19-23 Mart 2025 tarihleri arasında Türkiye’nin siyasal darbeler tarihine bir yenisi daha eklendi. Bu darbenin hedefinde Ekrem İmamoğlu ve çalışma arkadaşları vardı. İstanbul belediyeleri üzerindeki siyaset, ekonomi ve yargı eliyle yürütülen çeşitli baskılar devam ederken İBB başkanı Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanı adayı olarak ortaya çıkmış ve 8 Mart 2025 tarihinde başkanlık yürüyüşünü başlatmıştı. Bundan sonra mesele, İBB’ye kayyum atanmasının ötesine geçerek -İBB’ye kayyum atanmasını da kapsayacak şekilde- cumhurbaşkanı adayının tasfiye edilmesine geldi. Önce 18 Mart’ta İstanbul Üniversitesi yetkisi olmadığı halde İmamoğlu’nun diplomasını iptal etti. Hemen ertesi gün başlayan gözaltı operasyonları ve 23 Mart tutuklamalarıyla İmamoğlu ve çalışma arkadaşları cezaevine gönderildi. Gelişen halk hareketliliğiyle İBB’ye kayyum atanması şimdilik bir kenara bırakıldı.
İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarının tutuklanması, Şişli Belediyesi’ne terör nedeniyle kayyum atanması, Kürtlerle çözüm ya da terörsüz Türkiye sürecinin ilerlediği bir dönemde gündeme geldi. Abdullah Öcalan’ın PKK’ye fesih çağrısı yaptığı ve bu feshin nasıl gerçekleşeceğinin tartışıldığı dönemde yapılan bu operasyon, çözüm sürecine yönelik bir darbe olarak da değerlendirilebilir. Gözaltına alınmadan üç gün önce 16 Mart günü Diyarbakır’da yaptığı konuşmasında Ekrem İmamoğlu, kendisini çözüm döneminin eşitlik temelinde toplumu bir araya getirecek cumhurbaşkanı adayı olarak da ortaya koyuyordu.
CHP, 19 Mart gününden itibaren örgütlediği Saraçhane buluşmalarıyla İstanbul’da geniş kesimlerin desteğini topladı. İmamoğlu’nun tutuklandığı 23 Mart günü CHP ön seçimine 15 milyon, 29 Mart günü CHP’nin İstanbul Maltepe’deki Ekrem İmamoğlu’na Özgürlük Mitingi’ne tahminen 2.2 milyon kişinin katılımı İmamoğlu’nun arkasında güçlü bir halk desteği olduğunu gösterdi.
İmamoğlu’na yönelik böyle bir darbe hazırlığı cumhurbaşkanlığı adaylığı ile Şubat ayından itibaren giderek hızlanmıştı. İktidar, muhtemel gözaltı ve tutuklamalar karşısında halkın tepki göstereceğini büyük ölçüde tahmin ediyordu. Bu nedenle 12 yıl önceki Gezi Parkı protestoları yeniden gündeme getirilerek sanatçılara ve gazetecilere yönelik yeni operasyonlar yapılmasıyla olası kitlesel protestoların önüne geçilmek istendiği iddia edilebilir. Diğer yandan Özgür Özel başkanlığındaki CHP’nin süreci bu kadar iyi yöneteceğinin öngörülmediği; 23 Mart’ta partinin cumhurbaşkanı adayını belirleyeceği ön seçimde dayanışma sandığı hamlesine halkın desteğinin bu kadar fazla olacağının beklenmediği ancak asıl olarak üniversiteli öğrencilerden gelecek tepkinin iktidar tarafından hesaba katılmadığı söylenebilir.
İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarının gözaltına aldığı 19 Mart günü ilk tepki, diplomayı iptal eden İstanbul Üniversitesi’nin öğrencilerinden geldi. İmamoğlu’yla birlikte diploması iptal edilen 28 kişiden birinin Galatasaray Üniversitesi’nin saygın akademisyenlerden biri olması nedeniyle GSÜ öğrencileri de hocalarına destek eylemi düzenlediler. Çok kısa bir sürede bu tepkiler üniversitelere yayıldı ve büyük bir öğrenci protestosuyla karşı karşıya kalındı. Bu gelişmeler lise öğrencilerini de politize etti ve protestolara liseliler de katılım göstermeye başladı. Kısa bir süre sonra öğrenci gençliği Saraçhane’nin dışına taşarak kendi eylemlerini örgütledi. İktidarın buna yanıtı itiraz hakkını kullanan 300’den fazla öğrenciyi tutuklamak, ev hapsine yollamak ya da bir kısmına denetimli serbestlik vermek oldu.
CHP’nin başlattığı boykot hareketi de beklenmeyen bir durumdu. Kimi şirket ve televizyon kanallarının bir ölçüde kendi pratiklerini düşünmesini sağladı. 2 Nisan’da öğrencilerin öncülük ettiği CHP’nin destek verdiği boykot eylemine katılan kesimler arasında sanatçılar da vardı. Boykot çağrısı yapan sanatçılara da yanıt olarak adliye koridorları gösterildi, bazıları işlerinden atıldı. İktidar kanadında 2 Nisan boykotunun başarılı olmadığı iddia edilse de 2 Nisan günü bakanların marketlere koşup fotoğraf vermeleri bile boykot hareketinin yarattığı tedirginliği gösteriyor.
