Trump’ın yeni başkanlık dönemi, gösterişli bir yemin töreni ile başladı. Yemin töreninde yeni oligarşinin önde gelen şahsiyetlerine  –Elon Musk, Jeff Bezos ve Mark Zuckerberg gibi – önemli bir yer ayrılmıştı. Elon Musk kabinedeki -Hükümet Verimliliği Departmanı’ndaki- yeni görevine başlarken bir Nazi selamı çakmayı da ihmal etmedi. Bu yüzyıl, bu şahsiyetlerin ve onların başında bulunduğu şirketlerin damgasını vurduğu bir yüzyıl oluyor. Orta sınıf bir göçmen aileden gelen 2000’li yılların başlarında akademik kariyerini bırakarak ilk şirketini kuran Musk şu anda 400 milyar doları aşan bir servetin üzerinde oturuyor ve Birleşik Krallık’tan Almanya’ya pek çok ülkenin siyasetinde söz sahibi olma hakkını kendinde görüyor. 44 milyar dolar ödeyerek satın aldığı X platformu ile kitlelerin görüşlerini ve siyasi tercihlerini yönlendirme gücüne kavuştu ve bunu Birleşik Krallık’taki bir ırkçı ayaklanmayı kışkırtmak için kullandı. Musk Almanya’daki aşırı sağcı parti AfD’nin lideri ile X platformunda yayınlanan söyleşisinde “Almanya’yı yalnızca AfD kurtarabilir” diyerek bu partiye açıkça destek verdi ve Almanya’da hükümetin düşmesinden sonra yapılacak erken seçimlerde AfD’nin seçim kampanyasına canlı bağlantı ile katılarak desteğini pekiştirdi.

228 milyar dolarlık serveti ile Facebook’un CEO’su Mark Zuckerberg de New York’lu orta sınıf bir Yahudi ailenin çocuğu olarak başladığı hayatında bilgisayar mühendisliği eğitimini Facebook’un nüvesi sayılabilecek ilk sosyal medya platformunu kurarken okuduğu Harvard Üniversitesi bilgisayarlarını hackleyerek öğrencilerin bilgilerini çaldığı için aldığı disiplin cezası  sebebiyle yarıda bırakarak kurduğu Facebook platformu sayesinde şu andaki gücüne ve servetine kavuştu. Facebook’un da sahibi olan Meta’nın piyasa değeri 1.7 trilyon dolara varmış bulunuyor. 

248 milyar dolarlık bir servetin üzerinde oturan Jeff Bezos da bir bilgisayar mühendisi olarak başladığı kariyerine 1994 yılında Amazon şirketini kurarak devam etti. Amazon şu anda 2.5 trilyon dolarlık piyasa değeri ile dünyanın en büyük şirketlerinden birisi haline gelmiş durumda. 

Bu gelişmeler, yani son 20-30 sene içinde neredeyse sıfırdan dünyanın en büyük şirketleri haline gelen teknoloji şirketleri, bunların sahiplerinin artan ekonomik ve siyasi gücü, dünya tarihinde yeni bir ekonomik-siyasi sisteme geçtiğimizi mi gösteriyor? ABD’nin Çin ile teknolojik ve ekonomik rekabetinde bu şirketlerin önemi ve ağırlığı nedir? Trump’ın kurmaya çalıştığı yeni ekonomik-siyasi sistem bu gelişmeler etrafında nereye oturuyor? Neden Trump yönetiminde bu şahsiyetlerin ve şirketlerin ağırlığı bu kadar yoğun hissediliyor?

Varoufakis’in Teknofeodalizm kitabı bu sorulara yanıtlar arayan ve hem muhalif çevrelerde hem de ana-akımda epey tartışma yaratan bir eser. Henüz Türkçeye çevrilmemiş olan kitabı okuduğumda bu sorular çerçevesinde açılan tartışmaları son derece zihin açıcı buldum. Bu yazıda kitabın temel argümanlarını kısaca özetlemeye ve bu gelişmelerin bizi nasıl etkileyeceği üzerine bir tartışma yürütmeye çalışacağım. Yazıyı daha okunabilir kılmak için iki bölüme ayırdım. İlk bölümde Varoufakis’in temel tezlerini anlamaya ve aktarmaya çalışacağım ve teknofeodalizm ile nasıl mücadele edebileceğimiz üzerinde kısaca duracağım. İkinci bölümde özellikle Trump’ın yeniden seçilmesinden sonra giderek şiddetlenme emareleri gösteren ve Varoufakis’in “Yeni Soğuk Savaş” olarak tabir ettiği ABD-Çin gerilimi üzerinde duracağım ve önümüzdeki süreçte bizi jeopolitik anlamda ne tür gerilimlerin bekleyebileceği üzerine bir tartışma açmaya çalışacağım. 

