30 Ocak – 12 Şubat Tarihleri Arası Gündem Değerlendirmesi
(Bu değerlendirme yazısı Artizan Toplumsal Gündem Çalışma Komisyonu tarafından 30 Ocak – 12 Şubat tarihli haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır)
İÇ POLİTİKA
Boğaziçi Üniversitesi gündemi
1 Ocak tarihli Cumhurbaşkanlığı kararıyla yapılan gayrı meşru rektör atamasına karşı öğrenci, akademisyen ve mezun çevrelerinin protestoları devam ederken, 29 Ocak Cuma günü kendisini “Sanat Kolektifi” olarak adlandıran bir öğrenci inisiyatifi tarafından kampüs meydanında düzenlenen bir sanat sergisinde yer alan eserlerden biri üzerinden geliştirilen provokasyon haftaya damgasını vurdu. Sergide yer alan anonim bir eser Müslümanlar tarafından kutsal kabul edilen Kabe’nin görselini üzerinde Anadolu kültüründe önemli bir yeri olan Şahmeran figürü ve ayrıca LGBTİ+ bayraklarının da yer aldığı bir kolaj içinde sunuyordu. Eserin sergi öncesi zorunlu nedenlerle yere serilmiş ve sonrasında sergi panosunda yer alan fotoğrafının sosyal medyada paylaşılmasının ardından süratle, “Müslümanların dini değerlerinin rencide edildiği” iddiasıyla başta sergiyi düzenleyen öğrenciler olmak üzere Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine ve Üniversite’ye karşı bir saldırı başlatıldı. O gün dört öğrenci kampüs içerisinde gözaltına alındı, bu öğrencilerden ikisi tutuklanırken ikisi elektronik kelepçeyle ev hapsine alındı.
Olayın sanatsal eleştiri ve hoşgörü sınırlarını aşarak milli ve dini değerlere saldırı şeklinde kasıtlı olarak köpürtülmesi sonucunda doğan gerilim 1 Şubat Pazartesi gününe taşındı. Boğaziçi’ne gayrı meşru rektör atamasını protesto eden öğrenci grupları Pazartesi günü akşamüstü saatlerinde Kampüs dışında ve İstanbul genelinde bir katılımla protesto gösterileri için çağrıda bulunurken Saadet Partisi’ne bağlı Anadolu Gençlik Vakfı (AGV) da milli ve dini değerleri savunmak adına aynı saatlerde Boğaziçi civarında eylem düzenleyeceğini duyurdu. Bu çağrıların yarattığı gerginlik neticesinde AGV eylemini Beyazıt semtine çekerken Boğaziçi’nde direnişe devam eden öğrenci grupları Boğaziçi Ana Kampüsü’nün hemen dışında gösteri düzenlemekte ısrarcı oldular.
1 Şubat Pazartesi günü Üniversite, o güne dek tanık olmadığı derecede ağır bir polis ablukasına sahne oldu. 2021’in birinci gününden itibaren devam eden ablukaya ilaveten Rumelihisarüstü semtindeki binaların tepelerine keskin nişancılar yerleştirildi. Öğrenciler akşamüstü kampüs dışında gösteri yapmakta ısrarcı oldular. Ülke genelinde anayasal protesto haklarını kullanmak isteyen yüzlerce öğrenci gözaltına alınırken, sadece Boğaziçi çevresinde kampüse yaklaşmakta olan yüz küsur öğrenci gözaltına alındı.
Kampüs dışına çıkamayan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri akşam saatlerinde rektörlük önünde gösteriye devam ederken, rektörlük çalışanlarının özgürlüklerini kısıtladıkları gerekçesiyle gözaltına alındılar. Üniversite tarihinde ilk defa 50 küsur öğrenci, kampüse otobüslerle inen çevik kuvvet polisleri tarafından darp edilerek gözaltına alındılar.
