Otobüste koltuğunuzu otomatik olarak yaşlı bir yolcuya veren insanlardan biriyseniz, belki böyle bir eylemi görmek, Olivier Roy’nın şu sıralar dünyanın içinden geçtiği o kültür krizine dair umutsuzluğunun biraz hafiflemesine neden olabilir.
Saygın Fransız sosyolog, siyaset bilimci ve İslam uzmanı, son kitabı Kültür Krizi: Kimlik Siyaseti ve Normlar İmparatorluğu’nun[i] Estia yayınevi tarafından Yunanistan’da yayınlanması vesilesiyle Kathimerini‘ye verdiği demeçte şöyle diyor: “Kültür, nezaket gibi ‘örtük’ bir şeyi paylaştığımız anlamına gelir.”
Bu yoğun çalışmada Roy, siyasi kimliklerden toplumsal cinsiyet akışkanlığına ve iptal kültüründen neo-feminizme kadar çağdaş kültürel tartışmaların nihayetinde “kültürsüzleşme”, kodlama ve normatif sistemlerin yaygınlaşması üçlüsüne yol açtığını savunuyor.
İtalya’nın Floransa kentindeki Avrupa Üniversitesi Enstitüsü’nde profesör olan Roy, Batı medeniyetinin ufukta görünür bir halefi olmaksızın düşüşe geçtiğini, hayatımızın her alanının, örneğin internet uygulamaları aracılığıyla kodlandığını ve kurallar ve düzenlemelerle doldurulduğunu iddia ediyor. Yeni ABD Başkanı Donald Trump ve teknoloji milyarderi Elon Musk’ın bu dünyanın “ürünleri” olduğunu söylüyor Roy.
Kitabınızda ana argüman olarak, kültür kavramının derin bir kriz içinde olduğunu, kişinin hayatını yönlendiren bir dizi kodlama ve bir kurallar modeli (her şey hakkında kurallar) getiren bir kültürsüzleşme biçimini deneyimlediğimizi savunuyorsunuz. Bu süreç, sizin de yazdığınız gibi, geleneksel yaşam değerlerinin yerine arzu ve bireyselliğin geçtiği 1968’den sonra başladı. Peki, 1968’de yanlış giden neydi?
60’ların kültürel devrimi cinsel özgürlükle, daha doğrusu kültürün arzuyu bastırdığı, kültürün bir yabancılaşma olduğu fikriyle ilgiliydi. Arzuyu özgürleştirmek daha uyumlu bir topluma yol açacaktı. Kültürün, çürüyen eski bir dünyayı cisimleştirdiği düşünülüyordu. Bu bir “hippi” vizyonuydu, solcu ya da Marksist bir vizyon değil (komünistler cinsellik ve aile yaşamı konusunda daha püriten davranıyorlardı). Olağanüstü olan ise bu vizyonun sadece toplumun ütopik denebilecek marjlarına değil büyük bir kesimine yayılmış olmasıydı. Söz konusu vizyon neoliberal bir yaşam biçimi açısından yeniden yorumlandı: Bireysel girişimcilerden oluşan bir toplumdu bu. Kültür, bir miras olmaktan çok bir eğlence olarak algılanmaya başlandı.
Egemen bir kültürün ölümünden sonra ne gelir?
Pek çok farklı nedenden ötürü yeni bir kültürün ortaya çıktığını görmüyorum. Birincisi, küreselleşme belirli bir kültüre (Amerikan kültürü de dahil olmak üzere) atıfta bulunmadan iletişim kurma ihtiyacı anlamına geliyor. Bir koda dönüşmüş bir dile gerek duyuyor (örtük anlayışlar yok, edebiyata ya da tarihe referans yok). İkinci olarak, kültür artık belirli bir yetişme ve olgunlaşma sürecine, öğrenmeye değil, performansa ve bir rolü icra etmeye dayanıyor. Bu nedenle çevrimiçi oyunların, rol oyunlarının, kidulting‘in (yetişkinlerin çocuklar gibi oyun oynaması), hızlı buluşma ve flört edinme vs.’nin gelişimine dayanıyor. Kültür, nezaket gibi “örtük” bir şeyi paylaştığımız anlamına gelir. Böyle örtük sınırlar ve kurallar olmadığında sahneye şiddet çıkar, çünkü şiddet bir iletişim biçimine dönüşür: kavgalar, dövüşler, cinayetler, intiharlar bizzat aktörler tarafından kaydedilir ve internette dolaşıma sokulur. Şiddet, gençlerin terimin her iki anlamında da “aktör” olarak görünmelerini sağlıyor: Kendilerini şiddet içeren bir rolde sahneleyerek var oluyorlar.
Kültürsüzleşmeyi en iyi anlatan film ya da dizi sizce hangisi?
