Bu değerlendirme yazısı hazırlanırken linkte bulunan haber akışından faydalanılmıştır.

 

İÇ POLİTİKA

 

Seçime doğru

 

Altılı Masa resmi olarak başkan adayını açıklamış olmasa da, Kılıçdaroğlu halihazırda aday olarak kendini konumlandırmaya başladı. Ancak diğer birçok konuda olduğu gibi, bu isim konusunda uzlaşma olduğunu söylemek mümkün değil.

Kılıçdaroğlu her kesimi ‘kucaklayan’ daha demokrat ve kapsayıcı bir profil çizerken, özellikle ulusalcı/milliyetçi kesimler açısından Mansur Yavaş daha cazip bir aday olarak duruyor. Kimi anketler de bu yönde sonuçlar bildiriyor. Son olarak Metropoll’ün yaptığı araştırma basında çokça yer aldı. Araştırmanın sonuçlarını yorumlayan Özer Sencar, Kılıçdaroğlu’nun uygun aday olmadığı, toplumun her kesiminin oyunu alamayacağı konusunda ısrarlı. Mansur Yavaş’ın en büyük avantajının ise henüz ‘konuşmamış’ ve siyasi tartışmaların içine girmemiş olması olduğunu söylüyor. Ayrıca, Meral Akşener’in siyasi arenayı Kemal Kılıçdaroğlu’na terk etmesinin hata olduğunu, bunun kendisini ve partisini olumsuz etkilediğini belirtiyor.

Araştırmanın asıl kritik bulgusu ise, kararsız oyların AKP’ye yönelmeye başlamış olması. Her ne kadar ekonomik krizin, en kuvvetli muhalefet olarak, AKP’yi iktidardan indirmesinin kaçınılmaz olduğu düşünülse de, seçimi kazanmak muhalefet açısından hiç de kolay değil; özellikle de Kürtleri kapsayan demokratik bir program önermediği sürece. Metropoll’ün araştırması bu anlamda da net bir sonuç içeriyor: Kürtlerin oyunu almayan hiçbir aday seçimi kazanamaz! CHP’nin demokrat kesimini dışarıda bırakacak olursak, Altılı Masa’nın bu konuda ümit vaat ettiği söylenemez. Meral Akşener’in 90’lı yıllarda Kürtlere karşı yürütülen savaşın en kritik aktörlerinden Sedat Bucak’ı ziyareti hem somut hem de sembolik olarak Kürt sorununu ‘çözme’ konusunda izlenecek politikaya dair ciddi bir veri sunuyor. Ayrıca, Gürsel Tekin’in HDP’ye bakanlık verilebileceğini ifade etmesinin ardından Akşener, HDP’nin olduğu masada yer almayacaklarını söyledi. Gelinen aşamada Altılı Masa’nın AKP sonrası dönemde Kürt sorunun çözümünü de içerecek demokratik bir dönüşümü hedeflemekten ve gerçekleştirmekten uzak olduğu görülüyor. Müesses nizamın İYİ Parti aracılığıyla Altılı Masa’ya Kürt sorunu konusunda kırmızı çizgileri hatırlattığını söylemek yanlış olmaz.

Müesses nizamın çizdiği sınırlar sadece Kürt sorununun çözümü konusunda değil, AKP ve etrafında kurulan mafyatik ve otoriter devlet yapısından kurtulmanın karşısındaki en büyük engel olarak da duruyor. Kılıçdaroğlu bu konuda geleceğe dair umut vaadeden açıklamalar yapsa da, ittifakın ortak tavrı daha belirleyici olacak. CHP bu mafyatik ilişkiler ağını deşifre eden, ‘Mafya-Siyaset-Ticaret’ başlığıyla bir rapor yayınladı. Raporda Türkiye’deki kara para ve uyuşturucu trafiği, mafya bağlantıları, rant ilişkileri ve tüm bunların siyasi arena ile ne kadar iç içe geçtiği ile ilgili veriler yer alıyor.

Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkan bir kesim de, özellikle AKP rant ağının parçası olan sermayedar kesim. Kılıçdaroğlu, sermaye çevrelerinden kendisine karşı düzenlenen ‘komplolara’ karşı bir açıklama yaptı. Bu kesimin komplolarından haberdar olduğunu, kimi gazetecilerin ve anket şirketlerinin manipülatif haber ve asılsız araştırmalarla kendisi ve kurmaylarına karşı kampanya başlattıklarını söyledi ve bu kesimleri ‘uyardı’.

Altılı Masa’daki gerilimlerin gün yüzüne çıktığı bir diğer olay da, Barış Yarkadaş’ın bir televizyon programında İYİ Partili yöneticilerin büyükşehir belediyelerinden ihale aldığını açıklamasıydı. Bu açıklamanın ardından İYİ Parti ‘iftira’ gerekçesiyle Yarkadaş hakkında suç duyurusunda bulundu.

Kılıçdaroğlu’nun adaylığı, Kürt sorununa yaklaşım, İstanbul Sözleşmesi gibi birçok konu, ittifak bileşenlerinin ortaklaştığı konular olmaktan uzak ve bu durum ittifakın ne kadar ince bir iple birbirine bağlı olduğunu gösteriyor.

 

AYM kararları

AYM’nin hak ihlalleri karşısında adil kararlar verdiği vakalara daha önce gündem değerlendirmelerimizde yer vermiştik, ancak konu Kürtler ve Kürt bölgeleri olduğunda bu tip kararlarla sık karşılaştığımız pek söylenemez. Geçtiğimiz iki haftalık dönemde ise, AYM bu anlamda ‘sürpriz’ olarak da değerlendirilebilecek çeşitli kararlara imza attı.

AYM, Sur’da sokağa çıkma yasakları döneminde evine ulaşamayan ve uğradığı zararın tazmin edilmesini isteyen Emrullah Yılmaz’ın başvurusunu kabul etti ve tazminat ödenmesine karar verdi. Karar emsal niteliği taşıdığı için ayrıca önemli. 2017 yılında, KESK-SES’in Diyarbakır’da yapmak istediği basın açıklamasının, Diyarbakır Valiliği’nin yasak kararı gerekçesiyle engellenmesini AYM hak ihlali olarak değerlendirdi; böylece Olağanüstü Hal Kanunu’na dayanarak 17 Ağustos 2016’da alınan gösteri ve yürüyüş yasağı kararının, “toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenleme hakkının” ihlali olduğuna hükmetmiş oldu. Selçuk Üniversitesi’nde görevli Dr. Hasan Mor’un “Cumhurbaşkanı’nı ve eşini küçük düşürdüğü” iddiasıyla kınama cezasına çarptırılması da ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirildi. Bir diğer karar da yine KESK eylemleriyle ilgili… KESK’in 2015’te Ankara’da toplu iş sözleşmesini protesto etmek üzere düzenlediği gösteriye polis müdahale etmişti. AYM, bu müdahale nedeniyle eylemcilere tazminat ödenmesine karar verdi.

 

Cezaevlerinde ölümler

 

Cezaevlerindeki hasta mahkumların durumu, ölüm ve işkence vakaları bir süredir basında çok yaygın bir şekilde yer alıyor. Özgür Hukukçular Derneği Batman Şubesi, ağır hasta mahpusların durumuna dikkat çekerek, son 8 ayda cezaevlerindeki 43 tutuklunun hayatını kaybettiğini bildirdi. İstanbul Barosu ve İstanbul Tabip odası da hasta mahkumların hapishanede bulunmalarının insan haklarına aykırı olduğuna, hapishane koşullarının gayri insani olduğuna dikkat çeken bir basın açıklaması yaptı.

