamında Maçka Parkı’nda düzenlenmesi planlanan etkinliğe izin verilmedi, buluşmaya gelenlere şiddet uygulandı. Taksim’de yapılması planan Onur Yürüyüşü’ne izin verilmedi ve yürüyüş yapmak isteyenlere polis çok sert bir biçimde saldırdı. Bir süredir iktidarın günah keçisi ilan ettiği LGBTİ+ların ifade ve örgütlenme özgürlüğü sert bir biçimde engellenmiş oldu. Tümbunlara rağmen eylem ve etkinliklere katılım yüksekti, özellikle sosyal medyada Onur Haftası görünürlüğü ve eylemlere verilen destek fazlaydı.
Özellikle Galatasaraylı futbolcu Taylan Antalyalı’nın Onur Haftası’nda sosyal medyada yaptığı paylaşım oldukça gündem oldu. Taylan Antalyalı, gökkuşağı renklerinde “Powered by pride” (Gücünü onurdan alır) yazılı tşört giydiği için homofobik tepkilere maruz kaldı. LGBTİ+ varoluşların hedef gösterildiği bu siyasi ortamda Galatasaray Yönetim Kurulu’nun Taylan Antalyalı’ya sahip çıkması oldukça önemli bir gelişmeydi. Yönetim kurulu adına açıklama yapan sözcü M. Remzi Sanver şu sözlerle Taylan Antalyalı’ya sahip çıktı: “Galatasaray değerlerini bir aydınlanma geleneği olan Galatasaray Mektebi’nden alır. Bu değerler arasında da ifade özgürlüğü ve hiç kimsenin kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğramaması vardır. Bu değerler arasında ayrımcılığa uğrayanların yanında durmak için illa o kimliğe sahip olmanın gerekmediğinin bilinci vardır”
Sedat Peker İfşaları
Sedat Peker ifşalarına devam ediyor. Açıklamaları somut suçlar üzerine yoğunlaşınca daha da fazla ses getirmeye başladı. Son olarak Cihan Ekşioğlu’nun “Fetö Borsası”nın en önemli aktörlerinden biri olduğunu, eski AK Parti İzmir il ikinci başkanı Ahmet Kurtuluş’un öldürüldüğünü, Yüksel Özyurt ve Orhan Özyurt için “Soylu’nun kasası” ifadesini kullanarak Soylu’nun bu kişilerin gizli ortağı olduğunu açıkladı. Bu ifşalarla ilişkili olarak ayrıca Soylu’nun kuzeninin hastanelere tıbbi malzeme satış ihalelerini aldığı da gündeme geldi. Bunların yanısıra, Sezgin Baran Korkmaz’ın siyasi ilişkileri de gündemdeydi. Avusturya’da gözaltına alınan Korkmaz, ifadesinde emniyet ve gazetecilere rüşvet verdiğini açıkladı. Mehmet Ağar’ın ve Süleyman Soylu’nun da Korkmaz’ın özel uçağını kullandıkları deşifre oldu. Mehmet Ağar’ın yargılandığı davada mahkeme başkanı olan hakimin Korkmaz ile fotoğrafları ortaya çıktı. SBK Holding’in Baykal’ın damadının şirketlerine de sahte fatura kestiğinin açığa çıkmasıyla birlikte, Türkiye’deki yolsuzluk ve mafyalaşma sürecinin CHP kadrolarına da sıçradığına dair somut veriler ortaya dökülmeye başladı. Bu bilgiler günışığına çıktıkça mafyöz devlet aktörlerinin arasındaki gerilim ve çekişmeler de daha görünür olmaya başlıyor. Soylu’nun Korkut Eken için “Hiç sevmem. Karanlık bir tiptir” demesinin ardından Eken kendisine yöneltilen suçlamaları reddettiğini ve devlet için kritik görevler üstlendiğini vurgulayan bir açıklama yaptı.
