Teknofeodalizmin Doğuşu başlığını taşıyan ilk bölümde Varoufakis’in, “teknofeodalizm” terimini anlatmaya çalışmış, bunun kapitalizmden farklı yeni bir sınıflı toplumsal düzeni tanımlayan, mevcut gerçeği kavramada son derece yararlı bir kavram olduğunu vurgulamıştım. Teknofeodalizmi kapitalizmden ayıran en önemli ayrım, kâr üzerinde rantın zaferinde ve bulut sermayesinin benzersiz özelliklerinde yatmaktadır. Varoufakis, “teknofeodalizm” teriminin Amerika Birleşik Devletleri ile Çin arasındaki Yeni Soğuk Savaş’a da ışık tuttuğuna inanmaktadır. Özellikle Çin’in son yıllarda bulut sermaye ve yapay zeka konularında gösterdiği atılım bu soğuk savaşı daha da şiddetli hale getirmektedir. Yeni Soğuk Savaş’ı anlarken tekno-feodalizm kavramını merkeze almak gerekir, çünkü bu kavram, mevcut güç mücadelesinin ekonomik, teknolojik ve toplumsal dinamiklerini bir araya getirir. Teknofeodalizmi merkeze alan bu analiz, iki ülke arasındaki mücadelenin sadece siyasi ve stratejik bir rekabetten öte, bulut kapitalinin geleceği ve kimin bu yeni sistemden daha fazla pay alacağıyla ilgili olduğunu ortaya koymaktadır.

Çin’in 70’li yıllardan sonra hızlı bir şekilde dışa açılması ve liberalleşmesi ile birlikte ABD ile Çin egemen sınıfları arasında üstü kapalı bir “Karanlık Anlaşma” oluşmuştur. Bu anlaşma, ABD’nin Çin ile ticaret açığını sürdürmesini, yani Çin’den, ihraç ettiğinden daha fazla mal ithal etmesini ve bu durumun Çin’in imalat sektörünü desteklemesini sağladı. Buna karşılık, Çinli egemen sınıf elde ettiği kârları ABD hazine tahvilleri, emlak ve Wall Street türevleri gibi ABD mali varlıklarına yatırdı. Bu sistem, Asya imalatından elde edilen kârların ABD’ye geri dönüştürülmesini sağlayarak ABD’deki tüketimi ve ABD egemen sınıfının ticaret açığına rağmen zenginleşmesini destekledi.

Bulut sermayesi ABD’de merkez bankası parası yoluyla büyürken, Çin’de de devlet öncülüğündeki yatırım girişimleri aracılığıyla benzer bir eğilim ortaya çıktı ve bu da Çinli Büyük Teknoloji’nin yükselişine yol açtı. Yazar, Çin Hükümeti’nin dijital para birimi olan dijital yuanın, ABD dolarının hakimiyetini tehdit eden önemli bir gelişme olduğunu belirtiyor. 2020’de tanıtılan dijital yuan, mevcut sistemden ve özellikle ABD’deki aracılardan yararlanan çeşitli finansal aracıları ortadan kaldırarak doğrudan ve anında işlemlere olanak tanıyor. Bu durum, Washington ve mevcut sisteme güvenen özel bankacılar için bir “kabus” olarak nitelendiriliyor.

Bulut sermayesinin yükselişi, güç dengesini değiştiren yeni dinamikler yaratarak “Karanlık Anlaşmayı” bozdu. Geleneksel malların aksine, TikTok’un sağladığı hizmetler gibi bulut sermayesi, fiziksel ihracata veya ABD ticaret açıklarına dayanmadan gelir elde ediyor. Bu, bulut tabanlı hizmetlerin dolarları kazanıp Çin’e geri transfer edebilmesi anlamına geliyor ve bunu yaparken doların küresel hakimiyetine ihtiyaç duymuyor. Gelişme, Çin’in dolara olan bağımlılığını azaltıyor ve ABD’nin ekonomik gücünü zayıflatıyor. Doğrudan ABD pazarından bulut kirası elde etme yeteneği, gücü ABD’den Çin’e kaydırıyor. Bu durum, ABD hükümetinin Huawei, ZTE ve TikTok gibi Çinli şirketleri düzenleme veya yasaklama girişiminde bulunmasına ve gelişmiş mikroçiplerin Çin’e ihracatını kısıtlamasına yol açtı. Ayrıca, Çin’in dijital yuanı, ABD kontrolündeki bankacılık sistemini by-pass etme ve doların hakimiyetine meydan okuma yolu sunuyor. Kısacası, bulut sermayesi aynı düzeyde ekonomik karşılıklı bağımlılığa dayanmayan yeni değer üretme biçimlerini mümkün kıldığı için Karanlık Antlaşma geçerliliğini yitirdi. Dolayısıyla da iki ülke arasında yeni bir ekonomik rekabetin doğmasına yol açtı.