Ayrıca son dönemde hapishanelerden çok sayıda şüpheli ‘intihar’ haberi gelmeye başladı. İntihar ettiği iddia edilen, Elazığ T Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan Engin Korcum’un cenazesinin Dersim’e girişine izin verilmedi. Diyarbakır Kadın Kapalı Cezaevi’ndeki tutuklu Emel Hacıoğlu, şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi.

 

Tarkan konseri

 

Tarkan’ın İzmir konseri hem konser öncesinde hem de sonrasında iç siyasetin en çok konuşulan gündemlerinden biri oldu. Pop müzik konserleri artık sadece ‘konser’ olmaktan çıkmış, politik çıkışlar yapan müzisyenler için Türkiye siyasetinin doğrudan ifade alanı bulduğu sahne ve meydanlara dönüşmüş durumda. Tarkan’ın konseri ise hem kitleselliği hem de etkisi itibariyle bu konserlerin içinde en görkemli olanı. Konserin seküler/Kemalist kesimlerin gövde gösterisine dönüştüğünü söylemek muhtemelen abartı olmaz. Bu kesimin aynı zamanda (seküler) Türk milliyetçiliğinin de ana gövdesini oluşturduğunu düşündüğümüzde, Kemalist Türk milliyetçiliğinin tarihinin belki de en popüler günlerini yaşadığını söyleyebiliriz. Tabii bu noktada 9 Eylül gibi resmi tarihin sembolik günlerinden birini, Türkiye-Yunanistan geriliminin köpürtülmeye çalışıldığı bir dönemde, Tunç Soyer’in barış mesajları vererek kutlamasını da kendi içinde değerlendirmek gerekiyor. En azından seküler kesimler içinde ulusalcı ve demokratlar arasındaki gerilimin bir yansıması olarak da okumak önemli olabilir. Bu konser, kültür-sanat dünyasının yasaklarla çevrildiği, konserlerin iptal ettirildiği, İslamcı baskının hayatlarımızda en çok hissedildiği bir dönemde, kültür-sanat alanından verilmiş bir yanıt olarak da değerlendirilebilir.

EKONOMİ

Ekonomik Göstergeler:

 

Enflasyon artmaya devam ediyor. TÜİK verilerine göre tüketici fiyatları bir öceki yıla göre yüzde 80,21 üretici fiyatları ise yüzde 143,75 oranında arttı. ENAG ise aynı dönem için tüketici fiyat artışını yüzde 181,37 olarak ölçtü. Mevcut ekonomi politikalarıyla enflasyonun düşmeyeceğini ancak yıl sonuna doğru baz etkisiyle bir miktar düşüş olacağını bilen iktidar ise bir yandan enflasyonun yakın zamanda düşme eğilimine gireceği fikrini yayarken diğer yandan da aslında enflasyonun tüm dünyanın sorunu olduğu propagandasına devam ediyor. Gerek Amerika ve gerekse Avrupa merkez bankalarının faiz yükseltmelerinin Türkiye’nin borçlanma maliyetlerini ve döviz kurlarındaki baskıyı daha da artıracağı gerçeği gözardı edilmiş görünüyor. Toplumsal talepteki daralma ve ekonomideki durağanlık işsizliği daha da artırabilir. Ancak yine de baz etkisinin yaratacağı düşüş ile seçime gidilmesi düşünülebilir.

Sosyal Yardım Paketi:

 

Seçim yaklaştıkça iktidarın seçime dönük adımları da en azından umut tacirliği anlamında basında yer almaya başladı. Artan enerji fiyatları ve döviz kurları dolayısıyla hayli zorlu geçeceği beklenen kışa hazırlık olarak doğalgaz ve elektrik faturalarına yapılacak destekler konusunda ilgili bakanlıkların görüşmelere başladığı haberi geldi.  Ardından da “Cumhuriyet tarihinin en büyük sosyal konut projesi” olarak adlandırılan ve tüm il ve ilçelerde 2023-2028 arasını kapsayan dönemde yapılması planlana konut projesinin tanıtımı yapıldı. Tanıtım sırasında ödemelerin her yıl memur maaş zammı oranında arttırılacağı ise belirtilmeyerek sonraya bırakıldı.

