Dünyanın pek çok ülkesinde kadınlar her gün tanıdıkları ya da tanımadıkları erkekler tarafından öldürülüyor; şiddete maruz kalıyor, tecavüze uğruyor. Dünyanın pek çok ülkesinde kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet feminist hareketin, kadın hareketinin öncelikli gündemini oluşturuyor. Dünyanın son on yılına baktığımızda da kadınlara ve kız çocuklarına yönelik ataerkil şiddetin ne kadar yoğunlaştığı görülebilir. Arjantin’den İtalya’ya, Fransa’dan Hindistan’a, İran’dan Şili’ye, İspanya’dan El Salvador’da, İrlanda’dan Kolombiya’ya, Türkiye’ye… Kadınlar tek bir kişi bile eksilmeyeceğiz demek için sokaklara çıkıyor.
Şiddeti önlemek için çıkarılan yasalara; feminist örgütlerin, kadın örgütlerinin mücadelesine rağmen şiddet yayılmaya devam ediyor. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet ve şiddet tehdidi her şeyden önce bir eşitlik meselesidir. Çünkü şiddet kadınların özel ve kamusal alanda, toplumsal alanda eşit bir rol almasını engelliyor. Bu nedenle tüm toplumu ve toplumun tüm kurumlarını ilgilendiriyor. Yetkililer şiddete karşı olduklarını söyleseler de, yeni yasalar çıkarılsa da devletlerin ve kurumların politikaları dünyanın pek çok ülkesinde kadınlara güven vermiyor. Türkiye’de yasal uygulamalarda kadın katillerine, tecavüzcülere dava sürecinde hak etmediği indirimler uygulanabiliyor, davalar cezasız kalabiliyor ya da yasal mevzuat devreye sokulmayabiliyor. Kanunların uygulansa da şiddete çözüm olup olmayacağı başka bir tartışma konusu. Çünkü toplumda kadına yönelik şiddetin kabul edilebilir olduğunu, kadınların şiddetle kontrol edilmesi gerektiğini düşünen çok büyük bir kesim var. Kadınların kendini ilgilendiren davranışları, kıyafetleri, yaşam biçimi hem gündelik hayattaki şiddetin hem de yasaları uygulayanların indirim gerekçesi olabiliyor. Şiddeti meşru gören ataerkil zihniyetin geriletilmesi, sonlandırılması için ya kurumsal politikalar geliştirilmiyor ya da geliştirilen politikalar yeterli olmuyor. Haliyle devletler ve kurumları kadınlara güven vermiyor. Bu nedenle tüm dünyada kadınlar, kurumlara ve topluma sorumluluklarını hatırlatmak için, yaşamlarına sahip çıkmak için sokaklarda…
Geçtiğimiz ay 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü kapsamında Şili’de kadınlar, Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı önünde danslı bir eylem örgütledi. Şilili feminist grup Las Tesis bu performans eylemiyle kadın cinayetlerini, cinsel saldırı ve istismarları, bunlar karşısında kadınları suçlayan ataerkil zihniyeti ve şiddeti engellemeyen kurumları, yetkilileri protesto etti. Bu performans dünyanın pek çok ülkesine yayıldı. Brezilya, İtalya, Fransa, İspanya, Almanya, Peru, Amerika, İngiltere’nin pek çok şehrinde kadınlar aynı performans eylemi kendi dillerinde veya İspanyolca olarak tekrarladı[1].