Tarihi efsane ve fanteziyle birleştirerek yerle bir eden distopik dizi “Game of Thrones” ya da insan hayatının her dakikasını görünür kılan “The Truman Show”; burada dünya saf temsil, saf gösteriden ibarettir, örtük bir şey yoktur. Son olarak, tüm kıyamet filmleri gibi kültürün yok oluşunun nasıl saf şiddet dünyasına yol açtığını gösteren “Mad Max”.
Batı dünyasının “Savaşma, seviş” söyleminden MeToo hareketine ve “woke gündemi”ne geçtiği yorumunu yapıyorsunuz. Eğer sorun” woke” ve iptal kültürü ise, çözüm nedir? Şu anda Batı’da mevcut tek alternatif Trump kültürü gibi görünüyor.
Sorun “woke” ve iptal kültürü değildir; bunlar kültürsüzleşmenin bir sonucudur, nedeni değil. Artık paylaşılan değerler olmadığı için değerleri empoze etmenin tek yolu otoriter bir normatif sistemdir. Muhafazakârlar da tam olarak aynı şeyi yapıyor: Kürtaj karşıtı yasalar gibi dayatılan normlar aracılığıyla kendi değerlerini teşvik ediyorlar. Trump kültürsüzleşmenin saf bir ürünüdür; dili kaba ve şiddet yüklüdür, iptal kültürünün bir parçasıdır: Rakipleri yok edilmesi gereken düşmanlardır, örneğin kimsenin transseksüellik ya da ırkçılıktan bahsetmeye hakkı yoktur. Siyaseti hem bir boks ringi hem de bir piyasa olarak görüyor.
Avrupa’nın sunabileceği ne var?
Avrupa’nın sorunu iki eğilim arasında sıkışıp kalmış olması: Birincisi, gerçek toplumlardan kopuk bir bürokrasi tarafından uygulanan soyut evrensel değerlerin desteklenmesi. Diğeri ise, gerçek değerlerle bağlantısı olmayan (örneğin “Hıristiyan kimliğine” atıfta bulunan çoğu siyasetçi gerçek Hıristiyan değerlerini önemsemiyor) ve gerçek kültürden çok folklora benzeyen bir “kimliğe” atıfta bulunulması. Avrupa’nın sahip olduğu varlık eğitim sisteminden, zengin “görünür” kültüründen ve Avrupa’nın yaratılmasına yol açan tarih duygusundan geriye kalanlardır. Bir kez daha, anahtar eğitimdir.
Kitabınızda kültürsüzleşme ve internet arasındaki bağlantıyla ilgili ilginç bir noktaya değiniyorsunuz. Yunanistan da dahil olmak üzere Avrupa’da ve başka bölgelerdeki birçok hükümet gençlerin sosyal medyaya erişimini sınırlamaya ya da yasaklamaya çalışıyor. Siz bu tür önlemlere katılıyor musunuz? Ve Elon Musk’ın yeni Trump yönetimindeki afili rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gençlerin sosyal medyaya erişiminin sınırlandırılmasını onaylıyorum, ancak bu, genellikle aynı sosyal medyaya bağımlı olan ebeveynlerin daha fazla müdahaleci olmasını gerektiriyor. Musk’a gelince, o kültürsüzleşmenin vücut bulmuş hali. Pek çok liberter gibi o da açık bir piyasada bireysel özgürlüğü savunmakla işe başladı, ama giderek daha otoriter ve şiddet yanlısı olmaya yöneldi ki bu da onu Trump’la aynı noktaya koyuyor. Muhtemelen ideolojik farklılıklar nedeniyle değil aşırı süper ego rekabeti nedeniyle yollarını ayıracaklar.
Nazizmin Batı kültür krizinin en büyük semptomu olduğunu yazıyorsunuz. Avrupa demokrasileri de benzer bir tehditle karşı karşıya mı? Almanya’da AfD’nin yükselişini ya da Fransa’da solcu Yeni Halk Cephesi ile aşırı sağcı Ulusal Birlik arasındaki son ittifakı nasıl değerlendiriyorsunuz? Suçlu merkezci liberaller mi, yoksa sol mu?
Sol, serbest piyasayı desteklediğinde kaybetti. Belki yine de başarılı olamazdı, ama en azından ruhunu kaybetmemiş olurdu. Popülistler, Nazi ya da faşist değil (küçük bir kesimi hariç). Kesinlikle -milliyetçi olmaktan çok- ırkçı ve yabancı düşmanılar. Savundukları şey, faşistler, Naziler ve komünistlerde olduğu gibi bir ideoloji ya da ütopya değildir. Kendi “yaşam tarzlarını” ya da en azından iyi bir gündelik hayata dair nostaljik bir görüşü savunuyorlar ve bunu sorgulayabilecek her şeyi reddediyorlar: neoliberalizm, göç, küresel elitler ve hatta iklim değişikliği. Son örnek tipiktir: Küresel ısınmanın dünyalarını altüst edeceğini biliyorlar, ancak ölene kadar günlük yaşamlarını değiştirmeyi reddediyorlar.