Uluslararası Etkiler:

 

Haber taramasına konu olan dönemde TCMB Temmuz ayı istatistikleri yayımlandı. Dikkat çeken iki rakam, 12 aylık cari açığın 36,6 milyar dolara çıkması ile net hata ve noksan kaleminde ocak-temmuz döneminde yurda giren paranın 24,35 milyar dolar olmasıydı. TCMB’nın döviz rezervlerinin ekside olduğu bir dönemde cari açığın yaklaşık 2/3’sinin bu yolla karşılanmasının, döviz talebi üzerindeki baskıyı azaltarak iktidara önemli bir avantaj sağladığı aşikar olmakla birlikte net hata noksan kaleminin kaynağı bilinmiyor. Rusya’dan geldiği söylentilerine kara para olma ihtimali de eşlik ediyor. Miktarın önümüzdeki dönemde daha da artacağına, gelen paraların döviz kurlarını düşürmede kullanılacağına yönelik haberler yayılıyor. Bu para nereden geliyor ve neye karşılık geliyor, nereye ve nasıl harcanıyor soruları ise ortada duruyor.

Banka hisselerinin borsada son bir aydır tavan yapmasını, son günlerde de hızla düşüşe geçemesini ise ilginç bir gelişme olarak not edelim. Sebebi çok açık olmayan bu yükselişlerin manipülasyon olduğu, kaynağı belirsiz bir parayla böyle bir manipülasyon yapıldığı söyleniyor.

İşçi Eylemleri:

 

Hayat pahalılığıyla birlikte ülkenin hemen her yerinde irili ufaklı pek çok işçi direnişi yaşanmaya başlandı. Ancak bu eylemlerin tek başlarına kalmamasını sağlayacak, onları destekleyecek mücadeleci bir işçi hareketinin olmaması, hem direnişi zayıflatıyor hem de eylemlerin duyulmasını engelliyor. Bunun yanında yapılan direnişlerin tüm işçileri kapsamaması ve sınırlı sayıda kişinin katılması da grevlerin etkisini azaltıyor. Statükocu sendikaların da bu direnişleri yeterince desteklemediği eylemci işçilerce dile getiriliyor.

DIŞ POLİTİKA

Avrupa Enerji Sorunu

Ukrayna’nın bugüne kadarki en büyük karşı saldırıda Rus işgali altındaki toprakları geri kazanmaya başladığı günlerde Ukrayna’daki savaşın Avrupa’da bir enerji savaşına yol açtığı görülüyor. Rusya – Ukrayna savaşından sonra Rusya’ya uygulanan ambargoların tersine sonuçlar yaratmaya başladığı söylenebilir. Önce Kuzey Akım 1 boru hattında bakım onarım yapıldığı, ardından da arıza olduğu açıklamaların sonrasında gerçek durum anlaşıldı. Gaz fiyatlarının birden yüzde 30’dan fazla artması sonucu G7 ve AB’nin Rus petrol ve doğal gazına tavan fiyat uygulamak istediği ortaya çıkınca ortalık karıştı. Nihayetinde Rusya geçen hafta, Şubat ayında Ukrayna’yı işgal etmesinin ardından iddiaya göre uygulanan yaptırımlar kaldırılana kadar Kuzey Akım 1 boru hattı üzerinden Avrupa’ya doğal gaz göndermeye devam etmeyeceğini açıkladı.

Savaştan önce Rusya, Avrupa’ya doğalgazının %40’ını sağlıyordu. Şimdi Avrupa ülkeleri, artan enerji fiyatlarının yanı sıra gaz kıtlığı ile başa çıkmanın yollarını arıyor. Enerji krizinin kış aylarında kesintilere ve bazı sanayi tesislerinin kapanmasına yol açabileceğine dair endişeler var.