Ama önce Varoufakis hakkında kısa bir bilgi: Yanis Varoufakis 1961 yılında Atina’da doğmuş. Halen Atina Üniversitesi’nde Ekonomi Profesörüdür. SRYZA Hükümeti sırasında Ocak-Temmuz 2015 arasında Yunanistan mali krizi sırasında, Yunanistan’ın maliye bakanı olarak Avrupa kurumlarıyla müzakerelere katıldı. Ancak AB’nin dayattığı kemer sıkma politikalarına itiraz ettiği için bakanlık görevini bıraktı. Varoufakis, daha sonra uluslararası taban hareketi DiEM25’in kurucu ortağı olarak 2019’dan beri Yunanistan Parlamentosu’ndaki partisine liderlik etmektedir.

Bulut Sermayesinin ve Teknofeodalizmin Doğuşu

Varoufakis teknofeodalizm olarak adlandırdığı yeni bir ekonomik düzenin tesis edildiğini ve bu düzenin kapitalizmden sermaye birikimi açısından farklı olduğunu iddia etmektedir. Teknofeodalizm, kapitalizmin yerini almış yeni bir sosyo-ekonomik sistem olarak sunulmaktadır. Bulut sermayesinin egemenliği ve kâr odaklı piyasalardan rant tabanlı dijital platformlara geçiş ile karakterize edilir. Varoufakis bulut sermayesinin yükselişinde ve teknofeodalizmin ortaya çıkışında 2008 mali krizinin kritik bir önemde olduğunu iddia etmektedir. Krizin ardından merkez bankaları, mali sistemin çökmesini önlemek için büyük miktarda para basmaya başladı. ABD Merkez Bankası’nın 2008-2023 arasında 22 trilyon dolar para bastığı hesaplanıyor. Bu, bankaları kurtarmak ve ekonomiyi canlandırmak amacıyla yapıldı. Ancak bu para akışı, öncelikle mali kurumlara ve büyük şirketlere fayda sağladı ve bunlar da genellikle bu fonları kendi hisselerini geri almak veya reel ekonomi yerine diğer varlıklara yatırım yapmak için kullandılar. Bu döngü, şirketler kâr elde etmese bile varlıklarının değerinin arttığı bir durum yarattı.

Geleneksel kapitalist model, yatırım ve inovasyonun itici gücü olarak kâra dayanır. Ancak, 2008 krizi sonrasında merkez bankalarının sürekli para basarak likidite bolluğu yarattığı ortamda reel ekonomide mal ve hizmet üretimden elde edilen kâr, ekonominin birincil itici gücü olmaktan çıktı. Bunun yerine ekonomi, mali sisteme erişimi olanlara kolayca ulaşabilen merkez bankası parasıyla beslenmeye başlandı. Bu durum, özellikle bulut sermayesiyle ilgilenen şirketlerin kâr elde etmeye odaklanmadan hızla büyüyebileceği bir ortam yarattı.

Merkez bankası parasının sel gibi akması, neredeyse tüm varlıkların fiyatının kârlılıklarından bağımsız olarak yükseldiği bir “ralliye” yol açtı. Mesela sanayi ve teknoloji şirketlerinin yer aldığı NASDAQ kompozit endeksi 2008 krizinden önce 4320 ile ulaştığı maximum değerden 2008 krizi sonrası minimum 2048 puana düşmüş, sonrasında pandemi dönemindeki bir düşüş hariç düzenli olarak yükselmiş ve 2024 sonunda 19,681 puanla zirveye ulaşmıştır. Bu 2008 krizi sonrasında göre % 860’lık bir artış anlamına gelmiştir. Benzer bir ralli daha spekülatif olan kripto varlıklarda da gerçekleşmiş ve örneğin Bitcoin’in piyasa hacmi birkaç milyar dolarlık bir büyüklükten günümüzde 2 trilyon dolar mertebesine ulaşmıştır.  Bu ralliden en fazla faydalanan ise Bulut Sermayesi oldu ve teknoloji şirketlerinin hisseleri muazzam arttı, bu da Jeff Bezos ve Elon Musk gibi bulutçuların servetlerini artırabileceği ve bunu bulut sermayesine daha fazla yatırım yapmak için teminat olarak kullanabileceği anlamına geliyordu.