İnsanlar dine olan inançlarını da kaybetmiş görünüyor. Peki insanların bir şeye inanmaya ihtiyacı var mı? Eğer öyleyse, yeni inanç nedir?
Yeni inanç, bireysel spritüelliktir: kendini gerçekleştirme, kişisel mutluluk ve esenlik arayışı. Yoganın, meditasyonun ve özel diyetlerin başarısının yanı sıra, manevi zararların tazmin edilmesi için açılan davaların başarısı da bundan kaynaklanmaktadır. Dinler kolektiftir ve sosyal bağı güçlendirirler. Spritüellik ise bireyselleşmeyi ve toplumsal bağların kopuşunu vurgular.
Göç, iklim değişikliği ve yapay zekâ, Batı ve dünya için üç acil meydan okuma olarak karşımızda çıkıyor. Bunlardan biri insanlığın yeni ütopyası olabilir mi? Hepimizi ortak bir dava altında birleştirecek bir şey?
Bu meydan okumalar yeni bir ütopyaya açılan kapı olarak değil, kıyamet gibi bir geleceğin alametleri olarak görülüyor. Demek istediğim böyle algılanıyorlar, halbuki göç ve yapay zekâ, hatta iklim değişikliği toplumlarımızın temel değerlerini yeniden düşünmek ve ortak bir iyiyi yeniden inşa etmek için bir fırsat olarak görülebilirdi. Ancak durum böyle değil.
Ütopyalara neden ihtiyacımız var?
Ütopya gençler için önemlidir: Daha iyisini yapabilecekleri, ebeveynlerinden daha iyi yaşayabilecekleri fikridir. Ancak tarihte ilk kez küresel değişimle özdeşleşen geleceğe karşı savaşıyorlar. Zamanı durdurmak için savaşıyorlar. Geçmişte kalmak için savaşıyorlar. Bu iyi bir şey değil.
Peki, Batı bugün neyi temsil ediyor? Yeni barbarlar kimler?
Barbarların bir kültürünün olmadığı düşünülür. Dolayısıyla yeni barbarlar bu kültürsüzleşmeyi içselleştirmiş ve bundan zevk alan insanlar. Mesele köklere değil, ağacın tepesine bakmaktır. “Mirasımız” ve özellikle de “Hıristiyan mirasımız” hakkında konuşmayı bırakmalıyız, çünkü bir mirasa sahipseniz birileri ölmüş demektir ve bu durumda da ölmüş olan Hıristiyanlıktır. Mesele, geçmişimizi ve tarihimizi anlamlandırmanın yeni bir yolunu canlı ve meşru kılmaktır. Bir vizyona ihtiyacımız var, bir müzeye değil.
Dünyanın işleyişinde temel bir değişiklik yapabilecek olsaydınız, bu ne olurdu?
Avrupa söz konusu olduğunda, yerel düzeyde sosyal bağların geliştirilmesi için çalışmak ve eğitim ve değişim programları (Erasmus programı burada önemlidir) yoluyla bir Avrupa kültürü geliştirmek önemlidir. Avrupa savunması konusu da önemli: Eğer genç Avrupalılar Avrupa’yı savunmak için ölmeye hazır değillerse, o zaman Avrupa oldukça başarılı kurumsal sistemine bir ruh katamamış demektir. Bu ruh da kültürdür.
Bir Avrupa ordusu kurulmasını öneriyorsunuz. Sizce Avrupa yakın gelecekte kendini savunmak zorunda kalacak mı?
Bu, yakın bir tehditten ziyade bir caydırıcılık meselesidir. Eğer Avrupa’nın güvenilir bir savunma sistemi olmazsa Rusya yavaş yavaş doğudaki üyelerine, Baltık ülkelerine el uzatacak. Güçlü bir Avrupa savunması Rusya’nın maceraperestliği karşısında caydırıcı olacaktır.
Bugünün dünyasında Doğu ve Batı arasındaki bölünme neyi temsil ediyor?
Bölünme Doğu ve Batı arasında değil, otoriter devletlere karşı demokrasi arasında. Şimdilik Avrupa’nın karşısında Rusya var, Doğu değil. Ancak Rusya değişebilir. Ve Avrupa da değişebilir.
[i] Kitap Metis Yayınları tarafından Türkçe’de “Dünyanın Düzleşmesi: Kültürü Krizi ve Normların Tahakkümü” başlığıyla yayımlandı. Çev. Haldun Bayrı, Nisan 2024. Kitap hakkında Artizan’da yayımlanan bir değerlendirme yazısı için bkz: Taylan Doğan, Kültürün Krizi: İçselleşmiş Değerlerden Kodlar ve Normların Egemenliğine