Son dönemde ABD’nin Rusya ve Çin’i çevreleme (son Tayvan meselesi buna örnek verilebilir) ve ekonomik olarak çökertme olarak ifade edebileceğimiz orta vadeli bir stratejisi olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle ABD, Rusya’yı çevreleme politikasının parçası olarak Nato’nun genişlemesi konusunda AB’yi ikna etti ve Rusya ile ticari ilişkilerini kesti. Bu uzun vadede Rusya’nın zayıflatılmasını amaçlıyor. Ancak AB’nin enerji konusunda bu denli Rusya’ya bağımlı iken bu stratejiyi nasıl bir “alternatif” enerji kaynağına güvenerek kabul ettiği pek anlaşılır değil.

AB tarafında enerji Bakanları Brüksel’de bir araya geldi. Toplantıda AB Komisyonu’nun iki gün önce enerji krizine karşı alınması planlanan 5 acil tedbir görüşüldü. Önlemler arasında, Rus gazına tavan fiyat uygulanması, elektriğin en yoğun kullanıldığı saatlerde tüketimi düşürme hedefi belirlenmesi, düşük maliyetle elektrik üreten şirketlerin gelirlerine tavan getirilmesi, petrol ve gaz şirketlerinden zorunlu katkı alınması ve enerji piyasalarındaki şirketlere likidite sağlanması yer alıyor.

Öte yandan konu ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Küresel Altyapı Koordinatörü ve Dışişleri Bakanlığı Enerji Danışmanı Amos Hochstein, ABD’nin sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) satışında Avrupa’ya öncelik vereceğini söylemesi dikkat çekti. ABD’nin Trump döneminden beri orta vade için başta Almanya olmak üzere Avrupa’yı LNG pazarı olarak gördüğü biliniyor. Ukrayna savaşının hemen başlarında Avrupa Birliği (AB), Avrupa’nın enerji konusunda Rusya’ya bağımlılığını azaltma amacıyla ABD ile sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) anlaşması imzalamıştı. AB’nin Rusya’ya yaptırım uygularken düşündüğü “alternatif” en azından kısa vade için bu olmasa gerek. AB orta/uzun vadede kendi enerji kaynaklarını bulma yoluna gidecektir. Ancak Avrupa’nın bu konudaki kısa vadeli planı henüz belirgin değil ve kışı nasıl geçireceği merak konusu.

Türkiye Yunanistan Gerilimi

 

Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler son zamanlarda sorunlu seyretmeye başladı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir hafta önce, karşı tarafın söylemlerine yanıt olarak Türkiye’nin “bir gece ansızın gelebileceğini” söyleyerek örtülü bir işgal tehdidinde bulundu. Yunanistan buna sert tepki verdi. Ardından her iki taraf da (Dışişleri Bakanları Çavuşoğlu ve Dendias şahsında) AB, NATO ve BM’ye birbirlerini şikâyet etti.

İki komşu ülkenin, Ege ve Akdeniz’deki toprak iddiaları ve hava sahası sınırları konusundaki ihtilaflar da dahil olmak üzere bir dizi konuda on yıllardır süren anlaşmazlıklar yaşadıkları biliniyor. Son yarım yüzyılda üç kez savaşın eşiğine de geldiler. Ancak her iki ülke de özellikle NATO üyesi olmaları itibarıyla ciddi bir çatışmaya girme eğilimi göstermiyor. Erdoğan’ın tehditkar açıklamasının hemen ardından ABD’nin “NATO müttefikleri arasındaki gerilimi arttırabilecek açıklamalar bilhassa yararsız” açıklamasıyla devreye girmesi ve sonrasında da NATO ile birlikte “diyalog” çağrısında bulunması her iki tarafı da şu an için yatıştırmaya yetmiş görünüyor.