Günün sonunda sadece Boğaziçi kampüsü ve çevresinde toplam gözaltı sayısı 159 öğrenci olarak açıklandı. Bu öğrencilerin tamamı üç günlük gözaltının ardından serbest bırakılırken, pek çoğu hakkında adli kontrol şartı getirildi ve savcılık soruşturması başlatıldı.
Bazı öğretim görevlileri tarafından Kara Pazartesi olarak adlandırılan bu günün ardından gayrı meşru rektörlüğün açıklamaları ve uygulamaları büyük tepki çekti. Cuma günü düzenlenmiş olan sergi bahane edilerek kulüp odalarına polis tarafından baskın düzenlendi, BÜLGBTİ+ Çalışmaları kulüp odasında bulunan LGBTİ+ bayrakları ve yine odada bulunduğu iddia edilen ve halen kitapçılarda satışı olan bir kitap öğrencileri terör faaliyetiyle ilişkili göstermek amacıyla medyaya servis edildi. Pazartesi akşamı BÜLGBTİ+ aday kulübünün Üniversite içişlerine aykırı bir şekilde rektörlük kararıyla kapatıldığı Ankara üzerinden, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un bir twitiyle öğrenildi.
Rektör hafta içinde çeşitli vesilelerle medyaya verdiği demeçlerde Boğaziçi’nde kendisine karşı olan yirmi kadar öğretim görevlisinin bulunduğunu iddia etti. Rektörün bu açıklamasına paralel olarak başta Akit olmak üzere belli medya çevreleri tarafından belli Boğaziçi akademisyenlerine karşı linç kampanyası başlatıldı. Linç kampanyası devam ederken Cumhurbaşkanı Erdoğan cuma namazı çıkışında basına verdiği bir demeçte Üniversite’nin saygın akademisyenlerinden Profesör Ayşe Buğra’ya “Osman Kavala’nın karısı” şeklinde cinsiyetçi ifadelerle saldırdı ve Prof. Buğra üzerinden Boğaziçi akademisyenlerini sözüm ona terörle ilişkilendiren linç kampanyasına ortak olduğunu ilan etti.
Bu gelişmeler yaşanırken Üniversite akademisyenleri arasından iki kişi rektör yardımcılığı görevlerini kabul ettiklerini ilan ettiler. Meşruiyet arayışına girişilmeden ilan edilen bu görevlendirmeler beklenebilir bir gelişme olmakla birlikte, mevcut rektörle kati suretle ve bir bütün olarak işbirliği yapılmayacağı yönündeki iddianın da sona ermesine yol açtı.
İktidarın Boğaziçi’ne dönük kampanyası 6 Şubat tarihli yine bir gece yarısı Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yeni bir boyut kazandı. Üniversite’ye kendi senatosuna, kurul ve komisyonlarına danışılmadan, bir gece ansızın iki fakülte -hukuk ve iletişim fakülteleri- ilave edildi. Bu kararın devamında bu fakültelere YÖK tarafından yapılabilecek dekan atamaları ve tanınacak yeni kadro olanaklarıyla birlikte hem üniversite yönetim organlarının hem de genel akademisyen kompozisyonunun hızla değişmesi olasılık dahilinde.
Belediyeler, meslek kuruluşları, kamu kuruluşları, STK’lar ve hatta siyasi partiler dahil olmak üzere, hiçbir alanda kurumsal özerkliğe izin vermeyen açıkça ilan edilmemiş faşist ülke yönetimi şimdi, kendi kurumsal geleneği ve tarihsel özerklik arayışı olan bir yüksek öğretim kurumunu hedef tahtasına oturtmuş vaziyette.
Boğaziçi’nin pasif direnişi ve bunun ülke genelindeki yansımaları son on yılın otoriterleşme tarihi içerisindeki bu son durağın ne kadar değerli olduğunu ortaya koyuyor.
