(Bu yazı 16 Şubat – 1 Mart 2023 tarihleri arasındaki iç politika gelişmeleri çerçevesinde kaleme alınmıştır.)
Deprem ihmallerine eleştiriler, iktidarın tepkileri
Deprem sonrasında bocalayan iktidar ilk şokun ardından aleyhte eleştiri ve tutumları “not ettiğini” belirtmişti. Bu dönemde iktidarın özellikle toplumsal muhalefete karşı sert uygulamalarını artırdığı görülüyor. Muhaliflere karşı dışlayıcı ve hakarete varan söylemler bir yana, deprem bölgesindeki muhalif girişimlerin, kurtarma ve yardım çabalarının dahi sahada fiilen engellenmesi iktidarın insani açıdan ne kadar vahim bir durumda olduğunu gösterdi. Pazarcık’taki kayyum ataması sonrası muhalefete dönük engelleme girişimleri devam ediyor: HDP’nin depremzedeler için topladığı yardıma askerlerin “illegal yardım” diyerek el koyması, Pazarcık’ta KESK’in kurduğu merkezin engellenmesi, Hasankoca Cemevi’ndeki yardım faaliyetlerine müdahale edilmesi, TKP’ye yönelik gözaltı ve baskılar, Hatay’da bulunan Mor Dayanışma Derneği gönüllülerinin Güzelburç köyünde Jandarma Özel Harekat timlerince alıkonularak tehdit edilmesi, bunun en çarpıcı örnekleri oldu.
Muhalefete yönelik baskılar deprem sahası dışında da artarak devam etti. İstanbul Emek, Barış, Demokrasi Güçleri Deprem Koordinasyonu ile TİP’in Kadıköy’de yapmak istediği basın açıklamalarına polis saldırdı, onlarca kişi gözaltına alındı. Çoğu Kürt yayını olan 340 URL adresi ve internet sitesine erişim engeli getirildi ve birçok sosyal medya hesabı yasaklandı. Bunların arasında AKP’ye yakınlığı ile bilinen Barzani ailesinin yayın organı Rudaw’ın da olması dikkat çekti. Depreme ilişkin sosyal medya paylaşımları nedeniyle gözaltına alınanların sayısının 138’e yükseldiği belirtildi. Ekşi Sözlük’e erişim engeli getirildi. Adalet bürokrasisinde bir “anlaşmazlık” olsa gerekir ki bu engel kaldırıldı ve sonra tekrar uygulandı. Tele 1’e 3 gün karartma yaptırımı uygulandı. Antikapitalist Müslümanlar oluşumunun kurucusu ilahiyatçı Recep İhsan Eliaçık’ın Yaşayan Kur’an Türkçe Meal-Tesfir’i isimli çalışmasına basım yasağı ve toplatma kararı verildi. Gerekçe ise ‘İslam dinine aykırı unsurlar içermesi’ olarak gösterildi. Seçimlere giderken muhalif yayın organlarına baskının artması beklenebilir.
İktidarın baskı politikalarından etkilenen bir diğer alan da Üniversiteler oldu. YÖK, 9 Şubat’ta ikinci bir duyuruya kadar üniversitelerde bahar döneminin ertelendiğini duyurmuştu. 11 Şubat’ta da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, üniversitelerde yaza kadar uzaktan eğitime geçildiğini, Kredi Yurtlar Kurumu (KYK) yurtlarının da depremzedelerin kullanımına açılacağını duyurdu. Ardından YÖK, tıp fakültelerinde 1, 2 ve 3’üncü sınıf öğrencilerinin bahar yarıyılında eğitime uzaktan devam edeceklerini açıkladı. Başta yurtlardan apar topar çıkarılan öğrenciler olmak üzere, ülkede birçok otel ve konaklama yerleri dururken ilk adres olarak öğrenci yurtlarının depremzedelerin kullanımına açılmasına birçok kesim tepki gösterdi. Uzaktan eğitimin üniversiteliler arasındaki fırsat eşitsizliğini daha da büyüten bir uygulama olduğunu vurgulayan gençlik örgütleri, yüz yüze eğitim koşullarının acilen sağlanmasını talep etti. Öğrenciler protestolar düzenledi. Öğrencilere yoğun polis şiddeti uygulandı ve gözaltılar gerçekleşti. Öte yandan yoğun tepki üzerine bazı kamu üniversitesi ve birçok özel üniversite isteyenlerin sınıflarda yer alabileceği hibrit eğitim modeline geçileceğini duyurdu. Ancak iktidarın baskıları sonucu çoğu üniversite hibrit modelden vazgeçip uzaktan eğitime geçti. İktidar her ne kadar online eğitime geçişi yurtların depremzedelere açılmasıyla gerekçelendirse de özellikle depremdeki ciddi sorumsuzluğu ve hataları göz önüne alındığında gençliğin geliştirebileceği protesto eylemlerinin önüne geçme çabasında olduğu da söylenebilir.