Son gerilimlerin her iki ülkede de kritik seviyede olan genel seçimlerin yapılacağı bir süreç öncesinde gerçekleşmiş olması dikkat çekiyor. İki tarafın da sağ siyasetçilerinin, seçimler yaklaşırken Türk- Yunan gerilimini kullanmaya çalıştıkları anlaşılıyor. Her iki taraf da iç kamuoyuna yönelik propaganda malzemesi üretiyor. Şu an ciddi bir çatışma ihtimali oldukça düşük görünüyor.

Şili Anayasa Referandumu

 

Şili’de tüm kesimlerin oluşumuna katkıda bulunduğu ve yerel topluluklara özerklik, kürtaj ve çevre korumayı güvence altına alması dolayısıyla dünyanın en ilerici anayasası olduğu ileri sürülen anayasa halk oylamasında onaydan geçemedi ve reddedildi. Seçime katılımın yüzde 86 olduğu ülkede seçmenler, ezici bir çoğunlukla yeni anayasa değiştirme önerisini reddetti. Şililerin yaklaşık yüzde 62’si önerilen Anayasa’ya karşı oy kullanırken, yüzde 38’i lehte oy kullandı. Oysa 2020’de düzenlenen bir plebisitte Şililerin yaklaşık yüzde 80’i yeni bir Anayasa oluşturulması lehinde oy kullanmıştı. Özetle Şilililer anayasa değişimini onaylamış ancak içeriğini onaylamamış oldu.

Bunun nedenlerine dair değişik görüşler öne sürülse de temel olarak şu noktaların belirleyici olduğu görüşü ağırlık kazanıyor:

  • Ülkenin “siyasi birliği”ni ve toplumsal muhafazakar kodları tehdit eden yerel özerklik (en önemli madde gibi görünüyor), kürtaj, LGBT ve ötenazi konuları (karşı tarafın konsolidasyonunu kolaylaştırdı);
  • Anayasayı hazırlayan komisyonun 3/2’si solcu/komünist ve sosyal liberallerden, diğer üyelerin 3/1’i ise muhafazakar / muhafazakar-liberallerden oluşması;
  • son zamanlarda ciddi boyutlara varan enflasyon ve ekonomik sorunlara dair anayasanın (doğal olarak) somut bir program sunmaması;
  • referandum kampanyasının dağınıklığı, etkisizliği ve kampanya sırasında sahte haber ve dezenformasyonun çok etkili olması.

Taslağı hazırlayan kurucu meclisin yapısının ve toplumsal kesimleri seferber etmekten uzak bir yapıda olmasına vurgu yapan analizlerin özellikle dikkate alınması gerekiyor.

Gabriel Boriç’in başkanlık seçimlerinin ilk turunda sadece %26 oy aldığını, faşist aday José Antonio Kast’ın bu turda %28 oy aldığını ve bu turla birlikte yapılan Temsilciler Meclisi ve Senato seçimlerinde bıçak sırtı bir durumun ortaya çıktığını hatırlamak Şili’nin içinde bulunduğu siyasi tabloyu anlamada faydalı olacaktır.

Daha önemlisi bundan sonra Şili’yi çok çalkantılı zamanların beklediğini söyleyebiliriz. Cumhurbaşkanı Gabriel Boriç’in, referandum sonrası ilk hamlesi Kabine’de ve “iç kabine” olarak kabul edilen “Siyasal Komite”de değişikliklere gitmek oldu. Boriç, En etkili görevlere koalisyonun merkez ve merkez sol üyelerini atadı, gençlik arkadaşlarından ayrılmış oldu. Değişen bakanlar arasında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, İçişleri, Sağlık, Bilim, Enerji ve Sosyal Kalkınma Bakanları yer aldı. Cumhurbaşkanlığı sarayı La Moneda’da yaptığı konuşmada Boriç, “Bu kabine değişikliğini ülkemizi düşünerek yapıyorum” dedi. “Kabine değişiklikleri Şili’de her zaman dramatiktir ve şimdiki de bundan azade değil” dedi. “Acı verecekti ve acıtıyor da, ama gerekliydi.” Boriç, bu adımın muhtemelen “[hayatının] en zor anlardan biri” olduğunu belirterek, “Politik bir ifadeyle bununla yüzleşmek zorunda kaldım” dedi.