Boğaziçi akademisyenleri 12 Şubat tarihli basın açıklamalarında direnişin bilançosunu şu rakamlarla ortaya koydular: “Ülke çapında yapılan protestolarda bugüne kadar 500’ü aşkın kişi gözaltına alındı. Resmî rakamlara göre tutuklananların sayısı 11’e, ev hapsi verilenlerin sayısı 26’ya ve adli kontrol şartıyla tahliye edilenlerin sayısı 250’ye ulaştı”.
Cinsiyet gündemi
Yukarıda da görüleceği gibi Boğaziçi direnişini kırmak için iktidar önce direnişi terörle ilişkilendirmeye çalıştı. Bu beklenen etkiyi yaratmayınca terör retoriğinin yanına ahlaki bir panik ekledi. Kâbe ve LGBTİ+ bayraklarının bir arada olması kutsala hakaret olarak değerlendirildi. Diyanet İşlerinden, İç İşleri Bakanına, medyadan sivil toplum kurumlarına kadar pek çok kesim LGBTİ+’ları hedef gösterdi. “Şimdi değilse ne zaman?” denerek LGBTİ+ dernekleri için kapatılma çağrıları yapıldı. Bu cinsiyetçi saldırganlık Akit Gazetesi’nin beş kadın akademisyesini terörle ilişkilendirerek fotoğraflarını manşetten yayınlaması; Profesör Ayşe Buğra’nın Osman Kavala ile evli olması nedeniyle hedef gösterilmesiyle devam etti. Gözaltına alınan öğrenciler arasında cinsel şiddete uğradığını, çıplak aramaya tabi tutulduğunu açıklayanlar oldu. Okul içinde Melih Bulu’nun öğrenci faaliyetlerine yönelik ilk icraatlarından biri de BÜLGTİ+ Çalışmaları Kulübü’nün adaylığını askıya almak; BÜKAK ve BÜLGTİ+ Kulüplerinin oda anahtarlarını değiştirip saklamak oldu. Bu hukuksuz uygulamaya öğrenci dayanışmasıyla cevap verildi. Pek çok kadın ve LGBTİ+ örgütü de öğrenci eylemlerindeki polis şiddetine, LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemlerine karşı çıkan açıklamalar yaptı.
Üniversitelerle ilgili diğer bir günden de kadın üniversiteleri konusuydu. 2021 Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programında yer alan kadın üniversiteleri projesi yeniden gündem oldu. Özellikle kadın öğrenciler kadın ve erkeğin ayrıştırılarak fıtratına uygun, cinsiyetçi bir eğitimin önünü açacağı gerekçesiyle bu projeye karşı çıkmak amacıyla eylemler organize ettiler. Toplumsal cinsiyet meselesinin kriminalize edildiği bir siyasi ortamda kadın üniversitelerine karşı çıkanlara da müdahale edilebileceğini öngörmek zor olmasa gerek.
Kadın hareketi içindeki pek çok grup ve eylem kriminalize edilmeye devam etti. HDP’ye yönelik operasyonlarda pek çok kadın gözaltına alındı ve tutuklandı. HDP Ağrı Milletvekili Dilan Dirayet Taşdemir’in 2019 yılında, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Diyarbakır’da yaptığı konuşma fezleke gerekçesi yapıldı. Ankara’da İstanbul Sözleşmesi’nin geri çekilmesine karşı basın açıklaması düzenleye bir grup kadına dava açıldı. Bir süredir gündeme getirilmeyen İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması meselesi bu kez Cumhurbaşkanı’nın Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk ile yaptığı görüşmeden konu oldu.
Yeniden Kuruluş Anayasası
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, salı günkü grup toplantısında bir kez daha siyasi partiler ve toplum kesimlerine yeni anayasa teklifi konusunda beraber çalışma çağrısı yaptı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu açıktır diyerek bu çağrıya olumlu yanıt verdi. Yeni Anayasa’nın hangi ihtiyaçtan ve hangi temelde oluşturulacağına dair bir açıklama yapılmazken, Adalet Bakanı Gül, “Bugün 1921 Anayasası’nın ruhuyla” hazırlanacağını iddia ettiği yeni Anayasa hakkında, AK Parti Grup Başkan Vekili Cahit Özkan’ın “yeniden kuruluş anayasası” ifadeleri tartışma yarattı. Muhalefet liderleri, mevcut Anayasa’nın uygulanmadığı bir ortamda yeni Anayasa tartışmasının anlamlı olmadığına dair açıklamalar yaptılar.