Geleneksel şirketler artan kağıt varlıklarıyla yetinirken, bulutçular veri merkezleri, fiber optik kablolar ve yapay zeka gibi bulut altyapısına büyük yatırımlar yapmak için durumdan yararlandı. Serbestçe erişilebilen merkez bankası parasını, bulut sermayesi imparatorluklarını inşa etmek ve piyasa hakimiyetini kurmak için kullandılar.

Varoufakis, bulut sermayesinin doğuşunda, kapitalizmin doğuşunda olduğu gibi müştereklerin kapsamlı bir şekilde  yağmalandığını, bu müştereklerin en önemlisinin ise internet ve ortak internet protokolleri olduğunu söylüyor. İlk internet, işbirliği yoluyla inşa edilmiş bir dijital müşterekti ve piyasa güçlerine tabi değildi. TCP/IP, POP, IMAP, SMTP ve HTTP gibi protokollerin tümü ücretsiz olarak kullanılabiliyordu ve kullanıcılara dolaylı bir maliyeti yoktur. İnternet-2 olarak adlandırılan yeni internet ise birçok müşterek alanın çevrildiği, kullanıcıların içeriğine hâkim olmadığı ve hiçbir zaman da olamayacağı algoritmalar tarafından düzenlenen; kullanıcıların, dijital kimliklerini algoritmalar kullanan Uber veya Lyft gibi özel şirketlere  devretmek zorunda kaldığı, özel şirketlerin hakimiyetinde bir alan haline geldi. Bu yeni kuşatmalar, dijital ortak malların yağmalanmasını sağladı ve bulut sermayesinin yükselişini tetikledi.

Geleneksel kapitalistlerin tüketicilere erişmek için artık hiçbir üretim yapmayan, ama üreticilerin satışlarından pay alan ve satışlarını arttırmak isteyen üreticilerin kendi malları algoritma tarafından daha üst sıralarda gösterilsin diye daha fazla ücret ödemek zorunda kaldıkları Amazon gibi dijital ticaret platformları bulut rantının en önemli örneğidir. Bulut rantı, teknofeodalizm sisteminde birincil ekonomik itici güç olarak kârın yerini alan bir ödeme biçimidir. Daha geniş anlamda dijital platformlara ve buluta erişim için ödenmesi gereken ücrettir. Bu rant, dijital platformlarına veya bulut derebeyliğine erişim için bulut sermayesi sahipleri tarafından elde edilir. Piyasa rekabetine karşı savunmasız olan kârın aksine, bulut rantı dijital alanlara ayrıcalıklı erişimden elde edilir. 2024 yılında Amazon’un yıllık cirosu 650 milyar dolar net kârı ise 50 milyar dolar civarındadır. En yakın Çin menşeli  rakibi Alibaba 130 milyar dolar ciro ve 11 milyar dolar kâr elde etmiştir. Bulut rantı hem mal ve hizmet satmak için bu platformlara güvenen vasal kapitalistlerden, hem de karşılıksız emeklerini ve verilerini sağlayan bulut serflerinden toplanır. Örnekler arasında Apple ve Google’ın uygulama geliştiricilerinden aldığı kesintiler veya Amazon’un pazar yerindeki satıcılardan aldığı ücretler yer alır. Bulut rantının baskınlığı, değerin nasıl elde edildiği ve dağıtıldığında temel bir değişime işaret ederek kapitalizmden teknofeodalizme geçişi gösterir.

Varoufakis, geleneksel pazarların yerini nasıl aldığını göstermek için Amazon örneğini kullanarak “bulut tımar” kavramını tanıtıyor. Yazar, Amazon içinde her şeyin Jeff Bezos’a ait bir algoritma tarafından kontrol edildiğini ve düzenlendiğini açıklıyor. Algoritma neyin satılabileceğine karar veriyor ve her satıştan bir komisyon alıyor. Ayrıca, kullanıcılar için daha çok ücret ödeyen satıcıların mallarını öne çıkartarak tercihleri kontrol ediyor ve onları algoritmik olarak oluşturulmuş bir alanda alışveriş yapmaya zorluyor.

