Kayyum Rektörden, Senato Baskınına
2-15 Ocak Gündem Değerlendirmesi
(Bu değerlendirme yazısı Artizan Toplumsal Gündem Çalışma Komisyonu tarafından 2 – 15 Ocak 2021 tarihli haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır)
Tüm zamanların sıcaklık rekorlarının kırıldığı 2020 yılının sona ermesi sonrasında, 2021 yılına da yağışların yetersizliğii gündemiyle girildi. Su ve kuraklık sorunu önümüzdeki dönemde insanlığı ve yaşamı tehdit etmeye devam ederken, gerek iç gerekse dış politik gündemler tüm hızıyla devam etti.
Ele aldığımız bu iki haftalık dönemdeki başlıca iç politika gündemleri şöyleydi: Cumhurbaşkanı kararı ile Boğaziçi Üniversitesi’ne geniş kesimlerce ‘kayyum rektör’ olarak nitelenen Melih Bulu’nun atanması iç politikada önemli bir gündem oluşturdu.
Sinovac aşısı ile ilgili ‘acil kullanım onayı’ sonrası ülkede ilk aşılar yapılmaya başladı. Aşıların etkinlikleri, aşı yetersizliği, aşılamada öncelik ve kayırma iddiaları da gündemde önemli bir yer tuttu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhur İttifakı’nı genişletme ve güçlendirme, Millet İttifakı’nı parçalama konusundaki girişimlerine, Saadet Partili Oğuzhan Asiltürk’e ‘ağabey ziyareti’ ve MHP lideri Bahçeli ziyaretleri ile devam etti.
Eski AKP milletvekili, Gelecek Partisi genel başkan yardımcısı Selçuk Özdağ ve bazı gazetecilere MHP ile bağlantılı olduğu iddia edilen kişilerce saldırı gerçekleştirildi.
Dış politikada hiç şüphesiz en önemli gündem, ABD Kongresi’ne Trump taraftarlarınca gerçekleştirilen baskındı. Georgia eyaletinde, yapılan seçim iki demokrat senatörün kazanması ile sonuçlandı. Başkanlık, senato ve temsilciler meclisinde söz sahibi olan Demokratlar ve Biden yönetimi son dönemin en güçlü ABD yönetimine hazırlanırken, bu ölçüde beklenmeyen darbe girişimine sert tepki gösterdi ve Trump hakkında Temsilciler Meclisi tarafından ikinci kez azledilmesi yönünde karar alındı.
Putin, Paşinyan ve Aliyev Moskova’da görüşürken, Rusya Dağlık Karabağ bölgesine, çıkmamak üzere yerleşme adımlarını atmaya devam etti. Türkiye ise kurulan masada yoktu.
Tüm dünyada ve Türkiye’de şimdiden etkileri görülen bu değişime ve diğer gelişmelere ilişkin haberler ve yorumlara yazımızın devamında ulaşabilirsiniz.
İç Politika
Boğaziçi’ne Kayyım Rektör
Yeni yılın ilk günlerinde Boğaziçi Üniversitesi ile birlikte Pamukkale Üniversitesi, Antalya Bilim Üniversitesi, Beykoz Üniversitesi ve Çağ Üniversitesi’ne Cumhurbaşkanı tarafından rektör atandığı Resmi Gazete’de yer aldı. Bu kararın ardından Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden, öğretim üyelerinden ve mezunlarından tepkiler yükseldi. Bugüne kadar pek çok örneğini gördüğümüz kayyım atamalarında bu sefer iktidarın Boğaziçi’ni fethetme hamlesi Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerin ve kimi öğretim üyelerinin direnişine çarptı. “Kayyum Rektör İstemiyoruz” sloganının öne çıktığı eylemlerde Melih Bulu’nun bu görevi kabul etmemesi ve istifa etmesi talep edildi.