Diğer Gündemler
Hukuk alanında öne çıkan haberlere baktığımızda, hak ihlâllerinin devam ettiğini görüyoruz. HDP’nin kapatılma iddianamesi Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edildi. Siyasi partilerin bu konuda çeşitli açıklamaları olmakla birlikte, açık bir tepki ve itiraz olduğunu söylemek mümkün görünmüyor. HDP kapatılma sürecine sokulduğu sırada Kılıçdaroğlu ve 19 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması istenerek fezlekeleri TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Ayrıca, Kobani davasında dört kişi beraat ederken, Anayası Mahkemesi’nin Gergerlioğlu ile ilgili hak ihlâli kararı vermesine rağmen, kendisi tahliye edilmedi.
Kanal İstanbul da geçtiğimiz iki haftanın gündemlerinden biriydi. Erdoğan Kanal İstanbul’un yapılması konusundaki kararlığını sert bir şekilde dile getirirken, CHP’nin projeye yatırım yapacak olan sermayedarları tehdit etmesini, yatırım yapanların paralarını geri alamayacaklarını açıklamasını eleştirdi ve yatırımcıların paralarını “söke söke” alabileceklerini söyledi. Bu söylem savaşlarının arkasında ise proje için çeşitli adımlar atıldığını Çiğdem Toker‘in proje için yapılan gizli ihaleleri açıkladığı yazısından öğreniyoruz.
Gündeme sınırlı bir şekilde taşınsa da, üniversiteye giriş sınavının bu güne kadar yapılan en zor sınavlardan biri olması tartışmalara neden oldu. Pandemi sürecinde pek çok öğrenci zor şartlarda bu sınava hazırlanmışken, sınavın bu kadar zor olması, sınav güvenliği ile ilgili soru işaretleri oluşturdu. Kayyum rektörlerin ardından, kayyum öğrencilerin de atanma ihtimali, somut veriler olmadan şu aşamada spekülasyon gibi duyulsa da, günbegün deşifre olan hukuksuz ilişkiler ağı için de çok da uzak bir ihtimal gibi durmuyor.
EKONOMİ
Son 15 günde ekonomiyle ilgili yayınlanan veriler Türkiye’nin büyük bir yoksullaşma sürecine girdiğini gösteriyor. Önce Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Nisan ayına ilişkin Tarım-GFE verileri açıklandı. “Buna göre tarımsal girdi fiyatları Nisan’da aylık bazda yüzde 1,71 ve yıllık bazda yüzde 22,15 yükseldi. Verilere göre, gübredeki fiyat artışı bir yılda yüzde 41,78’e ulaştı“. Girdi fiyatlarında yaşanan artışların doğal sonucu tüketici fiyatlarına da yansımasıdır. Açıklanan veriler enflasyonun hızla artış trendinde olduğunu gösteriyor. TÜİK’in açıkladığı, Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (Eurostat) tarafından hazırlanan 2020 Satınalma Gücü Paritesi (SGP) geçici sonuçları ise yoksullaşmaya vurgu yapıyor. Buna göre SGP baz alındığında Türkiye, 37 Avrupa ülkesinin olduğu listede 31’inci sırada yer aldı. Tüketici Hakları Derneği’nin (THD), TÜRK-İŞ ve TÜİK’in istatistiklerini kullanarak hazırladığı çalışma Türkiye’de yoksulluğun geldiği noktayı göstermesi açısından Eurostat verilerini teyit ediyor. Çalışmaya göre, “TÜRK-İŞ’in 2021 yılı Haziran Ayı açlık ve yoksulluk rakamları ile TÜİK’in “yıllık hane halkı kullanılabilir gelir dağılımı” karşılaştırıldığında, 16 milyon kişi aç, 50 milyon kişi ise yoksuldur. Toplam, 66 milyon kişi aç ve yoksuldur”.
Nüfusun büyük çoğunluğu yoksulluk sınırının altındayken, buna bir de pandemi nedeniyle 24 Mart 2020 tarihinde beri yürürlükte olan kısa çalışma ödeneği ile 17 Nisan 2020’den bu yana yürürlükte olan işten çıkarma yasağının 1 Temmuz 2021 itibarıyla sona ermesinin eklenmesiyle, yoğun işten çıkarmaların gündeme geleceğini ve zaten minimumlarda yapılan desteklerin de tamamen ortadan kalkmasıyla pandemi sürecinin alt sınıflar üzerindeki ekonomik etkilerinin çok daha sert hissedileceğini söyleyebiliriz.