Diğer taraftan, mevcut Anayasa’ya göre, bir anayasa değişikliğinin veya yeni bir Anayasa’nın yapılabilmesi için iktidar bloku yeterli vekil sayısına sahip değil. Bu da önümüzdeki dönemde vekil transferlerinin gündeme gelebileceği ihtimalleri akıllara getirdi.
İktidar bloku, son dönemde karşısına dikilen AİHM ve Anayasa Mahkemesi ihlal kararlarına fiili olarak uymuyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmiş olmakla birlikte, başta AB’ne uyum amacı ile yapılan düzenlemelerin bu sistem ile çelişen yönleri, seçim sisteminin iktidar bloğunu iktidarda tutmaya devam edecek şekilde değiştirilmesi ihtiyacı, uluslararası sözleşmelerin iç hukukta üstün norm olmasını sağlayan Anayasa m.90/son hükmünün kaldırılması, ülkenin yer altı ve üstü kaynaklarına dair koruyucu Anayasal düzenlemelerin değiştirilmesi gibi nedenlerle yeni anayasa tartışmasının ciddiye alınması gerekiyor.
Bu tartışma ile Batı’ya iplerin kopması halinde kurumsallaşmış otoriter bir düzene geçilmesi için gereken adımların atılacağı mesajının verilmesi için de bu tartışma başlatılmış olabilir.
Her halükarda, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkelerine karşı olası saldırılara ve mevcut kazanımları geri götürecek tartışmalara karşı hazırlıklı olmak gerekiyor.
EKONOMİ
Ekonomi başlığı altında önce Şubat ayı başlarında açıklanan enflasyon ve işsizlik verilerini ardından da faiz ve döviz dengelerine bağlı olarak genel durumu değerlendireceğiz.
Zamlar devam ediyor
Hükümetin bütçe açığını kapamaya dönük çalışmaları içinde yer alan ve yeni yılın başında açıklanmaya başlayan zamlar bu dönemde de devam etti. Marmara Depremi’nin ardından kaynak oluşturmak için hayata geçirilen, bu nedenle “deprem vergisi” olarak da bilinen Özel İletişim Vergisi yüzde 7,5’ten yüzde 10’a yükseltildi. Şekere %10 zam yapıldı. Hemen ardından doğalgaz ve Avrasya Tüneli geçiş ücretlerine zam yapıldı.
Enflasyon, işsizlik, istihdam
3 Şubat’ta Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), yılın ilk enflasyon rakamlarını açıkladı. 2021 yılı ocak ayında bir önceki aya göre yüzde 1,68, bir önceki yılın aralık ayına göre yüzde 1,68, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 14,97 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 12,53 artış gerçekleşti. Özellikle birkaç yıldır tartışmalı olduğu iddia edilen TÜİK verilerinin dahi enflasyonda yükselişi göstermesi ve ileriki dönemde bu yükselişin devam edeceği beklentileri ekonominin “soğumasını” ümit eden çevrelerde endişe yarattı.
11 Şubat’ta TÜİK, Kasım 2020 işsizlik oranları açıklandı; işsizlik 303 bin azalırken; istihdamın da azaldığı görüldü. TÜİK’e göre Kasım 2020’de işsizlik %12,9’a genç nüfusta işsizlik oranı ise %25,4 olarak gerçekleşti.
Öte yandan yine Kasım 2020 döneminde İstihdam edilenlerin sayısı bir önceki yılın aynı dönemine göre 1 milyon 103 bin kişi azaldı. (Bilindiği üzere TÜİK işsizliği sadece söz konusu dönemde aktif iş başvurusu yapanlar üzerinden hesaplıyor) Başka bir deyişle bu dönemde iş bulma ümidi olmayanların sayısı 1 milyon 674 bine çıktı.