Kayyım rektör protestolarının temel nedeni üniversite içinde akademik faaliyet göstermeyen birinin üniversite içi seçimle değil doğrudan Cumhurbaşkanı’nın atamasıyla göreve getirilmesi. Üniversitede rektör seçimi yapılsa bırakın aday olmayı seçimde oy kullanamayacak pozisyonda olması… Üniversitelerin özerk, demokratik, özgürlükçü ve çoğulcu bir işleyişe kavuşturulmasını savunanlar için kim olursa olsun rektörün bu şekilde belirlenmesi kabul edilemez. Melih Bulu şahsında ise ilk öne çıkan konu siyasi iktidarla ilişkisi oldu. Bulu, AKP Sarıyer İlçe Başkanlığı kurucularından biri olmasıyla, AKP ile siyasi ilişkileri nedeniyle yandaş rektör imajı verdi. Akademik açıdan daha vahimi, çalışmalarındaki intihal iddialarıydı. Rektör atanır atanmaz Bulu’nun Uluslararası Bilgi Tabanlı Geliştirme Hakemli Dergisi’nde yayınlanan makalesinde başka bir çalışmanın özet bölümünü aynı şekilde kullanıldığı öne sürüldü.[1]
Tüm bu nedenlerle Melih Bulu okulun kapısından meşru bir rektör olarak giremedi. Yapılan öğrenci protestolarına, üniversitesi kampüsünün bulunduğu Rumeli Hisarüstü Mahallesi’ni polis ablukasına almakla yanıt verildi. Semtte adeta OHAL bölgesi ilan edildi. Eylemlere katılan öğrenciler evleri basılarak gözaltına alındı, bazıları çıplak aramaya maruz bırakıldı. Üniversite kapısına vurulan kelepçe ise yaşananların fotoğrafı oldu.
Siyasi iktidarım yaklaşımı eylemlere katılanları ve BÜ camiasını kriminalize etmekti. İlk günkü protesto eylemine CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun katılmasını dahi iktidar terörle ilişkilendirerek hedef gösterdi. Cumhurbaşkanı’nın ağzından CHP İl Başkanı’nın DHKP-C militanı olduğu sözleri döküldü. Terör ve darbe retoriği bu defa BÜ’deki kayyım protestoları için devreye sokuldu. Muhalefet partileri Boğaziçi’ne kayyım atayan biatçı zihniyeti eleştirirken buradan yeni bir Gezi çıkar mı diye de heveslendi. Devlet Bahçeli ise buradan Gezi Parkı çıkarmayı ezilmesi gereken bir komplo olarak niteledi.
Boğaziçi’ne kayyım atanmasıyla fetihçi yönelim ülkenin en seçkin üniversitesine de girmiş oldu. İlk elden görünen o ki kampüse ancak polis ablukasıyla girebilen Melih Bulu makamını bırakıp istifa etmeyecek. Öğrenci protestolarının devam edeceği de öngörülebilir. Akademisyenlerin, öğretim üyelerinin ne yapacakları ve Boğaziçi mezunlarının üniversite geleneğine nasıl sahip çıkacakları önümüzdeki günlerin konusu olacak.
Kovid 19’da Aşı Gündemi
Kovid 19 pandemisi devam ederken bu hafta dünyanın ve Türkiye’nin gündemindeki temel konu aşı uygulamasıydı. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun Çin şirketi Sinovac’ın ürettiği CoronaVac aşısına acil kullanım onayı vermesinin ardından Türkiye’de ilk aşılar yapılmaya başlandı. Sağlık Bakanlığı iki doz halinde uygulanacak aşının dört ayrı grupta yapılacağını duyurdu. İlk aşamada sağlık çalışanları, 65 yaş üstü vatandaşlar ile yaşlı, engelli, koruma evlerinde kalanlar gibi toplu ve kalabalık yerlerde yaşayan yetişkinler yer aldı. İkinci aşamada hizmet ve toplumun işleyişi için gerekli sektörlerde ve yüksek riskli ortamlarda bulunan ve kritik işlerde çalışanların aşılanacağı bildirildi. Üçüncü aşamada, 50 yaş altı en az bir kronik hastalığı bulunanlar, genç yetişkinler, ilk iki grupta yer almayan sektör ve mesleklerde çalışanların, son olarak da ilk üç grubun dışında kalanların aşılanacağı duyuruldu.[2] Kağıt üzerindeki hesap bu olsa da bakanlığın açıklamaları geniş bir kesime güven vermiyor; Türkiye’nin aşı ile imtihanı devam ediyor. Dünya genelinde aşı uygulamaları yaygınlaşırken Türkiye’de Aralık ayında başlayacağı söylenen aşılamalar bir ay gecikmeyle başladı. Bakanlık, Sinovac’la 50 milyon dozluk aşı anlaşması yapıldığını ve ilk aşamada 30 milyon dozun getirileceğini açıklamıştı. Ancak şu ana kadar 3 milyon doz aşı getirildi. Aşının etkinliği, aşıdaki öncelik sıraları önemli tartışma konularıyken diğer aşıların ne zaman geleceği belirsizliğini koruyor. Hal böyleyken var olmayan aşının etkisi, koruyuculuğu pratik karşılığı olmayan bir tartışmaya dönüşüyor.
