Bu yazı hazırlanırken 21 Haziran – 4 Temmuz 2023 tarihli haber akışı esas alınmıştır.

İÇ POLİTİKA

Rejimin Tesisi

26 Mayıs-6 Haziran 2023 Gündem Değerlendirmesi’ndeki HÜDA-PAR’ın Cumhur İttifakı’na katılımının stratejik bir adım olduğu vurgusu, bir önceki dönem değerlendirmesinde bahsedilen ve 2014’ten bu yana gerçekleşen en önemli MGK toplantısında alınan kararlarla devletin Kürt-İslamcı adımlarında somutlanmıştı. Türklük sözleşmesi üzerinden yapılan tasarımın Kürt coğrafyasında farklı bir politikaya evrilmesi ve Kürt-İslamcı bir tasarım söz konusu. Bu yaklaşımı benimsemeyen en küçük bir eleştiride had bildirme mekanizması çalışıyor.

Merdan Yanardağ vakası da Kürt Hareketi ile ilgili farklı bir yorumda had bildirme olarak değerlendirilebilir. Zira Yanardağ, Tele1’de yayımlanan 4 Soru 4 Yanıt programında, AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun Gazete Duvar’da yayımlanan söyleşisine referansla, AKP’nin yeni bir çözüm süreci hazırlığında olabileceğini belirtmişti. Ancak Abdullah Öcalan’ın tutulduğu tecrit sebebiyle, yürütülen pazarlıkların sadece AKP’nin tekelinde olduğunu, bunun da Öcalan üzerinden siyasetin yeniden düzenleneceği anlamına geldiğini söylemişti. Ayrıca Öcalan’a uygulanan tecritin herhangi bir hukuksal temeli olmadığını da göstermişti. Programın yayımlanmasının hemen ardından Yanardağ hedef gösterildi ve canlı yayında gözaltına alınarak tutuklandı. RTÜK de boş durmayıp Tele1 hakkında inceleme başlattı. Tutuklanmayı takip eden günlerde Devlet Bahçeli’nin yapmış olduğu açıklamalar yukarıda bahsettiğimiz MGK kararlarının uygulanmasında hiçbir boşluk bırakılmayacağının göstergesiydi. Bahçeli, bir yandan Yanardağ’ı bir yandan HDP’yi hedef alırken, AYM’yi de doğrudan uyardı. Anayasa’nın 69. Maddesi’ne vurgu yaparak bu tür davalarda son merci olan AYM’nin de verdiği kararlarla “Kandil’in arka bahçesi” gibi davrandığını iddia etti. Aslında Yanardağ’ın hedef seçilmesinde arkasında ciddi bir desteğin olmayacağına olan inancın rol oynadığını söylemek yanlış olmaz. Nitekim, gelen tepkilerin twitter açıklamalarıyla sınırlı kaldığı görülüyor. Gazeteciler Cemiyeti ve sınırlı sayıdaki aydın ve sanatçının açıklamaları da ciddi bir etki yaratmadı. Kendi içindeki koltuk kavgalarına kilitlenmiş muhalefetin bu konulardaki sessizliğini tarihe not düşmek gerekiyor…

Benzer bir tepkisizlik Can Atalay’ın durumundaki hukuksuzluk için de söz konusu. Mazbatasını alan ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyeliğine seçilen Atalay hala Silivri’de tutuluyor. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, Atalay’ın isminin okutularak özlük haklarının verilmiş olmasıyla sorumluluğunu yerine getirdiğini ve elinden başka birşey gelmediğini söylerken, Atalay da muhalefetin etkisizliğinden şikayetçi.

Can Atalay gibi gündemde olan birisine bu kadar aleni yapılan hukuksuzluğun, göz önünde olmayanlar açısından nasıl işlediğinin bir örneğini HDP’nin önceki eşbaşkanlarından, 23 ve 24’üncü dönem milletvekili Sebahat Tuncel’in Adalet Bakanlığı’na yaptığı başvurudan öğreniyoruz. Bakanlığa gönderdiği dilekçesinde Tuncel, tahliye hakkı kazanmış olmalarına rağmen, özellikle Kürt siyasi tutuklulularının, cezaevi yönetimlerince keyfi gerekçelerle tahliye edilmediğinden bahsediyor.

AYM’nin ihlal kararına rağmen Cumartesi Anneleri’nin 952. ve 953. haftalardaki eylemleri polis tarafından yine engellendi ve eylemciler ters kelepçe yapılarak gözaltına alındı.

