Depremin üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen devlet/iktidar depremzedelere en temel yaşamsal ihtiyaçlar olan geçici barınma, su, tuvalet ve hijyen ürünlerini sağlayamaz, ölenlerin bedenlerini çıkarıp ailelerine/yakınlarına teslim edemezken, enkazların kaldırılması ve yeniden inşa faaliyetlerine yönelik adımlarının hızına yetişmek mümkün değil. AKP iktidarının, içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal anlamdaki sıkışmışlık ile ülkeyi bir an önce seçime götürmek ve seçime giderken de depremzedelere kalıcı konutlarının en kısa sürede ancak AKP tarafından inşa edilebileceğine dair bir hikaye yazmak dışında pek fazla seçeneği yok gibi görünüyor. Bu yüzden olabildiğince hızlı bir şekilde en iyi bildikleri şeye, gerekli bilimsel çalışmaları yapmadan inşaat faaliyetine girmeye çalışıyorlar.
Hâlâ ulaşılamamış enkazlar varken ve aslında her bir enkaza bir suç mahalli olarak yaklaşmak gerekirken pek çok yerde enkaz kaldırma faaliyetlerine çoktan başlandı bile. Akıllara gelen pek çok soru da şimdilik cevapsız duruyor: Örneğin, kaldırılacak enkazdaki kurtarma faaliyeti sonlandı mı? Canlı ya da ölü, herkes çıkarıldı mı? Enkazlardan gerekli numuneler savcılık gözetiminde alındı mı?
Birleşmiş Milletler Kalkınma Ajansı’nın çalışmalarına göre 6 Şubat depreminde oluşan enkazın 1999 depreminde oluşan enkazın 10 katı büyüklüğünde olduğu tahmin ediliyor. Bu enkazın nerelere ve nasıl taşınacağına dair çalışmaların da yapılmadığı anlaşılıyor. Enkazların tarım alanlarına, sulak alanlara ve hatta koruma altındaki bölgelere taşınmaları gelen tepkiler üzerine durduruldu.
Depremin üzerinden iki hafta geçmişken Cumhurbaşkanı Erdoğan 1797 konutun yapımına derhal, “18 bin 544’ü Gaziantep’te olmak üzere ülkemiz genelinde toplamda 200 bin konutun inşaasına” da 2 ay içerisinde başlanacağını duyurdu. Açıklamanın hemen ardından çıkarılan kararnamelerle yetkiler tek elde toplandı ve imara açılacak alanlarda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkili kılındı. Kararnameyle Bakanlık imara açılacak alanlara karar vermekle kalmayacak, ayrıca ihalelere de pazarlık usulüyle karar verebilecek. Nitekim Kararnamenin yayınlanmasından sonraki iki gün içinde TOKİ 6 milyar TL’lik sekiz ihale yaparken, hemen sonraki iki hafta içinde pazarlık usulüyle yaptığı ihale sayısı elliyi, toplam ihale bedeli ise 40 milyar TL’yi buldu. İnşaat ihaleleri bu kadar hızlı yapılırken yukarıda da bahsettiğimiz temel ihtiyaçlar hâlâ karşılanmıyor. Çadır, su, temel hijyen sorununa ilişkin haberler sık sık basına ve sosyal medyaya yansımaya devam ediyor.
İktidarın enkaz kaldırma ve inşaat ihalelerinde yangından mal kaçırırcasına attığı adımlar meslek odaları, üniversiteler ve muhalefet partileri tarafından yoğun şekilde eleştirilirken iktidar depremde yaşanan kayıpların müsebbibi olarak geçmişte kentsel dönüşüme karşı yürütülen muhalefeti, sivil toplum kurumları ile aktivistleri göstermeye çalışıyor. Peki gerçekten öyle mi?
İktidar İstanbul depremi için neler yapıyor?