Sözde Cumhurbaşkanı Polemiği ve Siyasette İttifak Arayışları
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun katıldığı ve üç kanalda canlı yayınlanan bir sohbet toplantısında sözde Cumhurbaşkanı ifadesini kullanması yüksek siyasetin bu haftaki polemik konusunu oluşturdu. Fahrettin Altun, Kılıçdaroğlu’nu özür dilemeye, AKPli pek çok isim de milli iradeye saygı göstermeye çağırdı. Bu tepkileri yeterli görmeyen Devlet Bahçeli ise el yükseltti ve hukuka ve milli iradeye savaş açan CHP’nin kendisini bekleyen makus sondan kurtulamayacağını söyledi.
Devlet Bahçeli’nin HDP’nin kapatılması ısrarının ve dayatmasının Cumhur İttifakı’nı zorladığı bir süredir dile getiriliyor. HDP’yi kapatmanın AKP’ye oy getirisinin olmayacağı, tersine HDP’ye oy vermeyen Kürt kesiminin tepkisini çekeceği ve AKP’de oy kabına neden olacağı tahmin edilebilir. Erdoğan’ın, MHP lideri Bahçeli’ye ziyaretleri devam ederken Saadet Partili Oğuzhan Asiltürk’le görüşmesi AKP’nin yeni ittifak arayışları olarak değerlendirildi.
HDP’nin kapatılma tartışmalarının nasıl sonuçlanacağı bilinemese de Kobane olayları iddianamesiyle önümüzdeki süreçte daha çok HDPlinin cezaevine atılacağı öngörülebilir. CHP’nin sürekli terörle ilişkilendirilmesiyle HDP’nin kapatılması ya da HDPlilerin tutuklanmaya devam etmesi karşısında muhalefetten yükselecek itirazların sesini kısmak istendiği söylenebilir.
Zoraki Darbe Gündemi
Başörtülü hakimler ve darbe iması tartışmaları devam ederken AKP, 81 ilde İlker Başbuğ, Fikri Sağlar ve Can Ataklı hakkında suç duyurusunda bulundu. Bilindiği gibi kısa bir süre önce Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Cumhuriyet Gazetesi’ne yeni kitabıyla ilgili bir röportaj verdi. Burada Başbuğ’un “Menderes, 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi” sözleri darbe iması olarak lanse edildi. Gazeteci Can Ataklı’nın kendi YouTube kanalındaki bir konuşması 1,5 dakikalık bir montajla servis edildi ve darbe çağrısı yaptığı söylenerek hakkında linç kampanyası başlatıldı. CHP eski milletvekili Fikri Sağlar hakkından başlatılan soruşturmanın gerekçesi halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılamaydı. Aralık ayının son günlerinde katıldığı bir televizyon programında Fikri Sağlar, başörtülü hakimlerin objektif davranması ve adaleti sağlaması konusunda kuşku duyduğunu söylemişti. Yargı bağımsızlığından neredeyse söz edilemeyeceği, yargının pek çok alanda siyasetin sopası haline geldiği bir siyasi iklimde başörtüsü takan kadın hakimlerin bağımsızlığının sorgulanması oldukça absürd. Aynı inanca mensup erkek yargıçların objektifliği ve adaleti sağlama yetisi tartışılmazken bu sorgulamanın başörtüsü üzerinden gündeme gelmesi ayrımcı bir yerde duruyor. İktidar açısındansa başörtüsü ve darbe gündemi kullanışlı bir araç olmaya devam ediyor. Gerek tabanını konsolide etmek gerek gerçek gündemlerin üzerini örtmek için işlevleniyor.
Gündeme bu tartışmalar taşınırken TSK, MİT ve Emniyet Taşınır Mal Yönetmeliği’nde oldukça kritik bir değişiklik yapıldı. “Terör ve toplumsal olaylarda TSK’ya ait silah ve taşıtların, bakan onayıyla Emniyet ve MİT’e devredilebileceği” yasalaştı.