Varoufakis, dünyanın artık biri ABD’de, diğeri Çin’de olmak üzere iki düşmanca süper bulut derebeyliğine ayrıldığını savunuyor. Ukrayna’daki savaşın, artan yoksulluğun, iklim değişikliğinin ve genel bir korku atmosferinin bu bölünmeyi hızlandırdığını öne sürüyor. Bu bölünme, Küresel Güney ülkelerini hangi feodal lorda katılacağını seçmeye zorlayarak Çin’den borç alıp ABD’ye yatırım yapabildikleri dönemi sona erdiriyor. Bu bölünme aynı zamanda Yeni Soğuk Savaş’ı da yoğunlaştırıyor.

Quo Vadimus?

Trump’ın tekrar ABD başkanı seçilmesi ile birlikte ABD ile Çin arasındaki soğuk savaşın daha da kızışacağını öngörebiliriz. Donald Trump’ın 2016 yılında başkan seçilmesi, ABD-Çin ilişkileri üzerinde önemli bir etki yaratmıştı. Trump, başkanlık kampanyasında Çin’i ticaret uygulamaları ve ekonomik rekabet konularında sert bir şekilde eleştirmiş ve Çin’i “düşman” olarak tanımlamıştı. Başkan olduktan sonra, Çin ile ticaret savaşları başlatmış, gümrük tarifelerini artırmış ve ticaret açığını azaltmaya yönelik bir dizi politika uygulamaya koymuştu. Trump, Çin’in ticaret politikalarını ve fikri mülkiyet hırsızlığını hedef alarak, Çin’e karşı daha agresif bir yaklaşım sergiledi. Çin de karşılık olarak ABD ürünlerine gümrük tarifeleri uygulayarak misilleme yaptı. Ancak bu gerginlik, zaman zaman karşılıklı müzakerelere de yol açtı ve nihayetinde 2020’de “Aşama 1 Ticaret Anlaşması” imzalandı.

İlk Trump döneminde, Çin’in teknoloji devleri, özellikle Huawei üzerindeki baskılar da arttı. Trump yönetimi, Çin’in ulusal güvenlik tehditlerine neden olabileceğini öne sürerek, bazı Çinli teknoloji şirketlerine yaptırımlar uyguladı.

Ancak DeepSeek algoritması örneğinde olduğu gibi bu girişimleri sonuçsuz kalmaya mahkum. Bu biraz internetin nasıl işlediğinden bihaber Türkiye Cumhuriyeti kurumlarının bazı sitelere erişimi yasaklamasına benziyor. Bir platform bulutta yer alıyorsa ona erişim teorik olarak engellenemez. 

Çinli DeepSeek tarafından geliştirilen yapay zekâ destekli sohbet botu, Ocak ayında ABD’de piyasaya sürüldü ve Apple’ın uygulama mağazasında en çok indirilen ücretsiz uygulama haline geldi. Bu gelişme de aslında yapay zâka uygulamalarının yaygın olarak kullanılmasının bulut hasadına nasıl hizmet ettiğinin bir örneği. Bu şekilde DeepSeek’in ardındaki şirket birkaç gün içinde muazzam bir kişisel veri hasadı yapmış oldu. DeepSeek’in bu atılımı, ABD’nin OpenAI, SoftBank, Oracle, Meta ve Microsoft gibi teknoloji devi şirketlerinin yapay zekâ altyapıları için yüz milyarlarca dolar yatırım planları açıkladıkları bir dönemde gerçekleşti. Tüm bu şirketlerin hisselerine büyük bir darbe vurdu ve ABD borsalarındaki toplam kayıp 1 trilyon dolara vardı. Deepseek’in başarısı çok daha az sayıda çiple çok daha verimli ve etkin çalışan bir algoritmaya dayanıyor ve aslında bir ölçüde de ABD’nin uyguladığı ambargonun Çinli şirketleri ellerindeki olanakları kullanarak daha verimli çalışan sistemler üretmeye zorladığı bir teknolojik başarıya örnek oluşturuyor.