Muhalefetteki Koltuk Kavgası

İktidar yeni rejimin temellerini sağlamlaştırırken, muhalefetin, özellikle Millet İttifakı’nın iki büyük ortağında değişim-dönüşüm nidalarıyla başlayan tartışmalar koltuk kapma yarışına dönmüş görünüyor. İyi Parti’nin 3. Olağan Kurultayı’nda Meral Akşener yeniden başkan seçildi. Akşener yaptığı konuşmada CHP’den 15 milletvekili istemesini hayatının en büyük hatası olarak değerlendiriken, yenileşme vurgusu yaptı. Ayrıca İstanbul’un kazanılmasında HDP’nin rolüne vurgu yapanları da eleştirdi. İyi Parti’nin önemli isimlerinin son dönemde yapmış oldukları çıkışlar partide bir dönüşüme işaret ediyor. Özellikle Merdan Yanardağ ve Tele1’in hedefe konulmasında İyi Parti’nin oynadığı rolü gözden kaçırmamak gerekiyor. CHP’de ise yakın gelecekte kurultay görünmediği gibi süreç de çok bilinmeyenli bir denklem şeklinde yürüyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminin kaybedeni Kemal Kılıçdaroğlu da değişime vurgu yaparken, genel başkanlık için kurultayı işaret ediyor ve İmamoğlu’nun tekrar İstanbul için aday olmasını istiyor. Partide değişimi ilk dillendirenlerden biri olan Ekrem İmamoğlu ise ‘iktidaricindegisim.org’ adlı sitede değişim çağrısını halkın görüş ve önerilerine açtı. Yerel seçimlerde İmamoğlu’nun ardındaki güç olarak gösterilen Canan Kaftancıoğlu ise Kemal Kılıçdaroğlu’na desteğini açıklayarak, “Kendimden örnek vereyim, Kemal Kılıçdaroğlu Genel Başkan olmasaydı Cumhuriyet Halk Partisi’nde benim gibi bir siyasi aktör -beğenirsiniz, beğenmezsiniz- olamazdı. Kemal Kılıçdaroğlu Genel Başkan olmasaydı çok büyük ihtimalle Ekrem İmamoğlu profilinde birisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olamazdı” dedi.

HDP’de değişim dillendirilirken yola hangi çatı altında edileceği henüz netlik kazanmadı. HDP adı altında ya da Yeşil Sol olarak devam edilebileceği gibi Yeşil Sol’un adını değiştirerek de devam edilebilir. Bundan daha önemlisi özeleştiri sürecinin tamamlanıp yerel politikalara ve seçmen tabanına geri dönülmesi gerekiyor. Yerel seçimlere kendi adayıyla katılması meselesini konuşmak için de erken gibi görünmekle birlikte yüksek siyasete dair sorularla uğraşılmaya başlanmış.  HDP’nin CB seçimlerinde CHP’ye yedeklenmesiyle sonuçlanan politikalarından vazgeçip vazgeçmediğine dair birşey söylemek için elde yeterli veri yok. Ancak söylem düzeyinde bir değişim dillendiriliyor. HDP açısından geçtiğimiz dönemin önemli bir diğer gelişmesi de Kobane Davası’nın 26. Duruşması oldu. Duruşmada söz alan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel Merdan Yanardağ’ın tutuklanmasına tepki göstererek Öcalan’ın rolünün ve tecritin hatırlatılmasının suç kabul edilemeyeceğini belirtti.

Onur Haftası

Onur Ayı kapsamında yapılması planlanan pek çok etkinlik yurt genelinde yasaklandı. Yasaklamalar ve insan hakları ihlalleri Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Dokümantasyon Merkezi’nin hazırladığı raporda yer aldı. Rapora göre en az 9 eylem ve etkinliğe fiziksel şiddet kullanılarak müdahale edilirken, bu müdahalellerde en az 205 kişi de gözaltına alındı. Yasaklamalara ragmen İstanbul ve İzmir’de ‘Onur Yürüyüşü’ gerçekleştirilmeye çalışıldı. Polisin şiddet kullanarak müdahale ettiği gösterilerde, polisin LGBTİ+ olduğunu varsaydığı insanlar zorla gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasındaki yabancı uyruklu kişiler geri gönderme merkezlerinde tutuluyorlar.  Öte yandan AK Parti’nin gündeme getirdiği ve Meclis Anayasa Komisyonu’nda kabul edilen, ama Genel Kurul gündemine gelmeyen anayasa değişikliği önerisine eklenen “Evlilik birliği, ancak kadınla erkeğin evlenmesiyle kurulabilir” hükmü LGBTİ+ derneklerinin kapatılmasının önünü açabilir.