Varoufakis, bu kadar yoğunlaşmış gücün, serbest piyasa fikrine bağlı olan herkesi alarma geçirmesi gerektiğini ve bulut sermayesinin piyasalar için ölüm çanını çaldığını belirtiyor. Amazon.com’u, feodal Avrupa’da kökleri olan ve bulut sermayesi tarafından sürdürülen dijital bir derebeylik olarak tanımlıyor. Feodalizmde, bir hükümdar, vasalları ekonomik olarak sömürmek için tımarlar verir ve ürünlerin bir kısmını talep ederdi. Yazar, Jeff Bezos’un Amazon’daki satıcılarla olan ilişkisinin de benzer olduğunu savunuyor. Satıcılara satış yapma hakkı veriyor, ancak ürünlerinin bir kısmını alıyor.

Önceki sermaye biçimlerinin aksine, bulut sermayesi ücretli emek olmadan kendisini yeniden üretebilir. Bunu, neredeyse tüm insanlığı ücretsiz olarak yeniden üretimine katkıda bulunmaya zorlayarak yapıyor. Sosyal medya kullanıcıları ücretsiz olarak içerik üretiyor, kişisel bilgilerini ve tercihlerini algoritmaların üzerinde işlem yaptığı veri tabanlarına gönüllü olarak sağlıyor. Varoufakis, yazılım geliştirme işleri için parça başına ücret ödenen işçilerin bulunduğu bulut tabanlı atölyelere dikkat çekmek amacıyla Amazon’un Mechanical Turk örneğini veriyor. Bu platform IT sektöründe freelance olarak çalışmak isteyenlere yazılım geliştirme, veri analizi, veri mühendisliği türünden işler için saat ücreti üzerinden sözleşme olmadan çalışma olanağı sunuyor ve dünyanın neresinde olursanız olun güvenilir bir internet bağlantınızın ve ilgili konularda yetkinliğinizin olması yeterli. Dolayısıyla örneğin Türkiye’de bilgisayar mühendisliği okuyan bir öğrenci bu platform üzerinden iş alabilir ve ABD’ye göç etmesine gerek kalmadan burada gelir elde edebilir. Marx’ın Kapital‘de, bir kapitalist işletme için evde kurulan dokuma tezgahlarında aile emeğinin artı değere dönüştürüldüğü imalathaneler örneğinde olduğu gibi bu çalışma biçimini zaten analiz ettiğini ve  parça başı işin ücretleri düşürmenin bir yolu olarak görüldüğünü belirtiyor. Bulut sermayesi hepimizi dijital serflere, yazılımcıları da dijital kölelere dönüştürmüştür. 

Bulut sermayesinin en değerli bileşeni fiziksel altyapısı değil, kullanıcıları tarafından oluşturulan hikayeler, videolar, fotoğraflar, şakalar ve incelemeler dahil “içeriktir”.  Bu içeriği gönüllü olarak sağlayanlar aslında çoğunlukla Kaliforniya veya Şanghay’da ikamet eden küçük bir milyarder grubunu zenginleştiren ücretsiz üreticilerdir. Varoufakis, tıpkı feodalizm altındaki serflerin, ürünlerinin bir kısmını karşılığında ödeme almadan toprak sahibine vermek zorunda kalması analojisini kullanıyor.

Geleneksel kapitalistlerin davranışlarını bulutçuların davranışlarıyla karşılaştırdığımızda geleneksel kapitalistler rekabetçi bir pazarın sınırları içinde kâr ararken, bulutçular kısa vadede kârdan vazgeçmek anlamına gelse bile pazar hakimiyetine öncelik veriyorlar. Bulutçuların hemen kâr elde etmek yerine pazar hakimiyeti kurarak gelecekteki gelir akışları potansiyelini ele geçirmekle daha çok ilgilendiği öne sürülüyor. Kâr yerine güce bu şekilde öncelik verme, bulutçuları geleneksel kapitalistlerden ayıran ve kapitalizmin ölümüne katkıda bulunan şeydir.

Bulutçuların yükselişinin ve kâr güdüsünün sonunun gelmesinin birbirinden ayrı olaylar olmadığını, bunun yerine küresel ekonomik düzeni temelden değiştiren önemli bir dönüşümün birbirine bağlı yönleri olduğunu gösteriyor. Güç, kârla ilgilenen kapitalistlerden, kontrol ve hakimiyetle ilgilenen bulutçulara kaydığı için geleneksel kapitalizmin kurallarının artık yürürlükte olmadığını öne sürüyor ve teknofeodalizm olarak adlandırılabilecek yeni bir sosyal ve ekonomik yapının zeminini hazırlıyor.

