Ömer F. Kurhan
24 Haziran gecesinden başlayarak, muhalefet için “dökülüyor” tespiti yapmak olağanlaştı. Bu tespit öncelikle yüksek siyaset için yapılmakla birlikte, zaman zaman seçmenleri de içine alacak şekilde genişletildi. Böyle zamanlarda, örneğin Nazım Hikmet’in “Akrep Gibisin” şiiri, ya doğrudan ifade edilerek ya da düşünsel arka planda yardıma koşuyor: ”… kabahat senin, / – demeğe de dilim varmıyor ama – / kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”.
Bu noktada tekrar tekrar vurgulanması gereken bir husus, muhalefetin hâl ve gidişatına dair analiz çerçevesinin yüksek siyaset ile seçmen vatandaşlar arasındaki ilişkiye indirgendiği, fakat bunun bilimsel ve aydınlatıcı bir yaklaşım olamayacağı. Yüksek siyaset ideolojilerinin buna hizmet etmesi ayrıca değerlendirilmesi gereken bir konu –özellikle bilimsellik ve akılcılık şampiyonluğuna soyunan ideolojiler açısından.
Gerçek şu ki, “Akrep gibisin” diyen de akrep sınıfına girmekten kurtulamıyor. Çünkü suç ortaklığının kapsamı kolayca entelektüelleri de içine alacak şekilde genişletilebilir. Nitekim Muharrem İnce, 24 Temmuz’da attığı tweetlerle, CHP’yi içine sürüklediği kurultay kargaşasına dönük eleştiriler karşısında, aydınlara ve sivil toplum örgütlerine kısaca “Anladık bizi beğenmiyorsunuz, peki siz neredesiniz?” diye özetlenebilecek bir meydan okuma gerçekleştirdi.
Güya CHP genel merkeziyle çatışma halinde, ama gerçekte onunla birlikte ve hatta ötesine geçerek diktatörlük rejimini meşrulaştırma, pekiştirme görevini başarıyla sürdüren Muharrem İnce’nin bir gerçeği dile getirdiğini kabul etmek gerekir. Mesele politikacılara ve İnce bizi Erdoğan’dan kurtarsın diyerek miting meydanlarına koşturan seçmenlere indirgenemeyecek daha karmaşık bir içeriğe sahip.
Yüksek siyaset ile vatandaşlar arasında ilişkiyi düzenleyenler kendileri de vatandaş olan ve çoğunlukla orta sınıf içinde konumlanan entelektüellerdir. Demokratik temayüller açısından entelektüellerden beklenen örgütlü sivil toplum adına sorumluluk almaları, vatandaş-yüksek siyaset ilişkisinin kurulmasında etkili roller üstlenmeleri ve yeri geldiğinde yüksek siyasetin kadro ihtiyacına yanıt vermeleridir. Meseleye böyle bakıldığında, dökülen sadece politikacılar değil, aynı zamanda iktisatçılardır, hukukçulardır, mühendislerdir, gazetecilerdir, eğitmenlerdir, sanatçılardır vs…
Kurumsal olarak politikacıların adresi bellidir: Şu ya da bu siyasal parti. Peki entelektüellerin adresi belli mi? Aslında belli olmalı. Entelektüellerin adresinin öncelikle ya kurulu ya da girişim düzeyinde ve tabii toplumsal açılım yeteneğine sahip sivil toplum örgütleri olması gerekir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken iki husus var:
1) Tabela örgütü haline gelen, görev tanımları ve işlevleri arasında uçurumun meydana geldiği yapı ya da çevreleri ..mış gibi göstermek doğru olmayacaktır.
2) Tabela örgütü olma tehlikesi altında ve az sayıda nöbetçi aktivist ile varlığını sürdürmeye çalışan yapı ya da çevrelerden etkili olması beklenemez.