Boriç’in bu hamlesinin kalıcı bir yenilgi olarak mı yoksa geçici bir geri çekilme/dengelenme olarak mı şekilleneceğini izlemek gerekiyor.

Azerbaycan- Ermenistan Savaşı

 

12 Eylül’de Azerbaycan-Ermenistan sınırında iki ülke birlikleri arasında yaşanan yoğun çatışmalarda, Ermenistan hükümeti 105, Bakü ise en az 50 Azerbaycan askerinin hayatını kaybettiğini açıkladı.

Ermenistan Başbakanı çatışmaların ardından Fransa ve Rusya liderlerini arayarak görüştü. Ermenistan’ın resmen Rusya’dan yardım talep etme kararı aldığı açıklandı. ABD ise çatışmaların durdurulması için çağrı yaptı. Ermenistan Savunma Bakanlığı, gece yarısından hemen sonra Azeri ordusunun Goris, Sotk ve Jermuk kentleri yönündeki askeri pozisyonlarını yoğun ateş altına aldığını öne sürdü.  Azerbaycan Savunma Bakanlığı ise Ermenistan ordusunun akşam saatlerinde sınırın Daşkesen, Kelbecer ve Laçın istikametlerinde geniş kapsamlı provokasyonda bulunduğunu savundu. Çatışmaların sorunlu Karabağ bölgesi dışında, iki ülke sınırlarında gerçekleşmesi dikkat çekti. Rusya’dan yapılan açıklamada taraflar arasında ateşkes ilan edilmesi için görüşmeler yapıldığı belirtildi. Moskova yönetimi, tarafların 13 Eylül’de yerel saatle 06:00’dan itibaren ateşkes üzerinde anlaştığını duyurdu. Rus yönetimi, bölgedeki gelişmelerden endişe duyduğunu ve tarafların anlaşmaya uymasını beklediğini kaydetti.

Diğer gündemler

 

İsveç seçimleri: Aşırı sağ ikinci parti oldu, sosyal demokratlar iktidarı kaybetti. İsveç Başbakanı Magdalena Andersson, 11 Eylül Pazar günkü seçimlerde hükümetinin yenilgiye uğramasının ardından görevi bırakacağını açıkladı. Neo-Nazi hareketinden doğan bir siyasi parti olan İsveç Demokratları ülkede ikinci parti oldu.

İngiltere’de Başbakan ve Muhafazakar Parti lideri Boris Johnson’ın istifasının ardından yerine geçecek kişinin belirlenmesi için genel seçime gidilmedi. Yeni başbakanı partinin üyelerinden yaklaşık 142 bini belirledi. Seçimde partinin 172 bin 438 üyesi oy hakkına sahipti. Katılım oranının yüzde 82,6 olduğu seçimde oyların 81 bin 326’sını Liz Truss, 60 bin 399’unu Sunak aldı.

Arap Ligi Dışişleri Bakanları, 6 Eylül’de Kahire’de düzenlenen toplantının ardından ortak bildiri yayınladı. Bildiride, Arap Bakanlar Komitesi’nin Türkiye’nin Arap ülkelerinin içişlerine müdahalesini takip etmekle (görevlendirildiği)” bilgisi yer aldı. “İçişlerine müdahale” ifadesi ile kastedilen ülkelerden birinin Irak olduğu değerlendiriliyor. Türkiye bildiriye “ülkemize yönelik mesnetsiz iddialar içeren karar ve açıklamaları tümüyle reddediyoruz” sözleriyle tepki gösterdi.