Kârın Düşüşü, Rantın Yükselişi

Varoufakis’in temel argümanı, mevcut sistemin tanımlayıcı özelliğinin kâr üzerinde rantın zaferi olduğu fikri etrafında dönmektedir. Feodalizm altında feodal beyler, arazi mülkiyetleri nedeniyle köylülerin ürettiği hasadın bir kısmını elde ediyorlardı. Kapitalizm altında rant daha karmaşıktır, ama her zaman var olmuştur. Ancak, 2008 ekonomik krizi sonrası yaşanan gelişmeler ve merkez bankalarının bastığı paralar, özel sermaye tarafından finanse edilen bulut rantlarının ortaya çıkmasını ve bulut tımar alanlarının genişlemesini hızlandırmıştır. Merkez bankaları 2008 çöküşünden sonra bankacıların kayıplarını karşılamak için trilyonlarca para basmış, bu da bulut sermayesinin birikmesine yol açmış ve 2020 itibarıyla bulut rantı gelişmiş dünyanın net gelirinin önemli bir bölümünü oluşturmaya başlamıştır. Bu şekilde bulut rantı hakimiyet kazanmış ve kâr düşüşe geçmiştir.

Bulutçular tımar alanlarını küresel olarak genişletmişler ve hem vasal kapitalistlerden hem de bulut kölelerinden büyük bulut rantları elde etmeye başlamışlardır. Vasal kapitalistler sermaye birikimi için kâra güvenmeye ve bazı üretim araçlarına sahip olmaya devam ederken, Amazon, eBay ve Alibaba gibi e-ticaret platformlarına giderek daha fazla bağımlı hale gelmektedirler. Bulutçular, emtia yatırımı yapmak yerine dikkatimizi cezbetmeye ve değiştirmeye odaklanmaktadır. Akıllı cihazlarını satarken bile, bulutçular, vasal kapitalistlerden bulut rantı toplamalarını sağlayacak şekilde evlerimize ve dikkatimize erişime öncelik vermektedir. Bu, bulutçuların kapitalist bir pazar içinde rekabet etmediği, daha ziyade insanları kapitalist pazarlardan tamamen çıkmaya zorladıkları anlamına gelmektedir.

Bulut tımar alanlarının kapitalist pazarlardan nasıl farklı olduğunu açıklamak için rekabetin nasıl ortadan kalktığına da bakmak gerekir. Feodalizm altında, tımar alanları pazar anlamında birbiriyle rekabet etmiyordu. Benzer şekilde, TikTok, Disney Plus, Walmart ve Apple gibi bulut tımar alanları da kapitalist pazarlarla aynı şekilde rekabet etmemektedir. Fiyatlar veya kalite yerine, kullanıcıların dikkatini ve faaliyetlerini cezbetmeye çalışırlar. TikTok’un başarısı, düşük fiyatlar veya daha iyi kaliteye değil, yeni bir çevrimiçi deneyimin yaratılmasına ve Disney Plus’ın Netflix’te bulunmayan içerikler sağlamasına atfedilmektedir. Bu bulut tımar alanlarının başarısı, geleneksel piyasa güçlerinden değil, kullanıcıların dikkatini ve faaliyetlerini cezbetme ve kontrol etme yeteneklerinden kaynaklanmaktadır.

Elon Musk’ın Yükselişi

Bu konudaki en çarpıcı gelişme, Elon Musk’ın Twitter’ı 44 milyar dolar ödeyerek satın almasıdır. Bunun arkasında yatan neden sadece kişisel bir heves değil, bulut rantına erişme ve kendi bulut tımarını kurma arzusudur. Musk, Tesla ve SpaceX ile elde ettiği servete ve başarılara rağmen, kendisini tam olarak bulut sermayesini kontrol eden ve bundan faydalanan bulutçuların yani “yeni egemen sınıfının” bir parçası olarak göremiyordu. Musk’ın şirketleri başkalarının bulut sermayesine katkıda bulunuyor, ancak ona doğrudan bulut rantlarına erişim sağlamıyordu. Twitter, Musk’ın kendi bulut tımarını kurması ve böylece tekno-feodal egemen sınıfa girmesi için bir fırsatı temsil ediyordu. Diğer teknoloji devlerinin aksine Musk’ın, “her şey uygulamasına” dönüşebilecek mevcut bir platformu yoktu ve bu da Twitter’ı benzersiz ve erişilebilir bir seçenek haline getiriyordu. Musk’ın niyeti, Twitter’ı, kullanıcı dikkatini kontrol etmesine, tüketici davranışını değiştirmesine, kullanıcılardan bulut serfleri olarak ücretsiz emek elde etmesine ve satıcılardan bulut rantı almasına izin veren tekno-feodalizme bir geçit olan  “her şey uygulamasına” dönüştürmektir. 