TÜİK’in açıkladığı yüzde 12,9’luk işsizlik oranının gerçeği yansıtmadığını aktaran DİSK-AR ise geniş tanımlı işsizlik oranının 28,8 olduğunu belirterek işsiz sayısını 10 milyon 382 bin olarak açıkladı.
İşsizlik ve istihdam rakamlarının birlikte ve karşılaştırmalı olarak takibi önemini korumaya devam edecek gibi görünüyor. Gerçek işsizliğin büyük toplumsal sorunlar yaratmaya
Faizler, döviz ve ekonomi…
Genel olarak değerlendirdiğimizde Türkiye ekonomisinin istikrara kavuşması için dışarıdan gelecek dövize, bunun yolu olarak da bir yandan reform vaatleri sonrası doğan beklentilere diğer yandan ise AB ile ilişkilerin düzeltilmesi ve Joe Biden sonrası ABD ile yeni döneme odaklandığını söyleyebiliriz.
Yeni başkan Naci Ağbal ile üst üste faiz artırımına gitmiş olan Merkez Bankası, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yeniden “faize karşıyım” mesajı vermesi sonrası uzun süre sonra politika faizini yüzde 17’de sabit bırakmıştı. Merkez Bankası’ndan yapılan açıklamaya göre gerekli durumlarda ilave parasal sıkılaştırma yöntemine gidilebileceği bildirilmişti. Bu çerçevede 18 Şubat’ta yapılması öngörülen Para Piyasası kurulunun kararı önem taşımakta.
Son dönemde yerli döviz mevduat sahiplerinin (yerleşikler) mevduatlarında bir miktar azalma gözlense de %17 olan faizlere rağmen TL’ye yönelişin ciddi bir boyutta olmadığı gözleniyor. Kasım-Aralık 2020’deki sınırlı döviz girişlerinden sonra, 2021’de yurtdışından döviz girişinin sınırlı olduğu bir ortamda, faizlerin %17 olduğu koşullarda hala TL’ye yönelişin kısıtlı olması (zira yerleşiklerin mevduatlarındaki azalışın sebebinin de önemli miktarda bir döviz satışı olmadığı göz önüne alınırsa) ilginç bir durum oluşturuyor. Enflasyonun düşürülemediği (hatta yükselmeye devam ettiği) koşullarda bu durumun devam edeceğini öngörebiliriz. Öte yandan geçen yıl dövizi düşürme uğruna elindeki döviz rezervini tüketen Merkez Bankası’nın belli bir seviyeden sonra (tahminen 6,85 UD/TL kur seviyeleri) döviz alımına geçmek durumda olduğu da biliniyor. Bunun döviz kurunu yeniden tetiklemesi de olası. Bu yüzden piyasalar bir miktar daha faiz artışına gidilmesi ve ekonomiyi soğutmaya dönük bazı hamlelerin yapılması gerektiği görüşünde.
Yatırımcılar yükselen enflasyondan, ekonominin istendiği kadar soğumamasından yakına dursun, işçiler, işsizler, dar ve orta gelirliler enflasyon nedeniyle meydana gelen hayat pahalılığı karşısında çok zor duruma düşüyor ve yaşamlarını sürdürmek için borçlanmak ve faturasını ödeyemediği için (3 Milyon kişinin) aboneliğin kesilmesine kadar varan zor koşullara katlanmak zorunda kalıyorlar. Son zamanlarda yerel bazda baş gösteren işçi eylemlilikleri, esnaf örgütlenmeleri ve intihar vakaları tesadüf görünmüyor.