Yeni dönemde Trump, Çin’e uyguladığı gümrük vergilerini arttırma taahhüdünü yerine getirecektir. Çin merkezli bulut uygulamalarının ABD’de kullanılmasına da kısıtlamalar getirebilir. Ayrıca Çin’in Yapay Zekâ platformlarının çalıştığı bilgisayarlarda kullanılan çipleri ve bu çipleri üretmek için kullanılan makineleri ithal etmesini de engelleyebilir. Ancak Çin’in bu tür çipler üretmesini ancak bir süre geciktirebilir, ama tamamen engelleyemez. Ayrıca Çin yeni nesil kuantum bilgisayarlar konusunda da oldukça yol kat etmiş durumda. Üstelik yeni teknolojilerin temel girdisi olan nadir toprak elementleri rezervleri açısından da dünyada ilk sırada yer alıyor

ABD için en büyük sorunlardan birisi de dış borcudur. Biden görevi devraldığında ABD’nin toplam 27 trilyon dolar civarında kamu borcu olduğu, bu rakamın dört yılda yüzde 33 civarında artarak bugün 36 trilyon doların üzerine çıktığı göz önünde bulundurulursa, ABD’nin küresel hakimiyetini sürdürebilmesi bu borcu çevirebilmesine bağlı. Ancak Varoufakis’in sözünü ettiği “Karanlık Anlaşma” mekanizması artık tıkanma sürecine girmiş durumda. Dolayısıyla ABD’nin mevcut tüketim çılgınlığını sürdürebilmesi mümkün görünmüyor. Trump’ın zaten en önemli seçim vaatlerinden birisi de gümrük vergilerini arttırmak ve bu yolla AB ve Çin’den yapılan ihracatı kısarak dış açıkları kapamak idi. Bir diğer vaadi de “Hükümet Verimliliği Departmanı” kurarak kamu harcamalarını kısmaktı. Gümrük vergilerinin arttırılmasının fiyatların artmasına neden olarak dolar üzerindeki enflasyonist baskıyı arttırabileceği, doların Yuan ve Euro karşısında devalüe olması sayesinde ABD’nin dış borcunun da eritilerek azaltılabileceği yorumcular tarafından sık sık dile getiriliyor. Ayrıca kamu harcamalarının kısılması tabii ki her zaman olduğu gibi askeri harcamaların değil sosyal harcamaların kısılması anlamını taşıyor. Bu da ABD’de çalışan sınıfların durumunu daha da kötüleştirecektir. 

Çin ile ABD arasındaki bu soğuk savaşın Güney Çin Denizi’nde Tayvan üzerinden sıcak çatışmalara dönüşme olasılığını da yabana atmamak lazım. Trump sürekli olarak AB ülkelerinden askeri harcamalarını artırmalarını ve NATO’ya daha fazla destek olmalarını talep ediyor. Bir yandan Çin ile rekabetin askeri düzeyde de hızlanarak devam etmesini diğer yandan da bunun maliyetini diğer ülkelere yıkmak istiyor.

Bu jeopolitik konjonktürde ABD’li yeni oligarklar ile Trump şahsında temsil edilen geleneksel fosil yakıtlara dayalı sermaye çevrelerinin ittifakı kaçınılmaz oluyor. ABD’nin küresel hakimiyetini sürdürebilmesi ve yeni oligarkların da servetlerini ve etki güçlerini büyütebilmesi için bir “Kirli İttifak” kuruluyor. Bu kirli ittifaka tabii ki ABD’nin geleneksel hakimiyet bölgelerindeki, Avrupa ve Latin Amerika’daki yeni sağ siyasetlerin de dahil olması gerekiyor ki bu bölgeler üzerindeki hakimiyet devam etsin. AB’de Almanya’da AfD, Fransa’da Ulusal Birlik, İtalya’da İtalya’nın Kardeşleri türünden siyasi partiler, Latin Amerika’da Javier Milei gibi şahsiyetler bu “Kirli İttifak’ın” içine dahil oluyor. Çıkarlar bu kadar ortak, lokma bu kadar büyük olunca elektrikli arabalar/fosil yakıtlar rekabeti, Tesla’nın en büyük fabrikasının Çin’de olması gibi ufak ayrıntılar çelişki yaratmıyor.