Burada kastedilen “Her şey uygulaması”, kullanıcıların dikkatini çekmek, tüketici davranışlarını değiştirmek ve onlardan ücretsiz emek elde etmek amacıyla çeşitli hizmet ve işlevlere kapsamlı bir giriş kapısı olacak şekilde tasarlanmış bir dijital platformdur. Ayrıca, satıcıların ürünlerini satmaları için bulut kirası talep etmeyi amaçlar. Varoufakis, bir “her şey uygulaması” örneği olarak Çin’de WeChat’i vermektedir.. Tencent’e ait bir mobil mesajlaşma uygulaması olan WeChat, çeşitli hizmetleri entegre ederek tekno-feodalizme bir portal haline gelmektedir. WeChat, kullanıcıların aynı uygulama içinde mesaj göndermelerine, müzik dinlemelerine, sosyal medyada gezinmelerine ve ödeme yapmalarına olanak tanır. Kullanıcılar, uygulamadan çıkmadan Çin’deki herkese ve WeChat’i indirmiş ve bir Çin bankasında yuan hesabı açmış milyonlarca kişinin dışına para gönderebilirler. Çin’de uygulama, hükümet kurumlarına doğrudan bağlıdır ve kentsel yaşamı düzenlemelerine, finansal hizmetleri teşvik etmelerine, insanları sağlık hizmetlerine bağlamalarına, gözetim yapmalarına ve otonom araçlara rehberlik etmelerine olanak tanır. Bu işlevler, kapsamlı yapısını gösteren uygulama içinde sorunsuz bir şekilde entegre edilmiştir.

Nitekim Musk Twitter’ı satın alıp X’e dönüştürdükten sonra bunu siyasi güç devşirmenin de bir aracı olarak kullanmakta beis görmedi. ABD seçimlerinde etkin olarak kullandığı platformu şimdi Avrupa seçimlerinde de aşırı sağa destek vermek için etkin olarak kullanıyor. Bu seçim süreçlerinden Musk’ın daha da güçlenerek çıkacağı öngörülebilir. 

Sosyal medya ve “Liberal Birey”

Varoufakis, Sosyal medya platformlarının, kişisel yaşamları bir çalışma biçimine ve benliği bir markaya dönüştürerek “liberal birey” kavramını önemli ölçüde aşındırdığını öne sürüyor. Bu süreç, özel ve kamusal yaşam arasındaki çizgileri bulanıklaştırarak bireyleri sürekli bir kendini izleme ve teşhir etme baskısı içinde yaşama  durumuna zorlar. Sürekli bir çevrimiçi kimlik oluşturma baskısı ve kişisel ve iş hayatının birleşmesi, liberal bireyin temel unsurları olan özgün kendini ifade etme ve özerklik alanını daraltır. 

Bu platformlar aracılığıyla kolaylaştırılan tekno-feodalizmin yükselişi, bireylerin sürekli gözetim altında kalmadan veya çevrimiçi bir kişiliğe uyma baskısı olmadan yaşayabildikleri ve kendilerini ifade edebildikleri bir dünyadan uzaklaşmayı işaret ediyor. Örneğin, teenager’lar arasında yaygın olan eğilim, anaakım bir güzellik normuna uyan pozlar vermek ve her gün TikTok türünden sosyal medya platformlarına yüklemek ise, profesyoneller için iş hayatlarındaki yükseltmeleri, çalıştığı şirketin başarılarını LinkedIn’de benzer cümlelerle paylaşmaktır. Bu platformların kullanıcıları hayatlarını düzenlenmiş bir anlatı olarak sunmaya teşvik etme biçimi, bireylerin basitçe özgün bir şekilde yaşamak yerine, kendilerinin çekici bir versiyonunu sunmaya daha çok önem verdikleri bir ortam yaratır. Aslında sosyal medyada ve sanal dünyada insanlar kendileri ile değil Avatarları ile var olmaktadır. 