Bu hafta aynı gün Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ, Yeni Çağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Orhan Uğuroğlu ve avukat Afşin Hatipoğlu ayrı ayrı saldırıya uğradı. Silahlı ve sopalı saldırıya uğrayan Selçuk Özdağ ölümden döndü. Saldırılardaki ortak noktanın bu üç ismin Devlet Bahçeli’ye yönelik eleştirileri olduğu yorumlarda öne çıktı.
Dış Politika
ABD’de Kongre Baskını
ABD’de 3 Kasım 2020 seçimleri sonrasında Demokratlar, Georgia eyaletinde senato seçimlerini de kazanarak Senato’da da çoğunluğu elde etti. Böylece siyasi olarak güçlü bir yönetime hazırlanan Biden’ın Başkanlığı resmen devralması beklenirken, ABD Kongre’sinde tüm dünyayı şaşırtan görüntüler oluştu. Dünya liderleri olayla ilgili endişeli açıklamalar yapılırken, Türkiye, geçmişte ABD’nin 15 Temmuz’a yönelik açıklamasına misilleme yaparcasına olayları endişe ile izlediklerini belirtip, tarafları itidale davet ettiği bir açıklama yapmayı tercih etti.
Trumpist kitlenin cüretkarlığı, gözü karalığı, devlet içindeki muhtemel varlıkları endişe ile takip ediliyor. Öyle ki bugüne kadar alışık olmadığımız güvenlik önlemleri eşliğinde yemin törenine yönelik hazırlıklar devam ediyor. Bir yandan da yine ABD’de pek alışık olmadığımız şekilde generaller anayasaya bağlılık bildirgeleri açıklarken, twitter başta olmak üzere birçok sosyal medya mecrası Trump’ın hesabını askıya alma kararı aldı. Trump Kongre baskını sırasındaki tepkisizliğinin bedelini, Temsilciler Meclisi’nde bazı Cumhuriyetçilerin de verdikleri oylarla kabul edilen azledilmesi yönündeki kararla ödemiş durumda. Trump’ın ikinci azil sürecinin akıbeti Cumhuriyetçi senatörlerin oylarına göre belli olacak. Cumhuriyetçi parti içinde olası iktidar çatışmaları da takip edilecek diğer bir konu.
Cumhuriyetçiler ve özelde bu Trumpist eğilimi temsil eden kitleye yönelik endişeler yeni değil. R. Sennet’ın Başkanlık seçimi sonuçlarını değerlendirdiği yazısında, Biden’ın seçimi kazanmasına rağmen, bundan sonrası için Trumpist kitlenin çok daha kararlı ve etkili bir şekilde geri gelmesine yönelik endişelerini ifade etmişti. Bu endişenin haklılığı Trump’ın aldığı yüzde 47 oy oranı ve 70 milyonun üzerinde insan tarafından desteklenmesi ile zaten ortada iken, son Kongre baskını da adeta bir karşı devrim provası görüntüsü verdi. Chomsky ise uzun yıllardan beridir (sivil haklar hareketinden beri) Cumhuriyetçi Partiyi gelmiş geçmiş en tehlikeli organizasyon olarak nitelemekte.
Diğer taraftan sağ popülist, ırkçı, bilimle mesafeli, hakikatle ilişkisi sorunlu kitleler sadece ABD’nin meselesi de değil. Özellikle Batı demokrasilerinin tamamında yaşanan sağ popülist ve ırkçı siyasi örgütlenmeler, demokrasilerin önündeki en büyük tehdit durumuna gelmiş durumda. Sağ popülist yapılar ile sermaye yapılarının geleneksel olarak yakın ilişki içinde oldukları biliniyor. Buna karşın, sağ popülist liderler ve siyasi organizasyonlar, tabanı din, ırk, güvenlik, mülteci akını, komplo söylemleri ile konsolide ederek maniple ediyor. Sermaye ve bu siyasi yapılar arasında adeta kazan kazan ittifakı kuruluyor. Sosyal demokrat, sol-liberal kesimler ise bu taban ile ilişki kuramıyor. Diğer taraftan popülist sağı, komplocu, bilim karşıtı söylemleri destekleyenlerin sayısı ABD’de 70 milyondan fazla oy alabilecek kadar karşılık buluyor.