Sivas Katliamı’nın 30. Yılı

Katliamın 30. Yılında yaşamını yitiren canlar yurdun pek çok köşesinde anıldı. Sivas’ta  Madımak Oteli’nin bulunduğu yere kadar yapılan yürüyüşün sonunda Otel’in bulunduğu Sivas İl Özel İdaresi Bilim ve Kültür Merkezi önüne karanfiller bırakıldı. İstanbul Sarıgazi’deki anma etkinlikleri polis tarafından engellenirken çok sayıda insan gözaltına alındı. Katliam ve sonrasında yaşananlara ilişkin Alişan Akpınar’ın yazısını öneriyoruz.

Ekonomi

Merkez Bankası faiz artırdı; Türk tipi ekonomi modeline” tamam mı devam mı?

Merkez Bankası (MB), politika faizini yüzde 8,5’ten yüzde 15’e çıkardı. TCMB bu kararla faizi 650 baz puan artırmış oldu. Banka, Mart 2021’den beri ilk kez faiz artırmış oldu. Para Politikası Kurulu (PPK) tarafından yapılan açıklamada iki önemli husus dikkat çekti. Birincisi, enflasyonun kontrol altına alınması için “parasal sıkılaştırma sürecinin başlatılmasına karar verildiği” açıklaması idi. Diğeri ise, “piyasa mekanizmalarının işlevselliğini artıracak” şekilde “mevcut mikro ve makro ihtiyati çerçevenin” sadeleştirilmesiydi.

PPK’nun açıklaması daha ziyade uluslararası finans merkezlerine dönük, “artık ortodoks politikalara dönüyoruz” şeklinde bir mesaj gibi okunabilir. Bununla birlikte pratikte atılan adımlar bu “kararlılığı” desteklemiyor. Nitekim resmi enflasyon oranının bile yüzde 40’lara ulaştığı bir ortamda yüzde 15 oranındaki politika faizi uluslararası piyasalar tarafından yeterli görülmedi. Örneğin Reuters haber ajansı geçtiği haberde, MB’nin faiz artırma kararını yetersiz bulan yabancı yatırımcıların Türkiye’ye yönelik planlarını bir süre daha bekletebilecekleri iddiasında bulundu. MB’nin faiz artışının ardından ABD dolar kurunun 26 TL’yi geçerek tüm zamanların rekorunu kırması da finans piyasalarının faiz artış oranına dair tepkisinin önemli bir göstergesiydi. Bu arada dolar kuru yükselirken MB’nin müdahalede bulunmaması da dikkat çekti.

Mart 2024’teki yerel seçimlere kadar mevcut yönetimin MB politika faizini sert biçimde yükselterek kredi maliyetlerini artırması, ekonomide ani bir durgunlaşmayı ve yüksek işsizliği göze alması beklenmiyor. Mayıs seçimlerinin kazanılmasında işsizliğin çok yüksek boyutlarda olmamasının ve çalışan kesimlerin düşük ücretlere razı edilerek ekonominin çarklarının şöyle veya böyle döndürülmesinin önemli bir faktör olduğuna kuşku yok. Diğer yandan, Türkiye’nin kronik döviz kıtlığı sorunu, dolayısıyla büyümenin finansmanı için yabancı kaynak girişi zorunluluğu ekonomik dengeler üzerinde baskı oluşturmayı sürdürüyor.

Kuru baskılamak için “MB döviz satışı yapmayacak”

Yeni MB Başkanı Erkan, banka yöneticileriyle gerçekleştirdiği bir toplantıda yine “ortodoks” politikalara dönüş anlamına gelen bir mesaj verdi; MB’nin bundan böyle döviz kurunu baskılamak için piyasaya döviz satışı yapmayacağını dile getirdi. Buna karşın, Kur Korumalı Mevduat (KKM) dönüşleri dolayısıyla döviz likiditesi açığını karşılamak için kamu bankaları üzerinden 1 milyar dolar tutarında satış yapılması “arka kapı” döviz satışlarına yeni bir örnek oluşturdu.

Torba yasayla çeşitli vergilerin artırılması düşünülüyor.

Yeni bir torba yasayla depremin yol açtığı ekonomik kayıpları telafi etme ve genel olarak vergileri yükselterek kamu açıklarını azaltma amacını taşıyan bazı düzenlemeler Meclis Başkanlığı’na sunuldu. Söz konusu düzenlemelerden en dikkkat çekici olanları arasında bir kereye mahsus olmak üzere ek motorlu taşıtlar vergisi getirilmesi, Cumhurbaşkanı’na bazı mallarda ÖTV’yi ve maktu vergileri artırma yetkisi tanınması yer alırken, yüzde 20 olan kurumlar vergisi yüzde 25’e, banka ve finans kurumları için ise yüzde 25 olan kurumlar vergisi yüzde 30’a çıkartılıyor.