Liberal bireyin özerkliğinin aşınması, ilgiyi cezbetmek ve davranışları değiştirmek için tasarlanmış sosyal medya platformlarının yapısıyla daha da şiddetlenmektedir. Bu platformlardaki algoritmalar, kullanıcı etkileşimini en üst düzeye çıkarmak için tasarlanmıştır, bu da genellikle sansasyonel veya duygusal yüklü içerik sunmak anlamına gelir. Bu, kullanıcıların kendi şartlarına göre dünyayla etkileşim kurabilmeleri yerine, sürekli olarak seçilmiş bir bilgi akışına maruz kalmasına yol açar. Bu sürekli etkileşim ve her zaman “açık” olma ihtiyacı, odak kaybına ve çevrimiçi dünyadan kopma beceriksizliğine katkıda bulunur. Nitekim herhangi bir sosyal medya platformuna biraz kafanız dağılsın diye girdiğinizde ve ilginizi çeken bazı içeriklerde biraz fazla zaman geçirdiğinizde, algoritmalar benzer içerikleri önünüze getirmekte ve farkında olmadan saatlerinizi bu platformlarda geçirmenize neden olur.

Sürekli kendini izleme ve performansın yanı sıra, sosyal medya bireyin veri noktalarına bölünmesine de katkıda bulunur. Bulut sermayesinin algoritmaları, kullanıcı seçimlerini ve davranışlarını aktif olarak manipüle ederek, bireyleri kolayca metalaştırılan veri parçalarına dönüştürür. Bu, bireylerin artık kimlikleri veya seçimleri üzerinde tam kontrole sahip olmaması nedeniyle özerk benlik fikrini daha da baltalar. Bu ortam genellikle mevcut eşitsizlikleri güçlendirerek en savunmasız olanların orantısız bir şekilde zarar görmesine neden olur.

Sosyal medyanın kitlesel tepkileri yönlendirmedeki gücü en açık şekilde 2024 yazında İngiltere’de çıkan isyanlarda görüldü. Southport’ta üç genç kızı bıçaklayarak öldüren 17 yaşındaki şüphelinin Müslüman bir göçmen olduğu yönündeki yanlış bilginin internette yayılmasından sonra, İngiltere’nin  çeşitli şehirlerinde göçmenlere karşı saldırılar düzenlendi. Aşırı sağcı göstericiler göçmenlerin kaldığı binalara saldırdı. Şüphelinin İngiltere’de doğduğunun ortaya çıkmasının isyancılar açısından bir anlamı yoktu, çünkü sosyal medyada göçmen karşıtı ırkçı nefret çığ gibi büyümüştü. Bu yayılmada X’te 200 milyonun üzerinde takipçisi olan Elon Musk’ın müdahalesinin etkisi çok büyüktü. Musk,  İngiltere’de “açık sınırlar ve göçün” protestoları başlattığını iddia eden bir paylaşıma yanıt olarak “iç savaşın kaçınılmaz olduğunu” tweetledi. İsyanlara katılan şüphelileri tutuklayan ve suçlayan İngiltere yetkililerine saldıran paylaşımların altına retweet veya yorum yapmaya devam etti. Ancak tabii ki sosyal medyada örgütlenen anti-faşist kesimler de göçmenlerin barındıkları yerleri ve mahalleleri koruyan bir kalkan oluşturmayı başardılar. Musk, Birleşik Krallık Parlamentosu’nun açtığı ve ayaklanmalarda sosyal medya platformlarının rolünü araştıran soruşturmaya davet edildi, ancak tabii ki gitmedi. Milletvekilleri, 2024 yazındaki isyanların ardından insanları İslamofobik ve göçmen karşıtı protestolara katılmaya teşvik eden Facebook ve X’te paylaşılan yaygın görsellerde kullanılan üretken yapay zekanın sonuçlarını araştırmak istiyor. Ayrıca, “yanıltıcı ve zarar verici içeriklerin yayılmasını teşvik eden” Silikon Vadisi iş modellerini de araştıracaklar. Sosyal medya platformları bu konuda ne kadar açık olacaklar ve algoritmalarının ayrıntılarını ne kadar paylaşacaklar bilmiyoruz. Ancak Musk halen Avrupa’da aşırı sağcı partilere destek vermeye devam ediyor. Bu örnek sosyal medyada nefret söylemi yaymanın cezasız kalabildiğini gösteriyor.  

Tekno-feodalizm’den kaçabilir miyiz?