Demokrasilerin krizine işaret eden bu durumdan en ciddi etkilenen ülkelerin başında ABD geliyor. ABD’de olan bitenlere bu kadar ilgi ve önem gösterilmesinin başlıca sebebi, ABD’nin dünya üzerinde siyasi, askeri ve kültürel hegemonyasından kaynaklanıyor. Bu nedenle Georgia senato seçimlerini kazanarak, senato çoğunluğunu da kazanan Demokratların, Biden/Harris yönetiminde, başta devlet yönetimine sızmış olan Trumpist eğilimlere karşı demokratik kurumların güçlendirilmesi, yargı bağımsızlığının korunması, devlet içindeki neofaşist eğilimleri tasfiyesi, neoliberal kapitalizme karşı iklim krizi ve gelir adaletsizliği ile mücadele etmesi gerekiyor.
Başarısız olunması halinde tüm dünyaya kabus saçacak iktidar değişimlerinin önüne geçmek için oldukça zorlu bir dönem başlıyor. Bu kadar zorlu görevlerle başa çıkma iradesinin Demokrat Parti iktidarında olup olmadığını, B. Sanders, A. O. Cortez, I. Omar, R. Tlaib, C. Bush, vb… Demokrat Partili isimlerin ne kadar etkili olabileceklerini, ABD’de ve dünyanın geri kalanında demokrasilerin krizine halk tabanında gelecek çözüm arayışlarını da yaşayarak göreceğiz.
Önümüzdeki dönem karşı-devrimci harekete karşı aydınlanmanın temel ilkelerinin savunulmak zorunda kalınacağı bir döneme girdiğimize işaret ediyor.
Dağlık Karabağ
Putin’in amir, Paşinyan ve Aliyev’in memur görüntüsü verdiği yuvarlak masa toplantısının düzenlendiği Moskova görüşmesi sonrasında ortak açıklama imzalandı. Yapılan görüşme ve neticelerinden anlaşıldığı kadarı ile Rusya, Dağlık Karabağ bölgesine çıkmamak üzere yerleşme adımlarını atmaya devam etti. Türkiye ise kurulan masada değildi. Birleşik Krallık, Fransa, İran, Gürcistan yapılan anlaşmayı memnuniyetle karşıladığını açıklarken, ‘AGİT Minsk Grubu’ ve ABD’de bu meselede belirleyici bir rol üstlenmedi. ABD’nin Biden yönetiminde D.Karabağ ve Kafkasya meselelerine dair adımlarını ayrıca takip etmek gerekecek.
Medyascope’tan Işın Eliçin’in Aydın Sezer’le yaptığı söyleşide aktarılanlara göre, yaşanan savaş neticesindeki son harita değişimleri ile 90’lı yıllardaki sınırlara büyük ölçüde geri dönüldü. Yenilik olarak adlandırılabilecek iki konu, Rusya’nın çıkmamak üzere D.Karabağ bölgesine yerleşmesi ve Ermenistan ile D. Karabağ arasında bağlantıyı sağlayacak Laçin koridorunun açılması oldu. Yine varılan anlaşma ile Azerbaycan’ın da Nahçıvan ve dolayısı ile Türkiye ile karayolu bağlantılarının kurulması hedefleniyor. Bu karayollarının kontrolü Rusya’da olacak. Altyapı yatırımlarında da Rusya’nı söz sahibi olması bekleniyor. Diğer taraftan Ermenistan’da Paşinyan’a büyük tepki var. Paşinyan komşu ülkelerle ilişkilerle normalleştirerek ekonomik olarak ülkeyi açmaya çalışacak.
Azerbaycan ile Türkiye arasındaki karayolu bağlantısının sağlanması ve olası enerji anlaşmaları da Türkiye’nin kazanımları arasında sayılabilir. Diğer taraftan, Türkiye bu savaşta açıktan taraf olup Azerbaycan tarafında yer almayı, hatta savaşı şiddetlendirmeye yönelik söylemleri iç politik malzeme olarak kullanmayı tercih ederek, taraflar arasında arabulucu, tarafsız bir rol ile masada yer alma şansını yitirmiş durumda. Türkiye, D. Karabağ bölgesine askeri olarak yerleşmeyi de başaramadı. Yine de Rusya, Türkiye’yi bir şekilde oyun planının içinde tutmayı tercih edecek gibi görünüyor.