Dünyada ve Türkiye’de korona gündemi
3 . Dalga riski
Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Kenan Midilli, İngiltere’de, Güney Afrika’da ve Brezilya’da ortaya çıkan 3 farklı varyantın 3. dalga riski oluşturduğunu söylerken, kısıtlamaların gevşetilmesi için henüz çok erken olduğunu ifade etti. Prof. Midilli’ye göre, yeni varyantlar dünya ölçeğinde salgınla mücadele planlarının değişmesine yol açtı. Gerek aşı tedariğindeki sorunlar gerekse yeni varyantlara karşı aşıların güncellenmesi gerekliliği dolayısıyla kısa vadede kısıtlayıcı önlemlerden başka önleyici önlem seçeneği bulunmuyor.
Kürt illerine dönük ayrımcılık mı yapılıyor?
Türkiye’de ise aşılama sürecinde Kürt illerinde ayrımcılık uygulandığı iddiası gündeme geldi. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’nin başka illerinde, örneğin en büyük şehirler olan Ankara’da nüfusun % 5,35’i, İzmir’de % 4,62’sı ve İstanbul’da % 3,63’ü aşılanmışken bu oran Ağrı, Şırnak, Urfa, Mardin, Muş, Bitlis, Bingöl, Van ve Diyarbakır’da % 1,34 ile % 2,64 arasında değişiyor.
“Bu hızla tüm toplumun aşılanması iki yıl sürer.”
Sağlık Bakanı Koca, şimdiye kadar 2 milyon 800 bin kişinin aşılandığını, 15 milyon aşı tedarik edildiğini, 100 milyon dozdan fazla aşı için ise anlaşmaların yapıldığını açıkladı ve vatandaşlara “müsterih olun” çağrısı yaptı. Buna karşın, Türk Tabipler Birliği’nin 11. pandemi değerlendirme raporu son derece sorunlu bir sürece dikkat çekiyor. TTB raporunda, sadece sağlık çalışanları ve 65 yaş üstü için 18,8 milyon doza gerek olduğu (bakanlığın elinde 13 milyon doz var), toplamda 116 milyon doz aşıya gerek olduğu belirtiliyor. Asıl önemlisi, mevcut tempoyla devam edilmesi halinde bütün toplumun aşılanmasının 2 yılı bulacağı tahmini yapılıyor.
Türkiye’nin nakit ve gelir desteği yoksul ülkelerin bile gerisinde
DİSK Araştırma Merkezi, ülkelerin kovid-19 salgınında vatandaşlarına sağladığı destekle ilgili bir istatistik yayımlandı. Rapora göre, zengin ülkeler GSYH’lerinin % 12,7’si düzeyinde nakit harcama ve gelir desteğinde bulunurken, orta gelirli ülkelerde bu oran % 3,6’a, yoksul ülkelerde ise % 1,6’a düşüyor. Türkiye ise nakit harcama ve gelir desteği olarak GSMH’sının yalnızca % 1,1’i oranında kaynak ayırıyor.
DIŞ POLİTİKA
Gare Operasyonu
Türkiye’nin Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki Garê alanına yönelik başlattığı askeri operasyonda PKK’nin alıkoyduğu MİT mensupları ile polis ve askerlerin tutulduğu kampın vurulduğu iddia edildi. Birgün gazetesinden Erk Acarer’in iddiasına göre 2 MİT’çiyi almak üzere yapılan operasyon yeni üst düzey personelin ölümü ve esir alınması ile sonuçlandı. Bordo bereli ve rütbeli oldukları anlaşılan askerlerin cenazesi, Ankara’da düzenlenen töreninin ardından toprağa verildi.
11 Şubat’ta HPG, 2015’te barış süreci bittikten sonra alıkonulan MİT mensupları, asker ve polislerin bulunduğu kampın uçaklar tarafından bombalandığını açıklamıştı. Asker ve polislerin aileleri de operasyonun durdurulması çağrısı yapmıştı.