Bu dönemde yargı açısından hukuki, iktidar açısından da ahlaki ve politik skandallar silsilesi yaşanmaktadır. İmamoğlu’yla birlikte diploması iptal edilen 28 kişinin eğitim hakkı keyfi olarak gasp edilmiş durumda. Konunun uzmanı hukukçular, idari hukuk açısından kazanılmış bir hak olan diploma iptalinin mümkün olmadığı konusunda hemfikirler. İmamoğlu’nun İBB başkanı ve cumhurbaşkanı adayı olması nedeniyle hem kendisinin hem de seçmenlerin seçme seçilme hakkı, en temel vatandaşlık hakkı ihlal edilmiştir. Protestolara katılanlara ve bu konuda görüş açıklayanlara yönelik tutuklama, ev hapsi, denetimli serbestlik kararları kanun devleti olmayı dahi tartışmaya açmıştır. Şişli Belediyesi’ne atanan kayyumun vatandaşların ucuz ve kaliteli yemek yediği Kent Lokantalarını kapatması ahlaki ve politik bir skandaldır. İBB’nin askıda fatura, kreş hizmetleri gibi vatandaşların hayatını kolaylaştırdığı sosyal belediyecilik uygulamalarının kriminalize edilmesi, Mahir Polat’ın sağlık durumunun önemsizleştirilmesi bu skandallarda ısrar edildiğini gösteriyor.
Bu gelişmeler toplumda yeni mücadele alanları yaratıyor. İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarının serbest bırakılması talebinin yanına, tüm tutukluların, öğrencilerin serbest bırakılması, İmamoğlu’nunkiyle birlikte iptal edilen tüm diplomaların iade edilmesi taleplerini ve sanatçı haklarını da eklemek gerekiyor. Diploması iptal edilenlerin nasıl bir hak mücadelesi yürüteceğini henüz bilmiyoruz. Sanatçılar arasında önce İmamoğlu’na destek bildirisi yayımlandı; boykot çağrısı yapan sanatçılara dava açılması ve bir kısmının işlerinden atılması üzerine sanat toplulukları Susmuyoruz diyerek destek açıklaması yaptı. Çocuklarının serbest bırakılmasını isteyen aileler Anne Baba Dayanışma Ağı’nı oluşturarak, “Çocuklarımız İçin Bir İmza” başlığıyla kampanya başlattılar. Gözaltına alınan ve tutuklanan kadınların yaşadığı cinsel şiddet feministlerin ve kadın kurumlarının gündeminde yer alıyor. CHP, İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarına özgürlük ve erken seçim talebiyle Türkiye çapında başlattığı imza kampanyasına devam ediyor. Bu mücadelelerin birbiriyle dayanışma içinde, var olan toplumsal destek korunarak ve genişletilerek, sonuç alıcı bir şekilde nasıl sürdürülebileceği oldukça önemli bir yerde duruyor.
Toplumsal açıdan diğer önemli ve daha karmaşık bir mesele toplumda barışın ve kardeşliğin nasıl tesis edileceğidir. Yazının başında da belirtildiği gibi Ekrem İmamoğlu, çözüm sürecinin, Yeni Türkiye’nin cumhurbaşkanı adayı olarak da ortaya çıkmıştı. Gözaltına alınmadan üç gün önce Diyarbakır’da yaptığı konuşmada şunları dile getirmişti: Kürtlerin ve tüm toplum kesimlerinin kendilerini bu ülkenin sahibi, eşit ve onurlu yurttaşı, eşit hissedarı, eşit paydaşı olarak hissetmesini sağlamak hepimizin, devletimizin görevidir… Bazı siyasetçiler hepimiz kardeşiz derken ‘aslında kardeşiz ama ben büyük ağabeyim, ben ne dersem o olur’ demek istiyor. Ben o siyasetçilerden değilim. Ben eşit kardeşim…
Diğer yandan İmamoğlu’nun Kürtlerle barış ve eşit kardeşlik sözü, Saraçhane buluşmaları ve Maltepe mitingine katılan kitlelerin ortak temennisi değildi. Özellikle Saraçhane buluşmalarına katılan halk kitleleri arasında Kürt karşıtı, çözüm süreci karşıtı saldırgan ifadeler dikkat çekiyordu. Saraçhane’ye geç saatlerde yapılan polis müdahalesi ve gençlerin tutuklanmasına karşı çıkanlar arasında Newroz kutlamalarına aynı şekilde müdahale edilmemesini kınayanlar bulunabiliyordu. Bu eğilimler yüzbinlerin katıldığı Saraçhane buluşmalarının genel iklimini, temel taleplerini belirlemese de Kürtlerin katılımını elbette etkiliyordu.
Yıllardır toplumda örgütlenen saldırgan milliyetçiliğin, düşmanlaştırma retoriğinin nasıl geriletileceği ve toplumun barış, demokrasi ve eşitlik temelinde nasıl bir araya geleceği Saraçhane’yi aşan bir durum. Yüksek siyaset açısındansa bir yandan çözüm sürecine girip diğer yandan Türk-İslam faşizmi siyasetini tutarlı bir şekilde uygulamak sürdürülebilir bir durum olmayacaktır. Barış meselesini öncelikle dert edinen kesimlerin bu meseleyi sadece yüksek siyasete bırakmaması gerekiyor. Saraçhane buluşmalarında karşılaşılan bu manzaraya şaşırmanın, buradaki toplulukları kınamanın ötesine geçerek toplumla kurdukları ilişkide bu zamana kadar neler yaptıklarını ve yeni dönemde toplumsal dönüşüme ve barışın tesisine nasıl katkı sunacaklarını aciliyetle ele almaları elzem görünüyor.