Dış Politika

Fransa’da ayaklanmalar

Fransa’da 17 yaşında Arap kökenli bir gencin trafik kontrolü sırasında polis tarafından vurularak öldürülmesi, çoğunlukla Arap ve Afrika kökenli göçmenlerin yaşadığı birçok kentte günlerce süren gösteri ve eylemlere yol açtı. Eylemler barışçıl protesto gösterilerinin yanı sıra doğrudan şiddete, hatta yer yer yağmalara, binlerce arabanın, kütüphaneler gibi kamu hizmeti veren tesislerin yakılmasına da sahne oldu. Bazı kentlerde kısmi sokağa çıkma yasağı ilan edildi, toplu taşıma araçlarına kısıtlama getirildi. Sağ ve özellikle de aşırı sağ partiler olağanüsütü hal benzeri sert önlemlerin alınmasını talep ederken Cumhurbaşkanı Macron’un daha dengeli bir tutum izlemeye çalışması dikkat çekti.

Analistler 2016’da polisin silah kulanma yetkisinin genişletilmesinden sonra hemen hepsi göçmen kökenli 13 kişinin polis kontrolünden kaçtıkları gerekçesiyle öldürüldüğünü belirtiyor. Fransa’da Arap ve Afrika kökenli gençler düzenli şekilde polis kontrolüne tabi tutulduklarını, toplumun bir parçası, bir “Fransız” olarak görülmediklerini dile getiriyor. İsyanın bu kadar sert bir biçim almasında Fransız devleti/toplumunun kök salmış yapısal ırkçılıkla yüzleşmemesinin, “Cumhuriyet değerlerinin” Fransa’yı otomatik olarak ırkçılıktan muaf tuttuğu yanılsamasına sarılmasının payının büyük olduğu söylenebilir.

Eleştirel bir perspektiften gösterilerin, örneğin ABD’deki “Black Lives Matter” hareketinden farklı olarak yer yer nihilist bir karakter taşıdığı, politik bir vizyondan yoksun olduğu ve güçlü bir örgütlülüğe sahip olmadığı öne sürülebilir. Buna karşın, örneğin Fransa’da konuyla ilgili araştırmalar yapan bazı uzmanlar, 80’lerde alt kesimleri, işçi sınıfını, hatta göçmeleri de kapsayan solun zamanla orta ve üst kesimden gelen kişilerce temsil edildiğine, göçmen kökenli gençlerin politik sistemde hiçbir şekilde temsil edilmediğine dikkat çekiyor ve ayaklanmaların özünde politik bir nitelik taşıdığını vurguluyor.

Son olarak, göçmen kuşaklar arasında örgütlenen, onların sorunlarını politik arenada temsil eden muhalif yapıların yokluğunda, şiddet içeren bu türden gösterilerin “devlet otoritesini” güçlendirmek adına aşırı sağ tarafından kullanılacağını tahmin edebiliriz.

Rusya’da paralı asker şirketi Wagner isyanı

Rus paralı asker şirketi Wagner’in kurucusu ve lideri Prigojin, Rus Ordusu’nun Ukrayna’daki Wagner birliklerini bombaladığını ve ağır kayıplar verdirdiğini öne sürerek isyan bayrağını açtı. Prigojin emrindeki 25 bin paralı askerle Rusya sınırını geçerek Rostov’a girdi, şehirde hâkimiyet kurdu ve Moskova’ya doğru “adalet yürüyüşüne” geçtiklerini duyurdu. Kremlin sözcüsü Peskov ise Prigojin’i “ayaklanma çağrısı yapmak”la suçladı, hakkında dava açıldığını belirtti. Moskova’da “terörle mücadele rejimi” ilan edidi. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin, Prigojin’in eylemini “hainlik” olarak nitelendirdi. Kısa bir süre sonra Kremlin, Belarus Devlet Başkanı’nın devreye girmesiyle anlaşma sağlandığını, Wagner askerlerinin üslerine döneceğini, Prigojin’in ise Belarus’a gideceğini ve hakkında açılan davanın düşürüleceğini duyurdu. Anlaşma sağlanmasından sonra Prigojin, “Wagner’in 1 Temmuz’a kadar varlığını sona erdirmek zorunda olduğunu” açıkladı.