Aynı eylem Türkiye’de de gündeme geldi. Kadın grupları arasında bu eyleme çağrı yapanlar oldu. Bu çağrılardan biri de İstanbul’da 8 Aralık Pazar günü için Kadın Meclisleri tarafından yapıldı. Aralarında amatör, profesyonel sanatçıların da olduğu pek çok kadın bu çağrıya yanıt verdi. Dünyanın pek çok ülkesi ve şehrinde yapılmış olan eylem, İstanbul’da emniyet güçleri tarafından yarıda kesildi, bitirilmesine izin verilmedi. Kadınlar itilip kakılıp darp edildi. Kadın katillerine, tecavüzcülere takılmayan ters kelepçeyle 6 kadın, Ayşen Ece Kavas, Fidan Ataselim, Nisa Kör, Seda Elhan Barbaros, Sevda Yeniköylü, Yaprak Okatalı gözaltına alındı. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet, Cumhurbaşkanlığına hakaret, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, devletin kurum ve organlarını aşağılamakla suçlandı. Ertesi sabah Anadolu Adliyesi’nde hakim karşısına çıkarıldı ve soruşturma süresince adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.[2]
Şili devlet başkanına ve yetkilerine yazılan, diğer ülkelerdeki eylemlerde de söylenen “tecavüzcü sensin, öldüren sensin, polisler, hâkimler, devlet ve başkan” sözleri İstanbul’da Cumhurbaşkanı’na, devlet yetkililerine hakaret sayıldı. Ankara Kuğulu Park’ta da kadınlar aynı gün, aynı sözlerle, aynı eylemi yapmış ve hiçbir müdahale olmamıştı. Böylece uygulamada keyfilik örneklerine biri daha eklenmiş oldu. Las Tesis eyleminin Türkiye’nin diğer şehirlerinde yapılmaya devam edeceğini öngörmek çok zor değil. Oralarda neler yaşanacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Kadınların şiddete karşı, şiddetsiz eylemlerine şiddetle yanıt verildiğini sık sık görüyoruz. İstanbul’daki 2019 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’ne “ezan ıslıklama” gibi olmayan tuhaf gerekçelerle müdahale edilmesinden sonra Şilili yetkililer için yazılan sözlerin Türkiyeli yetkililer için yazılmış sayılmasına şaşırmalı mı? Ne zaman kadına yönelik şiddete karşı eylemler polis müdahalesiyle son bulsa yetkililer ortaya çıkıp bu şiddeti savunuyor. Ortada marjinal gruplar olduğu, amacın şiddete karşı çıkmak değil devleti yıpratmak olduğu çarpıtmasına sığınılıyor. Son Kadıköy eyleminden sonra İçişleri Bakanı da aynı açıklamayı yaptı.[3] Oysa eylemin içeriğine bakıldığında tam tersi bir durum olduğu, kadınların İstanbul Sözleşmesi’ni, Türk Ceza Kanunu’nu, 6284 sayılı kanunu savunduğu yani ortada devlet karşıtı marjinal gruplar değil devletin hukuki zeminini savunanlar olduğu görülebilir.
Şiddetin sona ermesini isteyen kadınlar olarak kendimize bakacak olursak şunları not edilebiliriz.
Bugün 2000li yılların başındaki AB’ye uyum sürecinde ardı ardına kanunlar çıkaran, kadın örgütlerinin çok kimlikli platformlar etrafında bir araya gelip birlikte hareket etmenin yollarını arayarak kazanımlar elde etmeye çalıştığı bir Türkiye’de değiliz. Geri alınmaya çalışılan haklar karşısında muhafaza ve müdafaa çizgisine geçtik. Diğer yandan cinsiyetçi söylem ve pratikler yükseldikçe feminizmi tanımaya çalışanların, feminizme sahip çıkanların sayısı artıyor. Ancak örgütlenmeler çok kırılgan zeminlerde ilerliyor. Bir yandan çok fazla yeni kadın grubu kuruluyor diğer yanda pek çok kadın örgütü dağılıyor, içe kapanıyor. Farklı kadın gruplarının feministlerin bir araya gelip derinlikli tartışmalar yapmaları, ortak eylem ve söylem üretme pratikleri oldukça zayıfladı. Bir dönemin popüler farklılıklarımızla bir aradayız söylemi artık retorik bile değil. Var olan gruplar arasında yan yana gelmeye imtina edenler de oluyor. Sosyal medya çoğu yerde yüz yüze iletişimin yerini aldı. Buradaki tartışmalar da kimi zaman tuhaf kutuplaşmalar, had bildirmeler şeklinde ilerleyebiliyor.