KCK tarafından yapılan açıklamada, yapılan operasyonun KDP’nin izni olmadan yapılmasının mümkün olmadığı iddia edilirken ve Eski Özel Harekatçı Abdullah Ağar’ın, KDP’ye bağlı peşmergelerin kıyafet değiştirerek operasyona katıldıkları yönünde paylaştığı kimi bilgilere rağmen, KDP tarafından bu iddialar reddedildi. Irak merkezi hükümetinden ise henüz bir açıklama gelmezken, operasyon hakkında bilgi sahibi olmadıkları ifade edildi. Bu haberleri takiben Haşd-i Şabi güçlerinin Şengal’e takviye birlikler gönderdiği iddia edildi.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün Rudaw’a yaptığı açıklamaya göre, yapılan operasyondan haberdar olunduğu ancak Irak’ta yürütülen askeri operasyonlarda ülkenin egemenliğine saygı duyulması gerektiğinin altını çizdikleri iddia edildi.
Şengal ve Rojava’ya geçiş güzergâhlarıyla bağlantılı bir yerde bulunan, Gare Dağı bölgesi, Irak Kürdistan’ı sınırları içinde yer alıyor ve ABD gibi uluslararası güçlerin de bugüne kadar göz yumduğu, Türkiye’nin operasyon yapabildiği ve nispeten Şengal ve Rojava’ya göre serbest hareket edebildiği enlemler içinde kalıyor. Fehim Taştekin’e göre Biden kuvvetle muhtemel Ezidilerle ilgili oluşan hassasiyete binaen Şegnal’de bir harekâtı onaylamıyor. Türkiye’nin bu hamlesi ile gerek iç poltikaya terörle mücadele bağlamında ‘müjdeli’ bir haber vermek, gerekse ABD ile yeniden kurulacak ilişkide, YPG – PKK ilişkisini zorlamak istiyor.
Diğer taraftan yaşananlar ve neticeleri değerlendirmemizi yaptığımız 13 Şubat günü itibarıyla henüz teyide muhtaç olmakla birlikte, evdeki hesabın çarşıya uymadığı anlaşılıyor.
ABD Biden dönemi dış politikası belirginleşmeye başladı
Biden döneminin başlamasıyla birlikte ABD dış politikasındaki yönelimlere ilişkin beklenen işaretler gelmeye başladı.
Önceki dönem ABD’nin yeni yönetimi Yemen’de, Suudi Arabistan’a verdiği askeri desteği kesme kararı almıştı. Şimdi de Joe Biden yönetiminin, Trump’ın “yabancı terör örgütleri” listesine eklediği Husileri listeden çıkarmaya hazırlandığı bildirildi. Diğer bir önemli gelişme de ABD’nin Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyine tekrar katılma kararı oldu.
Biden ayrıca Almanya’dan asker çekilme sürecini askıya aldığını bildirmişti. Biden yönetiminin Avrupa ile daha entegre bir politika izleyeceği beklentisi var.
Bu dönemde ABD – Rusya ve AB – Rusya arasındaki ilişkilerin de gerilmeye başladığı gözleniyor. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borell’in geçtiğimiz haftalarda Rusya’ya yaptığı ziyaret sırasında yaptığı ‘Rusya giderek Avrupa’dan bağını koparıyor’ açıklamasının ardından Lavrov, “Rusya’nın AB ile ilişkilerini koparmaya hazır olduğunu” söyledi. Bu açıklamadan birkaç gün öncesinde ABD Başkanı Joe Biden, “Rusya’nın agresif eylemleri karşısında ABD’nin boyun eğdiği günler sona erdi” demişti. Batı – Rusya ilişkisindeki gerilimin tırmanmasının Türkiye’yi de etkileyeceği, Türkiye’nin iki blok arasındaki boşluklardan yararlanarak kendine hareket alanı sağlama yönündeki tutumunun sürdürülemeyeceği öngörülebilir.