Deprem, İstanbul’un Kuzey Ormanları’nın da ranta açılması için fırsata dönüştürülmüş görünüyor. Bakan Kurum, “500 binini Anadolu yakasındaki rezerv alanda, 500 binini Avrupa yakasındaki rezerv alanda, İstanbul’a ilave nüfus getirmeden 500 binini de olduğu yerde yapacağız” açıklamasını yaptı. Öte yandan konu hakkında kulis bilgilerini aktaran AKP’ye yakın bir gazeteci olan Hande Fırat, “Şile-Kandıra arası ile İzmit-Kandıra arasına depreme dirençli evlerin inşası ile ikişer milyonluk şehirlerin kurulması üzerinde duruluyor.” ifadeleriyle Bakan Kurum’un açıklamalarını da bir anlamda yalanlamış oldu. İstanbul’un adeta can damarı olan Kuzey Ormanları üzerinde gerçekleştirilecek olası yerleşim planlarının, ancak ve ancak yeni rant kapılarını açacağı ve İstanbul’u bekleyen depremin neticelerini çok daha kötü hale getireceği aşikar.
Bir diğer garabet olarak daha kurtarma çalışmaları sürerken Orman Kanunu’nda yapılan değişiklik ile orman alanlarının yapılaşmasının önü açılmış olması sayılabilir. Yapılan değişiklik ile örneğin havaalanlarının etrafına gerekli otel, alışveriş merkezi, dini ya da sağlık tesisleri kurulabilecek. Bu kararla aslında İstanbul Havaalanı çevresine göz dikildiği çok açık. Hatırlanacağı üzere Atatürk Havaalanı’nın henüz işletici firmanın sözleşme süresi dolmadan, İstanbul Havaalanı’na taşınması, yeni havaalanı İstanbul’un su havzaları ve ormanlık alanlarının üzerine kurulurken Atatürk Havaalanı arazisinin millet bahçesine dönüştürüleceğinin taahhüt edilmesi, Atatürk Havaalanı’nın boşaltılan terminal binaları dururken, pistlerinin üzerine pandemi hastanesi yapılmasının ne tür bir kamu yararı taşıdığı sorgulanmalı, yoksa bu uygulama gerçekleşirse, İstanbul’un su, temiz hava ve ekolojik zenginliğe sahip Kuzey Ormanları’nın mahvolmasına neden olabilir.
Diğer yandan kentsel dönüşüm yapılan alanların, özellikle İstanbul’da deprem yönünden riskli ilan edilen alanlarla karşılaştırması yapıldığından ortaya çıkan manzara, bu alanların çok da örtüşmediğini gösteriyor. Nedeni ise basit. Kentsel dönüşüme tamamen kâr odaklı bakılıyor. (Bkz. “Rantsal Dönüşümün Felaketi”) Zira, dönüşümün finansmanında kamu kaynakları ve kamu destekli ucuz krediler değil, kentsel ranttan yararlanılıyor. Bu durumda örneğin 12 daireli bir apartmanı yıkıp yerine yenisini yaptığınızda, Beşiktaş veya Kadıköy’de bunun üzerine iki daire ilave etmeniz yeterli olurken, bunun için Bağcılar’da çok daha fazla ilave daire üretmeniz gerekiyor. Bu yüzden müteahhitlerin önceliği de depremsel riski yüksek mahalleler / bölgeler yerine şehrin pahalı semtlerindeki eski binalar oluyor. Ayrıca orman, park ve askeri alanlar gibi kamu arazileri imara açılarak buralarda milyarlarca dolar değerinde lüks konut ve alışveriş merkezleri yapılmış. İmara açılan bu alanlarda yalnızca 4 projede TOKİ-Emlak Konut işbirliği ile konut üretilirken, 72 projenin tamamının özel inşaat şirketlerince üretildiği, yani kamuya ait donatı alanları üzerinden sağlanan kazancın çok büyük bir kısmının özel şirketlerin kazancı olduğu da gözden kaçmamalı. Bu yetmezmiş gibi depremde toplanma alanı olarak belirlenen bölgelerin de yapılaşmaya açıldığı görülüyor. E-Devlet üzerinden adres bilgisi girilerek, yaşanılan yerdeki en yakın deprem toplanma alanları kolayca bulunabiliyor. Dolayısıyla mevcut yapı stokunun yenilenmesi çalışmalarının gerçekten kentsel mi yoksa rantsal mı olduğu, ya da toplanma alanlarının hâlâ yerinde olup olmadığı herkesçe takip edilebilir ve edilmeli de.