Varoufakis kitabının “Tekno-Feodalizmden Kaçış” başlığını taşıyan son bölümünde, insanlığın tekno-feodalizmin baskıcı yapılarının ötesine geçmesi için potansiyel yolları inceleyerek, daha adil ve demokratik bir toplum yaratmak için hem ütopik vizyonları hem de pratik stratejileri araştırıyor. Bu yazıda bu tartışmaya ayrıntısı ile girmeyeceğim. Zaten Varoufakis, burada kaba hatları ile verilen vizyonunu yakında yayınlayacağı “Başka Bir Şimdi: Alternatif Bir Şimdiki Zamandan Gönderiler” adlı kitabında ayrıntılandıracağını söylüyor. Bu vizyon Michael Albert’ın Katılımcı Ekonomi vizyonuyla paralellikler arz ediyor ve üçlü bir sacayağına dayanıyor:

  1. Çalışanların yöneticilerini seçtiği ve geleneksel bir kâr/ücret ayrımı yerine şirketin gelirinde bir paya sahip olduğu, demokratikleştirilmiş, yalnızca çalışanlarına değil, aynı zamanda müşterilerine ve bir bütün olarak topluma da hesap verecek şirketler,
  2. Herkese temel evrensel gelir ve bunun üstünün hakkaniyetli bir ücretlendirme, kiralama ve telafi sistemi ile tamamlanması,
  3. Özel varlıklar yerine müşterek kaynaklar olarak değerlendirilecek bulut ve toprak.

Varoufakis’in bu vizyona ilişkin kitabını heyecanla bekliyorum. Mevcut kitapta öne sürdüğü Teknofeodalizm kavramı kapitalizmden radikal bir kopuş anlamına mı geliyor çok emin değilim. Ancak gerçekten de Elon Musk türünden yeni zenginlerin artan gücünü, yeni aşırı sağ ile kurdukları ittifakı ve Çin-ABD gerilimini anlamamız için çok yetkin bir kavramsal çerçeve sunuyor ve bundan sonra meydana gelecek gelişmeleri tahmin etmemiz için bir yol haritası gösteriyor. 

Bu gelişmelere nasıl direnebileceğimiz ise ayrı bir soru. AI kullanımı, sosyal medya kullanımı, merkezileşmiş satınalma platformlarının kullanımı gündelik hayatımızın vazgeçilmez bir bileşeni haline gelmiş durumda. 

X’ten çıkıp BlueSky’a geçtiğinizde tüm takipçilerinizi ve takip ettiklerinizi geride bırakıp sıfırdan başlıyorsunuz. Ama takipçi sayıları ile ifade edilen bu etkileşimin ne kadarı gerçek. Bir arkadaşımın çocuğu dedesinin verdiği bayram harçlığı ile şişirilmiş sahte takipçilerle takipçi sayıları yüksek görünen bir hesabı satın almış, ama birkaç gün içinde takipçilerin çoğunun hesaptan ayrıldığını görmüş.  Amazon’dan daha ucuz satış yapan yok. Bu da özellikle dar gelirli ailelerin her kuruşun hesabını yaptığı bir ekonomik ortamda bu tür büyük satıcıların elini güçlendiriyor. Ama aslında pek çok insan da bu tür platformlardaki indirim kampanyalarının duyurusu cep telefonlarına düştüğünde aslında pek de ihtiyacı olmadığı halde pek çok şey satın alıyor.  İkinci el bebek giysilerinin ve eşyaların satıldığı dolap.com türünden siteler başlangıçta düşük bir maliyete bu imkânı sunarken giderek daha büyük bir ranta el koymaya başladılar. Ancak artık var olmayan ama “anneden anneye iyi kullanılmış ürünler’ mottosuyla yola çıkan “tutumluanne.com”, “letgo” gibi komisyon almayan ya da işletme maliyetini karşılamak için çok cüzi bir ücret alan değişim/pazar yeri platformlarının çeşitlenmesi gerektiği açık.

Yazının “Teknofeodalizm ve Yeni Soğuk Savaş” başlıklı ikinci bölümünde Varoufakis’in bir diğer önemli tezini anlatmaya çalışacağım: gücün maddi sermayeden bulut sermayesine kaymasıyla ortaya çıkan, tekno-feodal çağda ABD ve Çin arasında bir hegemonya mücadelesi olarak Yeni Soğuk Savaş. Dünya giderek ABD liderliğinde bir ve Çin liderliğinde diğer olmak üzere iki karşıt bulut beyliğine bölünüyor. ABD, Çin’in bulut sermayesi üzerindeki artan etkisini, kendi ekonomik ve siyasi egemenliğine bir tehdit olarak görüyor. Yeni Soğuk Savaşın ne türden jeopolitik gerilimlere yol açabileceğini de ikinci bölümde tartışmaya çalışacağım.