Hükümet istifa sesleri
İktidara karşı ilk kitlesel protestolar stadyumlardan geldi. Deprem sonrasında ara verilen Süper Lig’de, erteleme maçında Fenerbahçe tribünlerinde “Hükümet istifa” sloganı atıldı. Ardından Beşiktaş tribünlerinde de hükümet istifa sloganı atıldı, polis tribüne girdi. Soylu ve Bahçeli açıkça bu protestolara yönelik tehditkâr açıklamalar yaptı. Protestolara gösterilen tepkilerde, iktidar ile devletin eşitlenmesi de dikkat çekti. Ardından Fenerbahçe taraftarlarına deplasman yasağı geldi. Bir kısım taraftar grupları ile kulüpler bu tavra tepki gösterdi. Muhalif taraftar tepkilerine karşı özellikle yönlendirildikleri anlaşılan Anadolu kulüp başkanlarının “devletimizin yanındayız” açıklamaları dikkat çekti. Bundan sonra taraftar gruplarının tepkilerini takip etmek gerekiyor. İktidar bu sesi kısmak için elinden geleni yapacaktır.
Buna karşın hükümet istifa seslerinin 6’lı muhalefet cephesinde belirgin bir şekilde karşılık bulmadığı da not edilebilir. Bu açıdan en azından şimdilik, sokak muhalefetinin yüksek siyasi muhalefetin önüne geçmeye başladığı söylenebilir. Selahattin Demirtaş’ın istifa çağrılarını ve toplumsal muhalefetten gelen pek de güçlü olmayan istifa seslerini bir yana bırakacak olursak; yüksek siyasi muhalefetin anayasaya aykırı olduğu görünen bir seçim sürecine (Erdoğan’ın adaylığı, seçim takvimi, yeni seçim yasasının geçerliliği) itiraz etmeden kabul etmesi bir yana, meşruiyetini çoktan yitirmiş olan bu iktidarı özellikle deprem sonrası ayrıştırıcı ve gayriinsani yaklaşımları dolayısıyla açıkça derhal istifaya çağırmamasını anlamak gerçekten çok güç.
Seçimler Millet ittifakı adaylık meselesi ve Kılıçdaroğlu’nun çıkışları
Son anketlere göre AKP’nin oyunda düşüş var ancak deprem koşullarında beklenebilecek oranda bir düşüşün yaşanmadığı belirtiliyor. Örneğin Aksoy Araştırma’nın sonuçlarına göre AKP’nin 2022 yılının son çeyreğinde yakaladığı artış trendinin durduğu ve oylarında son iki ay içerisinde yüzde 2,4 gerileme olduğu görülüyor. İki ittifak arasındaki farkın daha da yüksek olduğunu gösteren anketler de yayımlandı. Ancak deprem koşullarında yapılan anketlere dikkatli yaklaşmakta fayda var. Ayrıca adayların net olmadığı, 6’lı masanın aday belirleyemediği ve Erdoğan’ın adaylığına dair soru işaretlerinin dile getirildiği ve de seçim tarihinin ve hangi seçim yasasının geçerli olacağının henüz net olmadığı bir ortamda zaten anketler üzerinden yapılacak değerlendirmeler yetersiz olacaktır. Nitekim depremin hemen ertesinde, iktidar temsilcilerinin “Bir yıla ihtiyacımız var” açıklamalarından kendine vazife çıkaran Bülent Arınç aracılığıyla önce seçimlerin ertelenmesi, sonra da YSK’nin seçimi erteleme yetkisi olduğu iddiası dile getirildi. Erdoğan’ın ve AKP cenahının daha sonraki açıklamalarına göre ise seçim 14 Mayıs’ta olacak beklentisi hakim. Hatta bu noktada özel görev verildiği anlaşılan YSK’nın ön çalışması sonrası seçimin zamanında yapılmasının mümkün olduğu kanısına vardığı ve bu değerlendirmesini Cumhurbaşkanlığı’na ilettiği de iddia ediliyor. İktidar açısından bakıldığında ekonominin göstergeleri oldukça kötü ve daha da kötüye gideceği görülüyor. Muhalefetin dağınık görüntüsü, deprem bölgesinde seçimlerin yapılma imkanları değerlendirildiğinde Erdoğan’ın seçimleri kazanma ihtimali yok değil. İktidar ilerde durumun daha da zorlaşacağını değerlendirerek seçimleri 14 Mayıs’ta gerçekleştirmeyi tercih edebilir.