2000li yıllarda İstanbul’da yapılan kadın eylemlerinin önemli bir kazanımı bu eylemlerin çokdilliliği gözetecek şekilde kurulmasıydı. 1997’deki Kadınlar Artık Örgütlü 8 Mart mitinginin konuşmaları Türkçe ve Kürtçe olarak yapılmış sonrasında buna diğer kadın eylemlerinde de özen gösterilmeye başlanmıştı. Kadınlar hem ülkedeki savaş atmosferinin şiddeti nasıl güçlendirdiğini ele alırken hem de yanı başında yok sayılan bir dili ve kültürü eylemin bileşeni haline getiriyor, barışın yollarını arıyordu. Daha sonları İstanbul eylemlerinde Türkiye’de konuşulan diğer dillerden de Ermenice, Arapça, Lazca… dövizler taşınmaya, sloganlar bulunmaya başlandı. Farklı kesimlerden kadınların bir araya gelmesinin azalması bu konulardaki farkındalıkları da etkilemiş olabilir.
Bugün marjinal gruplar çarpıtmasıyla yaftalanan kadın eylemlerini örgütlerken geçmiş deneyimleri hatırlayıp ortaklaşmaya çalışarak bir araya gelmenin yolları aranabilir. Örneğin, Las Tesis eylemini Türkiye’de gündeme getiren grupların bu eylemleri birlikte örgütlemenin yollarını arayıp aramadıkları, bir araya gelmelerinin önündeki engellerin neler olduğu ve bunların nasıl aşılabileceğini konuşmak önemli bir başlangıç olur.
Çeşitli hak talepleri etrafında örgütlenen eylemlere ya izin verilmez ya da keyfi ve irrasyonel gerekçelerle müdahale edilirken bu eylemleri organize edenlere de eyleme katılanların güvenliğini sağlama sorumluluğu daha fazla yükleniyor. Kadın eylemleri genelde bir kadın grubunun ya da bir platformun çağrıcı olması üzerine örgütlenir. Bir tertip komitesi oluşturulur ve çeşitli planlamalar yapılır. Bunlardan biri de olası bir polis müdahalesinde katılımcıların şiddete uğramasına izin vermeyecek şekilde eylemin bitirilmesidir. Çünkü polis şiddeti arttıkça eylemlere katılımlar azalır, sokaklara sadece buna cesaret edebilenler çıkar. Kadınların iki sokak yürümesine izin verilen İstanbul 25 Kasım eylemi bittikten sonra kalan gruplara polis müdahale etti. 8 Aralık Las Tesis Kadıköy eylemini ise yarıda kesti, bitmesine izin vermedi. 8 Aralık performans eylemi polisin müdahale edeceği öngörüldükten sonra 6 kadın gözaltına alınmayacak şekilde bitirilebilir miydi? Bu durum daha fazla kadının eylemleri sahiplenmesine mi sebep olur yoksa tam tersi geri çekilip gelmemesine mi? Bundan sonraki Las Tesis benzeri eylemlerin önünü mü açar yoksa en baştan hiç yaptırılmamasına mı neden olur? Tüm bu olasılıkların incelikli bir şekilde ele alınıp değerlendirilmesi gelecek eylemlerin sahiplenilmesi açısından da önemli.
Feminizmin kazanımlarını, kadın haklarını karşısına alan siyasi bir atmosferde kadınların bir araya gelmemesi tam da ataerkil sistemin istediği şey olur. Kadınların ve ataerkiye, cinsiyetçiliğe karşı çıkan kesimlerin bir arada durması bu nedenle hayati bir yerde duruyor.
[1] Diğer ülkelerdeki eylemler için bkz: https://www.youtube.com/watch?v=kzT5yzdT24Y
[2]Gözaltındaki Kadınlar, Adli Kontrol Şartıyla Serbest Bırakıldı; BİA Haber Merkezi; http://bianet.org/bianet/erkek-siddeti/216871-gozaltindaki-kadinlar-adli-kontrol-sartiyla-serbest-birakildi
[3]Soylu kadınlara polis müdahalesini savundu: Dertleri kadın cinayetleri değil; Evrensel Gazetesi https://www.evrensel.net/haber/392799/soylu-kadinlara-polis-mudahalesini-savundu-dertleri-kadin-cinayetleri-degil