Wagner ayaklanmasının perde arkası

Konuyla ilgili analistler sorunun büyük ölçüde Prigojin’in, Rusya Savunma Bakanı Şoygu ve Genelkurmay Başkanı Gerasimov’la giriştiği rekabetten kaynaklandığını öne sürüyor. Prigojin daha önceki açıklamalarında Rus ordusunun beceriksizce savaştığından ve kendilerine yeterli teçhizat verilmediğinden şikayet ediyordu. Prigojin son yaptığı açıklamalarda ise Savunma Bakanlığı’nın cephede verilen kayıpları gizlediğini öne sürmüştü. Savunma Bakanlığı’nın Wagner mensuplarını “sözleşme altına alma” çağrısı yapması, böylece Wagner’in ve Prigojin’in bağımsızlığına son vermek istemesi Wagner isyanının başlıca nedenini oluşturdu.

Wagner isyanı, günümüzde ulus-devletlerin şiddet tekeli konusunda geldiği aşamaya ilişkin önemli ipuçları veriyor. Devletlerin, yoğun insan hakları ihlalleri içeren, üstlenmekten kaçındıkları operasyonları kontr-gerilla benzeri örgütlenmeler yoluyla gerçekleştirdiği bilinen bir durum. Fakat, Wagner örneğinde olduğu gibi, büyük bir paralı asker ordusunun açık şekilde, yasal çerçeveye yedirilerek dünyanın çeşitli bölgelerinde kullanılmasının, günü geldiğinde ise ulus-devlet otoritesine karşı isyan bayrağı açmasının yeni bir aşama oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Astana görüşmeleri
Öncelikle geçen dönem Türkiye’nin Rojava’ya düzenlediği saldırıya yönelik ABD  tepkisine değinebiliriz. Hatırlanacak olursa, TSK insansız hava aracıyla düzenlediği saldırıda Kamışlo Kantonu Eşbaşkanı ve yardımcısını öldürmüştü.  Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü Kirby konuyla ilgili yaptığı açıklamada “Türkiye’nin de Suriye’de ne yaptığımızı, neden yaptığımızı ve kimlerle neden çalıştığımızı anlaması gerekiyor” dedi. Böylece ABD’nin Rojava’da düzenlenen saldırıyı onaylamadığını belirtmiş oldu.

Astana’da Türkiye, Rusya ve İran dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde yapılan toplantının sonuç bildirisinde “terörle mücadele bahanesi altında gayrı meşru özerklik girişimleri”, “petrol gelirlerinin yasadışı yollarla ele geçirilmesi” ve “gayrimeşru özyönetim girişimleri de dahil terörist oluşumlar” reddedilerek kınandı. Son zamanlarda Astana toplantılarının sonuç bildirgelerinde Rojava özerk yönetimine ilişkin dilin giderek sertleşmesi dikkat çekiyor. Gazeteci Fehim Taştekin de Kürtlerin seçeneksiz bırakılmaya çalışıldığını belirtiyor. Astana görüşmelerinde Türkiye’nin politikasına daha fazla yer açılmasının, Ukrayna Savaşı’yla birlikte Türkiye’nin Rusya nezdindeki artan önemiyle açıklanabileceğini söyleyebiliriz.

İsrail’in Cenin’e saldırıları

İsrail ordusunun Batı Şeria’daki Cenin kentine düzenlediği saldırılarda ikisi çocuk olmak üzere yedi Filistinli öldürüldü. İsrail saldırılarının yanı sıra Filistinli direnişçilerin eylemleri de sürüyor. Son olarak Filistinli direnişçiler Batı Şeria’da yasa dışı bir Yahudi yerleşim birimine saldırarak dört İsrailliyi öldürdüler. Filistin hareketi Hamas ise işgal altındaki topraklarda Yahudi yerleşimcileri hedef alan saldırıları “meşru savunma hakkı” olarak nitelendirdi.

Yunanistan’da seçimler

Yunanistan’da ikinci turu düzenlenen parlamento seçimlerinde Başbakan Miçotakis’in Yeni Demokrasi Partisi (YD) oyların yüzde 40,52’sini alarak tek başına iktidar olma imkanını elde etti. YD ve Miçotakis sol partiler tarafından otoriter bir yönetim kurmakla eleştiriliyordu. Syriza ise ciddi bir yenilgi yaşadı, oy oranı yüzde 17’ye geriledi. Bunun üzerine Syriza Genel Başkanı Çipras görevinden istifa etti. Bir diğer önemli gelişme üç aşırı sağ partinin, daha önce dağıtılan faşist Altın Şafak Partisi’ne bağlı unsurların desteklediği Spartalılar’ın, NİKİ’nin ve Helen Çözümü’nün meclise girmesi oldu. Syriza lideri Çipras üç aşırı sağ partinin meclise girmesinden YD lideri Miçotakis’i sorumlu tuttu.