Öte yandan Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı üzerinden Akşener ve İYİ Parti tarafından açılan kazanacak aday tartışması muhalefeti epey yoruyor. Zira anketlere göre Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın üzerinde bir oy potansiyeline sahip olduğu iddia ediliyor. Aslında bu tartışma temelinde Kürt meselesi ve devletin olası restorasyonunun nasıl olacağına dair bir tartışmanın sonucu gibi duruyor. Millet ittifakının 2 Mart’ta adayını belirleyeceği veya konuşacağı ve sonrasında da bir toplantı ile adayı açıklayacağı söyleniyor. Ekonominin durumu, deprem, anketler ve yorumlar göz önüne alındığında muhalefetin seçimi kazanma koşullarının nesnel açıdan oldukça uygun olduğunu söylemek mümkün. Ancak öznel açıdan aday ve adayı belirleme sürecinde yaşanabilecek sorunlar ve Kürt meselesine yaklaşımın belirleyici olacağı da açık.
Diğer yandan bu dönemde Kılıçdaroğlu’nun radikal bir söylem farkına gittiğini ve belki de ilk kez iktidara cepheden bir muhalefet çizgisi geliştirmeye başladığını söylememiz gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun, Kahramanmaraş’ta meydana gelen depremden etkilenen Hatay Havalimanı’nda ABB’nin onarım çalışmalarının başladığını belirterek, “Kapanan Hatay Havalimanı’nı onarıyoruz. Gelsinler tutuklasınlar” ifadelerini kullandığı 8 Şubat’taki açıklamasını bu çizginin başlangıcı olarak görebiliriz. 17 Şubat’ta da Kılıçdaroğlu, hükümetin, “tuttuğumuz defteri açacağız” ve “bunları not ediyoruz” açıklamalarına “Not etseniz ne yazar? Hala anlamadınız, hepimiz tutuklanmaya hazırız” cevabını vermişti. 21 Şubat’ta da Kılıçdaroğlu Devlet’e yaklaşımlarını değiştirmeleri gerektiğini söyledi ve “Ne Erdoğan ile ne de milleti için var olmayan bir devlet yapısıyla hizalanacağım” açıklamasında bulundu. İktidarın “Yenikapı ruhu” ve özellikle de Kürtlere karşı operasyonlarda “aynı gemideyiz” söyleminde olduğu gibi tüm muhalefeti “hizalama” yaklaşımına karşı bunu reddeden en önemli çıkışlarından biri olarak değerlendirebileceğimiz bu açıklama özellikle de “Değişmemiz lazım, sistemi, düzenin çalışma şeklini kökünden değiştirmemiz lazım. Devletin işleyişini değiştirmemiz lazım. Siyasetin yapılma şeklini değiştirmemiz lazım” ifadeleriyle tarihe geçecek öneme sahip. Aynı açıklamada meşhur 5’li çeteyi de hedef alan Kılıçdaroğlu aynı gün başka bir açıklamada “Biz gelince yabancıya konut satışını 5 yıllığına engelleyeceğiz ve fiyatlar düşmeden yasak kalkmayacak” ifadelerini kullanmıştı. Daha sonra (26 Şubat’ta) “Birilerine şirin gözükmek için vahşi neoliberalizmi pas mı geçeceğiz, 5’li çeteyi mi affedeceğiz? Hayır, biz neoliberalizme karşı sonuna kadar savaşacağız” diyerek tavrını sürdürdü. Kılıçdaroğlu’nun bu yeni tavrından tribünlerden yankılanan ‘hükümet istifa’ sloganlarıyla ilgili taraftarlara tehdit içeren paylaşımda bulunan Alaattin Çakıcı da nasibini aldı: “Gençlerimizi hiçbir illegal oluşumun tehdit etmesine izin vermeyiz“.
Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışlarının iktidar ve devlet içindeki ve çevresindeki değişik kesimleri oldukça rahatsız edeceğini öngörmemek saflık olacaktır. Bu çizgiye karşı ne tür hamlelerin geliştirileceğinin izlenmesi gerekiyor.
Asker deprem sonrası neden yoktu?
Asker neden deprem sonrası sahaya inmedi tartışması devam ediyor. Soylu engelledi, Akar engelledi, Akar’la Soylu kavgalı, Erdoğan izin vermedi gibi iddialar havada uçuşuyor. Akar ilk açıklamasında asker ilk saatlerde hazırdı derken son açıklamasında askerin olmaması ile ilgili olarak Suriye ve Irak’tan asker mi çekilecekti, hududu kim koruyacak şeklinde bir açıklama yaparak bir anlamda bir yandan askerin depremde görevlendirilmediğini itiraf etmiş diğer yandan da bu çapta bir depremde bile Kürtlerle savaşa ara vermeme “kararlılığını” dile getirmiş oldu. Kızılay başkanı da kendi skandalı ile ilgili sorulara yanıt verirken askerin yokluğuna vurgu yapan bir açıklama yaptı. Bu açıklamalar bir anlamda olası iktidar değişiminde sorumluluktan kurtulma çabaları olarak okunabilir mi? İnsanlar enkaz altındayken askerlerin görevlendirilmemesi olası kastla ölümlerden sorumluluğu ve ceza yargılamasını gerektiriyor. Ordunun devreye girmesi ile binlerce insan kurtarılabilecekken, insan yaşamını öncelemeyen başka bir tercihin yapıldığı görülüyor.