AB, ABD, Türkiye ilişkileri
AB, Türkiye’ye olası yaptırımlarını biraz da Biden politikalarını beklemek için Mart ayındaki görüşmelere ertelemişti. Bu süreçte AB’den Türkiye’ye yönelik yeni bir tavır değişikliği gelişmemekle birlikte AB, Boğaziçi Üniversitesi ile ilgili protestolarda yaşanan göz altılara ilişkin açıklamada bulundu. “Türk yetkililerin AB değerleri ve standartlarına yönelik reform gerçekleşeceği beyanlarına da aykırılık oluşturmaktadır” ifadesi kullanılan açıklamada LGBT söylemlere ilişkin olarak da “Bu olaylar sırasında üst düzey yetkililer tarafından LGBT öğrencilere yönelik nefret söylemi ve bir LGBT derneğinin kapatılması kabul edilemez” denildi. Öte yandan AİHM Türkiye’yi üç davada mahkum etti.
ABD cephesine bakıldığında son günlerde Biden yönetiminin Türkiye yaklaşımına dair ipuçlarının belirdiği söylenebilir. Beklendiği üzere S400’ler meselesinin en önemli başlık olacak gibi görünüyor. Ancak bu kez ABD yönetiminin Türkiye’nin önüne “demokratikleşe” meselesini de koyacağı yönünde belirtiler var.
Önceki dönem Boğaziçi Üniversitesi’ne ilişkin bir kınama yayımlayan ABD’de bu kez Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın telefon görüşmesi yaptı. Sullivan, demokratik kurumlar ve hukukun üstünlüğüne bağlılığın önemini vurguladı. Bu görüşme Joe Biden’ın yönetime gelmesinden sonra Türkiye’yle ilk diplomatik temas oldu. Öte yandan birkaç gün önce de ABD Dışişleri Bakanlığı, 3 yıldır tutuklu bulunan Osman Kavala ile ilgili açıklamasında, “Türkiye’ye Osman Kavala’yı derhal serbest bırakma ve davasının hızlı ve şeffaf bir şekilde sonuçlandırılması çağrısı yapıyoruz” dedi. Türkiye Dış İşleri’nin bu açıklamaya oldukça sert tepki vermesi dikkat çekti. Daha önemli bir gelişme de ABD Senatosu’ndan senatörlerin Başkan Joe Biden’a yazdığı “Türkiye’ye baskı yapın” çağrısı içeren mektup oldu. Reuters’ta yer alan habere göre, senatörler tarafından, “Erdoğan’ın muhalifleri ötekileştirdiği, kritik medyayı susturduğu, gazetecileri tutuklattığı ve bağımsız yargıçları uzaklaştırdığı” ifade edildi.
Asıl mesele olan S400’ler meselesinin de yeniden ısınacağı kesin görünüyor. Bu konudaki ilginç bir gelişme Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, “Girit Modeli” çıkışı oldu. Akar, Kıbrıs’ta Rum yönetiminin 1997’de Rusya’dan alıp Türkiye’nin baskısı sonucu Yunanistan’a verdiği S-300’lere atıfla, “Girit’teki S-300’lerde nasıl bir model kullanılıyorsa, biz de bunu müzakereye açacağız” dedi. Uluslararası basında da “Ankara, Rus S400leri kullanmaktan vazgeçebilir” yorumları yapılırken, “S-400’ü hangarda tutup tatbikatta çalıştırma” anlamına gelen “Girit modeli” önermesinin ardından dikkat çeken bir iddia gündeme düştü. İddiaya göre, Bloomberg’e konuşan Türk kaynaklar, ABD’nin YPG’ye destek vermemesi durumunda ödün verilebileceğini söyledi. Ancak ABD’nin bu tür bir müzakere zeminine olumlu yaklaşabileceğini söylemek güç. Nitekim İngiliz Times gazetesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Joe Biden’ın göreve başlamasının ardından Washington’la ilişkileri toparlamaya çalıştığını ancak çabasının karşılıksız kaldığını yazdı.
İlişkilerin biçimi açısından bakıldığında da, ABD- Türkiye ilişkilerinde Trump döneminde olduğu gibi Erdoğan – Başkan (Turmp) seviyesindeki ikili ilişkiler yerine geleneksel kurumsal ilişki yöntemlerinin öne çıkacağı görülüyor.