Türkiye’nin Irak ve Suriye Hamleleri
Son dönemde dikkat çeken bir diğer dış politika gündemi ise Irak ve Suriye’nin kuzeyi ile ilgili gelişmeler. Türkiye’nin Biden yönetimi göreve başlamadan saldırılarını artırdığına dair iddialar var. Şehba, Til Temir, Ayn İsa’dan bombalama ve çatışma haberleri gelmeye devam ediyor. PYD yönetiminden garantör konumundaki Rusya’ya yönelik eleştiriler dile getirilirken, Suriye yönetimi ile de zaman zaman sıcak çatışma aşamasına varan gerginlikler yaşanıyor. Bir diğer önemli iddia da Hakan Fidan’ın Şam’ı ziyaret ettiğine dair iddialar. Bu iddialar reddedilirken, Kuzey ve Doğu Suriye’yi fiili olarak kontrol eden siyasi yapılardan, Suriye ve Rusya’ya’nın Türkiye ile işbirliği yaptıklarına dair bir takım açıklamalar geliyor.
Bu gündemleri takip eden bir diğer gelişme de, ENKS’nin Türkiye ile görüştüğünü açıklaması ve sonrasında ENKS ve PYNK taraflarının karşılıklı olarak birbirlerini suçladıkları açıklamalar oldu. ENKS açıklamasına göre, Türkiye’nin Kürtlerle bir sorunu yok, ancak mevcut siyasi yapı ile ciddi sorunu var. Bunun ne anlama geldiği, ENKS’nin bilinen bu gerçeği dile getirmekle neyi hedeflediği, taleplerinin ne olduğu kamuoyuna açıklanmadı; ancak Aldar Xelil’in ifade ettiklerine bakacak olursak, özerk, çok kimlikli yapının ortadan kaldırılması ve askeri yapının da dönüştürülmesine yönelik talepler olduğu anlaşılıyor. Suriye tarafı ise yine mevcut yapının ortadan kaldırılmasını, DSG’nin orduya katılmasını talep ediyor. Biden yönetiminin de bir şekilde Türkiye ile anlaşacağı ve bu yapıyı ortada bırakabileceğine dair analizler var. Büyük güçlerin kıskacında olan mevcut siyasi yapı içinde bulunduğu duruma dikkat çekmek için geçtiğimiz günlerde Chomsky ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Chomsky, varlığını mucize olarak nitelediği ‘Rojava Devrimi’nin’ uluslararası destek görmez ise hayatta kalamayabileceğini ifade ediyor.
Katar – S. Arabistan anlaşması
ABD’de yönetim değişikliği yaşanırken, bir diğer dikkat çekici gelişme ise İran’a karşı ittifakı öne çıkaran ve İsrail ile ilişkileri normalleştiren Arap ülkelerinin birbirleri ile olan ilişkilerde normalleşmeye gitmeleri oldu. Görevden ayrılmak üzere olan Pompeo’nun, İsrail Başbakanı Netanyahu ile birlikte S. Arabistan’da gerçekleştirdiği gizli toplantı sonrasında peş peşe ikili ilişkilerin normalleşmesi haberleri geldi. Bahreyn, BAE’nin İsrail ile diplomatik ilişkileri başlattığı haberini, Katar’ın S.Arabistan ile normalleşme adımı izledi. Mısır ve Katar arasında da kısa sürede bir normalleşme adımı bekleniyor. S. Arabistan, Mısır ile ilişkileri kötü durumda olan Türkiye’nin durumu ise şimdilik belirsiz. S. Arabistan veliaht prensi tarafından günlerce alıkonulan Lübnan Başbakan’ı Hariri, Katar’la S. Arabistan’ın normalleşme adımı sonrası Türkiye’ye geldi.
Tüm olan bitenden bağımsız olarak, Türkiye’nin bu gelişmeler karşısında Ortadoğu politikalarını aynı şekilde sürdürmesi olanaksız. Başta S. Arabistan, BAE olmak üzere Türkiye’nin yeni dönemde bu ülkelerle yeniden ilişki kurması muhtemel. Bu durumda İran karşıtı ve İsrail – ABD eksenli politikalara ne ölçüde eklemleneceği önümüzdeki dönemin konusu olacak. Diğer taraftan, Türkiye böyle bir ittifaka katılma karşılığında, Kürtlerin ABD açısından önemini azaltabilecek taleplerde bulunabilir.
[1] Kayyım rektör Bulu hakkında intihal iddiası, Cumhuriyet Gazetesi, 3 Ocak 2021.
[2] Aşılama dört aşamada planlandı; bianet, 14 Ocak 2021.