Gerçekte muhalefet yıllar geçtikçe derinleşen bir STÖ krizi yaşarken, her nedense ve ısrarla “aydın” sıfatıyla, medyada görünürlük ve BEN merkezci bireysel girişim ölçü alınmıştır. Ne olduğu ve neye göre oluştuğu tam belli olmayan bir genelleme içinde “aydın” çıkışlarının yapılması entelektüel sorumluluk ve tavır adına yüceltilmiş, bir yerden sonra şartlanmaya dönüşmüştür. Muhalif medyadaki “kanaat önderliği” enflasyonu, yüksek siyaset – seçmen ilişkisinin benzerinin yüksek medya – izleyici ilişkisi içinde üretildiğine işaret eder.
Gramsci’nin ifade ettiği şekliyle “organik aydın” kıtlığı ya da Chomsky’nin ifade ettiği şekliyle “entelektüel sorumluluk” değil de entelektüel sorumsuzluk son derece şiddetli seyreden bir eğilim. Dar bir entelektüel kesim medyada görünür olabildiği kadarıyla akıl hocalığına soyunur, geriye kalanlar çokça şikâyet edilen örgütsüz topluma dâhil olur.
Son birkaç yılda, iktidar örneğin medyanın üzerine gittiğinde medya çalışanlarının güçlü bir dayanışma ve mücadele örgütüne sahip olmadığı, ciddi bir halk desteği alamadığı anlaşıldı. Örneğin akademisyenlerin üzerine gittiğinde, eğitimcilerin güçlü bir dayanışma ve mücadele örgütüne sahip olmadığı, ciddi bir halk desteği alamadığı anlaşıldı. Bir dönüm noktası olarak 15 Temmuz 2016 askeri darbe kalkışmasının ardından OHAL’in ilan edilmesiyle, KHK mağduriyetleri milyonları kapsayan büyük bir toplumsal yaraya dönüşmesine rağmen, mesleki-sınıfsal örgütlerin elleri ve kollarının bağlanmış olduğu anlaşıldı.
Bu tabloya bakıp seçmen seferberliğine indirgenmiş muhalif yüksek siyasetin çözüm gücü olabileceğini hayal etmek anlamsızdır. Çünkü muhalefetten farklı olarak iktidarın seçmen + kapsamlı bir yönetim aygıtı olarak devleti seferber edebilmek gibi bir avantajı vardır. Toplumsal açılım kanalları tıkanmış bir yüksek siyasetin, yasallığı temel aldığı ölçüde devlet iktidarının çizdiği çerçeveye hapsolması, yasal sınırların ötesine geçmeye kalkıştığında toplumdan soyutlanması kaçınılmazdır. Fakat muhalefet içinde “yüksek siyaset ve peşine takıp sürüklediği halk” anlamsızlığı ısrarla kışkırtılmış, seçimler olup bittiğinde “yenilgiler”, akabinde “travmalar” yaşanmıştır.
Buna karşılık, başından beri yüksek siyasetin örgütlü toplumsal dayanaklar üzerine bina edilmesini savunanların yenilgi hissiyatı ve travma yaşayacak bir hali yoktur. Çünkü yüksek siyaset ile toplum arasındaki ilişkinin örgütlü toplumsal dayanaklar aracılığıyla inşa edilmesini ölçü almak zorundalar. Örgütlü toplumsal dayanaklar inşa edilmesinin önündeki engeller nelerdir, ona odaklanmak zorundalar.
Seçim istatistiklerinin düzenli olarak gösterdiği gibi, iktidara direnç gösterilmesi bakımından bir azınlık olma ve marjinalleşme halinden bahsedilemez. Azınlık olma ve marjinalleşme hali, örgütlü toplumun inşa edilmesi söz konusu olduğunda geçerlidir. Bu nedenle örneğin CHP değişmez ve yenilenmez, iktidarın çizdiği çerçeve içinde kalarak, çoktandır örgütlü direniş aşamasına geçmesi gereken muhalefeti manipüle etmeyi sürdürür.
Muharrem İnce’nin aydınlara ve STÖ’lere yaptığı çağrı (meydan okuma) ciddiye alınmalıdır. Tam da İnce ve çevresinde birikenlerin ya da CHP genel merkezinin, CHP’nin kuyruğuna takılan ve diğerlerinin sözde muhalefetini geçersiz hale getirmek için.