Hal böyleyken son hafta, elektriğe yüzde 15, doğal gaza yüzde 12 oranında zam yapılırken LPG’ye 60 kuruş zam yapıldı. Böylece elektriğe son 3,5 yıl içinde yapılan zammın oranı yüzde 122’ye ulaştı. İktidar bir yandan bu tür zamlarla oluşan bütçe açığını kapatmaya çalışırken diğer yandan yeni kurulan Fiyat İstikrar Komitesi’yle de fiyat istikrarı sağlamaya çalışıyor. Öte yandan fiyat istikrarını sağlamanın Merkez Bankası’nın görevi olması sebebiyle FİK’in kurulması pek çok soruyu da beraberinde getirdi.
Bütçe açığını kapatma yönünde atılan bir diğer adım da Resmi Gazete’de yayımlanan kamu kurum ve kuruluşlarında alınacak tasarruf tedbirleriyle ilgili genelge oldu. Ancak gerek genelgenin içeriği ve gerekse de aynı süreçte toplumun büyük çoğunluğu yoksulluk sınırının altındayken Emine Erdoğan’ın “Gıdanı Koru Sofrana Sahip Çık” adlı etkinlikte yaptığı “porsiyon küçültme” önerisi yoğun tepkilere neden oldu. Genelgenin içeriğinde ise özellikle iki konu dikkat çekti. İlki, Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı ile TBMM Başkanlığı Genel Sekreterliği’nin tasarruf tedbirlerine ilişkin genelgenin kapsamı dışında bırakılmasıydı. Diğeri ise ilkine göre daha az dikkat çeken kreş yapımının da yasaklanması oldu. Bu durum kadınların çalışma hakkına doğrudan müdahale olarak yorumlandı.
Ekonomideki kötü gidiş için umutlar turizme bağlanmış durumda. Uçuş sınırlamalarının kaldırılmasıyla Rusya’dan özellikle Antalya’ya yoğun turist akını oldu. Rusya’da Covid-19 vakalarında son dönemde yaşanan artış ve Delta varyantı verileri beklentileri boşa çıkarabilir.
DIŞ POLİTİKA
AB ve Macaristan
Avrupa ile Macaristan arasında LGBTİ+ hakları ile ilgili ciddi bir gerilim yaşanıyor. Gerilimi, Macaristan’ın kabul ettiği eşcinsellik karşıtı yasayı “utanç verici” olarak nitelendiren AB Komisyonu Başkanı von der Leyen’in, “Kimi seveceğinizde özgür olduğunuz bir AB’ye inanıyorum” sözleri başlatmıştı. Ardından AB Komisyonu, Macaristan’a karşı yaptırım için derhal harekete geçme sözü verdi. Macaristan’ın AB içinde oy hakkını kaybetmesi ve mali yardımlardan mahrum edilmesi olasılığı tartışılmaya başlandı. “Avrupa’da Macaristan’ın yeri yok” yorumları dahi yapıldı. Macaristan bunu emperyalizm olarak değerlendirdi. Macaristan’la Polonya’ya yaptırımlar gündemde ancak somut adımlar atılmadı. Kınamalar olsa da fiili ve etkili bir müdahale henüz söz konusu değil.
Çekya’da bir Roman’ınöldürülmesi de ayrı bir gerilime neden oldu. Doğu Avrupa’nın Avrupa’ya entegrasyonunda sorunlar olduğu görünüyor. Aslında Avrupa sağı içinde de LGBTİ+ bireylerle ilgili gerici bir tutum söz konusu ancak, Avrupa’daki iktidarlar bu tip ayrımcı kanunları yürürlüğe koymuyor, aradaki temel fark bu gibi görünüyor.
Mısır, Libya, Türkiye
Mısır’ın “Ankara’nın Kahire’nin çıkarlarının gözetileceğine dair yaklaşımı nedeniyle ilişkiler normalleşme yolunda” şeklindeki açıklamasına karşın Libya’da Türkiye için işlerin pek iyi gittiği söylenemez. Berlin’de yapılan konferansta Libya’daki tüm yabancı birliklerin çekilmesi gerektiği yolunda bir karar çıktı. Türkiye bu karara şerh koydu. Bu şerhe rağmen karar bildirgesi açıklandı. Türkiye kendi kazanımlarını korumaya çalışıyor ancak bunu ne kadar başaracağı şüpheli.