Depremde yaşanan yıkımın büyüklüğünün önemli sebeplerinden biri de hiç kuşkusuz iktidarın her seçim döneminde gündeme getirdiği imar afları. Aslında ilk imar affı gecekondulara yasal bir statü kazandırmak amacıyla 1948’de çıkarılmış. Sonrasında ise kamu arazilerinin bir tür zenginleşme aracı haline dönüştürüldüğü söylenebilir. TMMOB Şehir Plancıları Odası Başkanı Gencay Serter’e göre “bu yapılar kimi zaman temel şehircilik ilkelerine aykırı, en temel mühendislik hizmetlerinden bile yoksun yapılar oldukları için deprem, sel gibi felaketlerde hepimizin canını acıtan ölümlere sebebiyet veren yapılar olmuşlardır.” AKP döneminde de toplam 7 imar affı çıkarılmış. Bunların sonuncusu ve “Türkiye’de getirilen imar aflarının en büyüğü 24 Haziran 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde TBMM’de kabul edilen torba yasa ile gerçekleştirildi.” Bu af ile Türkiye genelinde yaklaşık 5,85 milyon konut imar barışından faydalanmış. Depremden etkilenen 10 ilde 294 bin kaçak yapının aftan faydalandığı belirtiliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan 2019’daki yerel seçim öncesi gittiği Hatay’da “İmar barışıyla, toplam 205 bin Hataylı vatandaşımızın sorununu çözdük” derken, Kahramanmaraş’taki konuşmasında, “İmar barışıyla 144 bin 556 Maraşlının sorununu çözdük” diye konuşmuştu. 2018 tarihli bu en büyük af ile devletin kasasına 2019 sonu itibariyle 25,6 milyar TL, yani yaklaşık 4,5 milyar dolar girmiş. Bunun ise ancak onda biri kentsel dönüşüme harcanmış. O zamanki dolar kuruyla 4 milyar doların akıbeti ise meçhul.
‘İmar Barışı’na yönelik atılan son bir adım da, Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı BBP Genel Başkanı Mustafa Destici’nin 11 Ekim 2022’de TBMM Başkanlığı’na sunduğu kanun teklifiydi. Teklif henüz yasalaşamadan deprem oldu.
6 Şubat depreminden sonra dikkatler yeniden, yaklaşmakta olan İstanbul depremine çevrildi. Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü’nden Prof. Dr. Doğan Kalafat yaptığı açıklamada, “7 sene içerisinde yüzde 64 olasılıkla İstanbul’da 7’nin üzerinde bir deprem olacak” ifadelerini kullandı“. İstanbul Valiliği İl Afet ve Acil Durum Müdürlüğü tarafından 2021 yılında hazırlanan İstanbul İl Afet Risk Azaltma Planı (İRAP) depremin olası etkilerini incelerken AFAD’ı ‘güçlü yönler’ başlığında ele almış, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın yetkisizleştirilmesini ise ‘dezavantaj’ olarak nitelemişti. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu deprem bölgesinden döndükten sonra depreme karşı alınması gereken önlemler konusunda daha aktif olmaya başladı. İBB’nin 2019’da başlattığı ’hızlı bina tarama yöntemi’ne başvurularda aranan tapu belgesi zorunluluğu kaldırılarak kiracıların da başvuru yapabilmeleri sağlandı. Ayrıca İmamoğlu’nun girişimiyle yeni kurulan İstanbul Deprem Bilim Üst Kurulu’nda bilim insanlarının bir araya geldiği toplantılar yapılmaya başlandı. Kentte yaşayan insanların da binalarına dair kaygıları yüksek. Oldukça ciddi bir planlama yapılması ve acilen adımlar atılması gerekiyor. Zira geçmiş yıllardaki anlayışla sorunların çözülemeyeceği aşikâr. Ancak yaklaşan depreme karşı konunun paydaşlarının yan yana gelerek etkili bir çözüm üretmesi ise en azından seçimlere kadar mümkün görünmüyor.