Öte yandan başta ABD ile olmak üzere, Batı ile ilişkilerini dengede tutmak isteyen Türkiye’nin bu kez NATO şemsiyesi altında yeni maceralara atılmaya heveslendiği gözleniyor. Türkiye geçtiğimiz hafta Afganistan’da Kabil Havaalanı’nın denetimini üstlendi. Türkiye’nin Kabil Havalimanı’nın güvenliğinin sağlanmasında “öncü rol oynamayı” kabul ettiğini belirten Pentagon Sözcüsü Kirby, bu konuda yapılması gereken çok iş olduğunu söyledi. Türkiye’nin bu adımı çok riskli bir durum olarak değerlendiriliyor. Bu havaalanının aynı zamanda uyuşturucu trafiğinde kritik noktada olması farklı yorumlara yol açtı. Bu noktada NATO’nun yeni bir strateji ve tahkimat içerisinde olduğu görülüyor. Türkiye bu genel perspektife uyduğu sürece Batı tarafından “idare edilecek” gibi görünüyor. Önceki hafta Karadeniz’de düzenlenen askeri tatbikat da önemli bir gelişme olarak kaydedilmeli. Ayrıca Avrupa’nın Türkiye’yi mülteci tutan bir ülke olarak tahkim etmeye devam ettiğini bir kez daha vurgulamak gerekir. Son olarak mültecilerin barındırılması konusunda 3,6 milyar dolarlık bir yardım paketi onaylandı. Türkiye’nin İttihatçı eğilimleri engellense de doğrudan üstüne gidilmediği söylenebilir.
Kürt Bölgesi ve İç Çatışma Olasılığı
Kürt bölgesinde KDP-PKK gerginliği durumunu koruyor. Irak Parlamentosu Asayiş ve Güvenlik Komisyonu üyesi Bedir el-Ziyadi, Türkiye’nin sınır ötesi operasyonu sürdürdüğü Federe Kürdistan Bölgesi’nde 70 askeri üs kurduğunu ve 30 bin asker yerleştirdiğini söyledi. Şu an 16 kilometrelik bir derinliği olduğu söylenen bu alanın işgal edildiği görülüyor. Öte yandan Türkiye’nin bu alanda kalıcı olma ve daha da derinlere inerek PKK etkinliğini mümkün olduğunca kısıtlamak ve hatta fırsat bulduğunda yok etmek istediği de biliniyor.
Öte yandan çeşitli Kürt inisiyatiflerinin son dönemdeki bazı çıkışlarının KDP ile PKK arasındaki gerginliğin bir nebze durulmasına yol açtığı görülüyor. Örneğin İsviçre’de düzenlenen eylemde konuşan Kürdistan’ı Savun İnisiyatifi üyeleri, “KDP barış taleplerimizi görmezden gelerek yaşanan işgale ortak olmuş” demişti. PKK ile KDP arasında yaşanan gerilimin sona ermesi için Kürt sanatçılar da devreye girmeye çalıştı. Erbil’de Peşmerge Bakanlığı’yla görüşen Kürt sanatçılar, Kürtler arası bir çatışmaya karşı olduklarını belirterek, “Peşmerge Bakanı da iç çatışma istemediğini söyledi. Bundan sonra bir çatışma olursa bu işgalci devletlere, Türk Devleti’ne hizmet olur” dedi.
Çocuk Asker Skandalı
ABD Dış İşleri Bakanlığı Türkiye’nin çocuk asker konusunda hassas davranmayan ülkeler listesinde yer aldığını duyurdu.Reuters’ta yer alan habere göre, ABD Dışişleri Bakanlığı 2021 İnsan Ticareti (TIP) raporunda Suriye’de çocuk yaşta insanların silah altına alındığı bilgileri dile getiriliyor. Sultan Murat Tugayları’nda pek çok çocuk askerin bulunduğu bildiriliyor. Genelde bu tür konularda ilgili ülkelere karşı yaptırımlar gündeme gelir ancak, Türkiye için henüz somut bir adım atıldığı görülmedi.